On bir ayın sultanı rahmet ve mağfiret ayı Ramazan-ı Şerifin ardından Rabbimizin lütfu olan Ramazan Bayramı geldi.
Ramazan ayı; kulluk güllerinin çiçek açtığı, şefkat, merhamet ve yardımlaşma hislerinin harekete geçtiği manevi bir bahar mevsimi.
Peygamber Efendimiz (SAS.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor:
“Her kim inanarak ve ecrini yalnız Allah’tan umarak Ramazan ayını ibadetle geçirirse, geçmiş günahları mağfiret olunur.”
Salih amellerin, iyiliklerin bire yüz, bire bin ve daha fazla meyve verdiği bu mümbit, bereketli mevsimini uğurluyoruz. Artık ‘Elveda’ terennümleri gönlümüzün hüznüne karışıyor. Lakin Rabbimiz kullarını hüzünlü bırakmıyor, hanelerimizi ve yüreklerimizi bayram sevinciyle kuşatıyor…
Bayram günleri…
Enes Bin Malik (r.a.) şöyle rivayet etmektedir:
“İslam’dan önce Medinelilerin senede iki bayramları ‘oyun günleri’ vardı. Hicretten sonra bu iki günden birinde halkın eğlence yaptıklarını gören Allah Rasulü (SAS.)
‘Allah-u Teâlâ sizin için o iki günü, hayırlı iki günle değiştirmiştir. Biri yevm-i adha / Kurban Bayramı, diğeri yevm-i fıtır / Ramazan bayramıdır.’ buyurdu.”
Allah Rasulü, bu özel günlerin gündüzlerini sıla-i rahim, gecelerini de ibadetle geçirmiş:
“Bayram gecelerini ihya eden kimsenin kalbi, kalplerin öldüğü günde ölmez.” buyurmuştur.
Efendimiz (SAS.) bayram günlerini Müslümanlar için yardımlaşma, dayanışma ve sevinç günü ilan etmiştir. Bugünlerin nasıl ihya edileceği hususunda da ümmetine bizzat örnek teşkil etmiştir.
Asr-ı Saadet dönemine gidelim ve dünden bugüne bayram sevincinin izini birlikte sürelim…
Asr-ı Saadette bayram kutlamaları, musalla ‘namazgâh’ adı verilen geniş bir alanda hanımların da katıldıkları bayram namazı ile başlardı. İlk bayram namazı, Hicretin ikinci yılında, Kurban bayramında kılınmıştır.
Peygamberimiz, bayram namazlarını hava yağışlı değilse, Mescid’in biraz uzağında bulunan musallada kıldırırdı. Bayram namazına gitmeden önce gusleder ve en güzel elbisesini giyerdi. Namazgâha giderken ve evine dönerken de farklı yollardan geçmeyi tercih ederdi.
Ramazan bayramında, namaza çıkmadan önce birkaç tane hurma yemek âdeti idi. O’nun (SAS.) hurma yeme âdeti bir sünnet telakki edilmiş; bu anlayış, bayramlarda tatlı ikramı geleneğini doğurmuştur.
Kurban bayramında ise kesilen kurban etinden yediğini hatırlatmak isteriz…
Resulullah, bayram namazı kılınan yere geldiğinde, önce iki rekat bayram namazı kıldırır, sonra da ayağa kalkıp cemaate dönerek hutbe okur, vaaz ve nasihatte bulunurdu. Bütün hutbelerine Allah’a (C.C.) hamdederek başlardı, ayrıca bayram hutbelerinde çokça tekbir getirirdi.
Allah Rasulü, bilhassa bayramlarda Müslümanlar arasında dargınlığı hoş görmez ve:
“Bir Müslüman’ın diğer Müslüman’a üç günden fazla dargın durması helal olmaz.” buyururdu.
Ebu Hureyre (r.a), Rasulullah’ın (SAS.) şöyle buyurduğunu işittim demiştir:
“Bir müminin, din kardeşini üç günden fazla terk edip küs durması helal değildir. Üç gün geçmişse, onunla karşılaşıp selam versin. Eğer selamını alırsa, her ikisi de sevapta ortak olurlar. Yok eğer selamını almazsa, almayan günaha girmiş olur. Selam veren ise küs durmaktan çıkmış olur.”
“Kim, din kardeşini bir yıl terk edip küs durursa, onun kanını dökmüş gibi günaha girer.”
Peygamberimiz, Müslümanların birbirine buğz etmelerini, arka çevirmelerini, hased ve birbirleriyle alay etmelerini yasakladı. Müminlerin birbirlerine üç günden fazla küs durmalarının onları kin, nefret, buğz duygularıyla donatacağını ve doğal olarak zıtlaşmanın çatışmalara bile yol açacağını haber verdi. Zira bayramlar, tam da bu tavsiyelere uymanın, dargınlıkları sona erdirmenin, mutluluk ve sevinci yaşamanın günleriydi…
Nitekim Allah Rasulü’nün sünneti doğrultusunda, bayramlarda neşe ve sevinç göstermek, milletimiz tarafından şeâir-i dinden sayılmıştır.
Düğünlerde olduğu gibi bayramlarda da izhar-ı sürur etmeye, nefsanî arzuları ayağa kaldırmayacak şekilde oyun ve eğlenceye cevaz verilmiştir. Ayrıca bayramların getirdiği sevinç ve neşenin, toplumun her kesiminde hissedilebilmesi için uzak yakın akrabalarımızı düşünmek, hatta bu daireyi daha da genişleterek diğer insanları da sevindirmek dini bir vecibedir.
Zira elimizdeki nimeti ve gönlümüzdeki sevgiyi ne kadar paylaşabilirsek, bayramın manası o kadar derinleşecek, sevgimiz ve neşemiz o denli büyüyecek demektir…
© İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.