1. Bölüm
Mahsulleriyle beslendiğimiz, kerpiç evleriyle barındığımız, keten ve pamuğuyla giyindiğimiz, temel ihtiyaçlarımızın hepsini bize doğal yollarla sunan toprak.
İnsanoğlunun yaratılış kaynağı toprak hakkında ayeti kerimede şöyle buyruluyor: “Andolsun ki (biz, ilk) insanı çamurdan (süzülmüş) bir özden yarattık.” (Mü’minun, 23/12).
İnsan, binlerce yıldır Allah'ın (C.C.) Adem (AS)’a öğrettiği usulle toprağı işleyerek gıdasını elde ediyor.
Hakeza her 5 cm topraktan, 20 bine yakın canlının yaşam döngüsü besleniyor.
Son yıllarda hava ve su kaynaklarının yanı sıra, geri kazanımı daha zor ve son derece önemli olan bir kirlilikten söz ediliyor: Toprak kirliliği.
Temel sebebi ise doğal olmayan her türlü atık ve ürünlerin toprağa karışması.
Baş rolünde insanın yer aldığı kirlilik kaynakları birkaç madde halinde şöyle sıralanıyor:
Kirlenen su kaynakları, suni gübre ve tarım ilaçları, sanayileşme, çarpık kentleşme ve nüfus yoğunluğu, nükleer faaliyetler, hatalı ve bilinçsiz tarım uygulamaları, işlenmeden toprağa verilen evsel ve sanayi kaynaklı plastik ve kimyasal atıklar.
Her bir santimetresi yıllarca oluşabilen toprak mirasımız; tüm bu faaliyetlerle bir tüketim malzemesi hüviyetine bürünüyor; petrol artıkları ve ağır metaller gibi organik/inorganik kirleticilere maruz kalarak gözlerimizin önünde tükeniyor. Uzmanlara göre bu gidişe bir dur demek, geleneksel tarım usulleriyle akılcı sistemleri buluşturarak toprağı onarmak, mahsulleri yeniden bereketlendirmek mümkün.
Zengin ve bereketli topraklar
Anadolu toprakları, 12 500 bitki çeşidini bünyesinde barındıran, 3.700’ü yalnızca ülkemize has-endemik çeşitlerle dünyanın en zengin biyolojik çeşitliliğine sahip bölgeleri arasında. Akdeniz ve Bereketli Hilal bölgesinin yer aldığı ülkemiz, binlerce yıldır buğday, mercimek, nohut, fasulye, zeytin, incir gibi önemli tarım mahsullerinin ilk defa yetiştiği ve dünyaya yayıldığı bir gen merkezi.
Geleneksel atalık tohumları tarıma yeniden kazandırmak, toprağı onarmanın başlıca yollarından biri. Toprak ve tohum bir aile gibi birbirini tanıyan, iletişim ve etkileşim halinde olan yapılar. Yıllar içinde gelişen sıcaklık artışı ve kuraklığa karşı su, enerji ve gübre istemeyen, toprağımıza en uyumlu yerel tohumları bulmak, toprağa tohumlarla yatırım yapmak ve onları gelecek nesiller için çoğaltmak mümkün.
Medeniyetler beşiği Anadolu’nun birer irfan mahsulü olan asırlık tarım yöntemleri, son 40-50 yıla kadar kullanılmaktaydı. Yapılan araştırmalar bu kadim yöntemlerle yetiştirilen bitkilerin, besleyicilik değeri daha yüksek, temel mineraller yönünden daha zengin olduğunu gösteriyor, zira melez tohumların yoksun olduğu biyoçeşitliliğe sahipler.
Günümüzde gıda sanayiinin geliştiği bölgelerimizde yerli- atalık tohumla üretim yapan çiftçiye ender rastlanıyor. Ülke genelinde yerli tohum ekilen tarım arazileri %3-5 civarında. Ancak bu oran artışta. Bugün Mardin’de sorgül durum buğdayı, Kastamonu’da siyez buğdayı, Aydın’da incir, Bursa’da zeytin, Şanlıurfa’da Karacadağ pirinci, Kırşehir’de çörek otu, Hatay’da narenciye asırlık usullere vizyon katarak yetiştirilmekte.
Suni gübre ve kimyasal ilaçların etkisi
Son 50 yıldır verimi artırmaya ve ihraç edilen tarım ürünlerini standartlaştırmaya yönelik girişimlerle melez/hibrit tohumlar üretilmekte ve çiftçiler tarafından kullanılmaktaydı. Söz konusu ticari tohumlar, toprağının yapısı, rakımı, yağış miktarı kendine has olan yörelerimizde yetişen çeşit çeşit yerli-atalık tohumlardan farklı. Toprağı tanımayan, her sene yeniden satın alınması gereken tohumların yanı sıra verimi artırmak üzere suni gübreler de satın alınıyor. Gübrelerin beslediği yabani otlara karşı tarım ilaçları satın alınıyor.
Bitkinin etrafına larvalarını ve yumurtalarını bırakan zararlılar için son aşamada topraktaki bütün canlılığı ortadan kaldıran glifosat türevi tarım ilaçlarının verildiği bir kısır döngü söz konusu. Dünyanın pek çok yerinde yasaklanan kanserojen etkili bu ilaçların bilinçsiz kullanımı neticesinde birkaç sene içinde toprağın tükendiği ve çölleştiği görülüyor. Çiftçinin geçim kaynağı da kendi ellerinde köreliyor. Söz konusu tarım ilaçlarının kalıntılarına ise 50 senedir topraklarımızda, gıdalarımızda, sularımızda, organlarımızda rastlanıyor.
Kadim bilgiler ışığında farklı disiplinlerin bir araya geldiği araştırmalar yürütülerek onarıcı sürdürülebilir tarım esasına dayanan uzun dönemli bütüncül planlamalara ihtiyaç duyuluyor.
Bugün pek çok tarım enstitüsünde atalık tohumlarımızın değişen iklim koşullarına dayanıklılığı araştırılıyor.
Yöreye özgü tarım, havza bazlı çözümler
Uzmanlar Akdeniz İklim Kuşağında ve Konya Kapalı Havzasında yer alan bölgelerin kuraklık ve yağış değişimleri dolayısıyla en fazla etkilenen bölgeler olduğunu belirtiyor. Ülkemizin ve dünyanın narenciye bahçesi konumundaki Akdeniz’de son 15 yılda hektar başına %2.5 civarı verim kaybı yaşanıyor. Zeytin ekilen araziler artışta olmasına rağmen aynı dönemde zeytinde %29 ürün kaybı görülmekte. %24 ürün kaybıyla benzer bir tablo fındık için de geçerli olmakla birlikte son üç yılda buğday, mısır, pirinç gibi temel besin maddelerinde de kayıplar söz konusu (TUİK, 2015-2018).
Konya havzasında yağış rejiminin değişmesinin yanı sıra bilhassa sulamaya yüksek gereksinim duyan mısır, ayçiçeği ve şeker pancarı gibi tarım desenini değiştiren ürünler yetiştirilmesi yer altı sularının tükenmesi ve obruk sayılarında artışla sonuçlandı. Bu bölgelerde yetiştirilen bitkilerin mercek altına alınmasıyla daha verimli, toprak ve çevre dostu çözümler üretilebilmesi gündemde. Yeni tarım desenine uygun çeşitlere bir örnek olarak Konya’da obruk tarlalarında su, gübre ve zirai ilaç gereksinimi bulunmayan sorgül buğdayı yetiştirme çalışmaları yapılıyor.
Diğer onarıcı çalışmalar arasında, "kardeş bitki ekimi", erozyonla mücadele, "kompostlama", tarım ilacı yerine atık geri dönüşümü gibi yöntemler bulunuyor.
2. Bölüm: Toprağımızı Nasıl Koruyabiliriz?
© İzinsiz ve kaynak gösterilmeden kullanılamaz.