Son Peygamber Hz. Muhammed-i Mustafa (SAS)’in tevhide davet usulünde kendisine yöneltilen sorulara ayetler ışığında verdiği cevaplar ve kulak verenlerde uyandırdığı etki...
6. Bölüm
Gönülden kulak vereni doğru yola ileten Kur’ân
Mekkeli müşrikler atalarının sapkın yolunda devam etme konusunda inat etmekteydi. Halleri, kendileri görmeseler bile perişandı. Bu perişanlığı ayet bir benzetme ile şöyle açıkladı: “Allah’tan başka (sığınacak, bağlanacak) velîler edinenlerin durumu, tıpkı kendisine (ağdan) bir ev edinen örümceğe benzer. Halbuki evlerin en zayıfı, elbet örümcek ağıdır, keşke bilselerdi!” (Ankebût 29/41)
Tevhid yoluna davet ilkelerinde bir başka şey daha dikkati çekmekteydi: İslâm’ın hedefi, tevhidi, sadece öğretmek değildi. Hayatın her safhasında yaşanması da gerekliydi. Mekke toplumunun kökten bağlandığı, tevhidin zıddı şirk, Allah’a ortak koşmak, başka türlü silinmezdi. Mekke’de inen sûrelerde, şirke vesile kılınan ne varsa hepsinden söz edilmekte, onların saptırıcılıklarına dikkat çekilmekteydi.
Hz. Muhammed (SAS), Müslüman olanların putperestliği yansıtan isimlerini mutlaka tevhid sistemine uygun isimlerle değiştirirdi. Kula, puta kulluğu ifade eden isimleri “Allah’a kul” ederdi. “Rahman’a kul” ederdi. O halde, şirk izi taşıyan hiçbir şeye itibar edilmeyecekti. Hz. İbrahim’in (AS) yaptığı gibi şirk de müşrikler de terk edilecekti:
“Sizden de Allah’tan başka yalvardığınız şeylerden de ayrılıyorum ve Rabbime (senin için) dua ediyorum!” (Meryem, 19/48) denecek, asla tevhidden taviz verilmeyeceği bildirilecekti. Çünkü inanç bölünmezdi, bölünme kabul etmezdi. Çünkü tevhid; yegâne, tek, biricik gerçekti... Müslümana da sadece bu tek gerçek gerekti.
“Benim namazım, (hac, umre, diğer) ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (En’am, 6/162) ikrarı, kabulü, tevhid hayatının ayetteki ifadesiydi... Muhammed (AS) işte bu zirvedeydi. Bu, her Müslüman için de değişmeyen hedefti...
Zihinlerdeki düğümleri çözen ayetler
Müşrikler putları adına her fırsatı değerlendirmeye, her usulü denemeye kalktılar. Hz. Peygamber’e zaman zaman onu bunaltmak maksadıyla sorular sordular. Muhammed de (SAS) daima en doğru cevapları verdi. Zira cevapları Allah vahy etmekte, bildirmekteydi. Mekke devrindeki müşrik soruları şöylece belirlendi:
“(Ey Resûlüm!) Sana: “Onun gelip çatması ne zaman?” diye, (kıyamet) saat(in)den soruyorlar. De ki: “Onun ilmi ancak Rabbimin yanındadır. Onun vaktini O’ndan başkası açıklayamaz. O (kıyamet vakti), göklere de yere de ağır gelmiştir. O size ancak ansızın gelecektir.” Sanki sen kesin biliyormuşsun gibi, onu sana soruyorlar. De ki: “Onun ilmi ancak Allah’ın yanındadır; fakat insanların çoğu (böyle olduğunu) bilmezler.” (A’raf, 7/187)
Hiç kuşkusuz müşrikler daha başka sorular da sormuşlardır. Ruh, ashâb-ı kehf ve Zülkarneyn hakkındaki sorularında Yahudilerin kışkırtması etkili olmuştu. Çünkü Kureyş, kitap verilmemiş bir milletti. Bu konuları merak etmeleri ve sormaları zayıf bir ihtimaldi. Kureyş, Hz. Peygamber’in (AS) durumunu Yahudilerle görüşmekteydi. Anlatıldığına göre ehli kitab, Hz. Peygamberin bazı sorularla denenmesini Kureyş’e teklif etti. Kureyş de bu soruları Resûlullah’a yöneltti. Bu sorular ve cevapları Kur’ân’da haber verildi. Ashab-ı Kehf ve Zülkarneyn hakkındaki sorular Kehf Sûresinde etraflıca cevaplandırıldı.(Kehf, 18/9-26) Bu cevaplar “ümmî”, kendisine okuma yazma öğretilmemiş bir şahsın, vahiy almaksızın vereceği cinsten değildi. Muhammed’in (SAS) bu cevapları vermiş olması, onun peygamberliğinin kesin delillerindendi.
Kur’ân-ı Kerîm ruh konusundaki suallere şöylece değindi: “(Resûlüm!) Sana ruh(un ne olduğun)u sorarlar. De ki: “Ruh, Rabbimin emrinden (yarattığından bir şey)dir. Size (ona ait) ilimden ancak pek az bir şey verilmiştir.”(İsra, 17/85)
Müşrikler Hz. Peygamber’in (SAS) kıyametle ilgili açıklamaları karşısında bocaladılar. Çevredeki dağlara baktılar. “Bu koca dağlar, nasıl yok olurdu?” Akıllarına sığdıramadılar. “O halde eğlenmek için iyi bir fırsat” diye düşündüler. Alaylı alaylı sordular: “Kıyamet kopunca bu dağlar ne olacak?” Onların bu konudaki sorularını ve cevabını Kur’ân-ı Kerîm şöyle açıkladı: “(Resûlüm!) Sana dağlar hakkında (da) soruyorlar. De ki: “Rabbim onları (kıyamet günü) ufalayıp savuracaktır. Yerlerini dümdüz (çöl gibi) kuru bir toprak halinde bırakacak. Orada ne bir eğrilik (çukur) ne de bir tümsek göreceksin.” (Taha, 20/105-107) Hz.
Peygamber (SAS) müşriklere en doğru ve susturucu cevapları verdi. Kiminin kalbi yumuşadı, bir çoğu ise inadında devam etti. İman başka bir şeydi...
Kur’an’ı dinleyenlerin hali
Müşrikler, Allah’ın birliğine, Muhammed’in (SAS) peygamberliğine, tebliğ ettiği hemen her şeye körü körüne karşı çıkmaktaydılar. Fakat her itirazlarının karşısında ilâhî vahyi, kesin gerçeği bulmakta hemen her defasında Kur’ân tarafından susturulmaktaydılar. Bu yüzden Muhammed’in (SAS) tevhid yolculuğunun önemli bir kısmı Kur’ân üzerinde toplanmaktaydı.
İnananlar Kur’ân’ı dinledikten sonra inanırlardı. Kimileri Resûlullah’ın (SAS) okuduğu Kur’ân ayetlerini dinleyerek, kimileri de herhangi bir Müslümanın okuduğu ayetleri tesadüfen duyarak iman ederdi.
Bunların başında Hz. Ömer (RA) gelirdi. Ömer (RA), Hz. Peygamber’i (SAS) öldürmeye giderken kız kardeşinin evinde Habbab’ın (RA) okuduğu ayetleri dinledi, sonra kendisi alıp okudu ve doğru yolu buldu. Onu imana ulaştıran ayetlerin anlamı şöyleydi:
“Tâ, Hâ. (Resûlüm!) Biz Kur’an’ı sana zahmet çekmen için değil, ancak (Allah’tan) korkanlara bir öğüt olsun diye indirdik. (Bu Kur’an,) yeri ve yüce gökleri yaratanın peyderpey (tedrîcen) indirdiği (bir kitap)tır. O Rahmân(’ın hâkimiyeti) arşı kuşatmış/hükmü altına almıştır. Göklerde, yerde, ikisinin arasında ve toprağın altında olanlar(ın hepsi) ancak O’nundur. Sesini (duada) yükseltsen (de yükseltmesen) de (O’na göre birdir). Çünkü O, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilir. Allah O’dur ki O’ndan başka ilâh yoktur, en güzel isimler O’nundur.” (Taha, 20/1-8). Nitekim Hz. Muhammed (SAS) ondan yana dua etmiş, şöyle buyurmuştu: “Allah’ım, şu iki adamdan -Ebû Cehil ve Ömer b. Hattâb’tan- sana en sevimli olanı ile İslam’ı güçlendir. O iki kişiden Allah’a sevimli olanı Ömer’di.” (Tirmizî, Menâkıb, 18; bk. Müsned 2/25)…
Müşrikler Muhammed’e (SAS) karşı tüm davranışlarında belli bir strateji uygulamaktaydılar. Kur’ân konusunda da işe önce dinlemek istememekle, ilgisiz görünmekle başladılar: “Kur’an’da Rabbini bir olarak andığın zaman, nefretle arkalarını dön(üp gid)erler.” (İsra, 17/46) “Küfre sapanlar/inkâr edenler: “Bu Kur’an’ı (okunurken) dinlemeyin ve ona karşı gürültü (ve şamata) yapın. Belki böylece üstün geli(p duyulmasını engelle)rsiniz.” dediler.” (Fussilet, 41/26)
Müşrikler Kur’ân’ın tesirini, etkisini bilmekteydiler. Onun eşi benzeri bulunmayan veciz ifadeleri karşısında imana gelenleri görmekteydiler. Bu konuda, her birinin şahsî tecrübeleri vardı. Onlardan biri de Utbe b. Rebia’ydı. Utbe, yanındakilerden yetki alarak Kâ’be’de rastladığı Peygamber’e (SAS) nasihat etmek, onu yolundan vazgeçirmek için yanına geldi: “Sen”, dedi. “Büyük bir çağrı ile geldin ve milleti böldün, ilâhlarını ayıpladın, babalarını suçladın. Şimdi beni dinle, bak sana ne diyeceğim. Senin bu işten maksadın mal-mülk sahibi olmaksa, söyle verelim, en zenginimiz ol. Yok maksadın lider olmaksa, söyle; seni kendimize lider yapalım. Yoksa ciddî bir rahatsızlığın varsa, söyle; bütün gücümüzle seni tedâvi ettirelim. Bu yolda gerekirse bütün malımızı sarf edelim.” Hz. Peygamber: “Sözün bittiyse, şimdi sen beni dinle!” buyurdu. Utbe, memnun ve ümitli bir şekilde: “Tabiî dinliyorum”, dedi. Hz. Peygamber, (SAS) besmele çekip Fussilet Sûresi’nin başından secde ayetine kadar 37 ayetlik bölümü okudu. Sonra kalkıp secde etti ve sonra: “Ey Ebul Velîd, dinlediğini dinledin. İşte sen ve işte Kur’ân!" buyurdu.
Utbe, hiç cevap vermeden kalktı, müşriklerin yanına döndü. Utbe’yi uzaktan gören müşriklerden biri, durumdan şüphelendi: “Utbe gittiği gibi gelmemektedir”, diye söylendi. Utbe geldi, oturdu: “Ne oldu?” diye merakla sordular. Utbe: “Ne olsun, ben bir söz işittim ki, şimdiye dek bir benzerini asla duymuş değilim. O ne bir şiir, ne bir sihir ne bir kehânettir. Ey Kureyş, beni dinleyin de bu zâtı kendi haline bırakın, ilişmeyin. Eğer Araplar bu zâta galip gelirlerse mesele yok; yok eğer o Araplara galip gelirse, onun iktidarı sizin iktidarınız, onun şerefi sizin şerefiniz demektir. Her iki halde de insanların en kârlısı siz olursunuz.” Müşrikler bu kadarcık bir insafı da hazmedemediler ve: “Ey Utbe, anlaşılıyor ki, Muhammed seni de sözleriyle büyülemiş!” dediler. Bu kez Utbe: “Bu benim kanaatim, siz bildiğinizi yapın”, cevabını verdi. (İbn Hişam, Siyre, I, 313-314) Kur’ân bir kez daha tesirini, etkisini göstermişti.
Kur’ân bir başka etki etmekteydi. Bu yüzden müşrikler ne yapacaklarını, ne diyeceklerini şaşırmışlardı. Mekke’dekileri olduğu kadar dışarıdan Mekke’ye gelenleri de Hz. Peygamber (SAS)’den ve onun okuyacağı Kur’ân’dan uzak tutmak için çalışıyorlar, Hz. Peygamber’i “deli” diye takdim ediyor, tanıtıyorlardı. Böyle bir takdime muhatap olanlardan biri de doktor Dımad b. Sa’lebe idi. “İyi ya” dedi Dımad, “ben doktorum, deliliği varsa tedavi ederim, hele bir göreyim”... Gitti. Resûlullah ile görüştü. O’ndan Kur’ân dinledi...
Dinlediği Kur’ân, Dımad b. Sa’lebe’nin kalbine şifa verdi, her şey değişti. Dımad, tam bir kalp ameliyatı geçirmişti. Tedavi etmek için gitti. Tedavi olarak geri döndü. Dımad gibiler az değildi. Değişmeyen sonuç, Kur’ân düşmanlarının bozguna uğramalarıydı. Dün de bugün de böyleydi... Bir defa Kur’ân’ı dinlemek yeterdi. Onu dinleyen, İslâm’ı kabul ederdi.
Müşrikler bu kez bir başka yolu, Kur’ân okunurken gürültü etme taktiğini denedi. Bu taktiği Kur’ân’da Allah Teâlâ şöylece haber verdi: “O kâfirler: Şu Kur’ân’ı dinlemeyin, gürültü yapın, belki galip gelir siniz dediler.”(Fussilet, 41/26) Bu tavsiye müşriklerin büyüklerinindi. Ancak bunlardan bazıları, içlerindeki merakı yenemeyerek geceleri gizli gizli Kur’ân dinlerlerdi. Ebû Süfyân, Ebû Cehl, Ahnes b. Şerik, evinde namaz kılarken Resûlullah’ın okuduğu Kur’ân’ı dinlemek için ayrı ayrı geldiler birer köşeye çöktüler. Dinlediler dinlediler, dönerlerken yolda birleştiler, birbirlerine sitem ettiler. “Bizim bu yaptığımızı halk duyarsa ne etmez?” dediler. Fakat meraklarını yenemediler, ikinci gece yine geldiler... Üçüncü gece de gelmeden edemediler. Dinlediler, dönüşte yine birbirlerini gördüler. “Bu son olsun” dediler ve yeminleştiler. Bir daha gelip dinlemediler, dinletmediler. (İbn Hişam, Siyre, I, 337)
Çok garipti. Kur’ân’ın okunması, müşriklerin kızgınlığını artırırdı. “Kendilerine açık olarak âyetlerimiz okunduğu zaman, inkâr edenlerin yüzündeki inkâr (belirtisin)i anlarsın. Neredeyse âyetlerimizi karşılarında okuyanlara saldıracaklar.” (Hac, 22/72)
“Doğrusu o küfre sapanlar, (Kur’an’ı) işittikleri zaman, az kalsın seni, gözleri(nin çarpıcı bakışları) ile yıkacaklardı. Ayrıca (hasetlerinden): “O delinin biridir!” diyorlardı. Oysa o (Kur’an) âlemler için ancak bir öğüt ve hatırlatmadır, başkası değildir.”(Kalem 68/51-52)
Abdullah b. Mes’ud (RA) bir gün, zayıf-naif yapısına rağmen, arkadaşlarının uyarılarına “Allah beni korur” diyerek Kâ’be’de müşriklerin duyacakları bir sesle Rahman Sûresini açıktan okumaya başladı. Çevredeki müşrikler kulak kesildiler bir süre dinlediler... “Nedir bu?” diye söylendiler. İçlerinden biri: “Muhammed’e indirilen ayetlerden bir kısmı!” cevabını verdi. Kalkıp başına üşüştüler. Abdullah b. Mes’ud (RA) yaralanmasına rağmen Müslüman arkadaşlarına yarın yine gider okurum. Müşrikler bugünkü kadar bana hiç hafif gelmemişlerdi,” diyordu. Arkadaşları “Sen onlara duymak istemediklerini duyurdun, bu kâfi!” dediler. (İbn Hişâm, Siyre, I, 336) Abdullah b. Mes’ud (RA)
Kâ’be’de ilk defa açıktan Kur’ân okuyan ve bu yüzden dövülendi. Kim bunu denemeye kalktı ise, gördüğü hep aynı muameleydi. Hatta müşrikler sadece Kâ’be’de değil, başka yerlerde de Kur’ân okunmasına tahammül etmediler. Hz. Ebû Bekir’i evinin bahçesindeki özel mescidinde Kur’ân okumaktan men ettiler.
Ancak bu ilahi çağrıyı önleyemeyeceklerini ilerde anlayacaklardı. “Allah’ın (tevhid) kelimesi ise, o çok yücedir.” (Tevbe, 9/40) Allah’ın ayetlerine karşı durmak mümkün müydü?
◀️5. Bölüm: Peygamber Efendimiz'in Tevhide Davet Usulü
▶️ 7. Bölüm: Peygamber Efendimiz ve Tevhid İlkeleri