Prof. Dr. Mahmud Es'ad Coşan
Gezdiğim tüm dış ülkelerde müşahedem şu oldu: Din, çok önemli ve çok canlı bir kurum; insanoğlu için vazgeçilmez, yeri doldurulmaz, pek değerli bir varlık ve çok büyük bir ihtiyaç; toplumlar bu sahada milyarlık, trilyonluk masraflar yapmış; hâlâ da yeni yatırımlar, büyük meblağlar ayrılıyor.
Tarih boyunca her toplum dine büyük değer vermiş, yaşamını onun çevre ve çerçevesinde düzenlemiş; modern toplumlarda bu durumun hemen hiç değişmediği görülüyor. Asrımızın ilk yarısından beri, komünist ülkeler dine karşı çıkmış, onu yok etmeye çalışmış, bazı filozoflar dinî değerlerin yerine başka değerler ikâme etmeyi tasarlamış; fakat sonuç hüsran ve fiyasko! Şimdi geri dönme çalışmaları başlıyor.
Dinin yerini başka bir şey dolduramıyor. Çünkü onun kendine mahsus özel bir yeri var; o bilimin ötesinde, insan aklının ve ruhunun derinliklerinden doğal olarak kopup gelen soruları cevaplıyor; ihtiyaçları, merakları tatmin ediyor, korku ve endişeleri dindiriyor, huzur ve mutluluğu sağlıyor.
O halde dinin reddedilmemesi lazım; aksine onun, çağımızın bilim düzeyine ve verilerine uygun, insanın beden ve ruh sağlığına yararlı, topluma faydalı, verimli ve olumlu bir yönde canlandırılması zorunlu. Ama doğa ile toplumla, hilkati, hikmeti ile, bilimle, akılla, insanoğlunun ruh ve beden menfaatleri ile zıt olmayacak, çatışmayacak bir biçimde olmak şartıyla... Ve elbette aklın, vicdanın, bilimin sesini dinleyerek ve onları kendimize rehber edinerek!
Çünkü insanlık şu feza çağında dahi, din ve inanç yönünden tümüyle reşit hale gelmiş değil, çok acınacak bir durumda. Birçok gelişmiş ve modern ülke, din ve inanç konusunda şaşılacak kadar ilkel ve geri seviyede. Mesela; Japonlar güneşe tapıyor, imparatorlarını güneşin oğlu sanarak kutsallaştırıyor; yüzlerce batıl inancın görüldüğü Hindistan’da büyük kalabalıklar ineğe tapar; yahudiler âhirete inanmaz; hıristiyanlar Allah’ın bizim gibi bir kulu olan Hz. İsa’ya, Allah’ın oğlu diye bakar, çarmıha çivili bir ceset sembolü karşısında haç çıkarır; bazı geri toplumlarda kobra yılanına, ateşe, toteme, şeytana taparlar; ileri toplumlarda uydurma yeni alim ve mezhepler ortaya atılır.
Bu acı durumda reaksiyon olarak birçok modern insan da dinden soğumuş, inançsızlığa, inkâra, ilhada sürüklenmiş, nihilist, anarşist, komünist, hedonist, epikürist, egzistansiyalist... vs. olmuştur.
Doğru yol hangisidir, biz hangi kulpa yapışmalıyız?
İnkâr yolu kapalıdır, aklın, bilimin, vicdanın sesine kulak tıkamak, felsefeye sırt çevirmek, soruları cevapsız bırakmak, gerçekleri görmemek için başını kuma sokmaktır.
Gerçek peygamberlerin getirdiği büyük semavî dinlerin aslî kaynakları, kitapları iyi korunmuş, elimize otantik, sağlam, güvenilir bir biçimde bozulup tahrif edilmeden ulaşabilmiş değildir. Bunu o dinlerin mütehassısları da belirtiyorlar. O peygamberlerin hayatları, hatıraları, emanetleri de maalesef iyi muhafaza edilmemiş, asırların geçmesiyle kaybolmuş, tarihin karanlıklarına gömülmüştür. Mezarlarının yerleri bile kesin bilinmemektedir.
Bunlara karşılık, İslâm dinine dönülüp bakılınca görülüyor; dost ve düşmanca itiraf ediliyor ki:
İslâm, akla, mantığa, bilime uygundur; insanın varlığına, ruh ve beden sağlığına değer ve önem veriyor; Batı’da yeni yeni ulaşılmış temel hak ve hürriyetleri asırlarca önceden belirtmiş ve benimsemiş; fert ve toplum hayatı için fevkalade faydalı hükümler ihtiva ediyor; tüm insanları kendine muhatap alıyor, ilahî bir kitapta onları uyarıyor, inananları kardeş görüyor; kadın-erkek, siyah-beyaz, zengin-fakir... İnsanları eşit olarak görüyor, imtiyazsız, sınıfsız, istismarsız, hür bir toplum öneriyor, insanoğlunun mahiyetine, Yaradan’ın varlık, birlik ve evsafına, âhiret hayatına dair çok değerli ve çok makbul bilgiler veriyor.
Tarihî, dinî, aklî delil ve vesikalardan anlıyoruz ki Hz. Muhammed aleyhisselâm Allahu Teâlâ’nın son peygamberidir. Onun her sözü ve işi, en ince detayı ile ve en titiz, bilimsel metotlarla tespit edilmiş, kendi zamanından itibaren dikkat, itina ve ihtimamla muhafaza olunmuştur.
Böylece onun sosyal ve özel hayatını, çevresini, hiçbir beşere nasip olmayan incelikle biliyoruz. Saçının, sakalının telleri, hırka-i şerîfleri birçok camide yadigâr olarak saklanmaktadır; çevre ülkelere gönderdiği İslâm’a davet mektuplarının asılları müzelerdedir; hadîs-i şerîfleri yüzlerce ciltlik koleksiyonlar halinde toplanmış, okunmakta, uygulanmaktadır. En güzeli kendisine vahyolunan ilahî kitap Kur’ân-ı Kerîm, bir harfi bile değiştirilmeden eksiksiz ve anında tespit edilmiş, her yere yayılmış, ilgili herkesin eline ulaştırılmış bulunuyor...
Bilim ve din adına ne büyük bir kazanç, insanlık için heyecan verici ve mutlu bir durum! Bu kadar zengin değerler ve enteresan tarih malzemesi başka hiçbir konuda, bu bolluk ve bu genişlikle mevcut değil.
Bu eşsiz malzemenin artık, tüm insanlıkça nazar-ı dikkate alınma zamanı gelmiştir. Çünkü onun mahiyetinin, özünün, amacının, etkisinin, yararının, sonucunun iyi incelenmesi çağımızın birçok derdine deva olacak çarelerin bulunmasına vesile olacaktır.
O halde insanlık, din ve inancın gerçeğini ve halisini bulmak, bu en hayati problemini doğru olarak çözmek, batıl ve hurafelerden sıyrılmak için böyle hareket etmek zorundadır.
Bizler de bu olumlu atılıma olanca gücümüz ile destek olmalı, “İslâm’ı asrın idrakine söyletmeli”, susamış insanlara iyi rehberlik etmeliyiz.
Mahmud Es’ad Coşan, “Din ve İnancın Gerçeğini Bulmak”, İlim ve Sanat, V, 26 (1989)