Eûzubillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm
El-Hamdülillâhi rabbi’l-âlemin ve’l-âkibetü li’l-muttakîn es-salâtu ve’s-selâmu alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn. İ’lemû eyyühe’l-ihvân fe-inne efdale’l-kitâbi kitâbullâh fe-enne efdale’l-hedyi hedyu Muhammedin sallallahu aleyhi ve sellem ve şerre’l-umûri muhdesâtuhâ ve külle muhdesin bid’ah ve külle bid’atin dalâleh ve külle dalâletin fi’n-nâr fe bi’s-senedili muttasili ile’n-nebiyyi sallallahu aleyhi ve selleme ennehû kâl:
Buyuruyor ki Ebu Hureyre Hazretleri (El-müslimü ehu’l-müslimi) “Hz. Ömer’in oğlu nasıl rivayet ettiyse, Hz. Ebu Hüreyre de öyle rivayet ediyor:
“Müslüman müslümanın kardeşidir.”
Lâ yehûnühû. “Müslüman müslümana katiyyen hıyanetlik etmez, çünkü kardeşidir.”
Ve lâ yekzibühû. “Onu yalana da nisbet etmez”
“Bırak yâ, şu yalancı herifi, yalan söylüyor.” demez.
Müslüman müslüman kardeşine bu tabiri diyemez. Kullanamaz bu tabiri.
Ve lâ yehzülühû “Ona yardımı da terk etmez.” Kardeşidir, ne zaman yardıma muhtaçsa, onun yardımına koşacak. Yahut onu bir fetahate düşürmez. Niçin?
Küllü’l-müslimi ale’l müslimi. “Her müslümanın Müslümana” dikkat edin her müslümanın müslümana; harâmün ırzuhû “iffeti, ırzı, namusu, şerefi, haysiyeti haramdır, dokunamaz.” Malına, canına nasıl dokunamıyorsan, onun izzet, şeref, namus ve iffetiyle de oynayamaz. Bunların adı haramdır.
Kendisine de, aile halkına da… Ne çoluğuna çocuğuna, ne de geçmişleri olan büyüklere bunu kat’iyyen irtikâp edemez, yapamaz, haramdır. Zina nasıl haramsa, içki nasıl haramsa, kumar nasıl haramsa, bu da haram... Kumara haram diyorsun, ayıplıyorsun kumar oynayanı; içki içene haramdır diyorsun, ayıplıyorsun içki içeni… Fakat kendi kardeşin olan müslim kardeşinin ırzına, şerefine, haysiyetine, iffetine taalluk eden birçok yaramaz sözleri söylemekten ne kaçınıyorsun ne de çekiniyorsun…
Ve harâmün mâlühû. “Müslümanın müslümana malı haramdır.” Taarruz edemezsin, elleşemezsin.
“Onun yüz milyon lirası var yahu, benim yüz kuruşum yok. Nedir bu böyle?” diye parasını alamazsın!
Şikâyeti Allah’a yap! Mülk onun. İstediğini istediğine verir, istediğinden alır.
“E canım biz de biraz yaşayalım!”
Yaşa ama kimsenin ne ırzına, ne malına el uzatmamak şartıyla…
Senin Allah-u Teâlâ’nın takdirine rızan yok mu? Kaderine imanın yok mu? Amentü’ye imanın yok mu? Sen “Lâ ilâhe illa’llah, Muhammedün rasûlü’llah” derken Amentü’yü okumadın mı? Dinlemedin mi?
Eee! Nasıl oluyor da müslüman kardeşinin malına göz dikiyorsun sen? Çalış. Sen de kazan. Bakalım onun yüz milyon lirası onun hakkında hayırlı mı? Yoksa senin yüz kuruşun mu hayırlı? Onun yüz milyonu belki onun aleyhindedir. Senin yüz kuruşun da belki senin lehindedir.
Ve demühû. Müslümanın Müslümana kanı da haramdır. Irzı nasıl haramsa, malı nasıl haramsa kanı da haramdır. Ne vurabilirsin, ne yaralayabilirsin. Tavuk değil ya, insan bu!
Bunu yaratan Allah. Bunun bir tüyünü, uzvunu sen halk edebilir misin?
Lalettayin sen kızıp da hemen silahını, bıçağını çekip de adam öldürmekle memur değilsin. Sen de o zaman onun yerine cehennemde istediğin kadar kıvranırsın.
Bunlar haram olmakla beraber, et-takvâ hâhünâ “Takvâ buradadır!” diye kalbini, iç alemini gösteriyor. Yani takvâ dilde değil, kalıpta kıyafette değil, takvanın mahalli içerisidir. Huvel Kalp yani takva kalptedir.
Femen kane fi kalbihi’-takvâ. “Kimin gönlünde, içinde takvâsı varsa, Allah’tan korkusu varsa” Fe-lâ yühakkırü müslimen “Hiçbir müslümanı tahkir edemez.” İçinde Allah korkusu olan insanın, imanı olan insanın hiçbir müslümanı tahkire cesareti yoktur. Hakkı olmadığı gibi cesareti de olmaz. Yapamaz onu.
El müttekî lâ yehtekıru’l müslîm “Takvâ sahibi olan insan kat’iyyen hiçbir Müslümanı hakir göremez.”
Ve eşâra ile’l-kalbi Sonra kalbini işaret buyurarak, “Takva buradadır. Öyle kalıpta, kıyafette, postta değildir; gönüldedir.” Niçin?
Senin gönlünde eğer takva varsa, müslüman kardeşine karşı daima hürmet, saygı, selamet göstereceksin. Bilgin başka, Servetin o da başka. İnsanlık, bu da ayrı bir şey. İnsanlık ne servetle olur ne de bilgiyle olur. İnsanlık Allah’ın verdiği bir lütuftur.
Bakın şunu çok dikkatle dinleyin:
Bi-hasebi’mriin mine’ş-şerri “Kişiye şer olaraktan yeter.” Şerrin sayısı sayılmaz yani. Şerrin sayısı sayılmayacak kadar çoktur. Şer bu. Fenalıklar, kötülükler ne kadar varsa var. Hudutsuz. Fakat sana şer olarak yeter, kâfidir.
“Ne?”
En yuhakkıra ehâhu’l-müslim. (Hakkara, yühakkırü, tahkiren) “Bir müslüman kardeşini tahkir etmek.”
“Canım benim param var çok. Bilgim de var çok. Bu adam cahilin cahili yahu! Bir şeyi yok. Parası pulu da yok. Evi barkı da yok.” Ne demek bu.
Evet bu evi olmayan, barkı olmayan, hiçbir şeyi olmayan, bilgisi olmayan zavallı, Allah-u Teâlâ’nın bir yaratığıdır. Allah yaratmıştır onu öyle. Allah’ın yarattığına karşı sen şey olacaksın!
Yoksa insanların kendisinde ne var ki? Kazandığımız servet bugün var yarın yok. Bilgi bugün var yarın yok. Ama şu hayatı veren, bu hayat içindeki can hayatını, gönül hayatını veren Allah-u Celle ve Âlâ o gönül âlemini kimlere veriyor biliyor musun sen? Ne paralıda vardır o gönül, ne de bilginlerde vardır. Allah’ın gariplerinde öyle bir gönül vardır ki, kâinat o gönlün yanında hiç kalır yani.
Sen bakarsın ona fakirdir, zayıftır diyerekten hor hakir görürsün. Halbuki onun gönlü Allah ile dopdolu. Senin kâinatına metelik bile verdiği yok. Sen nasıl kalkacaksın da o kardeşini tahkir edeceksin?
Onun için bir insana, bir müslümana, bir kişiye şer olarak yeter ki bir müslüman kardeşini tahkir etsin, hor görsün. “Adam bu da adam mı?” desin. İşte bu benlik denilen sıfat yenilmedikçe; nefis denilen emmare nefis ezilmedikçe mümkün değil.
El müslimü yevme’l cuma mukrimün. Cuma, günlerin padişahıdır. Binaenaleyh, Cuma günü her müslüman işini perşembeden hazırlayacak.
Onun için Cuma, seyyidü’l-eyyamdır. O gün Arafat’taki müslümanlar, hac mevsimindeki müslümanlar nasıl ihramlanmışlarsa, Cuma günü de müslümanlar böyle ihrama girmiş durumdadırlar.
Onun için, sabahleyin kalkar, guslünü yapar, temiz elbiselerini giyer, mümkün oldukça Cuma namazı için erken vakitte camiye girmeye çalışır. “Ezan okunsun da gideyim!” demek zuafânın işi.
Müslüman ilk vakitte camiye girer. Eski müslüman Cuma günü camiden çıkmazmış, ‘Cuma’nın fadailini kaçırmayayım’ diyerekten. Cuma günü sabah namazından sonra, çıkarsa ancak abdest tazelemek için çıkıyor, yine giriyor içeriye. Niçin? İlk girenin fadaili şöyle yüksek, ikincininki böyle yüksek, üçüncününki böyle yüksek. Bu fadaili kaçırmamak için. İmana bak!
“E canım bugün çalışmazsak nafakamız eksilir, ticaretimize zeval gelir…”
Bir şey olmaz. Rezzak Allah’tır. O ne takdir ettiyse, o yine sana gelecektir.
Pakistanlı kardeşler gelir ya ekseriyetle buraya. Onlara dediler ki:
“Yahu siz şimdi 3 ay, 5 ay geliyor, buralarda uğraşıyorsunuz. İyi. Bize nasihatler etmeye çalışıyorsunuz. Pekâlâ ama sizin memleketteki işleriniz ne oluyor yani? Bu işleri ne yapıyorsunuz?”
Adamlar bu sözü söylerken bize çok teessüf ettiler. Dediler ki:
“Yazık! Biz sizi bizden üstün biliyoruz. Uzun zamanlar siz burada ilim merkezi olaraktan yaşamıştınız. Ama Rezzak’ın Allah olduğunu öğrenememişsiniz dediler. Evet! Biz burada üç ay, beş ay böyle gezeriz. Amerika’ya kadar, şuraya kadar gideriz. Dükkânımız da kapalıdır, ticaretimiz yoktur. Fakat dönünceye kadar kazancımız kâfidir bize.
Fakat dükkanımıza gidip de oturduğumuz zaman; bir senede ne kazanıyorduk biz, diyelim on bin lira… O on bin lira fazlasıyla yine bize gelir. O on bin lira, on iki ayda geleceğine bize, üç ayda gelir. Üç ayda, o on bin lira yine gelir bize.”
İman meselesi ayrı.
Onun için, müslüman perşembe gününden tırnaklarını keser. Koltuklarının altını ve edep yerlerini temizler. Haftada bir kere temizlemek efdaldir. 15 günde ortadır. 40 günden sonrası günahtır. Koltukların altı, tırnaklar temizlenir.
Güzel elbiselerini giyer, güzel kokular sürünür. Misvakını da kullanır.
Camiye vakar ile, çocukları varsa yanına onları da alır, “Cenab-ı Hakk’ın huzuruna gidiyorum!” diyerek, kusurlarına özürler dileyerek gelmeye çalışır.
Ama kısa kollu bir mintan ile efendim saçlar taranmış bir vaziyette, ya taralı ya da taranmamış perişan bir vaziyette Huzur-u Rabbü’l-âlemin’e girilirse, boş gelir boş çıkar. Bir şey alamaz. Çünkü insanın alacağı mükâfat, gösterdiği saygı nisbetindedir. Ne kadar saygısı, hürmeti, tazimi varsa, o nisbette bereket alır, feyz alır gider.
“Canım bu saygının elbiseyle ne alakası var? Saygı gönülden olur. Elbise bunun nesi oluyor. Çıplak da olsan ne olacak?”
Biraz düşünürsek, Huzur-u Rabbü’l Âlemin’e gelen bir insanın nasıl şekilde gelmesi daha layıktır? Onu herkes kendisi takdir eder. Bayram günü ne kadar giyinebiliyorsan, süslenebiliyorsan Cuma’ya gelirken de aynı şekilde süslenip öyle gelmek lazım.
Fe-izâ sallâ Onun için akşamdan Sure-i Kehf’i, akşamdan Sure-i Duhan’ı, Sure-i Feth’i, Tebareke’yi (Sure-i Mülk), Amme’yi (Sure-i Nebe) okur. Vakıa’yı (Sure-i Vakıa) beraber.
Sabahleyin bir de tekrarlar Sure-i Kehf’i bir daha okur. Sure-i Kehf ibretlerle dolu çünkü. Onu aynı zamanda işte aç Türkçe’sinden de oku biraz. Cenab-ı Hak nelere kadir değil. Arkasından Sure-i Duhan’ı oku. Arkasından Tebareke’ni oku, Vakıa’nı oku, Feth’ini oku…
Bunları yaptıktan sonra bir de tesbihini eline alırsın “Hiç olmazsa bugün Cuma’dır. Şu kadar ‘Allah’ diyeyim, bu kadar da ‘Lâ ilâhe illa’llah’ diyeyim, bu kadar ‘Subhâna’llah’ diyeyim.”
“Hocaefendi ben kimseden izin almadım ki bunları diyeyim.”
Bu da büyük bir yanlış! Allah demek için izin almak ister mi arkadaş?
“Müsaade et ben namaz kılacağım!” diyor muyuz?
Namazdan daha büyük ibadet mi var bizde? O büyük ibadette ‘Allahu ekber’ diyerek divan-ı ilahiye duruyoruz da, ‘Allah Allah Allah…’ demek için izin arıyoruz. Olur mu bu? O başka iş bu başka iş.
Sen “Allah” demekle mükellefsin. Her zaman, her yerde “Allah” diyeceksin, “Lâ ilâhe illa’llah” da diyeceksin, salavât-ı şerifeleri de getireceksin. Bundan dolayı ne bir zarar gelir, ne de bir eksiklik olur. Daha büyük nimetlere mazhar olursun!
“Feizâ sallâ fekad ehalle.” Geldik Cumamıza. Vaaz dinledik, Kur’an dinledik, hatibi dinledik, o günkü mevzuları dinledik. Cumamız çok güzeldir aziz kardeş. Bir müslüman üç Cuma birbiri üzerine Cuma’ya gelmezse, onu münafık defterine yazarlar. Onu mü’min defterinden silerler. Onda hayır kalmaz artık.
Onun için, müslüman her Cuma dinleyecek. Şimdi eskiden hutbeler Arapça okunurdu. Sonra Türkçe’ye çevrildi işte bugün. Mevzular açıklanıyor. Açıklandığı için, senede 50 Cuma olsa, her Cuma’da bir mesele öğrense, 50 mesele öğrenir insan. On senede 500 mesele öğrenir. O zaman hoca olur yâni bir insan.
“Feizâ sallâ” Cuma’yı kıldık, bitti; “fekad ehalle” ihramdan çıktı artık bu adam. Arafat’tan döndü, Mina’ya geldi, şeytanını taşladı, ihramdan çıktı. Kurbanı da kesti, helâl oldu artık. Tavafını da yaptı. Bu da artık kurtuldu her şeyden.
Fe-izâ celese ilâ en yusalliye’l-asra. Fakat bu adam içindeki aşkı dolayısıyla Cuma günü camiden çıkmıyor, ikindi vaktine kadar camide ibadetle meşgul oluyor. Çekilmiş bir kenara Kur’an okuyor, tesbih çekiyor, zikrediyor, mütalaa ediyor, namaz kılıyor. Böyle vaktini geçiriyor ikindi vaktine kadar. Zaten bir iki saat ara var.
Neden? Çünkü Cuma içerisinde bir an, bir dakika vardır ki, o dakika içerisinde yapılan dua geri çevrilmez. Leyle-i Kadir ne kadar saklıysa, Cuma içindeki bu an da saklıdır. Allah’ın velileri de insanların arasında saklıdır. O hakir gördüğün kimse belki Allah’ın velisidir, bilinmez. Onun için hiç kimseyi hakir görme, herkese veli gözüyle bak! Zarar etmezsin.
Binâenaleyh ikindi vaktine kadar böyle ibadetle meşgul olursa, o icabet saati denilen saate ulaşmış olur. Büyük bir mazhariyet yani.
İsm-i Âzam’ı Cenab-ı Hak nasıl sakladıysa, Leyle-i Kadr’i nasıl sakladıysa, velisini nasıl sakladıysa Cuma içindeki bu saati de saklamıştır ki herkes Cuma günü yalvarsın dursun ki, “Acaba bu saatte benim duam da kabul olur da belki kurtarırım yakayı.” diyerekten.
“Kâne kemen etâ bi-haccetin ve umretin” İşte hac ile umreyi yapan insan, anadan doğma günahlardan sıyrılıyor, bir günahı kalmıyor. Hac yaptı mı bir insan, anadan doğduğunda nasıl günahsız idi, artık şimdi de öyle günahsız.
Binâenaleyh Cuma’dan çıkarken de böyle çıkıyor; tertemiz, hiç günahı kalmamış olarak.
El-müslimü izâ ha’drathü’l-vefâatü’s-sellemeti’l-a’dâu ba’duhâ alâ ba’din.
Allah, Cenab-ı Hak cümlemize intibahlar, uyanıklıklar lütfetsin. Bu fâni dünya… Eğer ölüm olmasaydı, bu dünyada acaba hâlimiz ne olurdu? Bu saati belli olmayan, dakikası belli olmayan ölüm, hepimizin başına gelecek. Bu dar-i imtihanda kazandığımız iyi veya kötü hareketlerimiz ne ise, onunla haşrolacağız. Haşrolunmamız öldüğümüz hâl üzerinedir. Hangi hal üzerine gittiysek; iyi hal üzerine mi gittik, yoksa kötü hâl üzerine mi gittik.
“Lâ ilâhe illallah” demek kolaydır. Onu deriz inşallah. Fakat halimiz Lâ ilâhe illallah’a uygun mu, değil mi; iş burada ayrılıyor. “Lâ ilâhe illallah” demek kolay, fakat hâli buna uydurmak mühim mesele.
Binâenaleyh müslüman, halini diline uyduran insandır. Halini dilinden çıkan o kelime-i tevhide uydurmuş:“Ben öyle bir insanım ki, ‘Lâ ilâhe illallah, Muhammedün rasûlüllah’ demişim, benden müslümanlara artık zarar gelmez!”
Binâenaleyh, bütün a’zâlar birbirine vedâ ediyorlar. Yani o ölüm dediğimiz hâl, a’zâların birbirine vedâ edip ayrılmalarından ibaret oluyor:
“Artık bizim buluşmamız kıyamete kaldı. Allah selâmet versin!” diyerek, “Aleyke’s-selâm!” diyorlar birbirlerine. Bütün azalar birbirlerine, “Aleyke’s-selâm, Allah’ın selâmı sana olsun. Artık mahşerde inşallah buluşuruz!” diyorlar.
Tüfârikunî ve üfârikuke “Sen benden, ben de senden kıyamete kadar ayrılıyoruz.”
“Sen benden ayrılıyorsun, ben de senden ayrılıyorum. Mecburi bir ayrılık bu. Kıyamete kadar bu devam edecek, gidecek. Bir daha bizim birleşmemize, buluşmamıza imkân yok!” diyorlar.
Biliyoruz ki işte bu mezar âlemi çürüme âlemi. Oradan halk olduk, orada yine çürüyüp gideceğiz.
Binâenaleyh bu çürüme bu vücudadır. Fakat vücudun içindeki cana çürüme yok. O bu vücutta hangi hali kesbetti, kazandıysa onunla ya bahtiyardır yahut da felâket içerisindedir.
Allah kusurlarımızı afv-u meğfiret eylesin. Tevfîkât-ı samedâniyesine mazhar eylesin. Cümlemizi fazlı keremiyle nefsin, şehvetin, şeytanın elinden kurtulup o güzel cennetine müstehak istihkak kullarının zümresine kabul buyursun.
El Fatiha