Eûzubillahimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm.
El-Hamdülillahi rabbilâlemin ve’l-âkibetü li’l-müttekîn. Vessalâtü vesselâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn.
İ’lemû eyyühe’l-ihvân enne efdale’l-kitâbi kitâbullah ve enne efdale’l-hedyi hedyü muhammedin sallallahu aleyhi ve sellem ve şerra’l-umûri muhdesâtühâ ve külle muhdesin bid’ah ve külle bid’atin dalâleh ve küllü dalâletin fi’n-nâri. Ve bi’s-senedi’l-muttasıli ile’n-nebiyyi sallallahu aleyhi ve selleme ennehû kâl kâle;
Elâ erkîke bi-rukyetin rekânî bihâ cibrîlü tekûlü bismillâhi erkîke vallâhu yeşfîke min külli dâin ye’tîke min şerri’n-neffâsâti fi’l-ukadi ve min şerri hâsidin izâ hasede terkî bihâ selâse merrâtin.
İbn Sa’d, İbn Mâce, Hâkim, an ebî Hüreyre radyallahu anh teâlâ.
“Tahte’l-arş bir kelime vardır ki; o kelimeyi her kim daimi dilinden bırakmazsa dünya ve âhiret saadetlerine ulaşır. Bu kelime lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah’dır.”
Dünya ve âhiretin saadetinin kıvamı, dünya ve âhiret saadetinin kıvamı, sizin zikir meclislerinize devamına bağlıdır.
Her zaman tabii böyle bulunamaz ya insan zikir meclisinde, sabahtan akşama kadar oturamaz. Evine gidecek, işiyle meşgul olacak. O zaman;
Fe-harrik lisâneke mesteta’tu bi-zikrillahi. “O zaman gücün yettiği kadar dilin daima Allahu Teâlâ’nın zikriyle meşgul olsun.”
Başka şeylerle meşgul olma, Allahu Teâlâ’nın zikrine dilini alıştır, gönlünü meşgul et.
“Sonra kardeş ziyaretlerine son derece ehemmiyet veriniz, en büyük faziletleri hâmîdir.”
“Sizin dertleriniz ve dertlerinizin devâsı şunlardır; dertleriniz günahlardır, devası da istiğfarlardır.”
Binâenaleyh çok istiğfar ediniz ki kurtulmuş olasınız, salim olabilesiniz.
“Bu ümmetin en hayırlıları, görüldükleri vakitte Allahu Teâlâ hatıra gelen insanlardır ve Allahu Teâlâ zikrolunduğu vakitte de Allahu Teâlâ’nın zikrine insanlara yardım edicilerdir.”
“Size ben bir rukye öğreteceğim ki o rukyeyi bana Cibril aleyhisselam yapmıştı. Ben de size onu söylüyorum.”
Peygamberimiz rahatsız olmuş, rahatsız olduğu vakitte böyle dua etmiş, yani dua.
Bismillâhi erkîke vallâhu yeşfîke min külli dâin ye’tîke.
Üç tane kısa cümle.
Bismillâhi erkîke. “Allah’ın ismiyle sana rukye ediyorum.” Vallâhu yeşfîke. “Şifa verecek Allah’tır, şifayı Allah verir.” Min külli dâin ye’tîke. “Ne kadar dert, musibet, ne varsa onların hepsine karşı şifayı veren yine Allah’tır.”
Şu ve bu vesileden ibarettir. Verirse Allah verir, vermezse vesileler para etmez.
Arkasından;
Min şerri’n-neffâsâti fi’l-ukadi ve min şerri hâsidin izâ hasede.
İki sûrenin alt tarafları.
“Bunu üç defa söylemeyi tavsiye buyuruyor.”
Kolay;
Bismillâhi erkîke vallâhu yeşfîke min külli dâin ye’tîke. Bazı rivayetlerde, min külli dâin yü’zîke de gelmiştir. Yani “Ezâ, sana ezâ veren her dertten.” demek.
Bunlarla, böyle Peygamber Efendimiz’in sallallahu aleyhi ve sellem’in dualarıyla gerek kendimize gerek çoluk çocuğumuza, gerek dostlarımızdan hasta olanlara bunları yapmak evladır, ve âlâdır.
Elâ ü’allimüke mâ allemenî Cibrîlü.
Bu Efendimizin sözleri, tabii hep birer vahye taalluk eder, hem de kendiliğinden bir şey söylemez. Burada da buyuruyor ki;
“Cibril'in bana öğrettiği bir duayı size öğreteyim mi?”
Buyur yâ Resûlallah.
Kâle Allahumağfirlî hataî yahut hatâî ve amedî ve hezlî ve ciddî ve lâ tahrimnî berakete mâ a’taytenî ve lâ teftinnî fimâ harramtenî.
Bu da bir ufacık dua. Diyor;
Allahumağfirlî. “Yâ Rabbi, beni mağfiret et.” Hataî. Hatadan insan salim değildir yani, ne kadar hata ettiyse, günah işlediyse...
Bu hata gerek bilmeyerek olsun, ve amedî. “Kasten de olsun.”
İnsan ikisinden de salim değildir, kasten de yapar hata ile de yapar.
“Bu yaptığım, gerek böyle kasti gerek kasıtsız olan hatalarım.” Ve hezlî ve ciddî. “Gerek şakadan gerek ciddiyetle yapmış olduğum bütün hatalardan sana, senden mağfiret dilerim yâ Rabbi!”
Ve lâ tahrimnî berakete mâ a’taytenî.
Cenâb-ı Hak insanlara çeşitli nimetler vermiştir; ilim nimeti, mal nimeti, amel nimeti, çok nimetler...
“Yâ Rabbi! Bu nimetlerden beni mahrum etme.”
Gerek hatalarım dolayısıyla gerek kusurlarım dolayısıyla verdiğin bu nimetlerden beni mahrum etme. İnsan hani, zenginlikten sonraki fakirlik, bilginlikten sonraki cahillik, amel ederken amelleri bırakıp da sonra aptal kalmak çok fenadır. Onun için bu Allahu Teâlâ’nın bir gadabına uğramanın alametidir.
Onun için Efendimiz ne güzel demiş;
Ve lâ tahrimnî berakete mâ a’taytenî. “Verdiğin şu envai çeşit nimetlerin bereketinden beni mahrum etme yâ Rabbi!”
Çünkü Allahu Teâlâ insanları çeşitli imtihanlara tâbi tutuyor. Bir sıhhat veriyor, mal veriyor, bakayım kulum bu sıhhatli halinde bu mallarıyla nasıl amel edecek?
Onlarla eğer amel-i salih işliyor, hayra dair bir şeyler yapıyorsa sevaplar alacak. Yok, o sıhhatiyle, servetiyle beraber onları kötü yollarda kullanıyorsa, o zaman o nimeti onun elinden çabuk alır. Şükrettikçe arttırır, şükrünü terk edince nimet elinden kayboluverir.
Bu bir imtihan.
Sonra şükür edecek ki insan, “Oh yâ Rabbi! Bu nimetleri bana ihsan ettin.”
Bir de olur ya, dünyanın halleri, yokluk hale düşer insan ve sıhhat elden gittiği devirlere düşer.
Bakalım o zaman kul ne yapacak; sabır mı edecek yoksa feryâd ü figân mı edecek?
Sabır ederse yine ne mutlu ona. Sabretmez, feryâd ü figân ederse yine ne yazık ona.
Ve lâ teftinnî fimâ harramtenî. “Beni mahrum ettiğin şeylerden de beni fitnelendirme.”
Allah!..
O fitneler çok fena şey!
Onun için Allahu Teâlâ o menetmiş olduğu, haram kılmış olduğu şeylerle de bizleri fitnelendirmesin.
Yine buyuruyor;
Elâ ü’allimüke kelimâtin men yüridillahü bihî hayran yü’allimühünne iyyâhü sümme lâ yunsîhi iyyâhünne ebeden. “Ben size bir kelimeler öğreteyim ki bunlar, Allahu Teâlâ’nın kendisinden hayrı murat ettiği insanlar bunları öğrendiği vakitte, bir daha bir şeyi katiyen unutmaz.”
Bu dua. Bir dua öğreteceğim ki bu duayı sizin okumanız Allahu Teâlâ’nın sizden hayır murat ettiğinin alametidir, bunları okuduğunuz takdirde bir daha onu unutmazsınız.
Nedir?
Allahümme innî daîfün. Bir insan ne kadar kuvvetli olursa olsun, dağları deviremez ya. Ne kadar kuvvetli olursa olsun dağlardan da kuvvetli olamaz. Binâenaleyh kendisinin zâfiyetini insan bilmelidir. Hâlık-ı zülcelâle karşı.
Allahümme innî daîfün. “Ben zayıf bir kulum yâ Rabbi!” Fe-kavvi. “Beni kuvvetlendir.”
Sen beni takviye edersen ben kavî olurum, yoksa ben zayıf bir mahlukum; nefse de aldanırım, şehvete aldanırım, şeytana aldanırım, her şeye aldanırım, zayıfım çünkü. Binâenaleyh sen beni takviye et.
Fî rıdâke. “Senin rıza yollarında beni takviye et, ben böyle şeylere aldanmayayım, senin doğru yolundan kaymayayım, kaçmayayım.” Fe-kavvi fî rıdâke da’fî. “Benim zayifetimi senin rızan yollarında sen kavi eyle yâ Rabbî, beni takviye et.” Ve huz ile’l-hayri bi-nâsiyetî. Nâsiye alındır, alından murat o şahsın kendisidir, yani, “Beni tut, beni çek.” İle’l-hayri. “Beni daima hayırlara, beni hayırlarda kullan.”
Hayırlı işlere sevk et beni, hayırlarda daim eyle beni. Hayırlı kul, hayırlı olayım senin için, hayırlı yollarında bulunayım.
Vec’ali’l-islâme müntehe’r-rıdâye. “En son benim razı olacağım şey de İslâmiyet olsun.”
İslâmiyete teslim olmak, İslâmiyetin bütün ahkamına riayet etmekle beni nasiplendir.
Vec’ali’l-islâme müntehe’r-rıdâye. “Benim razı olacağım en çok şey, en son şey Müslümanlık olsun, Müslümanlıktan beni bir an bile ayırma.”
Ezan-ı Muhammedî okunuyormuş da, Ezan-ı Muhammedî okunurken Ebû Bekri Sıddîk hazretleri de yanında bulunuyormuş. Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah deyince.
“Ne yapıyorsun ya Ebâ Bekir?” demiş.
Teberrüken yâ Resûlallah, ism-i şerîfine teberrüken.
“Öyleyse onu ezanın arkasından oku.” demiş.
Radîtü billâhi rabben ve bi’l-islâmi dînen ve bi-nebiyyinâ Muhammedin sallallahu aleyhi ve selleme rasûlen ve nebiyyen ve beri’tü min külli dînin yühâlifü dîne’l-islâmi. “yâ Rabbi ben senin dinin üzerindeyim.” diyerekten o duayı da oku diye tavsiye buyurmuşlar.
Onun için en çok insanın son razı olacağı şey İslâmiyet olsun. Her şey feda olsun fakat İslâmiyet kalsın o adamda.
Allahümme innî daîfün. Yine duayı tekrar ediyor. “Yâ Rabbi, ben zayıfım.” Fe-kavvinî. “Sen beni takviye eyle.” Ve innî zelîlün. “Ben ne kadar şey olsam da yine zelilimdir.”
İnsan hakikaten şimdi kuvvetlidir ama ilk gelişiyle son gidişini insan şöyle düşünürse ne kadar zelil olduğu meydana çıkar. Hele hastanelere şöyle bir gidip de insan, ne olur yarım saatini, on dakikasını verse de bir hastaları görse orada... Ne aslan adamlar, ne kavi adamlar, ne bilgin adamlar, ne kuvvetli adamlar ne hale düşmüşler oralarda! Nasıl hale düşmüşler, “Acaba benim yardımıma kim gelebilir?” diyerekten böyle imdat diye iki tarafına bakınıyor fakat her şeyden eli kesilmiş, çaresiz bir halde.
E bu da bizim gibi bir insan. Yarın bakıyorsun ki o kavi insan toprağın altına da düşmüş.
Ha sakin sakin elinden bir şey gelmez. Hani sen çok kaviydin ya, her şeyleri yapıyordun, beceriyordun, bugün niçin kımıldamıyorsun artık?
İnsan böyle bir zayıf bir mahluk, aciz, hayatıyla memâtı kendi elinde değil. En sahip olduğun şey bu, senin hayatın senin elinde değil. Elinde olmayınca artık o hayat kimin elindeyse, ona teslim olmak lazım.
Hayat kimin elinde?
Allahu Teâlâ’nın. Öyleyse O’na bağlan ve ondan yardım iste.
Onun için Efendimiz;
İnnî daîfün fe-kavvinî. “Ben zayıfım yâ Rabbi! Sen beni takviye eyle, kavîlendir, kuvvetlendir.” Ve innî zelîlün. “Ben ne kadar kuvvetli olsam, ne olsam da yine zelilim. Binâenaleyh.” Fe-e’izzenî. “Sen beni aziz edersen ben aziz olurum. Yoksa ben aziz olamam kendiliğimden.” Fe-innî fakîrun. “Ben aynı zamanda da fakirim, dünyalar benim olsa yine fakirim. Binâenaleyh.” Fe’r-zuknî. “Sen beni hayırlı rızıklarla merzuk eyle.”
Çok güzel bir duadır.
Fakirlik, insanda yalnız paranın olmamasıyla değildir. Parası olmaz da insanın, malı mülkü olmaz da zengin olur yine. Gönlü zengindir. Bir fakirlik var ki, Allah esirgeye, insanın parası pulu da olur ama, içi fakirdir, on parasının harcanmasına ödü kopar. Bununla beraber bir de din yokluğu vardır, yani dinden mahrumdur. Hepsini yarın burada bırakıp gözlerini yumup gidecek. Asıl zenginlik odur ki buradan âhirete bir servetle gidebilmek lazım, bu da iman ve amel-i sâlihtir. İman ve amel-i sâlihten mahrumiyet en büyük fakirliktir. En büyük fakirlik iman ve amel-i sâlihten mahrumiyettir. Onun için Efendimiz’in fe-innî fakîrun fe’r-zuknî demesi; “Bizi her türlü fakirlikten muhafaza eyle yâ Rabbi! Bizi hayırlı nimetlerle merzuk eyle.”
İman, İslâmiyet, amel-i sâlih de, nasıl ki dünya malları Allah tarafından veriliyorsa, bunlar da yine insana Allah tarafından verilir. İnsan kendi emeğiyle bunları kazanamaz, bunlar hep Allahu Teâlâ’nın lütfudur.
Onun için daima O’na sığınacağız, iltica edeceğiz, “Aman yâ Rabbi sen koru, sen muhafaza et, sen ihsan et, sen ikram et!” verirse ne mutlu!
Elâ ü’allimüke duâen ted’û bihî lev kâne aleyke mislü cebelin deynen le-eddâhullâhü anke.
Bu çok güzel.
“Sana bir dua öğreteyim ki diyor Muaz radıyallahu anh’a; sen bu duayı okuduğun vakitte senin üzerinde dağlar gibi borç olsa.” Senin üzerinde dağlar gibi borç olsa, mislü cebelin diyor. “Dağlar gibi.” Deynen. “Üzerinde borç olsa.” Le-eddâhullâhü anke. “Allahu Teâlâ onun sebeplerini halk eder, seni o borçtan kurtarır.”
Bir insan borcu vermek için borçlanırsa, borç alıyor ama borcu ödemek suretiyle azimli, o esbabını Allah ona halk eder, o borcu öder o adam. Cenâb-ı Hak sebebini halkeder. Fakat bir adam bir borç alıyor ama -kafeslemek tabir ediyorlar bugünkü günde- aldatmak için. Ödemeyecek ama karşısındakine ödeyeceğim diyerekten senet veriyor, söz veriyor, şahit tutuyor ama ödemeye niyeti yok. Bu adamın Allahu Teâlâ işini rast getirmez ve bu borcu ödeyemez, âhirette de müflis olarak gider.
Kul yâ Muâz. “Efendimiz diyor ki; Ey Muaz söyle:”
Allahümme mâlike’l-mülki tü’ti’l-mülke men teşâü ve tenzi’u’l-mülke mimmen teşâü ve tü’izzü men teşâü ve tüzillü men teşâü bi-yedike’l-hayri inneke alâ külli şey’in kadîrun.
Bu Kur’ân-ı Azîmüşşân’daki âyet-i celîleler. Bunun arkasından diyor ki;
Rahmâne’d-dünyâ ve’l-âhirati. “Ey dünya ve âhiretin Rahman’ı olan Allahu celle ve alâ.” Tu’tîhâ ev tu’tîhümâ. “Bunu sen verirsin.” Men teşâü. “Dilediğine.” Ve temne’uhâ men teşâü. “Dilediğinden de alırsın elinden.”
Nimet senindir, istediklerine verirsin, istediklerinden alırsın. Binâenaleyh;
İrhamnî. “Bana acı.” Rahmeten. “Bir acımakla ki.” Tuğnînî bihâ an rahmeti men sivâke. “Başkalarının acımalarından beni müstağni kılsın.”
Yani başkalarının bana acımasına meydan kalmasın. Senin acıman, rahmet etmen bana kafi gelsin ki kimseye beni boyun büktürme. Kimseye bana boyun büktürme demektir.
Allahu Teâlâ bu dua sebebiyle buna çeşitli esbaplar halk ederekten, o borcunu ödeyecek şeyler ihsan eder, bakarsın az zamanda zengin olur, borcunu da öder, refaha da kavuşur.
Elâ ü’allimüke hasalâtin yenfe’ukellâhü bi-hinne. “Sana şimdi bir şeyler öğreteceğim.” diyor Cenâb-ı Peygamber. “Bunlarla Cenab-ı Hak sana çok menfaatler verir.”
Birisi; aleyke bi’l-ilmi. “İlime devam et.”
Her şey var dünyada, çok nimetler var ama en evvel senin istifade edeceğin nimet ilim nimeti olsun. İlmi öğren, oku, okut. İkisi de lazım; okumakla kafi kalma okuduğunu aynı zamanda başkalarına da öğretmekle ilmini takviye eyle.
Cenâb-ı Peygamber niçin böyle bunu tavsiye ediyor?
Fe-inne’l-ilme halîlü’l-mü’mini. “Mü’minin en güzel dostu ilimdir.”
En güzel dost ilimdir. Şimdi bizim ilmimiz olmasa yaşayamayız.
Niçin?
E otura otura canı sıkılır insanın, bak birisiyle konuşmak lazım. Gelirsin, ya günaha gireceksin konuşurken, ya boş vakitler geçireceksin, boş laflar... Ama kitabın olunca, ooh hem birçok mesele öğreniyorsun, okuyorsun, hem vaktin geçiyor, hem günahtan kurtuluyorsun, hem çok şeylerde öğrenmiş oluyorsun ve öğretiyorsun.
Onun için ilme çok devam et ve ilmi öğren o halîlü’l-mü’min. “Mü’minin en güzel dostu ilimdir.”
İlmi öğrendiğin gibi, öğrenmek istediğin gibi;
Fe’l-hilme. “Hilmi de öğren, hilim sahibi ol.”
İlim ulemaya, ilim meclisine devam edilerek öğrenilir. İlim kendiliğinden öğrenilmez, bir hocaya gideceksin, ondan da takip edeceksin, ilmi öğreneceksin. Yahut çıraklığa gideceksin hizmet edeceksin öğreneceksin.
Hilim de böyledir, hilim de kendiliğinden olmaz. Hilim yumuşaklık, hilm çok geniş mânalıdır. Onu da Erbabının yanında hizmet etmedikçe hilim sahibi olamazsın. Mutlaka bir halimin yanında, yani o hilim sıfatını takınmış bir adama hizmet edeceksin ki o hilim sana da geçsin. Bunlar geçici.
Okursun kitapta, hilim çok iyi şey, ben de halim olayım. O hılkat sende yoksa, olamazsın halim. Mutlaka mücahedenin neticesi.
Ve’l-hilme vezîruhû. “Hilim de insanın veziridir.”
İnsan sıkıştığı vakitte arkadaşına yahut veziri denilen adama sorar;
“Yahu ne yapacağız bu işi? Müşkil bir mesele, ne dersin, bir akıl ver bakalım?
O da tabii vezirin.
Hilim de senin vezirindir, sana akıl verir o.
Ve’l-akle delîlühû. “Ha bir de akla hizmet eyle ki akıl da senin delilindir.”
İyiye ve kötüye sana delalet eder.
Ve’l-amele kayyimühû. “Bunları ayakta tutan da ameldir.”
Bilirsin, yapamazsan olmaz. Hilmin var, tatbik edemezsen olmaz. Aklın var, gösterdiği yolda gitmiyorsan, fayda etmez. Bu amel bunları ayakta tutar.
İlim hakkında söz söylemeye lüzum yok.
Süleyman aleyhisselam bütün mahlukâtın lisanına alim, bütün madeniyâtlara, her şeylere sahip, gökte uçan, ordusunu da uçuran bir Peygamber. Cenâb-ı Hak ona sordu;
“Yâ Süleyman! Sana ne vereyim; dünyayı mı istersin, ilim mi istersin?”
İlmi istedi, ilmin arkasından dünya da geldi. İlimin arkasından dünya geldi, ilim çeker, ilim olan yerde bereket vardır.
Halim insanların yanında, mesela Hz. Osman’ın hilmi, diğer büyüklerin hilimleri, onların yanlarında bulundukça hilm insana böyle hiç farkına varmadan geçer.
Mesela bir demir kapkaradır, soğuktur. Ateşin içerisine sokuyorsunuz, bir zaman sonra hem yakıcı oluyor hem ateşin rengini alıyor. Hem rengini aldı hem yakıcılığını aldı.
Neden?
Onunla mutâbakatı dolayısıyla.
Demir bunu yapabiliyor da insan da olmaz mı?
İnsanda da olur. Demek sen de erbabına hizmet edersen, onun hali sana da intikal eder.
Akıl parayla alınan bir şey değil.
Allah esirgeye.
O mesela tımarhanedeki insanları görse insan acır.
Neden canım?
Akılları yok.
E verelim biraz akıl onlara?
İmkanı var mı?
Olmuyor.
Ya Allah akıl veriyor.
Akıl nurdur. O nur ki insanı Allah’a götürmüyor, on para etmez. Nuru Allah vermiştir ki bana gelsin kulum diyerekten, seni Allah’a götürmeyen akıl, akıl değildir.
Ve’r-rıfka ebûhü. “Şimdi bunların hepsinin başı da babası rıfk.”
Rıfk ile muamele, yumuşaklık. Sertlikten bir şey çıkmıyor demek, daima yumuşaklığı tavsiye ediyor. Rıfk ile muamele, şimdi o adamın da o adama karşı yaptığı muamele rıfkın neticesidir. Hilimle rıfk kardeş.
Ve’r-rıfka ebûhü ve’l-lîne ehûhü. Rıfk ile lînin arasını bulamadım, ikisi de yumuşaklıktır ama herhalde aralarında bizim bilemediğimiz bir fark var. Lînet yumuşaklık, rıfk da yumuşaklık, ikisi de Arapça kelime fakat ikisi de yumuşaklığı bildiriyor ama lîn de Araplar hurma ağaçlarına lîne diyorlar. Lîn, lînetden.
Fakat yumuşaklığın kendisi, o da ehûke. “Bu yumaşaklık da insanın kardeşidir.” diyor. Yani insanın kardeşe nasıl ihtiyacı varsa yumuşaklığa da böyle ihtiyacı vardır. Yumuşak olamazsan rahat edemezsin dünyada.
Ve’s-sabra emîru cünûdihî. “Bu işin başı da sabra bağlıdır.”
Sabırsızlık, sabırsızlıkla olmaz bu iş. Sabır bütün askeriyenin reisi oluyor, emir. Bütün yapacağın işlerin emiri sabırdır. Sabır, işte rıfk olacak, sabırlı olmazsan rıfk yapamazsın, sabırlı olmazsan yumuşaklığın olmaz, sabrın olmazsa hilmin olmaz, sabrın olmazsa ibadetin olmaz; orucu tutamazsın, namazı kılamazsın, gece kalkıp taat edemezsin. Bunların hepsi sabra bağlı.
Allah kusurlarımızı afv u mağfiret eylesin. Tevfîkât-ı samedâniyesine mazhar eylesin. Cümlemizi fazl u keremiyle nefsin, şehvetin, şeytanın elinden kurtulup o güzel cennetine müstahak, istihkak getiren kullarının zümresine kabul buyursun.
El-Fâtiha!