el-Hamdülillah, sümme el-Hamdülillah, el-Hamdülillahî hedâna lihâza vema künnâ linehtediye levlâ en hedânallah.Vema tevfîki illa billah aleyhi tevekkeltu ve ileyh.
Neşhedü en lâ ilâhe illâlahu vahdehu lâ şerîkeleh. Veneşhedü enne Muhammeden abduhu ve habibuhu veresuluhu. Allahümme salli vesellime ve barik alâ hazen nebiyyu kariybu ve Resulu Seyyidul senedil azim fi kalbirrahim seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn.
İnne’r-racule le-ya’melü’z-zemene’t-tavîle bi-ameli ehli’l-cenneti.
Burada da aynı.
ez-Zemenü’t-tavîlü. “Uzun zaman.”
“Bir adam uzun zaman ehli cennet amelini işliyor.”
Uzun zaman ehli cennet amelini işliyor; namazında, orucunda, ibadetinde vesaire.
Sümme yahtimullâhu amelehu bi-ameli ehli’n-nâri. “Fakat son dakikada ehli nârın ameliyle hitam olunuyor.”
Allah cümlemizi muhafaza eylesin.
Ve inne’r-racule le-ya’melü’z-zemene’t-tavîle bi-ameli ehli’n-nâri.
“Bir adam da, bu da uzun zaman cehennemin amelini işliyor.”
Günah ameli işliyor, fena işler işliyor.
Sümme yahtimullâhu amelehû bi-ameli ehli’l-cenneti. “Sonra bakıyorsun ki ehl-i cennet ameline dönüveriyor.”
Çünkü bu gönül böyle boşta duran, iyice üzerinde duran bir yaprak gibidir yahut bir kağıt gibi. Nasıl rüzgar ne taraftan geliyorsa o tarafa döner böyle. Bakarsın Allahu Teâlâ'dan ona bir hidayet gelir derhal bir dönüş yapar. Elinde değil.
Müslümanlığa böyle dönüverir, gavurlardan bile dönenler var değil mi?
Bir hidayet. İnsan da bakarsın iyilikle giderken bir rüzgar çarpıverir, Müslümanlığı unutuverir.
Allah muhafaza.
Fe-yec’alühullâhu min ehli’l-cenneti fe yüdhilühu’l-cennete. Onu da cennetine koyar.”
Şimdi burası hiç bizim vazifemiz değil. Cennet, cehennem!
Bize düşen vazife kulluk vazifemizdir.
Hangimiz var ki, peygamberler müstesna, Allahu Teâlâ'nın bütün emrini noksansız yapabilsin?
Onun için vazifemiz neyse onu yapmaya çalışırız, başka tarafa karışmayız. İnşallah Cenab-ı Hakk’ın rahmeti var ya, inşaallah o rahmeti ile bizleri de affeder.
Şimdi namazdan sonra bak ne güzel bir mesele gelecek. Bayıldım ben ona.
İnne’r-racule le-yuhramu’r-rizka bi’z-zenbi yüsîbuhu.Bazen böyle arkadaşlar var, “İşim ters gidiyor. Çok zamandan beri bir türlü düzelmiyor. Düzeltmenin yolunu bulamadım zorlanıyorum.” diyor. “Ne çare verirsin bana?” dedi.
“İstiğfar et.” dedim, ne yapacaksın.
Diyor ki;
“Allahu Teâlâ insanları rızkından mahrum eder.” Bi’z-zenbi yüsîbuhû. “Ona isabet eden günahından dolayı.”
Yaptığı günahlardan dolayı Cenab-ı Hak ona intibah olsun, uyansın, akıllansın diyerekten rızkını kesiverir.
Fakat bunun Cenab-ı Hakk’ın bunun rızkını kesmesinde ki sebebi, uyansın. Hani birinin kulak çekmesi gibi, uyan.
Ve lâ yerüddü’l-kadera ille’d-duâü. “Kader denilen bir şey vardır, imanımız. Bunu hiçbir şey durdurmaz ancak yalvarışlar, dualar.”
Onun için Cenab-ı Hakk’a çok dualar etmelidir. Hususi dua kitapları vardır. Biz o duaları bilemeyiz ve becerip de söyleyemeyiz de. Onun için eski büyüklerimizin yaptıkları gerek Cenab-ı Hakk'ın, gerek Peygamberimizin, yine büyük evliyalardan bize intikal eden o dualar çok makbul dualardır. O dualar öyle bir duadır ki o kaza ve kaderleri de geri çevirsin.
Ve lâ yezîdü fi’l-umuri ille’l-birru. “Ömür artmaz derler. Ömür artabilir.” Ve lâ yezîdü fi’l-umuri. “Ömür ziyade olmaz, ancak onunla ziyade oluyor.”
Ne ile?
Bi’l-birri. “İyilikle.”
İyilik, hasenat ömrü ziyade ediyor.
“Nasıl olur?” diyor.
Aklım ermez nasıl oluryor.
Allahu Teâlâ'nın işine kimin aklı eriyor ki?!
Kimsenin aklı ermez.
Ya senin hayatına rahatlık verir ömrün gayet güzel geçer. Böyle bir ömür uzunluğu olur, sıkıntısız rahat bir ömür. Veyahut da Cenâb-ı Hak 10 seneni 20 sene yapar, ona da karışan olma
İnne’r-racule le-ya’melü bi-ameli ehli’l-cenneti ve innehu li-men ehli’n-nâri ve inne’r-racule le-ya’melü bi-ameli ehli’n-nâri ve innehu min ehli’l-cenneti. Tüdrikühu’ş-şakvetü evi’s-seâdetü inde hurûci nefsihi fe-yuhtetemu lehû bihâ.
İşte bu hurûcu nefis, can çıkarken diyorlar ya. Can çıkarken bir insan lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah diyebilirse ne mutlu o insana! Fakat o kime nasip olur bilmem.
Fe-yuhtetemu lehû bihâ.
Allah cümlemizi affetsin. Son nefeste bu lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah diye can verenlerin zümresine ilhak eylesin.
İnne’r-racule izâ nezea semeraten mine’l-cenneti âdet mekânehâ ührâ.
Canım bir meyve istedi cennette. Meyve zaten önünde, koparıyorsun, yerken orada bir tane daha bitmiştir. Daha onu alırken orada yeni bir tane daha meyve bitmiştir. Gelecek seneye kadar beklemeye lüzum yok.
İnne’r-racule izâ nezara ile’mraetihi ve nezarat ileyhi nezarallâhu teâlâ ileyhimâ nezrate rahmetin fe izâ ehaze bi-keffâhâ tesâkatat zünûbühümâ min hilâli esâbi’ihimâ.
Muâşeret ile ilgili. Efendi hanımına şöyle hoşça bir nazarla bir bakıyor, hanım da efendisine öyle hoşça bir nazarla bakıyor. İkisi de birbirlerine bakıyor.
Nezarallâhu teâlâ ileyhimâ nezrate rahmetin. “Bunların birbirlerine böyle güzel yani sevgi ile bakışlarından dolayı Cenab-ı Hakk’ın da rahmet nazarı onların üzerine tecelli ediyor.” Fe-izâ ehaze bi-keffâhâ. “Tuttu hanımın elinden.” Tesâkatat zünûbühümâ min hilâli esâbi’ihimâ. “Parmaklarının uçlarından günahları dökülür gider.”
İnne’r-racule izâ dehale fî salâtihi akbelallâhu aleyhi bi-vechihî fe lâ yensarifu anhu hattâ yenkalibe ev yuhdise hadese sev’in.
Bu çok mühim bir şey.
Allah hepimize hakiki namazlar nasibi müyesser eylesin.
İzâ dehale fî salâtihi. “Kişi Allahuekber diyor namazına giriyor.” Akbelallâhu aleyhi bi-vechihî. “Cenab-ı Hak derhal, kulum karşındayım diyor.”
Kulum karşındayım. Ekbale. “İkbal ediyorum, karşılıyorum.”
Bi-vechihî ey bi-rahmeti fadlik.
Fe-lâ yensarifu anhu. “Cenab-ı Hak ondan yüzünü çevirmez.”
Namaza duran kulundan Cenab-ı Hak yüzünü çevirmez.
Hattâ yenkalibe. “O namazdan çıkıncaya kadar.” Ev yuhdise hadese sev’in. “Yahut kendisinde bir namazı bozacak hadise zuhur ederse.”
Onun için namaz mü’minin miracı.
İşte miraç ne?
İşte, Ben senin karşındayım [diyor] Cenab-ı Hak, ikbal ediyor. sana, “Söyle bakayım.” diyor, başlıyorsun elhamdülillahi rabbi’l-âlemîn. Errahmânir'rahim.. Meth ü senâlar ederek, isteyerek, O’nun kelamını okuyarak, O’nunla mükaleme ederekten namazı bitiriyorsun işte. Tam bir mürakip.
Ama burada tabi gönlün uyanık olması lazım. Yoksa gönül gaflette, nerede olduğunu bilmeyerek durduysa, yazık ona.
İnne’r-racule izâ sallâ me’a’l-imami hattâ yensarife kütibe lehû kıyâmu leyletin.
Şimdi teravih namazı kılıyoruz ya.
Allah kabul etsin.
Durduk, işte 20 rekât, çok sürse yarım saat işte yahut bir saat de.
“Bu namazı kılmakla.” Kütibe lehû kıyâmu leyletin. “Bir gecenin tam namazı kılınmış gibi sevap veriyor Cenab-ı Hak bize.”
Kıyamu’l-leyleh. “Bütün geceye kâim olmak suretiyle.”
Şurada İmam Gazzâli demiş ki;
Akbelallâhu aleyhi kinayetün. ikbal ediyor ya, “Bu kinayedir.” An mükaşefeti külli musallin alâ kaderi safâihî an küdûrâti’d-dünya.
Şimdi insan duruyor huzura. Durmasıyla tabi kendisinin dışarıda birçok meşakkati vardı, sıkıntısı vardı, işleri vardı. Hepsini bunların terk etti. Bu terk edişle Hakk’a durduğu vakitte bu sıkıntı, meşakkat, darlık, belalar... neler varsa içerisinde, bakarsın, bir muvakkat zaman için de olsa insandan sıyrılır gider. Bu Cenab-ı Hakk’ın ikbali budur diyor. Senden o halleri alabilmesi. O da herkesin tabi namaza duruşundaki kuvvet ve zaafa bağlı.
Şurada şöyle bir şey daha demiş.
İnsan zulmanîdir. Etten kemikten yaratılmış bir mahluktur, zulmet içerisindeyiz. Zulmet içerisindeyiz, zulmetin karşılığında nur vardır.
Şimdi bak bu ışık bize bir nur verdi. Bu ışık sayesinde birbirimizi görüyoruz. Musalli namazına durduğu vakitte zulmanîdir. Fakat karşısında Allahu Teâlâ var, yani O’nun nuru var. Allahu Teâlâ'nın nuruna karşı kendisini verdi kul. Bu veriş nispetine göre, kulun Allah'a kendisini veriş nispetine göre. Mesela ay, şimdi güneşe karşı bir dönüşü var. İlk günü azıcık, belki görünmez bir şekilde. İkinci günü bir parçacık şöyle. Üçüncü günü şöyle bir parçacık.
Beşinci günü, 10. günü, 15. günü tam cephesi ile kime dönüyor?
Bu dönüş güneşe. Tam cephesi ile güneşe döndüğü için tam cephesi ile güneşten alacağı ziyayı bize aksettiriyor. Ayın kendisi zulmettir, karanlık. Işık yok ayda. Kendisinde ışık olmadığı halde güneşe olan teveccühünden güneşten aldığı nuru bize iktibas ettiriyor.
Binâenaleyh kul kendisi zulmanîdir ama kâinatın sahibi olan Hz. Allah'ın nuruna döndürdüğü vakitte kendini, oradan alacağın nur işte ya bir günlük, ya iki günlük, herkesin istidadına göre. Onbeş günlük bir nur olursa o artık aliyyü’l-âlâ işte!
Ama bir de bir alış var. İlk günü bir parçacık alıyor. Alıyor ya! Işığı var. Az dönebilmiş, azıcık daha dönebilirse daha çok alıyor, daha çok dönerse daha çok alabiliyor.
Binâenaleyh biz hergün kılıyoruz bu namazı. Hergün kıldığımız için, Şimdi insanda biraz insaf olursa;
“Yahu ben bunu hergün yapıyorum da niçin bir şey alamıyorum?”
“Alamıyorum!” diye böyle düşünürse, o tarafa doğru dönmesini daha kuvvetli çevirmeye ,Kendisine bakar, kusurlarını bırakıp huzuru ilahiyede olduğunu müdrik olduğu halde, okurken kime karşı okuyorum ne okuyorum?
Allah cümlemizi affetsin de bu dönüşlerden..
İşte bu Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in miracının bir işidir. O gitti geldi, bize anlattı, izah etti. Şimdi biz de namaza durmak suretiyle Allah'la karşılaşıyoruz. Allah'ın, burada belki bir hata etmeyelim. Allah böyle bir varlık olup da karşımıza çıkmış değil. O her yeri Muhît, her şeyi Muhît, her yerde hâzır ve nâzır. Nerede kul Allah'a dönerse Allah orada mevcut. Binâenaleyh nerede olursan ol Allah'a döndüğün vakitte Allah'ın nuru seni karşılamıştır. O’nun nuru, o iktibas ettiğin nur ile sen de nurlanır ve onun sayesinde ayın bizi nurlandırdığı gibi etrafını nurlandırabilirsin. Ay alıyor ama etrafına da veriyor. Binâenaleyh Allahu Teâlâ'ya dönüp de nur alan insan etrafındakilere de nur saçacak kabiliyettedir. Saçamıyorsa kendi hatasıdır, nuru alamıyor demektir. Alsa, ayın saçtığı gibi saçacak etrafına. Ay cemâdattan bir şey işte, bir taş parçası. İşte gidip geliyorlar taştan topraktan olan bir şey.
Ama o pekâlâ güneşten iktibas olabiliyor da biz ekmeli mahlukât olduğumuz halde niçin Allah'ın nurundan iktibas edemeyeceğiz?
İnne’r-racule lâ yekûnü mü’minen hattâ yekûne kalbühu mea lisânihi sevâen
“Kul mü’min olmaz.”
Ama lâ ilâhe illallah diyenlerin hepsi mü’min değil mi?
Hepsi mü’min ama derece derece. Nasıl ayın güneşten aldığı dereceler gibi. Bir. Yahut hava kararmakla beraber görülen dereceler gibi. Herkes derece derece.
Ama asıl olgun mü’minin, ki kamil diyorlar ona, onun nasıl olması lazım?
Hattâ yekûne kalbühu mea lisânihi sevâen. “Dili ile gönlü bir olması lazım.”
Bazı insan politik olur, diliyle öyle bir insanı aldatır ki inanırsın, “Ne iyi adam!” dersin ama içi öyle değildir. İçi öyle değildir, bu makbul değildir. Dil ile gönül birleşmemiş.
Ve yekûne lisânühu mea kalbihi sevâen. “Lisanıyla da kalbi bir olması lazım.”
Kalbin lisan ile lisanın da kalple daima birliği lazım.
Daha üçüncü bir şart daha;
Ve lâ yühâlife kavlühu amelehu. “Sözü de ameline uygun olması lazım.”
Sözü ameline uygun olması lazım. Sözü ameline uygun değilse o da kamil değil. Mesela diyor ki;
“İçki içmeyin! Haramdır, günahtır!” diyor fakat kendisi içiyor.
Olmadı.
“Namaz kılın!” diyor fakat kendisi gelmiyor namaza.
Olmaz.
Birçok şeyler söylüyor, güzel fakat kendisi tatbik etmiyor üzerinde.
Olmaz. Kalbi ameline muhalif.
Dördüncü bir şart daha;
Ve ye’mene câruhu bevâikahu. “Müslümanın hiçbir zaman komşusu onun şerrinden mutazarrır olmayacak.”
Komşusu onun şerrinden mutazarrır olmayacak, emin olacak.
Bakın şimdi bunu dinleyin!
Müslimen kâne ev kâfiran. “İstersen o komşu müslüman olsun istersen düşmanın olsun komşun.”
Düşmanı olan komşuya da zarar vermemek ile mükellef müslüman.
Ev ğarîben ev belediyyen. “İsterse başka memleketten, muhacir gelmiş şuradan buradan yahut eskiden beri bu memlekette yaşayanlardan olsun. İkisi de indinde bir olacak, ikisi de müsavi.” Ev nâfi’an ev dârran. “Yahut sana faydası dokunuyor daima, ötekinin de zararı dokunuyor.”
Olmaz, ister faydalı ister zararlı, hepsine hoş muamele edeceksin.
Ev ecnebiyyin ev karibe’d-dari ev baîden. “Yakın veyahut uzak komşu.”
Bunların hepsine müslümanın vazifesi; komşusuna karşı daima şefik, rahim, merhametli, olgun olması lazım. Onun hatasıyla, onun kusuru ile ona karşı senin de terbiyesizlik yapmana Müslümanlık meydan vermiyor.
O yaptı ya?!
Yapsın varsın, ne yapalım! Her kap kendindekini döker.
Senin kabında bal var, kaymak var. Sen de ona karşı daima güzel şeylerle mukavele edeceksin, çirkinlik yapmayacaksın.
Bunlar tabi lafla olan şeyler değil. Bunlar lafla [olmaz.]
Mesela biz 10 defa hacca gittik, daha 10 defa gitsek adam olacağımız yok, başka. Bu hacılıkla, namazla iş olmuyor.
Onun için büyükler demişler ki;
“İnsanların ıslah ve terbiyeleri kendiliğinden olmaz. İnsan kendi kendini ne kadar riyazete de soksa, ne kadar bilmem nasıl çabalarsa çabalasın yani, kendi kendini düzeltemez insan. İnsanın kendi kendine düzeltmesi mümkün olsaydı Allah ne peygamber yollardı ne kitap yollardı, “Düzeltin kendi kendinizi!” derdi. Halbuki peygamberler göndermiş. O ashabı kiramın halini bir düşün! müslümanlığa girdiler.”
Fakat müslüman olunca nasıl müslüman oldular?
Peygamberin sayesinde oldular ama. Ashab o kemali ancak peygamberin sayesinde buldu. Peygamber olmasaydı yine eski hallerinde olurlardı onlar. Binâenaleyh peygamber rehberin olacak ve onun vekilleri gibi insanlar kıyamete kadar var. Onun vekilleri gibi insanların koltuğunun altına girersen, ashabın peygamberin koltuğunun altına girdiği gibi işte o zaman sende de o hâl, hâl olmaya başlar.
Mesela demir çok soğuk ve sert bir maddedir fakat ateşe sokuyorsun pamuk gibi oluyor ve ateş gibi o da kızıyor.
Sebebi?
Temas.
Onun ona teması nispetinde.
Binâenaleyh iyilerin arasında bulur, iyileri bulur da iyilerin arasına girer, onların sohbetlerinde bulunur, onların sohbetlerinden istifade edersen... Güneşe dön. Güneşe dönen ay güneşten aldığı nuru nasıl etrafına veriyor. Allah'a tam dönebilen insanlar vardır ki Allahu celle ve alâ’dan aldığı nuru peygamberin yaydığı gibi etrafındakilere yayarlar.
Hiç kimse kendiliğinden, hiçbir kimse kendiliğinden tekemmül edememiştir. Kendi kendine ne kadar ibadet edersen et tekemmül edememiştir.
Mesela bazı büyükler var, Bursa'daki Üftade hazretleri gibi, bizim Nakşibend Muhammed Bahaeddin gibi ve buna benzer tekemmül etmiş insanlar var. Kabiliyetleri var. Bunlar ama müstesna insanlar. Herkes böyle bu kabiliyette olamaz ki!
Mesela şimdi atom diyorlar.
Her taştan oluyor mu, her şeyden oluyor mu?
Kabiliyeti olan şeylerden.
Allah kusurlarımızı afv u mağfiret eylesin. Tevfîkât-ı samedâniyesine mazhar eylesin. Cümlemizi fazl u keremiyle nefsin, şehvetin, şeytanın elinden kurtulup o güzel cennetine müstahak, istihkak getiren kullarının zümresine kabul buyursun.
el-Fâtiha!