El-Hamdülillâhi rabbi’l-âlemin ve’l-âkibetü li’l-muttakîn es-salâtu ve’s-selâmu alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn. İ’lemû eyyühe’l-ihvân fe-inne efdale’l-kitâbi kitâbullâh fe-enne efdale’l-hedyi hedyu Muhammedin sallallahu aleyhi ve sellem ve şerre’l-umûri muhdesâtuhâ ve külle muhdesin bid’ah ve külle bid’atin dalâleh ve külle dalâletin fi’n-nâr fe bi’s-senedili muttasili ile’n-nebiyyi sallallahu aleyhi ve selleme ennehû kâl:
Cenâb-ı Peygamber buyuruyorki İzâ ehazte madce’ake. “Yatacaksın artık yatma vakti geldi.” Fe-kul. “Yine de.”
Ne diyeceksin?
Eûzü bi-kelimâtillâhi’t-tâmmâti min ğadabihî ve ikâbihî ve şerri ibâdihî ve min hemezâti’ş-şeyâtîni ve en yehdurûne.
Mahluk yalnız biz değiliz, Allahu Teâlâ’nın o kadar mahlûku var ki görmek bilmek mümkün değil.
Mesela doktorlarımızın bize söyledikleri mikroplar, onlar da Allah’ın mahlûku ama görüyor muyuz?
Görmüyoruz.
Görmediğimiz halde doktorun sözüne itimat ediyoruz da o mikroplardan sakınmaya çalışıyoruz; “Ha sende ortalıkda şu mikrop var, bundan korun.” diyor ona itimat ediyoruz.
E Allahu celle ve alâ’nın ve O’nun Resûlünün dediklerine itimat etmezse bir insan, bel bağlamazsa ne olur o insanın hali? Sonra müslümanın hali nasıl olacak?
Yatarken bu duaları okuyacağız çünkü görmediğimiz bilmediğimiz birçok mahluklar var; kimisine şeytan derler, kimisine cin derler, kimisine peri derler, görmüyoruz onları, onların da insanlar üzerinde zararları olabiliyor da onun için Cenâb-ı Hakk’a diyoruz ki;
Eûzü bi-kelimâtillâhi’t-tâmmâti min ğadabihî ve ikâbihî ve şerri ibâdihî. “Gadabından, ikâbından ve ibâdının şerlerinden; senin yarattığın kullarının içinde şerliler de var, o şerli kullarından.” Ve min hemezâti’ş-şeyâtîni. “Bir de şeytan denilen mahluklar var ki onları göremiyoruz onların da insanlar üzerinde ezası vardır.”
Hemeze, hümezeti’l-lümeze var ya, Veylün li-külli hümezeti’l-lümezeh. Bu hümezeden, lümezeden ki insanları incitici hareketleri var. Şeytanlar gerek ruhen birçok insanlarda ruhî hastalıklar oluyor, doktorlara gidiyorlar bir türlü tedavi olamıyorlar, şifa bulamıyorlar; mümkün olmuyor hepsi için. Diyeceksin ki; Eûzü bi-kelimâtillâhi’t-tâmmâti min ğadabihî ve ikâbihî ve şerri ibâdihî ve min hemezâti’ş-şeyâtîni ve en yehdurûne.
Öğren. Dua kitapları pek çok şimdi. Bu dua kitaplarının hepsinde yazılıdır bunlar. Bunlardan oku ve bu duayı yap öyle yat.
Fe-innehû lâ yedurruke. “Bu duayı yaptığın vakit bunların hiç birisi sana zarar veremez.”
Bu duayı okudun yaptın mı ne şeytanı zarar verir, ne de başka ibâdı zarar veremezler ve tabii zarar vermek de ellerinden gelmez.
Bu hadis Velid b. Muğîre’den bu.
İzeddehene ehadüküm. Fe’l-yebde’ bi-hâcibeyhi.
Bunlara karşı ben okumuyorum yatmıyorum da bir şey olduğu da yok dememeli. Bakın bugün çok da okumayan, yapmayan, bilmeyen çok; yatar paldır küldür, sabahleyin de paldır küldür kalkar işine gider.
Bunlara sakan aldanma, sen Cenâb-ı Peygamber’in sözüne bak, o ne diyorsa yap.
O yapmıyormuş da!?
Yapmazsa yapmasın bana ne, ama ben Peygamberimin sözünü dinler ona uymaya çalışırım. Çünkü Müslümanlık peygamberine iktidâ ile olur, peygambere iktidâ edemedikçe, uyamadıkça, ona tâbi olamadıkça kuru kuruya Müslümanlık olmaz.
İzeddehene ehadüküm. Fe’l-yebde’ bi-hâcibeyhi “[Sizden birisi] koku süründüğü, yağ süründüğü [zaman].”
Birisi ikram etti yahut kendin sürüneceksin.
Fe’l-yebde’ bi-hâcibeyhi. “Evvela kaşlarına sür, gerek koku gerek yağlanma olsun.”
Burada çünkü yağlanma da diyorlar, sıcak memlekette de yağlanma güneşin hararetine karşı insanlara muhafız oluyor, ondan dolayı ekseriyetle yağlanırlarmış böyle.
“Evvela kaşlarını yağla. Fe-innehû yezhebü bi’sudâ’i. “Bu kaşları koku ile yahut başka şeyle yağlamak baş ağrısını giderir.”
Sudâ’. “Baş ağrısı.”
Ve zâkileke evvelü mâ yenbütü alâ ibni âdeme mine’ş-şe’ari. “İnsanoğlunda ilk biten tüy de kaş olmuş.” İlk biten tüy kaş.
İzâ eddeyte zekâte mâlike. Bu iki ibaredir burada. İzâ eddeyte, umuma hitaptır; izâ eddeyti karşısında Ümmü Seleme var, ona hitap.
Onun için Ümmü Seleme o zaman gitti, orada eddeytei diyordu, şimdi bugün âmmeye hitaptır.
İzâ eddeyte. “Sen ödediğin vakitte, yaptığın vakitte.”
Ne?
Zekâte mâlike. “Malının zekatını verdiğin vakitte.” Fe-kad ezhebte anke şerrehû. “O malın şerri senden gider.”
Malın şerri olur mu diyeceksin?
İnsanların şerri, şerîri olduğu gibi malın da şerri var çünkü Kârun’u bugün yerin altına sürükleyip yuvarlayan şerli mal, hâlâ gidiyor işte. Birçok şeylerin başlıca sebepleri zekatın yerlerine verilmemesinden ileri gelir.
Allah muhafaza etsin.
Onun için Cenâb-ı Peygamber diyor ki; Eddeyte zekâte mâlike. Malının zekatını veriyor musun, sigorta ettin malını, malın sigorta oldu korkma bir şey olmaz senin malına.
Fe-kad ezhebte anke şerrehû. “O malın şerrinden kendini kurtarmış olursun.”
Çünkü zekatı verilmeyen malların büyük şerlerinden birisi gözlerimizi yumduktan sonra gerek mezarda gerekse âhiret gününün hesabında; “İşte ben senin o malınım! Hani saklıyordun saklıyordun biriktiriyordun, işte o malınım ben senin!” diyecek bizi perişan edecek.
Onun için zekatını verdin mi hem dünyada kurtarmış olursun yakayı hem de âhirette kurtarmış olursun.
Zekatı vermemenin iki tane ağır cezası var. Birisi memlekete karşı hıyanetliktir; memleketin fakir fukarasını hesaba katmamak, onlara olan saygıyı göstermemek. Bu en büyük, en büyük çirkinliktir. Memleketin zuâfasını görmemek, onların elinden tutmamak, onlara yardım etmemek en büyük bir çirkinliktir, en büyük felakettir. Onun için sen 40’da birini vereceksin, 40’da birinle bu memleketin fukarası refaha kavuşacak. Bunu saklıyorsun, bu fakirin daha fakir olmasına demek göz yumuyorsun, razı oluyorsun,. E öyle olunca Allahu Teâlâ da bir mahluk daha halk ediyor ki o da senin burnundan getiriyor bunu ve getirir de.
Bu gökten gelmedi, onu yaratan Allah’tır. O kuvveti, o kudreti, o cesareti veren de yine Allah’tır ona.
Sebebi?
Bir cezaya bir cezalıya halk edecek işte, bir belalıyı halk edecek. Sen deme ki bunlar nerden geldi diyerekten. Bize amelimizin cezası yani.
İzâ eddeyte’z-zekâte. Yine ayrı bu, “Sen malının zekatını verdiğin vakitte.” Fe-kad kadayte mâ aleyke. “Sen kendine lazım olan vazifeni yapmış oluyorsun.”
Zekatını vermekle vazifen neyse, İslâm’ın vazifesi, yardım, Allah’a kulluk, mahlûkuna yardım, onu yapmış olursun.
Ve men ceme’a. “Kim ki topluyor para.” Mâlen harâmen. “Ama haramla topluyor parayı.”
Müslümanların hukukuna tecavüz ederekten, mesela bugün faizi hiçkimse hesaba katmaz; Malını haram ettiğin vakit de, bir kazan sütün var. Bu bir kazan sütün içine gelse ufacık bir fare düşse; yağın var, bir kazan yağın var gelse içine bir farecik düşse ne olacak bu farecik?
Ne olur o kazanın sütü?
Berbat olur.
Binâenaleyh ne kadar helalin varsa da haramın karışınca hepsini berbat eder.
Allah muhafaza etsin.
Ve men ceme’a mâlen harâmen. Böyle faizlerle ve hukûku nâsa riayet etmeyerek toplanan paralarla.” Sümme tasaddaka. Bundan sonra geliyor, “Gel ben sana zekat vereceğim, al bakalım.” Bol bol zekat sadaka hayr u hasenât... “Oo! Ne iyi adam!”diyor.
Maşallah!.. Yâ.!..
Lem yekün lehû fîhi ecrün. “Ona hiçbir ecir yoktur bu yaptığı hayırlardan.”
Hiçbir zerre kadar ecir yoktur bu yaptığı hayırlardan.
Allah muhafaza etsin.
Ve kâne aleyhi ısruhû. “Üzerine günahı var.”
Onun için asıl işin kökü lokmanın helal olmasıdır. İnsanların ibadet ve taat etmelerinde lokmanın helalliğinin çok tesiri vardır. Lokmalarda haram karışınca çocuklar bakıyorsun bozuk çıkıyor, evlerde rahatlık huzur olmuyor.
Sebebi?
Lokmalara haram paralar karışıyor, o haram paralarla beslenen çocuklarda işe yaramıyor vesselam.
Allah affetsin cümlemizi.
İzâ ezzene’l-müezzinü.
Onun için helal lokmaya çok dikkat etmek lazım, bunun için eski anneler, hanımlar kocalarına derlermiş ki;
“Efendi! Ben açlığa tahammül ederim ha! Sen kazancına dikkat et de paranın içerisine haram karıştırma.”
Hanımlarda ha şunu isteriz bunu isteriz, eğer bir takadi de yetmiyor gücü de yetmiyor bu sefer işte hileye mileye kalkıp hanımların, evin hatırı olsun diyerekten günahları irtikâb ediyor ki, eski anneler, hanımlar böyleymiş. Onun için kanaat, kenzün lâ yefnâ, tükenmez bir hazine olmakla beraber insanların da saadet selametine başlıca vesiledir.
İzâ ezzene’l-müezzinü. “Şimdi müezzin başladı Allahuekber Allahuekber diye ezanı okumaya.”
Büyük bir nimettir.
Fe-hüve amûdullahi. “Müezzin Allah’ın bir direğidir.”
Dinin bir direğidir yani. Amûd, direk.
Niye direk diyor?
Çünkü bütün kubbeler, duvarlar, şeyler hep o direk üzerine durur. Direğini aldın mıydı, direk bugün betondan yapıyorlar, şundan bunlardan yapılıyor. Bu direği aldın mı nasıl göçme hasıl oluyorsa, demek ki müezzinler ezanı okumazsa din de çöker. Onun için müezzinleri amûdullah, Allah’ın dininin direkleri diyerekten tavsiye buyurmuşlardır. Müşebbih, teşbih burada. Teşbih, yahfuzu’l-binâe. “Nasıl binayı, altını üstünü muhafaza ediyorsa, müezzin de müslümanların vakitlerine böylece muhafaza eder.”
Neden?
Mine’l-belâi’n-nâzil. “Gökten nazil olacak belalar vardır bu belalara ezanlar karşı gelir.”
Bu belalara ezanlar karşı gelir bir.
E’l-hâciri mine’l-hakkı kemâ fî hadîsi enes. İzâ ezzene fî karyetin/izâ üzzine fî karyetin emenehallâhu min azâbihî. “Bir köyde ezan okunursa Allahu Teâlâ o köyü ezanın hürmetine azaptan muhafaza eder.”
Şimdi eskiden müslümanlar bu ezanı okuyup da bu devlete nail olmak için gayret gösterirlermiş. Bedava ama, para da yok. Sırf Allah rızası için ezanı ben okuyayım da sevabına nail olayım diyerekten. Bugün paralarla ezanlar okunuyor, bu paralarla okuduğumuz ezanlara bile dikkatsizlik olduğu görüle gelmekte. Halbuki büyük bir nimet.
Ve izâ takaddeme’l-imâmü. “Ezanı okudu müezzin efendi, cemaat toplandı imam efendi de geçti yerine. Tekaddeme’l-imâmü fe-hüve nûrullahi. Cenâb-ı Peygamber bak ne güzel teşbih ediyor. “O da Allah’ın bir nurudur.” diyor, cemaatın önüne geçmiştir.
Bu hepimize her zaman bir derstir. Biz yalnız beş vakitte imama uyup arkasından yat yat, kalk kalk bunu biliyoruz. Halbuki asıl buradaki nizam uyma nizamıdır. Onun için bugün imam hatip mekteplerine giden çocuklarımızı birçok kimseler var ki onları caydırmak için, “Ölü mü yıkayıcı olacaksın, şu mu olacaksın? haydi git bak başka mekteplerde şu ol, bu ol.” diye aldatırlar ve çocuklar genç tabii, arkasını bilemiyor işin, dönmez. “Ben baba gitmeyeceğim oraya.” diye zorlananlar da oluyor böyle.
Sebebi?
Bilmiyor ki imam nûrullahtır. O nûrullahı kesbetmek için, kazanmak için ne kadar servet versen olmaz işte, o Allah’ın bir nimeti.
Ve ize’s-teveti’s-sufûfu. “Saflar sıralandı imam önlerine geçti.” Fe-hiye erkânullâhi. “Bu safların düzelmesi de erkan, Allah’ın erkanı, rüknü olaraktanda.” Binâenaleyh fe-badirû ilâ amûdillahi. “Siz müezzin olmaya gayret edin.” Va’k-tebisû min nûrillahi. “Allah’ın nurundan da nur almaya çalışınız.”
İmam efendi durur öne, Cenâb-ı Hak’tan yüz rahmet tepesinden aşağı iner, görmeyiz biz onları, geride kalan cemaate peyderpey taksim olur. Sağ daha mûteber, sol daha biraz daha aşağı, saflar birinci saf ikinci saf böyle gider. Onun için ön safta imamın arkasında yer alabilmenin sevabı da ona göre fazladır.
Ve kânû erkânellahi fi’l-ardı. “Binaenaleyh siz yeryüzünde Allah’ın erkanı olarak namazlarınızı saflar halinde cemaatle edaya çalışınız.”
Ezanın ne faydası var?
İzâ ezzene’l-müezzinü. “Müezzin Allahuekber Allahuekber dedi mi.” Harace’ş-şeytânü mine’l-mescidi. “Şeytan artık orada barınamaz.”
Birinci şeysi neden barınamaz?
Allahuekber’in nuru onu yakar. O nurdan yakılmamak için kaçmak ister kaçar, bir de onu duymamak için kaçar. Allah’ın büyüklüğünü duymamak için kaçar.
Harace’ş-şeytânü mine’l-mescidi. “Mescitten şeytan kaçar.”
Çünkü şeâir-i islâmiyedendir; ta 1300 küsür, 1400 senedir o Allahuekber sedâsı. İlk ezanı, Cebrail aleyhisselam, Âdem aleyhisselam dünyaya indikten sonra okumuştur. Âdem aleyhisselam dünyaya gelmiş, yalnız, korku da gelmiş kendisine biraz. Kimse yok, garip, Cebrail aleyhisselam gelmiş, Allahuekber Allahuekber diyerekten Adem aleyhisselam’ın yanında bir ezan okumuş, ilk ezan ordan kalma bize. Ya!..
“Binâenaleyh ezan okunduğu vakitte şeytan mescitte duramaz.” Lehû husâsun. “Bir süratle kaçar.” Fe-izâ sekete’l-müezzinü. “Bitti ezan, artık korkusu kalmaz. Korkusu kalmayınca yine döner gelir.” Fe-izâ ekâme’l-müezzinü. “Bu sefer Allahuekber Allahuekber diye kâmet başlar. Kâmet başladığı vakitte yine duramaz.” Harace mine’l-mescidi. “Yine gider, o ezanın nurundan kendini kurtarsın. Bitti mi ezan.” Rece’a. “Yine gelir.” Gelir, hattâ ye’tiye’l-mer’e’l-müslime fî salâtihî. “Namazındaki müslümana gelir işte malından, dünyasından, evinden barkından, şusundan busundan vesveseler verir ona.”
Vesveseler verir o da şimdi o vesveselere kapılaraktan acaba üç mü kıldım dört mü kıldım, okudum muydu okumadım mıydı diye bir şeye düşer.
Fe-yedhule beynehû ve beyne nefsihî. “Kalbiyle nefsi arasına şeytan dahil olur da.” Lâ yedrî ezâde fî salâtihi ev nekasa. “Dört mü kıldım beş mi kıldım üç mü kıldım şaşırır.” Fe-izâ vecede zâlike ehadüküm. Yine Cenâb-ı Peygamber ümmetine acıyaraktan; “Ha baktınız ki böyle bir vesvese var içerisinde, şaşırdınız üç müydü dört müydü beş miydi diyerekten bir şey veremiyorsunuz.” Fe’l-yescüd secdeteyn. “Hüküm verirsin, üçse bir eklersin dört olur, selamdan sonra iki secde daha yaparsın”
Gayri onu Allah kabul eder, eksikse de fazlasa da.
Fe’l-yescüd secdeteyn ve hüve câlisün kable en yüsellime. “Selam vermeden evvel.” diyor burada, sonra yüsellim. “Ondan sonra selam verirsin.” diyor.
Halbuki bizim mezhebimize göre selam verir de ondan sonra, Ona ait hadisler de yine ayrıdır.
İzâ erâdellâhu azze ve celle bi-abdin hayran. “Cenâb-ı Hak bir kuluyla hayır murat ediyorsa, bir kul ile hayır murat ediyorsa.” İste’melehû. “Onu istîmal eder.”
Tabii bu müphem bir söz, ashâbı kiram bundan bir şey anlayamamışlar demişler ki;
Yâ rasûlallah me’s-ta’melehû. “Nedir bu istîmal diye.” Kâle yehdîhi ile’l-ameli’s-sâlihi. “Onu ona, ameli sâlihe hidayet eder, bu artık iyi işler işlemeye başlar; namazında, niyazında, ibadetinde, hayrında, hasenâtında iyi işleri bulur.” Kable mevtihî. “Ölmezden evvel bu iyilikler kendisine nasip olur.” Sümme yakbiduhû alâ zâlike. “Bu iyilikler üzerine de ruhu kabz olur.”
Demek ki Cenâb-ı Hak bundan hayır murat etti mi onu hayırlara delalet etmiş oluyor.
İzâ eznebe’l-abdü. “Şimdi günahlar var ya, beşeriyet iktizası günah işlediği vakitte kul ne olacak?” Nükite fî kalbihî nükdeten. “Kalbinde bir siyah leke hasıl olur.” Kalbinde bir siyah leke hasıl olur.
Sonra?
Fe in tâbe. “Aklı başına geldi, ‘Tevbe yâ Rabbi! Nasıl oldu da ben bunu yaptım!’ diyerekten tevbe ettiği takdirde.” Sukile. “O temizlenir, silinir, yıkanır temizlenir.” Fe-in âde. “Fakat bir tane daha yaptı, bir daha yaptı derken.” Zâdet. “O karartı lekeler, siyah lekeler çoğala çoğala.” Hattâ tu’azzame fî kalbihî. “Kalbi istilâ eder, kararır kalp.”
Kalbin karardığı vakitte, kellâ bel râne. “O rân denilen katmerli siyahlık oraya yapışır kalır.” Ondan sonra kendini toplamanın imkanı olmaz. Vaaz etsen kulağına girmez, söylesen kulağına girmez. “Bu beyazdır.” desen, “Karadır.” der, “Neresi beyaz bunun?” der. “Karadır.” desen, “Yahu beyaz görmüyor musun?” der. Bu kadar tersine döner işler yani.
Allah muhafaza etsin.
Onun için günahların ağırlığı çok fenadır. Günah işlememek mümkün değil, belki işler insan ama derhal arkasından tevbeyi yapıp bir daha yapmamaya çalışmalı. Hiç yapmassan daha âlâ.
Niçin?
Günahları yapmaktan en büyük şey gaflettir. İnsan gaflete düştüğü vakitte ne yaptığını bilmez, yapar günah. Ama o gaflete düşmemek için kendin Allahu Teâlâ’nın kulu olduğunu ve Allahu Teâlâ’nın murâkabesi altında bulunduğunu unutmamak lazım. O senin gözcün yani. Râsıd, gözcün. Seni gözlüyor, hiç meleklere lüzum yok, deftere kitaba hiç lüzum yok, Allahu Teâlâ hepsini biliyor: Ya’lemü’s-sirra ve ahfâ.
Melek açıktakini bilir içtekini bilmez ama Allahu Teâlâ içtekini de biliyor. Niyetin neyse onu da biliyor. Niyet saklı bir şeydir, onu kimse anlamaz ama Allah onları da biliyor. Yapacağım, şunu yapacağım bunu yapacağım, ne gibi kuruntuların da varsa onların hepsini bilen Allah’tır. Bunu öyle bil ki Allahu Teâlâ’nın nezâreti altındasın.
Binâenaleyh nasıl olur da artık Allahu Teâlâ’nın yasak ettiği günahlara irtikap eder insan?
Allah kusurlarımızı afv u mağfiret eylesin. Tevfîkât-ı samedâniyesine mazhar eylesin. Cümlemizi fazl u keremiyle nefsin, şehvetin, şeytanın elinden kurtulup o güzel cennetine müstahak, istihkak getiren kullarının zümresine kabul buyursun.
El-Fâtiha!