Eûzubillahimineşşeytânirracîm
Bismillâhirrahmânirrahîm
Elhamdülillahi rabbilâlemin ve’l-âkibetü li’l-müttekîn vesselâtü vesselâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn.
İ’lemû eyyühe’l-ihvân enne efdale’l-kitâbi kitâbullah ve enne efdale’l-hedyi hedyü muhammedin sallallahu aleyhi ve sellem ve şerra’l-umûri muhdesâtühâ ve külle muhdetin bid’ah ve külle bid’atin dalâleh ve küllü dalâletin fi’n-nâri. Ve bi’s-senedi’l-muttasıli ile’n-nebiyyi sallallahu aleyhi ve selleme ennehû kâl;
E tedrûne meni’s-sâbikûne ilâ zıllillâhi azze ve celle...
Cenâb-ı Feyyâz-ı Mutlak hazretleri bizim Resûlullah’a olan muhabbetimizi artırsın. Onu bize çok sevdirsin.
İnsan bu dünyaya tekemmül için gelmiştir. Bu tekemmül mârifet-i ilâhiye nispetindedir. Allah’a olan marifeti ne kadarsa insanın tekemmülü o nispettedir. Allah-u Teâlâ’yı bilmenin en güzel yolu da Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yoludur. Onun yolundan başka bir yol ile Allah bilinmez. Allah’ı bilmek ancak Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in sünen-i seniyyesine ittibâ ile hasıl olur.
Malumunuzdur ki insan iki nesneden ibarettir; birisi toprak, madde dediğimiz et kemik, diğeri de ruh dediğimiz. Et kemik yer mahsulüdür; işte ona madde diyorlar, yerden hasıl olan toprağın hülâsası. Ruh da melekût âlemininin, bu âlemin değil, melekût âleminin mahsülü.
Allahu celle ve alâ bu iki zıttı bu bedende birleştirmiş şu vücut hasıl olmuştur. Aslı toprak olan şu vücut bakınız ne âlemdedir; görür, duyar, işitir, söyler, görür, birçok fevkalâdelikleri var; aylara da gidiyor bugün yıldızlara da gidiyor.
Bu maddenin mahsülü. Bu madde mahsülü olan şu insan, bu ruh ile olduğu müddetçe bu hünerleri yapıyor. Ruh ayrılır ayrılmaz bu göz ne görüyor, ne o kulak duyuyor, ne o dil söylüyor, hiçbir hareket yok.
Niçin?
Asıl olan madde alındı. Asıl olan madde ruh idi, ruh alınınca bu ceset kıymetsiz kaldı, haydi toprağa, aslına! Gömelim, başka çare yok.
Demek ki asıl kıymet kafeste değil kafesin içindeki kuştadır.
Binaenâleyh bu ramazan çok güzel bir aydır. Bu kuşun beslenme ayının bize verdiği şevk, neşe, zevk ile öteki aylara hiç benzemeyiz; en haşerimiz bile bu ayda bir başkalaşır; sofu daha sofu olur. Bu gerek sofuluk olsun gerek insanlardaki tekemmüle Allahu Teâlâ’nın bilinmesine
Allah-u Teâlâ;
Ve mâ halaktü’l-cinne ve’l-inse illâ li-ya’büdûn. “Bana ibadet etsinler diye
Ya’büdûn “ibadet” mânasına gelir ama müfessirler demişler ki; li-ya’rifûn. “Ben bu kulları beni bilsinler için yarattım.”
Kulların yaradılışının sebebi kendisini yaratan Allahu celle ve alâ’yı bilmek içindir.
E nereden bileceğiz Allah-u Teâlâ’yı, görmüyoruz ki?
İşte eseri var bak, eserden müessire intikal var.
Şimdi hangi bir eşyayı görürsek görelim bu eşyayı yapanı ararız; “Bunu kim yaptı?” deriz.
Şu levhayı görüyoruz; “Kimin yazısı bu, kim yazmış bu yazıyı?”
Bir eser görüyoruz; “Kim yapmış bunu?” diyoruz, bir arama, sormamız var.
Bu dünyadaki bu insanları görüyoruz, mahlûkâtı görüyoruz, envai çeşit yıldızlarıyla her gün gözümüzün önünde tepemizdeki kubbeyi görüyoruz.
Bunun sahibini aramamak, kimdir dememek olur mu, imkan var mı buna?
Elbette diyeceğiz ki; “Yahu bunlar kimin eseri?”
İşte bunları yaradana Allah diyoruz.
O Allah ama görmüyoruz?
Görmüyoruz ama eseri meydanda; sen de meydanda ben de meydanda, yer de meydanda gök de meydanda, hepsi meydanda...
Bu varlıklar, hiçbir varlık yok ki kendiliğinden meydana gelmiş olsun. Hiçbir mevcut yoktur ki kendiliğinden olmuş olsun, mutlaka onu bir yapanın olduğuna insanın aklı erer, bunu bir yapan var.
Yok canım, bu eskiden böyle işte!
Eskiden, ne kadar eskidense onu ille bir yapan vardır işte!
Şu camiyi görürsünüz, insan, görmeyen bir adam; “Bu nedir? Kim yapmıştır, ne zaman yapılmıştır? akla gelen bir şeydir.
Binâenaleyh bu mahlukâtın, bu mevcûdâtın sahibi olan Allah-u Teâlâ’yı da, insansa, O’nu arayıp bulacaktır. Onu bulmak için de Kur’an’a ve Resûlullah’ın sünnetine müracaat. Bu yoldan gidilecekse insan bunları böyle görmüş gibi inanır.
İbn Abbas var ya, Hz. Abbas’ın oğlu.
Ben Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in arkasında iken Resûlullah bana dedi ki;
“Bak sana bir şeyler söyleyeceğim, onu iyi öğren, iyi belle. “Uzunca o. Onun başında demiş ki;
Fe’büdullâhe ke-enneke terâhü. “Ey Abbas’ın oğlu Sen Allah’ı görür gibi ibadet et.”
İbadet ederken O seni görüyormuş gibi ibadet et; körü körüne değil. O seni muhakkak görüyor; gördüğünü iyi bilerekten görüyormuş gibi O’na ibadet et.
Maksat Allah-u Teâlâ’yı bilmek. Allahu Teâlâ kendisini bize 99 tane ismi ile bildirmiştir. 99 tane Esmâ-i Hüsnâ diye biz her sabah okuruz onu; “Ben böyle bir Allah’ım.” o 99 ismiyle bize tanıtmıştır kendisini.
Bismillâhirrahmânirrahîm derken kendisinin Rahmân olduğunu, Rahîm olduğunu; Elhamdulillâhi rabbi’l-âlemîn derken kendisinin yine Rahmân olduğunu, Rahîm olduğunu; Mâliki yevmi’d-dîn derken kıyamet gününün de sahibi olduğunu; dünyanın da sahibi âhiretin de sahibi olduğunu 99 esmâsıyla bildirmiştir. Bu 99 esmâyı belleyen cennetliktir.
Men ahsâhâ dehale’l-cennete. “Bunları belleyip bunlarla amel etmek insanların cennete girmesine vesile olur.”
Onun için, “Efendimizin kırk sözünü, kırk hadisini belleyenin şefaatçisi olurum ben ve ona yevm-i kıyâmette müslüman olduğuna şehadet ederim.” diyerekten azîz-i şehâdeti var.
Biz elhamdülillah bu kadar okuyoruz birçok hadisleri de fakat ezberleme ve onları belleme kabiliyetimiz yok.
Ömer Nasuhi rahmetullahi aleyh’in kırk hadisi vardır. Bursalı İsmail Hakkı’nın, başkalarının, isimlerini bilemedim aklıma gelmedi, bunların hep böyle seçilmiş kırkar hadisleri vardır.
Şimdi bu okuyacağım kitapta da kırk tane hadis var, akşamları birer tanesini okuruz inşallah. Bunlara karşı işte burada da 6000 hadis okuyoruz önümüzdeki kitapta.
Eh bunları bellemekten aciziz, mahrumuz. Halbuki bir hadisi bir haftada ezberlemek mümkün. Bir günde ezberlenir ya, altı günde onu tekrarlar insan, yedi gün içerisinde o hadis insanın hafızasında kalır. Kırk tane hadisi bir senede mükemmel surette insan beller. Kırk tane hadisi belledi mi en güzel hoca olur insan.
Şimdi buradaki dersimizde Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki;
E tedrûne mâ ekseru mâ yüdhilü’n-nâse’l-cennete. “İnsanları en çok cennete sokan şeyin ne olduğunu biliyor musun? En çok ne sebeple insan cennete girer?”
En çok insanı cennete sokan nedir?
Hepimiz bir şey deriz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem diyor ki;
Takvallah. “Allah’tan korkmak.”
Allah’tan korkmak ne demek?
Allah’ın yasaklarından kaçmak.
Allah’tan korkmak; Allah’ın yasaklarından kaçmak ve yap dediklerini yapmak. Yap dediğini yap yapma dediğini yapma. Bu iki şeyin üzerinde durmak lazım. Sofudur insan, camiden çıkmaz, namaz kılar, oruç tutar, her şeysi iyidir, fakat yasaklardan, günahlardan bir türlü kendisini kurtaramaz.
Bu günahlara çeşitli sebeplerle insan dalmıştır; içki nasıl günahsa, kumar nasıl günahsa, faiz nasıl günahsa, zina nasıl günahsa, birçok böyle günahlar var ki bunların işlenmesi bir mü’min için akılla tasavvur olunmaz. Mü’min böyle şey yapamaz.
Onun için Cenâb-ı Peygamber’in burada bize ilk tavsiyesi takvallah. “Allah’tan korkmak.”
Allah’tan nasıl korkacağız? Gizli bir yerdeyiz, kimse de yok, kimse de bizi görmez orada. Biz orada o kabahati işleyebiliriz işte?
Yok!
Biz Allah’ı biliyorsak Allah her yerde bizi görüyor. Nereye girersek
Vallâhu ya’lemü mâ fi’s-semâvâti ve-mâ fi’l-ardı. “Yerdekini de biliyor göktekini de biliyor, bilmediği şey yok.” Görmediği de yok;
Vallâhu bi-mâ ta’melûne basîr. “Her yaptığımız gören bir zât ve ecellü âlâ.”
Allah öyle bir Allah ki her yaptığımızı hem görür, hem işitir, hem bilir. Allah böyle Allah’tır.
Nereye saklanırsan saklan nerede olursan ol Allahu Teâlâ o işlerinizi, yaptıklarımızı, iyilikleri de bilir, kötülükleri de bilir. Görür ve işitir.
Onun için şimdi takvâ dendiği vakitte Allahu Teâlâ’dan öyle bir korku olacak ki bu korku bizi ne kadar yasaklar varsa o yasaklardan uzak edecek, ne kadar hayırlar, iyilikler, emirler varsa onları da yapmaya bizi mecbur edecek.
Ezan okunduğu vakitte takvâ sahibi uyuyamaz. Takvâ sahibi uyuyamaz; ne kadar ıstırap içinde olsa, hasta olsa, rahatsız olsa “aman beni azıcık aldırın da şöyle bir abdest aldırıverin de şu emr-i ilâhîyeyi yerine getireyim” diye çalışır. Meğer ki bundan da aciz ola. Günah denilen şeylerin yanına hiç sokulamaz.
Bunun içinde ne lazım?
Allahu Teâlâ’nın ismini çok anmak lazım. Allah-u Teâlâ’nın ismi ne kadar çok anılırsa, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e ne nispette salavat çok getirilirse o nispette insanın gönlünde Allah korkusu hasıl olur. Allah korkusu kolaycacık hasıl olmaz. Ya çok okuyacaksın, çok zikredeceksin ve çok salavât-ı şerîfe getireceksin ve Resûlullah’ın izinden de ayrılmayacaksın. Bu suretle gönlüne korku girer, o korku girdikten sonra da cennet senin için hazırdır işte.
O korkudan sana ufacık bir misal söyleyeyim, birkaç defa bunu tekrar etmiştim.
Hz. Ömer bir arkadaşıyla beraber Mekke’ye gidiyor, Mekke’ye giderken yolda acıkmışlar. Tabii o zamanki mesafeyle 13-14 günlük bir yol. Bugün mesela birkaç saatte gidip geliniyor ama o günkü öyle. Ve bir çobana rast gelmişler, demişler ki çobana;
“Bize bir koyut sat.”
Çoban diyor ki;
“Koyunlar benim değil ki satayım size. Ben çobanım.”
“E canım öyleyse bir koyun ver bize.”
Ee, ne dedi sonra?
“Ben sahibi değilim.”
“Canım efendiye de kurt yedi filan dersin.” demişler, tecrübe ile o adama.
Demiş, “Efendiyi kandırması kolay, kandıracağız ama Allah’ı ne yapalım?” demiş.
Efendi, bu medreseden çıkmış değil, üniversitede okumuş değil, bir tahsili yok, bir çoban! Fakat çobanın içerisinde Allah korkusu sinmiş, Allah’ı iyi biliyor, onun için diyor ki; “Allah’ı ne yapalım?” diyor. “Evet efendiyi kandıracağız, kandıracağız ama Allah biliyor bu işi?”
Bu ne kadar şâyân-ı takdir bir şeydir ki maalesef yine söylemeye de teeddüb ederim, söylemesi de doğru değil.
Bir arkadaş dedi ki bir adam yer almış. Fakir de değil, 750 bin liraya almış yeri. Milyonluk bir yermiş ama peşin parayla 750 bin lirayı veririm demiş almış adam.
Aldıktan sonra başlamış orada hafriyat yapıp bir inşaat yapacak, derken mal sahibi gelmiş;
“Ne yapıyorsun efendi sen?”
Niçin?
“Burası benim.” demiş.
“Canım nasıl olur, bak benim tapum elimde, nasıl olur burası senin?”
İş mahkemeye aksetmiş, adamın elinde tapusu, öteki sahte tapu, failleri meydana çıkmış.
Failler kim ama, failler kim?
Öyle cahil insanlar değil, Şimdi bakınız, bugünün münevveriyle o günün cahilini kıyas ediniz kardaş! Bugünün münevveri dediğimiz en düşük tabaka bunlar işte! Allah’ı bilemedikten sonra ondan korkmadıktan sonra nerden çıkarsan çık isteresen!
Onun için Cenab-ı Peygamber bak ne güzel buyurmuş;
“Siz cennete girmenin en çok ne çeşit sebeplerle olduğunu biliyor musunuz?”
Biz deriz ki işte, “Çok sofu efendi, camiden çıkmaz, işte bu girer.”
Hayır o değil. En çok Allah’tan korkan kimse, Allah’ın korkusu kimin gönlündeyse cennete girecekler bunlardır.
E öyleyse üzerimizde Allah’tan korkmanın da alâmetleri var.
Nedir?
Evâmirine itaat, yasaklarından ictinap.
Sen bankadan faizlerle paraları al ye, şundan bundan da al ye, sofuluğu da elden bırakma! İçkiyi iç sofuluğu elden bırakma, kumarı yap elden bırakma, sonra da ki; “Ben de cennete girerim.”
Öyle değil, takvâ!
Takvâ demek müslüman için yasaklardan, günahlardan uzak olmak demek.
Takvâ da kâfi değil, ikinci bir tane daha söyledi: Ve husnü’l-hulk.
Bazı insan ehl-i takvâ olur ama zehir gibidir; etrafını haşlar, etrafındakilerin gönlünü kırar, çok şeyler yapar, rahatsız eder herkesi.
Ama takvâ sahibi?
Onun takvâsı onun olsun! Takvâ kâfi değil, takvâ ile beraber bir de ahlâk-ı hasene.
Husnü’l-hulk, “ahlâkı hasene” demek, herkesle güzel geçinmek. Ahlâk-ı hasenenin başı herkesle güzel geçinmek. Herkesin haline göre görüşmek, herkesin haline göre bulunmak.
Bu iki hal insanda olduğu vakitte insan cennete girmeye hak kazanır.
Husn-ü hulku burada şerh ederken buyrulmuşlar ki;
El-murâdu bi-husnü’l-huluki. “Husn-ü hulk ile murat nedir?
Şimdi ahlâk-ı hasene deyince, insanlarla güzel geçinirler, çok yardımlar yaparlar, beşeriyete hizmetleri olanlar çok, fakat o değil. Bak ahlâk-ı haseneyi iyi anlamak lazım.
El-murâdu bi-husnü’l-huluki el-ittibâu bi-resûlillahi. “Ahlâk-ı hasene Resûlullah’a ittibâdan ibarettir.” Resûlullah’a ittibâdan ibarettir!
Resûlullah’ın sünnetini iyi bilmek, öğrenmek, onun gittiği yoldan ayrılmamak lazım.
Resûlullah tek başına geldi, İslâm dinini izhar için davâya kalktı; “Sizin putlarınızın hepsi bâtıldır, hak olan İslâmiyettir, şöyledir.” dedi. Ne kadar eza ettiler!?
“Nerden çıktın başımıza geldin?” diyerekten ne ezalar ettiler!?
O ezaların binde birine biz tahammül edemeyiz.
Onlara nasıl o Peygamber tahammül ettiyse bizim de her böyle şeyde feveran etmemiz hiç caiz olmaz.
Sonra bir taş yahut ok geldi, mübarek dişi kırıldı, yaralandı. Etrafındakiler dediler ki;
Yâ Resûlallah! Siz Allah’ın Resûlüsünüz. Neden bu kadar zahmete giriftâr oluyorsunuz. Bir dua edin de Allah bunları helak etsin?
Hakikaten bir dua etse hepsi helak olurdu. Nasıl ki Nuh aleyhisselam, diğer peygamberler beddua ettiler kavimlerine kavimleri hep helak oldu. Peygambere gelince, peygamber dedi ki;
“Yoo, öyle şey yapamam ben. Ben li-ütemime mekârime’l-ahlâk. “Mekârim-i ahlâkı insanlara öğretmek için geldim.” Yoksa böyle şu acıdan bu acıdan dolayı “Yâ Rabbi! Bunları helak et!” demek için gelmedim ki!
Bunların zürriyetlerinden ne kadar müslüman gelecek biliyor musunuz siz?
Bunlar helak edilsin ama bunların zürriyetlerinden ne kadar müslümanlar gelecek, bunlardan haberiniz yok sizin. Bunun için ben li-ütemime mekârime’l-ahlâk. “O Mekârim-i ahlâkı insanlara öğretmek için geldim.”
Öyleyse güzel ahlak neden ibaret?
Peygambere uymaktan ibaret. Peygambere uymak da, peygamberin sözlerini iyi dinleyip bellemek ve onunla hareket etmekle olur.
Yoksa onları bilmeden nasıl yapacağız ya!?
Demek ki;
E tedrûne mâ ekseru mâ yüdhilü’n-nâse’l-cennete. “Cennete insanları en çok sokan şeyin ne olduğunu biliyor musunuz?”
İki şey: Takvâ ve husnü’l-huluk.
Bir de şimdi;
E tedrûne mâ ekseru mâ yüdhilü’n-nâse’n-nâra. “İnsanları cehenneme sokan şeylerin en çoğu ne? En çok ne sebeple insanlar cehenneme girer?
İki şeyden. Nasıl cennete iki şeyden giriyorlarsa cehenneme de iki şeyden.
Nedir bunlar?
El-ecvefâni. “İki boşluk: Birisi diline hakim olmamak, ikincisi de iffetine hakim olmamak.”
İffetine hakim olmazsan diline de hakim olmazsan cehennem onun yeridir, demiş.
Allah kusurlarımızı affeylesin.
Onun için söz hakkında, Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretlerinin bir kitabı var, adına Mârifetnâme diyorlar, bu Mârifetnâme’de altı şeyden bahseder. Altı şeyden, bütün kitabının hulasası altı şeydir: Az ye, az iç, az konuş, az uyu, çok düşün, çok zikreyle. Bunlarla doludur bu kitabının içi.
Onun için okumanın çok faydası var, bunların hepsi bir anda söylenemiyor tabiatıyla. Binâenaleyh diline de hakim ol, iffetine de hakim ol.
Fakat bu yalnız insanın kendisiyle de olmuyor. Çünkü ben ne kadar dilime hakim olsam, iffetime de hakim olsam benim bir evim var, bir ailemiz var. Binâenaleyh ben ne kadar velî olursam olayım evime hakim olmadıkça olmaz. Çünkü Cenâb-ı Hak diyor ki;
Kû enfüseküm ve ehliküm. “Hem kendini, hem de ehlini koru.” diyor.
Benim sofuluğum para etmez; onun günahı da benim defterime yazılır. Onun günahı da benim defterime, yani babanın defterine yazılır. Çocuğun günahı babanın defterine yazılır; bunu iyi bilmek lazım.
Onun için çocuklara hakim olmak babaların başlıca vazifesidir. Yoksa lâlettayn evladı yetiştirip de sokaklara salıvermek değildir evlat yetiştirmek...
Allah cümlemizi affetsin. Tevfîkât-ı samadâniyesine mazhar etsin.
İnsan sokağa çıkarken hicap duyuyor.
Allah affetsin kusurlarımızı.
Sübhâne rabbike rabbi’l-izzeti ammâ yesifûn ve selamün ale’l-mürselîn velhamdülillahi rabbi’l-âlemîn
El-Fâtiha.