Eûzubillahimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm.
El-Hamdülillahi rabbilâlemin ve’l-âkibetü li’l-müttekîn. Vessalâtü vesselâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn.
İ’lemû eyyühe’l-ihvân enne efdale’l-kitâbi kitâbullah ve enne efdale’l-hedyi hedyü muhammedin sallallahu aleyhi ve sellem ve şerra’l-umûri muhdesâtühâ ve külle muhdesin bid’ah ve külle bid’atin dalâleh ve külle dalâletin fi’n-nâri. Ve bi’s-senedi’l-muttasıli ile’n-nebiyyi sallallahu aleyhi ve selleme ennehû kâl:
İze’ştekâ ehadüküm.
Buna dikkat edin şimdi. Bakalım bu bizim müslümanlıktaki ölçümüz.
İze’ştekâ ehadüküm. “Sizden birinizin şikayeti var.”
Başı ağrıyor, dişi ağrıyor, karnım ağrıyor, neyse... neresi ağrırsa ağrısın.
Fe’l-yeda’. “Oraya koy.” Yedehû. “Elini koysun oraya.”
Haysü yecidü elemehu. “Elem, acı, dert neredeyse oraya elini koysun.” Sümme’l-yekûl. “Koyduktan sonra desin.” Eûzü bi-izzetillâhi ve kudratihi min şerri mâ ecidü ve ühâziru seb’an. “Yedi kere de bu duayı okusun.” dedi.
Bunu da yedi kere okuduktan sonra o hastalığın oradan gitmesi lazım. Gidiyorsa içimizde saflık var, sadakat var, imanımız da kemal var. Gitmiyorsa demek ki zayıfız.
Güzel bir şey.
Müslim hazretlerinin hadisi.
Yine bir tane daha;
İze’şteke’l-mü’minü. “Şikayet ediyoruz hastalığımız var.”
Hasta olmuşuz şikayetimiz var hastalığımızdan. Hastayız yani.
Ahlesahu zâlike mine’z-zünûbi. “Bu hastalık sizi günahlardan temizler.”
Hasta olduğun zaman bu hastalık sizi günahlardan temizler.
Şimdi koyduk elimizi okuduk geçmiyor, geçmiyor ama bu bizim günahları götürüyor.
Ne gibi?
Kemâ yuhlisu’l-kîru hubse’l-hadîdi. “Nasıl demirci demiri kızartıp da vurduğu vakitte nasıl pislikler gidiyor onun üzerinden de safı kalıyor.”
Demirin safı kalıyor, saf.
E bu neden oluyor?
Bu ateşteki kızarmanın arkasından oluyor. İşte bu hastalıklarda tıpkı bunun gibi bizim kirlerimizi, dertlerimizi, günahlarımızı götürüyor, hâlis olaraktan kalıyor.
Buhari'nin hadisi.
Yine şimdi bakınız yine;
İze’şteke’l-abdü’l-mü’minü.
Hastalık benden gitmiyor diye şikayet etme. Doktordan doktora koşar, hocadan hocaya koşar, geçmiyor ne yapalım.
İze’şteke’l-abdü’l-mü’minü. “Mü’min kul böyle şikayette hastalıktan, hasta.”
Ama bak, Cenab-ı Hakk’ın lütfuna bakın, ihsanına ikramına bakın.
Kâlellâhu li-kâtibeyhi. “İki tarafımızda melekler var, onlara diyor ki Cenâb-ı Hak.”
Üktübâ. Şimdi biz abdesti alamıyoruz hastayız. Teyemmüm ediyoruz olduğumuz yerde. Mesela hastalığımıza göre yattığımız yerde kılıyoruz namazı, oturduğumuz yerde kalıyoruz. Tesbih çekemiyoruz, fazla Kur'an okuyamıyoruz. Birçok şeylerden mahrumuz hastalığımız dolayısıyla, derdimiz ile uğraşıyoruz. O zaman Cenâb-ı Hak meleklere diyor ki, bizim hafaza meleklerimize;
Üktübâ li-abdî hâzâ. “Benim bu kulum için yazın.” Misle mâ kâne ya’melu fî sıhhatihi. “Sıhhatte iken bu neler kazanıyordu ne sevaplar kazanıyordu.”
O zaman şu kadar Kur'an okuyordu, bu kadar Allah diyordu, bu kadar hayrat hasenat yapıyordu. Şimdi bunlardan mahrum ama aynen yazın ona, hiç eksiksiz yazın.
Mâ kâne fî habsî. “Bu hastalık üzerinde bulunduğu müddetçe onun defterine bu sevapları aynen yazın.” Fe-in kabedullâhu. “Ecel geldi, vade geldi ruhunu teslim etti.” Kabdahu ilâ hayrin. “O Cenâb-ı Hakk’ın rahmetine kavuştu.”
O haliyle hastalıkla. Ve yeri cennet olur inşallah.
Ve in hüve âfâhu. “Allah afiyet verdi, iyi oldu, hastalıktan kaldı “Onun eti gitti, yağı gitti zayıfladı. Şimdi ona ben daha güzel et, daha güzel kan, daha güzel neler gittiyse onun etlerinden her şeylerinden daha iyisini, daha güzelini daha hayırlısını veririm.” Ve bi-demihi hayran min demihi. “Daha hayırlı, temiz kan, şimdi kan tertemiz gelir yerine artık.”
Yine buyuruyorlar ki;
İze’şteke’l-abdü’l-müslimü . Orada mü’min dedi bunda da müslim diyor.
İze’şteke’l-abdü’l-müslimü. “Müslim bir kul şikayette hasta.” Kalallahu teâlâ. “Allah celle ve alâ buyuruyor ki
Lillezîne yektübûne. “Bu yazı yazan meleklerimizi.” Üktübû lehû efdale mimmâ kâne ya’melü. “O hayatında iken, sıhhatli halindeyken yazdıklarınızın daha efdalini yazın.”
Bire on yazın, bira yüz yazın, bire bin yazın.
İzâ kâne tılkan hattâ utlikahû. “İyi oluncaya kadar.”
Siz devam edin bunun hakkında yazılar yazmaya, daha iyisini, daha güzelini defterine geçirin.
Hazreti Ömer radıyallahu anh'ın rivayetinde.
İze’ştehâ merîdu ehadüküm şey’en fe’l-yut’imhu.
“Hastamız hasta, canı da bir şey istiyor. Onun istediği şeyi ona verin.”
Onu ondan men etmeyin. Belki bu bizim doktorlarımızın şeysine muhalif olabilir ama bu onun arzusu, belki gidecek âhirete. Ondan müteessir olmasın müezzî olmasın. Ki bazen de böyle canının istedikleri şeyi yemekle düzelen hastaları duydum.
Mesela bir hasta yatırılmış. Uzun müddet doktorların tedavisinde hastanede. Fakat adamın canı soğan istiyor. Kandırmış bakıcıyı gitmiş soğan aldırmış. Başlamış tıkır tıkır soğanı yemeye. İştahı var içerde, köyde öyle alışmış. Derken iyi olmuş. Doktor sormuş;
“Ne yaptın sen bakayım? Ne iş yaptın?”
Hiçbir şey yapmadım.
Saklıyor.
“Doğru söyle bakayım!” filan derken demiş;
“Soğanı yedim. Soğan istedi canım.”
İyi olmuş. Böyle bazı umulmadık şeylerle de bazı insanın içerisinden geliyor o. Demek ki onun sıhhatine fayda verecek.
İzâ eşrea ehadükümü’r-rumha ile’r-raculi. Düşmanı yakaladı, yakaladı O sırada da dedi ki la ilahe illallah. O müslüman, “Bu korktu da dedi.” deme sakın ha.
Onu bırakır.
Madem ki artık la ilahe illallah dedi, İslâmiyetle müşerref oldu, ona artık haramdır.
Şimdi bir tane daha geldi bizim ölçümüz.
İzâ esâbe ehadeküm ğammü.
Gam, keder yani.
“Rahatsızlık var, gamı var, kederi var.” Ev kerbün. “Bu da onun eşi, sıkıntı var içinde.”
Her nedense, oluyor ya bu. Bazı insanların işleri rast gitmiyor filan, bir şeyler oluyor, ondan dolayı bir kader nasıl oluyor kendisinde.
“İşte böyle bir kedere uğradığınız vakitte.” Fe’l-yekûl. “De.”
Ne diyeceksin?
Allahu Allahu. “İki defa Allah Allah!” Rabbî. “Sen benim rabbimsin yâ Rab!” Lâ üşrikü bihî şey’en. “Ben sana hiçbir şeyle şirk etmem.”
Tekrar;
Allahu Allahu rabbî. “Allah Allah! Sen benim rabbimsin.” Lâ üşrikü bihî şey’en. “Ben sana hiçbir şeyle şirk etmem yâ Rabbi.”
Bunu ifade etmek suretiyle o gam, o kader senden gider. Gitmiyorsa içimizde bozukluk var demektir.
Allah muhafaza etsin.
Yahut Cenab-ı Hakk'ın bir hikmeti var. Onunla bize mükafatlar verecek. Çünkü dua muhhu’l-ibadeh diyorlar.
Şimdi ibadet kolaydır, alıştık elhamdülillah çocukluğumuzdan beri kılarız. Kolay bir şey. Allahu ekber, yatarız kalkarız. Kolay, abdest almak kolay, hepsi kolay. Fakat dua, o da ibadet.
Neden?
Şimdi dua ederken candan bağlanıyoruz, “Aman ya Rab!”
Namazdayken bunu yapamıyoruz, Allahu ekber diyoruz yatıp kalkıyoruz. Onu biliyoruz onu yapıyoruz. Ama duada, “Aman yârabbi! Sıkıntım var, şundan beni kurtar!” diyerekten tam mânası ile Allah'a bağlı. Bu işte Allah'a tam bağlılığı bir ibadetten sayılıyor. Ama emrolunan ibadet gibi değil de yani bu ibadetin sevabı veriliyor ona. Çünkü Gönül Allah'la oluyor. İbadetten maksat da gönlün Allah'la oluşu. Bu ıstıraplar, sıkıntılar, dertler de bizi oraya sürüklemek içindir. Allah, dönsün bana diyerekten bu sıkıntıları verir. Bu dönüş, “Aman yârabbi! Kurtar beni şu afattan, şu felaketten, şu dertten...” Başlar içerden yana yana Cenab-ı Hakk’a yalvarmaya.
Onun için eğer firavun bir hasta olsaydı diyorlar, ömründe bir kere hasta olsaydı “Ben Allah'ım. diyemezdi diyorlar. Allah'ım diye davası, hiç hastalık görmemiş, hiç hastalık görmemiş. Hiç hastalık görmediğinden şımardıkça şımarıyor, şımardıkça şımarıyor, en nihayet Allah'ım diye çıktı ortaya, gitti cehenneme, cehennemin dibine.
Yine bakınız onun bir ikincisi daha yine;
İzâ esâbe ehadeküm hemmün ev hüznün. Yukarıda gam ve keder dedi, burada hemmi hüzün diyor ki hep bir mânaya gelirler.
“Böyle bir kaygı kasavet olduğu vakit de.” Fe’l-yekul seb’a merrâtin. “Burada diyor ki yedi kere desin.”
Orada iki kere dedi, burada yedi kere.
Ne diyeceğiz
Allâhu Allâhu rabbî lâ üşrikü bihi şey’en.
Bu da Neseî’nin Abdülaziz’den rivayeti.
Bir üçüncüsü daha bu hususta;
İzâ esâbe ehadeküm musîbetü.n Burada daha açık söyledi.
İzâ esâbe ehadeküm musîbetün. “Bir musibet geldi başa.”
Gerek ölüm, gerek yangın, gerek envai çeşit musibetler var.
Allah muhafaza etsin.
O zaman dedi ki;
İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûne. Allâhümme indeke ahtesibü musîbetî. “Ben yâ Rabbi! Bu musibetten ecrimi isterim. Buna tahammül kolay bir şey değil.” Fe-ecirnî fîhâ. “Beni bundan selametle kurtar.” Fe-ebdilnî bihâ hayran minhâ. “Yandı, ev gitti, dükkan gitti. Daha hayırlısını verirsin yâ Rabbi!”
Ümidini kesme Allah'tan. Ümidini kesme, yanar şu olur bu olur. Ama daha iyisini bakarsın Cenâb-ı Hak lütfeder, ihsan eder.
Şurada iki tanecik daha kaldı. Bir tanesi;
İzâ esbeha’bnü âdeme. Sabahladık, kalktık sabaha. Uyuduk, sabaha kalktık.
“Sabaha kalktığımız vakitte.” Fe-inne’l-a’dâe küllehâ. “Bütün vücudumuzdaki azalar.”
Sayısını Allah bilir. 360 tane bir kere ek var. Ondan gayrısını Allah bilir ama;
“Bütün azalar diyorlar.” Tükeffiru’l-lisâne. “Lisana yapıyor, dile yapıyor. Bütün âzâ dile yapıyor; ‘Aman dil aman dil! Kendine gel, Allah'tan kork.”
İttekıllâhe fînâ. “Cehennemde yanmamıza sebep olma.”
Dilini tut, kendine hakim ol. Öyle gelişigüzel laflar konuşma, kimsenin aleyhinde konuşma, dedikodu yapma, kimsenin kusurlarını görme, kendi kusurunu gör diye yalvarıyorlar. Yalvarıyor hepsi.
Dile yalvarıyorlar ki, “Aman Allah'ın emrinden dışarıya çıkma!”
Fe-tekûlu. “Diyorlar yani.” İttekıllâhe fînâ. “Allah'tan bizim için kork, bizi de yakma ateşte. Sen yapacaksın, yapacaksın ama biz yanacağız, bütün vücut yanacak.”
Binâenaleyh Allah'tan kork da bizim hakkımızda dua edip de kendini tut.
Dil çok mühim bir şey. Lokman Hekim vaktiyle hizmetkarmış. Hizmetkar olduğu vakit de, köle diyorlar ya. Efendisi bir koyun kestirmiş,
“Bu koyunun demiş en iyi yerinden al da gel.” demiş.
O da tutmuş dilini tabağa koymuş götürmüş; “Dili, koyunun en iyi yeri burasıdır, buyurun.” demiş.
Bir koyun daha kesmişler, bu sefer, “Bunun en kötü tarafından al da gel.” demiş.
Yine dilini kesmiş götürmüş, “Bu da en kötü tarafı.” Demiş;
“İyisini istedim bunu getirdin, kötüsünü istedim bunu getirdin.”
“Bu iyi olursa her tarafı iyi.” demiş, “Bu kötü olursa da her tarafı kötü.”
İttekıllâhe fînâ, çok mühimdir. Bu da küçüklükte alışılacak bir şeydir ha! Sonradan böyle dilimi düzelteyim diye uğraşmak çok zordur. Bizim tecrübelerimiz de onu görüyoruz ki köyde yahut muhitinde nasıl yetişti ise, sövmekle yetişmiş, fena fena laflara alışmış. Onu bırakamıyor gidinceye kadar.
Ben, hangi senenin haccında olduğunu bilmiyorum ama, bir sene böyle köylü hacıların arasına düştüm. Mekke'den Medine'ye gideceğiz. Arabanın malum ya ön tarafı daha rahat, geri tarafları daha zor. “Sen öne oturacaksın ben öne oturacağım.” Bir kavgayla ne din kaldı, ne iman kaldı, ne bir şey kaldı. Arkadaşım dedi ki,
“Yahu hacılığı memlekete kadar götürmediniz bile!” dedi. Hacılık bitti, çoktan bitti. Nikah da bitti, hacılıkta bitti.
Allah muhafaza etsin.
Onun için kötü sözlere çocuklarımızı katiyyen alıştırmamak için babaların çok dikkatli olması lazım.
Fe-innemâ nahnü bi-ke. “Çünkü biz sana bağlıyız.”
Bütün azalar diyor ki, “Biz sana bağlıyız.”
Fe-ini’stekamte’stekamnâ. “Sen düzgün olursan biz de doğru oluruz, biz de düzgün oluruz.” Ve ini’vececte i’vececnâ. “Sen yamulursan yamuk olursan biz de bozuluruz, biz de kötü oluruz.”
Onun için aman sen dilini tut, yanlış iş yapma, kimsenin hatırını kırma, gönlünü kırma. “Büyük lokma ye, büyük söz söyleme.” Diyerekten.
Bazı hatalar insanlar için iyidir.
Sebebi?
İnsan bazen çok tesbih çeker, çok okur, çok bir şeyler bilir beğenir kendini. Bu kendini beğenip mağrur olması çok büyük günahtır. Hicabu’t-tevfikdir ki, değirmenin suyunun gelmesine mani olur, değirmen dönmez. Tevfike manidir, değirmene gelecek suları keser. Yani sana Cenâb-ı Hak’tan imdat gelmez perişan olursun.
Ne sebebiyle?
Kendini beğendiğinden dolayı.
Onun için dili tutmak çok güzel. Buna da küçüklükten alışıp, “Büyük lokma yut, büyük söz söyleme. Haddini bil.”
Haddini bilmek, bu da İslam'ın şartı.
İslam'ın şartı altıdır derler.
Nereden çıkardın birisini, beş derler?
Yok, demiş, haddini bilmek. Haddini bilmemek, o da fena bir şey.
Mesela Nasreddin Hoca'nın bir hikayesi vardır. Baş tarafa oturmuş. Tabi daha büyüğü gelince, “Hocaefendi müsaade et otursun!” demişler, derken derken kapı arkasına düşmüş.
Neden?
Haddini bilirsen yerine oturursun, haddini bilmezsen seni sürüklerler geriye.
Bu oturuşta ki bir kaide. Fakat buna benzer tüm kaideler de uyar yani.
Haddini bilmek, büyüklerin arasında mesela söze karışır adam. Canım senin söz söylemek burada hakkın değil. Senin hakkın dinlemek burada. Şimdi sen dinlemez de büyüklerin yanında, “Bu da böyleydi şu da şöyleydi.” dersen büyük bir hatadır.
Şimdi biz de bu hususta;
İzâ esbeha ehadüküm. “Yine sabahladık.”
Bu âdâb-ı İslâmiye, bunları hep bilmemiz lazım.
Allah kusurlarımızı affetsin.
Bu okuduğumuz sabah kitabında bu duaların daha büyüğü var ama bunları ezberlemek lazım. Ve gece yatarken defteri getirin kitabı getirin okuyayım demeyeceksin ya.
Şimdi bir nine geldi bize, maşallah barekallah. Neler ezberlemiş! Bir salât ü selamlar okudu bize. Ezberlemiş çok fazlasıyla. Hayran oldum kadına, belki altmışından fazla bir kadın.
Şimdi burada diyor ki;
“Sabahladığınız vakitte ne yapacaksınız?”
Hemen kalkar kalkmaz ekmeğin başına mı, işin başına mı?
Yok öyle iş!
Fe’l-yekul. “De ki kalkar kalkmaz.”
Allâhümme bi-ke esbahnâ. “Yâ Rab! Senin verdiğin kudret ve kuvvet sayesinde ben sabahladım, sen kaldırdın beni sabah.”
Sabaha böyle dahil oluruz.
Ve bi-ke emseynâ. “Yine senin verdiğin kudretle yaşar, akşama da erişiriz.” Ve bi-ke nahyâ. “Yine senin verdiğin kudret ve kuvvet sayesinde yaşarız, hayat buluruz.” Ve bi-ke nemûtü. “Yine senin emrine sana da teslim olur âhirete de göçeriz.” Ve ileyke’l-masîru. “Bütün beşerin de gideceği yer sanadır.”
Bunu de.
Ve izâ emsâ fe’l-yekul. “Akşam oldu akşam olduğu vakit de.” Allâhümme bi-ke emseynâ. “Yatıyoruz yatağa, ‘Yâ Rab! Akşam oldu yatıyorum ama bu yatış benim elimde değil, senin bana verdiğin bu uyku hakkı vermişsin. Onun sayesinde yatıyoruz.” Ve bi-ke asbahnâ. “Yine vereceğin bir kuvvetle sabaha dahil oluruz.” Ve bi-ke nahyâ ve bi-ke nemûtü ve ileyke’n-nüşûr diye bu duayı oku diyerekten Tirmizi hazretleri bunu rivayet etmiş.
Binâenaleyh yatarken bir duayı okuyup yatmak, kalkarken de yine böyle bir dua. Bunlar çok. Bu bir tanesini söyledi. Buna benzer dualar şu bizim yazdığımız kitapta da;
Elhamdülillahillezî ahyânâ ba’de mâ emâtenâ ve ileyhi’n-nüşûr diyerekten uzunca bir duadır ama sabah da akşam da okunması lazım. Bunları da bellemek lazım. Ama belirlememiz zor olur dersen işte Türkçe olarak hiç olmazsa, “Yâ Rab! Elhamdülillah beni müslüman olarak yarattın. Şimdi de uykum geldi yatacağım, vücudum dinlensin. Senin emrin üzerine yatıyorum, sen benim vücuduma kuvvet ver, kudret ver, güzel uykular ver, sabaha da güzelce dahil olayım.” diyerekten Cenâb-ı Hakk’a dilinin döndüğü kadar bir iltica yapar insan. Bu ilticalarla yatar.
Ama Peygamberimizin öğrettiği dualarla yapmakla bizim uydurma dualar bir olmaz elbet.
Şimdi bakınız yine bir tane;
İzâ esbeha iblîsü. “Sabahleyin iblis aleyhillanenin oyunu.” Be’ase cünûdehu “Bütün askerlerini toplar iblisü aleyhillane. Askerlerini toplar.” Fe-yekûlu. “Onlara tenbihat verir, askerlerine verdiği tembihat.”
Sakın buna itiraz etmeye kalkma!
Der ki;
Men edalle müslimen elbestühü’t-tâce. “Sizin hangi biriniz bugün bir müslümanı kandırır yoldan çıkarabilirse, ona ben taç giydireceğim.”
Şeytan tacını onun başına giydireceğim diyerekten bütün avanesine tebligat yapar. Bir müslümanı kandırın, onu yoldan çıkarın, size bu tacı giydireceğim.
Hepsi dağılırlar. Başımıza bela, Allah muhafaza etsin.
Fe-yecîûne fe-yekûlûne hâzâ lem ezel bihi hattâ talleka’mraetehu. “Gittim ben bunun karısı ile arasını bozdum boşattım karısını, yaptım işimi.”. “Bu iş değil der şeytan, bu hüner değil.NSen bir iş yapamamışsın, hadi defol oradan.” der.
Ve-yecîü hâzâ. “Bir grup daha gelir.” Fe-yekûlu lem ezel bihi’l-yevme hattâ akka vâlideyhi. “Anasıyla babasıyla aralarını açtırdım, küstürdüm, dövüştürdüm, şunu yaptım bunu yaptım.” “Hadi sende defol der, senin de yaptığın bir iş değil. Çünkü barışırlar tevbe ederler, istiğfar ederler, af dilerler olur biter.”
Sana da yakışmaz bu der.
“Öteden bir grup daha gelir derler ki.” Lem ezel bihi hattâ eşrake. “Biz bunları şirk ettirdik, müşrik yaptık, dinden çıkarttık.”
Eşrake, haşâ şerîk koşuyor Allah’a. Bir Allah'tan iki Allah'a gidiyor, üç Allah'a gidiyor, şunu yapıyor bunu yapıyor, İslâm’dan çıkıyor yani. Eşrake demek İslam'dan çıkıyor, şirk ediyor.
“Fitne devirlerinde öyle devirler olur ki insan sabahleyin müslümandır bakarsın ki akşama fitneler bunu aldatmış.
Neden?
Paralar var, zevk var, sefa var, filan derken bırakıveriyor itikadını, dönüveriyor. E bu dönüş işte şirk dolayısıyla.
“Ha o zaman diyor.” Ente ente. “Gel gel, aferin sana maşallah. Al bu taç sana layık!” diyor.
Neden?
E bir müslümanın yoldan çıkışına sebep oluşu çok acı bir şey.
Onun için müslüman Yunus gibi;
Ateşte yaksalar, kanımı savursalar, tozumu savursalar, ne yapsalar yapsalar ben yine derim la ilahe illallah. Ben yine derim la ilahe illallah.
Ateşte yaksalar, külümü savursalar ben yine derim la ilahe illallah.
Müslüman budur. Ateşte yanar, şu felaket gelir, bu felaket gelir, şu sıkıntı gelir bu sıkıntı gelir ama dininden dönmez.
Ölecekmiş!
Eh Allah'ın emri ölüm, ölür.
Allah cümlemizi affetsin. Tevfikat-ı samadaniyesine mazhar etsin. Sevdiği ve razı olduğu kulları arasına cümlemizi kabul etsin.
El-Fatiha.