Aziz ve sevgili gençler!
Allah cümlenizi sevdiği kullardan eylesin. Allah'ın rahmeti, bereketi, ihsanı, ikramâtı dünyada âhirette üzerinize olsun. İki cihanda aziz ve bahtiyar olun.
İslâm'ın en önemli sevap kaynaklarından birisi de Müslümanların birbirlerini Allah için sevmesi, birbirleriyle Allah için dost olması, samimi arkadaşlık, yârenlik, kardeşlik eylemesidir. Bu bakımdan, değil böyle toplantılar, hatta bir selâmın bile büyük sevabı vardır. Es-Selâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtühû dediği zaman Peygamber Efendimiz; selâsun, "otuz" buyurmuş. İnsan bir selamdan dolayı dahi otuz misli sevap kazanıyor.
Daha öteye, Müslümanlar birbirlerini ziyaret ettiği zaman; hakkat mehabbetî li'l-mütezâvirîne fiyye. "Benim için birbirlerini ziyaret edenlere benim sevmem, benim muhabbet etmem vacib olur, gerekli olur."
Müslüman Müslümanı ziyaret ettiği zaman Allah'ın sevdiği bir insan oluyor, Allah'ın sevgisine mazhar oluyor. Ziyaretin ötesinde tabii ticaret gelir, iş birliği gelir, müşterek teşebbüsler gelir, o daha da güzel bir şey. Çünkü Allah-u Teâlâ hazretleri; "İki kişi birbiriyle ticarî ilişki tesis etse, şirket kursa ben üçüncüsü olurum." buyuruyor. Üçüncü ortak, görünmez ortak Allah-u Teâlâ hazretleri.
Türkiyemiz'de yanlış bazı düşünce tarzları ve değerlendirmeler vardır. O değerlendirmelerden birisi de bu yirminci yüzyılın materyalist eğitiminde, "Ben gördüğüme inanırım." felsefesiyle her şeye kaba saba bir maddeci, materyalist bakışla bakan insanların felsefesinde esas olan fen ve teknik; rağbet ona olmuştur. Fen ve tekniğin birtakım başarıları insanların gözlerini kamaştırdığı için bütün ilimler fenden ve teknolojiden ibaret sanılmıştır. Hatta "müspet ilim" isimlendirmesi bile yanlıştır. Çünkü ilmin menfîsi olmaz. Müspet ilmin karşılığında desek desek "menfî ilim" diyebiliriz, bu doğru değildir. İlimlerin hepsi müspettir çünkü hepsi birer değerdir, hangi ilim olursa olsun.
O bakımdan, İslâmî hizmetlere girdiğimiz zamandan beri benim de dikkatimi sosyal ilimler ve bunun içinde çoğunuzun sahası olan iktisat, işletme gibi konular dikkatimi çekiyor.
Elbet biliyoruz ki hayatın gayesi Allah'ın rızasını kazanmaktır. Hepimiz Allah'ın kuluyuz, bizi yaratan O'dur. Bir hücreden koca bir âlem sayılabilecek kompleks bir vücut hâline getiren, geliştiren, besleyen, büyüten, nimetlerine mazhar eden O'dur. Ve hayatın amacı, gayesi Allah'a kulluk edip Allah'ın rızasını kazanmaktır, hayatı Allah'ın rızasına uygun sürmektir.
O halde, acaba hepimiz Kur'an ilimleri, hadis ilimleri mi öğrenmeliyiz? Elbette Kur'ân-ı Kerîm Allah'ın bize hitabı olduğuna göre, adeta ondan bize bir mektup olduğuna göre elbette Kur'ân-ı Kerîm'i bilmeliyiz. Allah'ın Resûlü Allah'ın bize gönderdiği elçi olduğuna göre elbette onun neler söylediğini öğrenmeliyiz. Bu bütün Müslümanların, çevresindeki olaylara ilgi duyan meraklı her insanın vazifesidir. Bunu öğreneceğiz!
Ama bizim dinimizin çok önemli, üzerine bastırarak vurguladığı konulardan birisi de şudur ki; Müslümanlar bütün konularla, bütün ilimlerle ilgilenecekler. Eğer Müslümanlar herhangi bir ilmi, herhangi bir alanı, sahayı, herhangi bir çalışma dalını ihmal ederlerse bütün Müslümanlar bu ihmalden dolayı mesuldür. Çünkü kimin ihmal ettiği belli değil. Herkes başka bir işe koşmuş, onu yapmamış. Netice itibariyle bütün İslâm toplumu o ilimle meşgul olmamaktan dolayı sorumludur. O bakımdan, Müslümanların bütün ilimleri aralarında iş bölümü yaparak öğrenmeleri ve o sahada mütehassıs yetiştirmeleri gerekiyor bu bir! Toplumun gelişmesi, yükselmesi için vazgeçilmez bir şart.
İkincisi, ilimlerin hiçbirisini küçümsememek gerekiyor. Çünkü dedelerimizin atasözüyle meseleyi açıklayalım. "Bir mıh çivi bir nal kurtarır. Bir nal bir at kurtarır. Bir at bir yiğit kurtarır. Bir yiğit bir vatan kurtarır." diye sıralamışlar. Küçük zararlar engellenmediği zaman büyüyüp büyük felaketlere yol açar, yamanmayacak büyük gedikler açılır. O bakımdan, ilmin hiçbirisini küçümsemeyeceğiz ve her dalda bilgi sahibi olacağız.
Fakat her şahıs fert olarak Kur'ân-ı Kerîm'i, hadîs-i şerîfi ve fıkh-ı İslâmîyi severek öğrenecek. Çünkü herkesin mesleği var, mesleğinden ayrı çalışmaları var. Devlet adamı bile olsa sabahları eşofmanını giyip koşabiliyor. Veyahut işlerinin arasında çeşitli sporlarla meşgul oluyor veyahut sanatla meşgul oluyor. Mesela Abdulhamid cennetmekân tahta işleri yapmayı severmiş ve çok nefis eserler ortaya koymuş. O halde bizim de hobimiz, uğraşımız, çalışma dalımız dinimizi öğrenmek olacak. Mutlaka sağlam ve sıhhatli bir dinî bilgi kazanmış olacağız.
Ondan sonra sahip olduğumuz öbür mesleğimizle, siz iktisatçısınız, ötekisi mühendis, berikisi doktor, diğeri ziraatçi, diğeri veteriner; herkes kendi mesleğinde "Allah'ın dinine ve Müslümanlara nasıl faydalı olurum?" diye düşünecek. Kur'ân-ı Kerîm'de Saff sûresinde Allah-u Teâlâ hazretleri buyuruyor ki;
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Yâ eyyühe'llezîne âmenû kûnû ensârallah. "Ey iman edenler! Allah'ın yardımcıları olun."
"Allah'ın yardımcıları, ensârı olun."
Ensâr, "yardımcılar" demek.
Allah celle celâlühû, kâdir-i mutlak olduğuna göre, Yaradanımız olduğuna göre, bize gücü kuvveti kendisi verdiğine göre, hatta başımızdan geçecek olayları planlayan, mukadderâtı takdir eyleyen kendisi olduğuna göre bizim kendisine yardım etmemiz mümkün değil, tasavvur bile edilemez. Ama burada Allah'tan Mü'min kullarına bir iltifat var. "Siz iyi Müslüman olursanız, Müslümanlara yardımcı olursanız, dinin yayılması için çalışırsanız bana yardım etmiş gibi olursunuz." Nitekim bu konuda bu mânayı açıklayan, mânanın böyle olması gerektiğini gösteren hadîs-i şerîfler vardır. Mesela kıyamet gününde Allah celle celâlühû bir kuluna buyuracakmış ki;
"Kulum, ben hastalandım, beni ziyaret etmedin."
Kul şaşırarak diyecekmiş ki;
"Yâ Rabbi! Sen âlemlerin Rabbisin, hastalanmazsın. Ne zaman hastalandın, ben nasıl ziyaret etmedim?"
"Dünyada sevgili kullarımdan filanca şahıs vardı ya hani, hastalanmıştı, sen onu ziyaret etmedin. Eğer onu ziyaret etseydin benim rızamı kazanmış olacaktın, beni ziyaret etmiş olacaktın."
Allah'a yardım etmek demek; Müslümanlara şefkat göstermek, Müslümanların imdadına koşmak, onlara yardımcı olmak; Allah'ın dininin yerleşmesi, korunması, gelişmesi ve yayılması için çalışmak demek.
Bizim asıl görevimiz -Müslümanlar olarak- bu olduğu için elimizdeki mesleklerimizi -mesela ben edebiyat fakültesinden mezunum, Arap-Fars filolojisinde okudum- İslâm'ın hizmetine nasıl kullanacağımızı düşünmeliyiz. Edebiyatçı kalemiyle hizmet edecek, mühendis meslekî bilgilerini İslâm'a uygulayacak, doktor Müslümanların tedavisiyle meşgul olacak, ziraatçi Müslümanların ziraî sahadaki ihtiyaçlarını karşılayacak vesaire... Siz de Müslümanların kalkınmasını planlayacaksınız.
O halde biz kendi dinimize hizmet etmeliyiz. Bu zaten Allah'ın bize yüklediği vazife. Allah'ın dinine yardımcı olmak, Allah'ın yoluna hizmet etmek, Allah yolunda yürüyen insanlara hizmet etmek.
Allah'ın tarafını tutacaksınız. Şeytanın tarafını tutmayacaksınız. Mü'minin tarafını tutacaksınız. Küfrün, kâfirin tarafını tutmayacaksınız. Hakkın tarafgiri, taraftarı olacaksınız; bâtılın taraftarı olmayacaksınız. Müslümanın, mazlumun yardımcısı olacaksınız; zalimin yardımcısı olmayacaksınız. Ve meslekî bilgilerinizi İslâm'ın hizmetine uygulamayı mutlaka düşüneceksiniz.
Türkiye'nin sosyal yapıyı çarpıtan ve gelişmemizi engelleyen önemli kusurlarından birisi ilim ile amel, bilgi ile uygulama, üniversite ile piyasa arasındaki kopukluktur.
Avrupa'da böyle değildir. Bilimsel bir gelişme derhal uygulamaya konulur. Üniversite piyasadaki bir problemi derhal incelemeye alır ve çözer. Üniversitede bir icat olmuşsa, bu icat mutlaka piyasada tatbik edilir, yeni bir şey piyasaya sürülür.
Bizde bu yok. Bilgi, kafada nazarî olarak kalıyor, uygulamaya intikal etmiyor.
Bakın, ben şahsen kendi mesleğimin edebiyat olduğunu söyledim, kendi mesleğimde bu düşüncemle nasıl hareket ettiğimi de size söyleyeyim. Siz kendiniz nasıl hareket etmeniz gerektiğini oradan çıkartın. Saham edebiyat olduğu için İlâhiyat fakültesinde Türk İslâm Edebiyatı kürsüsü başkanı oldum. Edebiyat, umumiyetle kendi aramızdaki konuşmalarda hafif bir meslek olarak görülür, önemsenmez. Doğru değil. Bunun doğru olmadığını ben kendim meslekî hayatımda gördüm. Dedim ki;
"Ben şimdi bir edebiyat doktorası yapacağım. Doçentlik çalışması yapacağım. Akademik kademelerde yükseleceğim.
Hangi konuyu seçeyim?
Düşündüm taşındım, kendim tez konusu olarak öyle bir konu aldım ki bugünün meselesiyle, bugünün toplumuyla ilgili; Alevîlerle ilgili bir mesele. Ben Hacı Bektâş-ı Velî'nin Makâlât isimli eserini aldım. On üçüncü, on dördüncü yüzyılda yazılmış veya tercüme edilmiş. Tarihten bir konu.
Hacı Bektâş-ı Velî'nin kitabında içkinin haram olduğunu gösteren satırlar var.
Ben bu konuyu özellikle aldım ki hatalarını anlasınlar, doğru yola gelsinler, namaz kılmaya başlasınlar, Allah'ın emrini tutmaya başlasınlar, Kur'an'ın çizgisine gelsinler.
Hakikaten umduğum, temennî ettiğim gelişme oldu. Tezim gazetelerde makale konusu oldu, yazıldı, çizildi. Alimler, muharrirler, yazarlar, konuşmacılar, konferansçılar koltukları altında tezimi alıp götürdüler, okudular, söylediler. Ve hakikaten bazı kimselerin namaza başlamasına, doğru yola gelmesine, hatalı şeyleri bırakmasına sebep oldu. Hatta bir vali geldi, Hacı Bektâş-ı Velî'nin soyundanmış.
"Hocam size teşekkür ederiz. Ben bizimkilere söyledim. 'Arkadaşlar biz yanlış yoldaymışız, bak bizim pîrimiz meğer içki içmiyormuş, meğer namaz kılıyormuş. Gelin, durumumuzu düzeltelim.' dedim. Biz durumumuzu düzelttik." dedi.
Demek ki palavra sayılan, boş sayılan, eğlence sayılan edebiyat dahi bir problemin çözümünde faydalı olabilir, iyi kullanılabilirse... Ama iyi kullanılmazsa bir şairin 40-45 yaşında karaciğerini rakı içerek parçalayıp, siroz olup ölüp gidebilir; hayatını da mahveder, yaptığı çalışmalar hiçbir işe de yaramaz.
Demek ki önümüzde iki yol var: Ya mesleğimizi İslâm'ın emrine vereceğiz, Allah'ın rızası için kullanacağız. Doğru olan budur. Akla ve mantığa uygun olan budur. Bizim sizden beklediğimiz budur. Sizin kazancınız olacak olan yol budur. Ya da çıkmaz bir yola gireceksiniz, şahsî birtakım çalışmalar yapacaksınız, İslâm'la ilgilenmeyeceksiniz, sonu pişmanlıklarla dolu bir yola sapmış olacaksınız. Onun için, bu noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Mesleğinizi iyi düşünün, mesleğinizi hayata iyi uygulayın, mesleğinizi hayata uygulamada İslâm'a hizmet etme esasına uygun bir çalışma yapın.
Sizin de çok ciddi görevlerle görevli olduğunuzu düşünün.
Onun için, kendinizi hor görmeyin. Evet, tevâzu insanın kendisini aşağı görmesidir. Ama göreviniz dolayısıyla mühim bir görevdesiniz. Sizi bu hâlinizle getirseler bir yere genel müdür yapsalar, uçaraktan makama konsanız veya falanca yere bakan yapsalar ne yaparsınız? Şafak atar, ne yapacağınızı şaşırırsınız; çünkü hiç hazırlığınız yok, hiç ona göre hazırlanmamışınızdır.
22 yaşında böyle mühim işleri yapacak tarzda yetiştirilmiyoruz, senelerimiz çok boşa gidiyor. Halbuki eski insanlar 9 yaşında, 10 yaşında fetva vermeye başlamışlar. Öyle yetişmişler ki 4,5 yaşındayken meselenin içine girmişler, ilim öğrenmişler, alim olmuşlar. Kendisine mesele sorulduğu zaman "Dînen bunun cevabı budur." diye cevap verecek yaşa gelmişler. Küçük yaşta büyük işler yapacak insan olmuşlar. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin çocuklarının hayatını okuyorum. Şeyh Muhammed-i Mâsum hazretlerinin hayatını okudum. Olgunlaşma, ilim öğrenme ve ilerleme çok küçük yaşta başlıyor. Onun için, seneler çok kıymetlidir.
Şimdiye kadar 22 sene harcamışsınız, bundan sonra dakikaların bile kıymetini bilin ve iyi hazırlanın. Ve savaşacakmış gibi hazırlanın. Çünkü bu işleri yapacak insanlar Merih'ten gelecek değil, sizlersiniz. Ya yaparsınız ya da ağzınıza yüzünüze bulaştırırsınız.
Yani bu âletin komuta odasının dışındayız. Her şeyi dışarıdan seyrediyoruz. "Aman araba gidecek bir yere çarpacak, eyvah!" Ama direksiyon elimizde değil, gidiyor 'pat' diye çarpıyor. "Aman ezecek, ezmesin!" Eziyor. Yani neyi istemesen onu yapıyor, neyi istersen onu yapmıyor.
Neden?
Komuta odasının dışında olduğumuz için, sigara içtiğiniz için, vaktinizi boş geçirdiğiniz için, dersi çalışmadığınız için, meselelerin içine girmediğiniz için, ömrü, yaşları, günleri, saatleri boş geçirdiğiniz için... Bunu bir dert olarak, yaşınız tam müsait olduğu için…
Sizden ümitliyiz. Beraberce düşünün, istişareden çok güzel sonuçlar çıkar. İş birliği yapın, birlikten kuvvet doğar. Meseleleri geniş düşünün ve derinlemesine araştırın, her yönüyle araştırın. Yabancı dili güzel öğrenin. Yabancı neşriyâtı takip edin. Kendinizden küçüklere; üniversitedeyseniz lisedekilere, ortaokuldakilere, akrabanıza, sevdiğinize, mahalledeki çocuklara kendi hatalarınıza düşmemeleri için yol gösterin. "Biz ömrü boşa geçirmişiz, şöyle yapın." deyin. Ve gece gündüz durmayın, çalışın!
Biz de sizlerden böyle deha bekliyoruz. Böyle dâhiyâne işler bekliyoruz.
Allah-u Teâlâ hazretleri tevfîkini refîk eylesin. Hayırlara muvaffak eylesin. Ömrünüzü hayırlı verimli şekilde geçirmenizi nasip eylesin. Ve çalışmalarınızın müspet sonuçlarını almanızı, hayırlı sonuçlara ulaştığınızı görmenizi nasip eylesin. Mutlu ve bahtiyar olmanızı nasip eylesin. Cennetiyle cemâliyle müşerref eylesin.
Es-selâmu aleyküm ve rahmetullâh.