Merhaba değerli dinleyenler!
Programımızda Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimizin fizyonomisi, beden yapısı, karakteri, yaşayışı ve giyiniş tarzı, hususi hayatı, beşerî yönü, yaşama tarzı ve şahsî hayatı ile ilgili vasıflarını sizlere anlatmaya çalışıyoruz.
Peygamber (s.a.v) Efendimizin, her zaman takmadığı, ancak resmi evrakları mühürlemekte kullandığı bir yüzük-mührü bulunmaktaydı. Bu mühür gümüşten yapılmış, yüzüğün kaşı, Habeş taşı da denilen akik ile süslenmiş. Ayrıca her kelimesi ayrı bir satırda olacak ve aşağıdan yukarı okunacak şekilde “Muhammed-Resul-Allah” yazılı idi. Davet mektupları mühürsüz gittiği zaman dikkate alınmadığı öğrenilince bu mühür yapılmış, sonraki davet mektuplarını mühürleyerek gönderilmişti. Peygamber (s.a.v) Efendimiz, yüzük taktığını görüp yüzük takmaya başlayan erkeklere, yüzüğü zinet maksadı ile takmamalarını söylerken mümin erkeklerin gümüş yüzük kullanılmasına müsaade etmişti. Resul-ü Ekrem (s.a.v) ‘in yaptırmış olduğu yüzüğü, O’nun vefatından sonra gelen üç halife tarafından resmi evrakları mühürlemekte kullanmışlarsa da Hz. Osman, hilafetinin altıncı yılında yüzük Eris kuyusuna düşmüş ve tüm çabalara rağmen bulunamamıştı.
Resulullah (s.a.v) Efendimiz vefat ederken üzerinde yamalı bir rida ve kalın iplikten kabaca dokunmuş bir izar bulunmaktaydı. Bunları giydiğinde eteklerinin yerde sürünmemesine, boyunun baldırdan biraz aşağı, topuktan biraz yukarıya kadar olmasına dikkat eder, ashabının da buna dikkat etmesini isterdi.
“Fahri Kâinat (s.a.v) Efendimizin emsalsiz bir yürüyüş tarzı vardı. O bu şekilde rahatça yürüyüp giderken ashabı kiram ona ayak uydurmakta zorlanırdı. Yürürken ayaklarını kuvvetlice kaldırır, ancak yere yumuşak bir şekilde basardı, adımlarını genişçe atar, sanki meyilli bir yerden iniyormuş gibi yürürdü.”
Peygamber (s.a.v) Efendimiz her hareketinde çok mütevazi idi. Bazen kalçasının üstüne oturur, dizlerini büker, uyluklarını karnına yapıştırır, ellerini de dizlerinin üzerine bağlardı. Çoğu zamanda bağdaş kurarak otururdu.
Kalabalık bir toplulukta yemek yendiği zaman, diz çöküp otururdu. Bu sırada sağ ayağının üstünü, sol ayağının içine koyar, bazen sağ ayağını dikip sol ayağının üzerine oturur, yemeği yere serilen meşin bir sofrada yerlerdi.
Aişe (r. anha) şöyle buyurmaktadır: “Muhammed (s.a.v)’in ailesi, onun Allah (c.c)’a kavuştuğu ana kadar, iki gün arka arkaya arpa ekmeğiyle karınlarını doyurmadı.” Şayet bir günde iki öğün yemek yemişlerse, bu öğünlerden birinde sadece kuru hurma yemişlerdir. Sofralarında arpa ekmeği bile arttırılmazdı. Zira çoğu zaman değil buğday ekmeği yemek, arpa ekmeğiyle bile karınlarını doyuramazlardı. İslam’ın ilk devirleri yoksulluk içinde geçen yıllardı. Hz. Aişe validemiz o sıkıntılı yılları Peygamber (s.a.v) Efendimiz ile birlikte yaşamıştı. O’nun karnını doyurmak için kuru hurmayı bile bulamadığı zamanlar olduğu, ekmeğine “o ne güzel bir katıktır” diyerek sirkeyi ekmeğine katık ve ikram ettiğini gören sahabeyi kiramlar bulunduğunu, ancak sofrasına getirilen toy kuşu gibi av eti ve tavuk eti ve benzeri etlerden yediğini de biliyoruz. Ayrıca zeytinyağının mübarek bir ağacın meyvelerinden üretildiği, bu sebeple onunda bereketli olduğunu haber vermiş ve bu mübarek gıdayı ekmeğe katık etmeyi ve sağlığa faydalı olduğundan onunla vücudu yağlamayı tavsiye buyurmuştur.
Enes İbni Malik (r. a) şöyle demişti. “Resulü Ekrem (s.a.v) kabak yemeğini pek severdi. Bir gün ona içinde kabak da bulunan bir yemek ikram edilmiş veya bir yemeğe davet edilmişti. O’nun kabağı sevdiğini bildiğim için tabaktaki kabakları seçip onun önüne koydum.” Başka bir rivayetinde de “Bir terzi Resulullah (s.a.v) Aleyhisselam’ı yemeğe davet etmiş, bu yemeğe ben de gitmiştim. Terzi sofraya arpa ekmeği ile kabak ve kurutulmuş etten yapılmış bir çorba koydu.”
Peygamber (s.a.v) Efendimiz tatlıyı ve balı da severdi. O’nun hiçbir şeye aşırı düşkünlüğü yoktu. Sofraya ne konmuşsa onu zevkle yerdi.
Bir sonraki programımızda buluşmak dileğiyle hoşça kalınız.