Eûzubillahimineşşeytânirracîm
Bismillâhirrahmânirrahîm
Elhamdülillâhi rabbi’l-âlemîn hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh. Alâ külli hâlin ve fî külli hîn. Hamden kemâ yenbeğı li-celâli vechihîl ve-li azami sultânih. Ve’s-salâtu ve’s-selâmu alâ seyyidi’l-evvelîne ve’l-âhirîn ve tâci ruûsünâ ve tabîbi kulûbünâ Muhammedini'l Mustafa ve alâ âlihî ve sahbihi ve men tebiahû bi-ihsânin ilâ yevmi'l cezâ.
Emmâ bâd.
Fe'lemû eyyühe’l-ihvân fe-inne efdale’l-hadîsi kitâbullâh ve efdale’l-hedyi hedyü seyyidina Muhammedin sallallahu aleyhi ve sellem ve sellem ve şerre’l-umûri muhtesâtuhâ ve külle muhdesetin bid’atün ve külle bid’atin dalâletün ve külle dalâletin ve sâhibihâ fi'n-nâr. Ve bi’s-senedi’l-muttasıli ile’n-nebiyyi sallallahu aleyhi ve selleme ennehû kâl.
İnne ahsene'l-husni le-huluku'l-hasen.
Sadaka Resûlullah fî mâ kâl ev kemâ kâl.
Aziz ve sevgili, değerli kardeşlerim;
Allahu Teâlâ hazretlerine sonsuz hamd ü senâlar olsun. Bizi yoktan var etti, varlığından haberdar etti, çeşitli nimetlerine mazhar etti. Nimetlerini üzerimizde dâim eylesin, üzerimizde olan nimetlerini kusur işleme durumuna düşürüp de ceza olarak üzerimizden almasın. Bizi yolunda dâim, ibadetine müdavim eylesin. Sonunda huzuruna sevdiği, razı olduğu kul olarak varmamızı, cennetiyle cemâliyle müşerref olmamızı nasip eylesin.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz ne buyurmuş?
İnne ahsene'l husni le-huluku'l-hasen.
Râvisi de Hasen, içinde geçen kelimeler de hasen!
Mühim bir hadîs-i şerîftir. Camilerde levha olarak da yazılmıştır, meşhurdur, herkes bilir.
"Güzelliğin en güzeli, güzel huydur!"
İçinde üç tane "güzel" sözü geçiyor. Râvisi de Hasen, o da "güzel" demek. Üç tane 'hasen sözü, 'hüsn' sözü geçiyor, Ravisi de Hasen. Rivayetiyle metni arasında böyle ilginç bir irtibatı var.
Hüsn; Arapça'da -mastar derler- "güzel oluş, güzel olmak" demek. Biz "güzellik" diyoruz. Türkçe'de -lik takısıyla da -mek, -mak takısıyla da masdar mânası çıkar.
Yürü-mek, güzel ol-mak… Masdar diyoruz. Ama "güzel" kelimesinin sonuna -lik eklersek "güzellik" [olur], o da sıfata masdariyet mânası verir. Güzellik, güzel oluş!
Güzel oluşun, güzelliğin en güzeli nedir?
Güzel olmanın çeşitleri vardır, güzellik bir tane değildir: Şu çiçek güzel, şu cami güzel, şu elbise güzel... Güzelliğin çeşitleri var.
Güzelliğin en güzeli nedir?
İnsanın süslenmek için üstüne aldığı, benimseyip onunla süslendiği her şey… Güzel şeyler sayılamayacak kadar çok!
Bunların en güzeli hangisi?
Le-huluku'l-hasen. "Güzel huydur!"
Allah Allah! Bugünün insanı zahirini süslemeye çalışıyor.
Zahir ne demek?
Görünen kısmı. Elbise temiz olsun. Ben de öyle yapıyorum siz de öyle yapıyorsunuz. Berbere gidiyoruz, tıraş oluyoruz. "Aman saçım sakalım uzadı." Tırnaklarımızı kesiyoruz, sünnet. Onu da dinimiz emrediyor. Dışımızı süslemeye çalışıyoruz, güzel elbise almaya, güzel giymeye, ayakkabımızın güzel olmasına, çamursuz, lekesiz olmasına gayret ediyoruz; bu zahir, görünen kısmı!
Peki, insanın veya herhangi bir şeyin dışı güzel olsa içi fena olsa olur mu?
Olmaz!
Mesela zehiri paketleseler, çok güzel renkli bir ambalaj içinde sunsalar güzel mi?
Değil!
Çünkü içi zehir, içi fena; dışı önemli değil!
Bir insanın giyimi güzel olsa da hırsız olsa, katil olsa, zalim olsa dış giyiminin önemi var mı?
Yok!
Neden?
Dışı güzel ama içi fena! İçinin güzelliği daha önemli, çünkü insanı insan yapan dış görünümü değildir.
Dış görünüm alınabilir; çarşıdan, pazardan, dükkândan satın alınabilir. Ama iç temizliği, gönlün güzelliği, aklın güzelliği bir uzun iştir. Kolay değildir, eğitim işidir. İyi hocaların elinde iyi bir eğitim gören insan, hem bilgili olur hem terbiyeli olur.
Bilgi başka terbiye başka! Bazen bir insan bilgili olur da terbiyesiz olur, küstah olur. Bilgi terbiyeli olmak değildir! Yalan söylemenin kötü olduğunu bilmek bilgidir ama uygulamak, yalan söylememek terbiyedir, bir eğitimdir.
Terbiye ilmi süsler, güzelleştirir. Alim aynı zamanda terbiyeli olursa; insan hem bilgili hem terbiyeli olursa güzel olur. Sadece bilgili olursa bilgisini kötüye kullanır. O zaman fena! İçi kötü olursa karşısındakini aldatır.
Dışı güzel, dış güzelliğini karşısındakini aldatmakta kullanıyor; içi fena, niyeti fena, kafası fena. Kafasında bin tane tilki dolaşıyor da birisinin kuyruğu ötekisine değmiyor!
"Vay, ne kadar kötü bir insanmış! Kalbinde bin bir türlü fitne fesat var. Vay, ne kadar fena insan…"
İç temizliği, kalp temizliği önemli!
Herkes bunu biliyor da herkes diyor ki; "Benim kalbim temiz. Sen benim kalbime bak, kalbim temiz…"
Hiç dışla için bir ilişkisi yok mu?
Var! İnsanın içi temiz olursa sözü de, özü de, hareketleri de güzel olur. Güzel işler yapar, güzel işler yapışından anlarız. Zaten biz bir insanın içinin temizliğini anlayamayız, hareketlerinden anlarız.
Bu adam ne yapıyor, rüşvet alıyor mu, komşuluğu nasıl, ticareti nasıl, sözüne sadıklığı nasıl?.. Biraz yanına gideriz, kötü huylarını görürsek; "O adamda iş yok!" deriz ayrılırız.
"Boylu poslu, giyimi güzel, zengin, parası pulu var."
"Olsun, adam iyi değil, içi fena!" deriz.
Onun için; "Benim içim temiz." demek ispat ister.
"Benim içim temiz…"
Peki, ispat et! Ben senin içinin temizliğini nereden anlayacağım, nereden bileceğim?
"Ben senden daha temiz niyetliyim…"
Göster. Senin davranışın hiç de öyle değil, yalan söylüyorsun. Aldatıyorsun, kandırıyorsun, başkalarını sömürerek para kazanıyorsun; bunlar iyi şeyler değil. Komşun senden yaka silkiyor, bütün insanlar illallah diyor, "Ölse de kurtulsak, gitse de kurtulsak" diyor, gidince de "Oh ya gitti de rahatladık!" diyor. Demek ki sen iyi değilsin!
Davranışlarından anlaşılır.
İnsanın içinin güzel olması lazım. İç güzelliğinin en güzeli, insanın içini en güzel yapacak şey; güzel huydur. İnsanın huyu güzel oldu mu o en güzel, en yüksek derecedeki güzelliğe sahip demektir.
O hâlde insanın güzel huylara sahip kılınması lazım.
Kıskançlık kötü huydur, kin tutmak kötü huydur, zulüm kötü huydur. Merhametsizlik, cimrilik, kibirlilik kötü huydur. Herkese tepeden bakmak, ağzı bozukluk, niyetinin kötülüğü, sağa sola yamuk bakmak, kötü niyetle bakmak kötü huydur… Bu kötü huyların hepsini öğrenmek lazım.
Kötüyü niye öğreneceğim?
Yapmamak için! Kötü huyları, yapmamak için öğreneceğiz!
Çocukların da bilmesi lazım.
"Evladım yalan söylemek kötü, bunu yapma! Evladım inatçılık kötü, yapma! Sana anlatıyorum, inat etme! Evladım, sende üç tane var, bu da ağlıyor; bir tanesini kardeşine ver. 'Hepsi benim.' demek kötü, karşısındakini de düşünmesi lazım. Bencillik iyi değil" diye küçükten başlar. İlk önce annesi öğretir. İlk öğretmeni ailede, annesidir. Aile terbiyesi almış bir insan dışarıdan da terbiye alınca çok daha güzel olur.
Aile terbiyesi almamış olan insan, anne sevgisi görmemiş, anne sıcağının yumuşaklığını tatmamış, anne şefkatiyle beslenmemiş, sevgiyi, sevginin uygulamasını görmemiş insanlar büyüyünce zalim olurlar. Görmedi ki!.. Hayata girişi, girişinden o vakte gelişine kadar sevgi nedir bilmiyor ki! Bu insan kötü olur, kötü işler yapar, mafya çetesi kurar, başkalarını aldatır, gözyaşı döktürtür, "Çeksin, ben ne kadar çektim…" der.
Öyle kaynanalar oluyor ki gelinine zulmediyor!
"Niye yapıyorsun?" diyorsun:
"Ben çok çektim, o da çeksin! Ben kaynanamdan çok çektim, o da benden çeksin!"
Sen kaynananı sevmiyorsun, sen bu geline öyle yapma!
Yapıyor!
Bazen de gelin kaynanaya zulmediyor:
"Ben, oğluyla evlendim, bana ne kaynanadan, bizim evden gitsin." diyor, kaynanayı istemiyor.
Bu kadıncağız ne yapacak?
Geldiği zaman somurtuyor. Fırsat buldu mu iğneliyor: "Mutfağa gir şunları yıka!" diyor.
Bu senin kaynanan!
Huy kötü oldu mu; gelinde de kötü, kaynanada da kötü, kaynatada da kötü damatta da kötü, arkadaşta da kötü komşuda da kötü…
Kötü huy toplumu mahveder!
Zaten huy dediğimiz şey toplum ilişkilerinde çok önemli olan bir şeydir. Toplumların insanları, fertleri güzel huylu olursa toplum muhabbetli olur, toplum kale gibi sapasağlam olur.
İmam Gazzâlî İhyâu ulûm'da yazıyor:"Bir adama birisi bir baş -kelle- hediye etmiş…"
Herkes baş etinin, kelle etinin kahrını çekmez, yapmaz ama bazısı da sever. "Falanca dükkân tandır başı satıyor, gidelim tandır başı yiyelim." Tandır denilen şeye sokulmuş pişirilmiş baş etini yiyelim. Ondan yapılmış çorbayı yiyelim, işkembe çorbası vs. Bu çeşit yemek yapan dükkânlar oluyor.
"Aman hocam şu çok meşhur, gel sana ısmarlayayım bir tane. Bu sabah gel, namazdan sonra sıcak sıcak yiyelim…" filan, böyle şeyler görüyoruz. Yapması kolay değil ama kıtlıkta yoklukta epeyce de karın doyuracak bir malzeme oluyor.
Fukaranın birisine kelle gelmiş. Kocaman bir sığır kellesi... Çorba yapılır, ekmek doğranır; çoluk çocuk, fukaracıklar doyar. Ama kelleyi almış, demiş ki;
"Falanca kardeşim kaç gündür aç, ben sabredeyim…"
Kelleyi ona göndermiş. Kendisine hediye geldi; o da almış, birisine hediye etmiş. O da üç gündür aç ama kelleyi alınca demiş ki;
"Falanca kardeşim var, açlıktan kıvranıyor, onun benden daha kalabalık ailesi var..."
Ona acımış, ötekisine göndermiş. Etti üç; birincisi, ikincisi, üçüncüsü... Altı kapı dolaşmış, altıncı adam da kelleyi alınca;
"Falanca komşum kaç gündür açlıktan kıvranıyor, evlerinde bir lokma yemek yenmedi, şuna göndereyim…" demiş, ilkine göndermiş.
Kellenin ilkinden çıktığını bilmiyor, altıncısı kendisine verdi. Kendisi ondan geldiğini bilmiyor, o da o kardeşine vermiş.
Bu nedir?
Toplumun çok güzel huylu olduğunu gösteriyor; merhamet var, insanlar arasında sevgi var.
Fatih Sultan Mehmed, İstanbul'u fethetmeden önce hazırlık yaptı. Boğazın Anadolu yakasını fethetti. Yıldırım Bayezid oraya kale yaptırdı, Anadolu Hisarı'nı yaptırdı. Fatih Sultan Mehmed bu yakaya geçti, üç ayda Rumeli Hisarı'nı yaptırdı. Üç paşaya birer kuleyi verdi, "Bu bitecek!" dedi, üç ayda koskoca muhteşem Rumeli Hisarı'nı yaptırdı. Büyük insanların işleri de büyük olur, çabuk olur. Fatih Sultan Mehmed çağ açan insan!
Üç insana dağıttı. Zorluklar, insanlara dağıtılınca kolay yapılır. Bir insana verseydi yapamazdı, dokuz ayda biterdi. Üç paşaya verdi, üç paşaya verince paşalar arası hayırda yarışma ve rekabet de olur. Rekabet olunca da işler iyi gider. Rekabet üretimde önemli bir unsurdur; geliştirir, üretimin hızlı olmasını, çok olmasını sağlar.
Üç ayda orayı yaptı. Rumeli Hisarı, Anadolu Hisarı; boğazdan düşman gelemez, kilitledi. Bizim Çanakkale'mizde Fatih Sultan Mehmed bir kale daha yaptırdı -onu belki bilmezsiniz, ben Çanakkaleli olduğum için biliyorum- karşı tarafta da Kilitbahir denilen bir kale daha var, oradan da düşman geçemez. Buralardan düşman geçemesin diye iki boğazı sıktı. Edirne'de toplar döktürdü.
Büyük insan zafere nasıl hazırlanıyor?
Bir de şu halkı bir tanıyayım diye çarşıya çıktı. Tebdîl-i kıyafet, süklüm püklüm kıyafetle, belki yüzünü gözünü değiştirecek bir şeyler yaptı, bilmiyoruz, gitti. Sabahleyin bir dükkâna girdi:
"Selamun aleyküm Şuradan bana yarım okka yağ ver." dedi. Adamın hâline bakıyor, dükkâna bakıyor, yağa bakıyor, teraziye bakıyor, teftiş ediyor.
Kontrol değil. Hiç "kontrol" der miyim. Kontrol dersem bana ceza yazarlar!
Neden?
Türkçe kelime kullanacağız, yabancı kelime yok! Teftiş ediyor, müfettiş teftiş ediyor. Kontrolör değil, müfettiş!
Teftiş etti, göz ucuyla inceledi, takip etti; her şey güzel, esnaf harika! Gayet güzel tarttı! Bakalım tartıyı eksik mi yapacak [diye] baktı, güzel. Yağa baktı; katıksız, tertemiz…
Ben Ankara'dayken kahvaltılık bir topak yağ tarttırdım, aldım eve geldim; içinden patates çıktı! Hilekâr... Demek ki terbiye olmamış.
Ama onun yağı halis, güzel... Tartısı güzel... Çok memnun kaldı; dükkân temiz, adam tatlı dilli, ağzı dualı… Memnun oldu.
"Bir okka da peynir ver." dedi, adam durakladı.
"Niye duraklıyorsun?"
Karşısındakinin padişah olduğunu bilmiyor, "beyefendi" demek istiyor.
"Ağam, ben şimdi sana yarım okka yağ sattım, siftah yaptım. Karşı komşum daha siftah yapmadı, zahmet olacak ama acaba rica etsem peyniri de oradan alır mısın? O da siftah etsin, yazık komşum daha siftah etmedi…" dedi.
Padişahın ağzı açık kaldı:
"Olur" dedi.
Aferin, düşman değil! Komşu, komşu haklarına riayet ediyor. Beğendi, kalktı oraya gitti: "Selamun aleyküm" dedi, o da güzel karşıladı.
es-Selâmu aleyküm ne demek?
"Allah'ın selamı, selametliği üzerine olsun. Darüsselâm olan cennet senin olsun. Allah seni hem bu dünyada her türlü elemden, kederden, hastalıktan, üzüntüden uzak eylesin hem de âhirette cehenneme düşürmesin, azaba uğratmasın, seni cennetine soksun!" diyor.
Amma geniş kapsamı var, ne kadar geniş, güzel şeyler istemiş.
Kapalıçarşı'dan [daha] kıymetli bir söz! Mücevheratçı dükkânından kıymetli oldu. Hem bu dünyayı, hem âhireti gül gülistan etti. Çok güzel! O fark var, yoksa taassup değil!
"es-Selâmu aleyküm" gönül aleminden karşı tarafa ne güzel şeyler temenni ettiğini gösteriyor.
"Selam, sana selam olsun, dünyada âhirette selamette ol, esen ol; dert gelmesin, keder, hastalık, bela, fitne gelmesin. Uzun ömürle yaşa, âhirete de gittiğin zaman cehenneme düşme, cennetlik ol" diyor.
Taassup değil! Selam kelimesinin kapsamının genişliği başkasında yok!
Allah kelimesinin İngilizcesi var mı?
Yok!
İngilizce'de de Allah. Almanca'da da Allah. Rusça'da da Allah. Hintçe'de de Allah!..
Neden?
God kelimesi var. God; tanrı demek. Puta da tanrı derler!
"Tanrı" kelimesi "Allah" kelimesi demek değil ki! Ötekisi kâinatın Rabbi olan Allah, varlığın adı!
Fark var. O, onun karşılığı olamaz. Bu el bu elin karşılığı olur, birbirine denk ama zerre kürenin karşılığı olmaz, arada çok fark var.
Biz bunları bilerek söylüyoruz, taassuptan filan söylemiyoruz. Türkçe'ye özen gösteriyoruz ama selam verirken sevdiğimiz insana es-Selâmu aleyküm diyoruz.
Neden?
Cennetlik olmasını istiyoruz da ondan. Bunu tersten tutmamak lazım.
Hayal ediyoruz; Fatih Sultan Mehmed;
"Selâmun aleyküm!" demiştir. O da;
"Aleyküm selam ağam, hoş geldiniz." demiştir.
"Sabahlarınız hayrolsun." demiştir. O da;
"Senin de hayrolsun." demiştir.
"Bana şuradan bir okka beyaz peynir ver."
"Peki ağam…"
Gidiyor, tertemiz peyniri alıyor, tartıyor; terazisi güzel, tavrı güzel, mal temiz, katıksız... İyi, güzel.
"Bir okka da zeytin ver."
Bu sefer o da demiş ki;
Bunlar sözleşmiş filan değil.
"Ağam, benden peynir aldın, zeytini karşı komşudan al. Daha onun kapısından içeri müşteri girmedi…" demiş, oraya gitmiş.
Fatih Sultan Mehmed çıktıktan sonra yanındaki vezirine -o da tebdîl-i kıyafet, iki ahbap gibi girip çıkıyorlar, dükkâncılar işin farkında değil- demiş ki:
"Ben bu kadar güzel ahlâklı ahâli ile cihanı feth ederim. İstanbul'u değil cihanı fethederim! İstanbul'u alacağımız belli oldu!" demiş.
Neden?
İstanbul güzel huyla alındı. Zaten İstanbul'daki insanlar;
"Burada kardinal külahı görmektense müslüman sarığı görmeyi tercih ederiz!" diyorlardı. Müslümanların güzel huyunu zaten biliyorlardı. Müslümanlar fethettiği zaman da zulüm yapmadı. Esenlik içinde yönetimi devirdi, iyi bir yönetim geldi, o kadar. Fatih Sultan Mehmed zulüm yapmadı, yağmalama yapmadı, yaptırmadı, gül gülistan herkes mutlu oldu, memnun oldu.
Bunları niçin anlattım?
Güzel huy nedir? Toplumda önemi nedir? Anlaşılsın diye anlattım
İslâm bir yerden küstürülür giderse orası iflah olmaz. İslâm gitti mi insaf gidiyor demek, adalet gidiyor demek, hakkaniyet gidiyor demek, merhamet gidiyor demek, dürüstlük gidiyor demek. İslâm'la beraber bütün güzel huylar gidiyor demek. O gidiyor, orman kanunu geliyor. Kim kuvvetliyse yirmi kişi, elli kişi bir yeri basıyor, kırıp döküyor; şu kadar adamı öldürüyor, gidiyor…
Neden?
İslâm gitti! Bu toplum İslâm'ı küstürmüş, İslâm gitmiş! İnsanın içinden İslâm'ı çekersen ne olur?
Kurt tilkiye saldırır, tilki tavşana saldırır, o onu yapar, bu bunu yapar.
Orman kanunu... Kuvvetlinin her bir istediğini yapabilmesi.
Hâlbuki insan toplumlarında kuvvetli, her şeyi yapamaz; adalet vardır, kanunlar vardır, kanunlara göre olması lazım.
Herkes kötü, herkes bir kötülük yapacak; herkesin başına bir polis dikemezsin!
Bu toplum neden böyle oldu?
Benzini kalmadı, benzini bitti.
Bu toplum ileri gitmez!.
Neden?
Ahlâk yok! Ahlâkı besleyen din yok! İslâm yok! İslâm darılmış, darıltılmış gitmiş veya itilmiş kakılmış veya horlanmış veya uygulanmamış!
İslâmca yaşamıyor, İslâmca davranmıyor, güzel huylu değil!
Hepimizi sil süpür! Mevlânâ hazretleri gelsin, Yunus Emre gelsin; "yâ mübarekler, gelin bakalım" Burası değişir.
O Mevlânâ... Onun öyle yüksek fikirleri var ki!
Bu Yunus... Öyle güzel ahlâklı bir insan ki; gönülleri fetheder, gönül kalelerini fetheder.
Bencillikle, İslâmsızlık'la, İslâm'dan yoksunlukla mutluluk olmaz!
Benzinsiz araba gitmez, o kadar!
Terbiye nerede olur?
Allah korkusuyla olur!
Re'sü'l-hikmeti mehâfetullah. "Terbiyenin, bilgeliğin, hakimliğin kökü, kaynağı, esası; Allah'a inanmaktır. Allah'ın ceza vermesinden korkmaktır. Allah'ın rızasını kazanmak duygusudur!
Bu olmazsa bir millet adam olmaz. Bu olmazsa bir millet istiklâlini muhafaza edemez. Bu olmazsa bir millet İstiklâl harbini kazanamazdı! Bu aşikâr, bunu herkesin bilmesi lazım!
"Güzel huyları öğren, güzel huyların listesini yap, kendin öğren çoluk çocuğuna öğret! Kötü huyların listesini yap, kendin öğren, çocuğunuza öğretin. Sevapları günahları yazın." demekle de olmuyor.
Demekle olsaydı Allahu Teâlâ hazretleri gökten bir kitap indirirdi; "Ey kullarım ben bir kitap indirdim! Bu kitaptan her biriniz edinin, okuyun; iyi kulluk yapın!" derdi. Öyle yapmadı!
Rabbimiz, her işi hikmetli âlemlerin Rabbi ne yaptı?
Peygamber gönderdi.
Peygamber ne yaptı? Dini nasıl öğretti?
23 senede öğretti.
Peygamber nasıl öğretti?
Beraber oluşla, sohbet metoduyla... Metod dedim değil mi. Eyvah! Sildim. Sohbet usulüyle yetiştirdi. Yan yana bulunarak, arkadaşlıkla, ahbaplıkla, komşulukla, bir arada bulunarak…
Bu ne usulüdür?
Tasavvufun insanı terbiye usulüdür, Yunus'un, yetiştirme usulüdür. Mevlânâ'nın etrafındaki insanları adam etme usulüdür.
İyi bir insan etrafındakilere hayatın her safhasında, gecede gündüzde güzel şeyleri göstererek öğretiyor. Bu iş böyle olur.
Başka bir yolu var mı?
Yok, olmaz!
Olmadığını nereden biliyorsun?
Ben sana senden misal vereyim: Bir öğrenci teknik tahsil görüyor, ondan sonra yaz aylarında fabrikalara neye gönderiyorlar?
Staja gönderiyorlar.
Stajın Türkçe'si ne bilmiyorum ki. Görgü bilgisini arttırmaya gönderiyorlar, staj görüyor. Tıp fakültesinde hoca dersi anlatıyor; sonra laboratuvar var, laboratuvara gidiyor, orada gösteriyor. Ondan sonra intern var; doktor oluyor, bir sene her tıp bölümünde, kulak boğaz burunda, iç hastalıklarında, dış hastalıklarında, zührevî hastalıklarda dolaşıyor, tecrübe görüyor, uygulama görüyor, tecrübe kazanıyor. Uygulama olmadan kuru bilgiyle işler olmuyor. Pilot, pilot olacağı zaman, nazarî dersleri görüyor, ondan sonra uygulama derslerine geçiyor. Pilotluğu belki hepimiz bilmeyiz ama ehliyet alınacağı zaman önce bilgilerden imtihan oluyor, ondan sonra; "Geç bakalım arabanın başına! Hadi bakalım arabayı sür! Bilemedin, kaldın!.." Uygulamadan kalabiliyor. Demek ki uygulamasız iş olmazmış!
Ey mübarekler, ey Allah ıslah edesiceler!
Peki dünyevî işlerde bunları kullanırsınız da âhiret işlerinde niye kullanmazsınız, âhiret işi daha mı az önemli?! Bir insanın ahlâklı bir insan olması daha mı az önemli!
Hepimiz güzel ahlâka sahip olacağız. Herkes güzel ahlâklı olmayı istiyor ama güzel ahlâklı olmanın yolu imandır, İslâm'dır, Allah korkusudur.
Nereden belli?
Medenî gibi görünüyorlar, ne katakulleler yapıyorlar, ne oyunlar oynuyorlar, ne zalimlikler yapıyorlar!
Harpleri çıkartan bunlar değil mi?
Mahsustan harp çıkartıyor!
Neden çıkartıyormuş?
Silah satmak için!
Bre insafsız, gaddar, zalim, neron!
Hani sizin centilmenliğiniz, kibarlığınız, asaletiniz?!
Kalmadı!
Öyle şey olur mu?
Olmaz. Olmuyor işte. Bir dış görünüşü var, yağlı boyası var; altını kazırsan, içine, perdenin öbür tarafına bakarsan olmuyor.
İyi insan İslâm'la yetişiyor. Misal: İşte Mevlânâ, işte Yunus!
"Niye bu iki ismi çok zikrediyorsun?"
Halkımız çok biliyor, çok seviyor da ondan! En tanınmış iki tane misal. Onlar gibi binlercesi, milyonlarcası var, isimsizleri var; onların yetiştirdiği insanlar var. Onlar da her birisi iyi güzel insanlar olduğu için bir avuç insanla zafer kazanılmış. Kuvvetle başarı elde edilmiş. Her taraf gül gülistan olmuş.
Çok güzel eserler meydana getirmişler. Kesme taştan eserler yapmışlar; çeşmeler, köprüler, hanlar hamamlar, hastaneler… Her şey! Bütün hayırlar o isimsiz kahramanların eserleri!
Aziz ve muhterem kardeşlerim;
Lütfen bunu bilin ve bilmeyenlere bildirmek için çok çalışalım.
Bunun yolu nedir?
Radyodur, gazetedir, televizyondur, kitle iletişim araçlarıdır
Allah akıl fikir versin. Allah izan versin. Allah irfan versin. Allah insanın basiretini bağladı mı bu gözle gerçekler görünmez. Basiretle görülür, kalp gözüyle görülür. Kalp gözü olmadı mı olmaz! Allah insana evliyâlık vermezse odun gibi gelir odun gibi gider. Âmâ gelir âmâ gider, âhirette de âmâ olarak haşrolur.
Allahu Teâlâ hazretleri bizi ârif, edîb, zarif, kâmil, velî, mahbûb, makbul kul eylesin. Güzel ahlâklı eylesin. Cennetiyle cemaliyle müşerref eylesin. Peygamber-i zîşanımıza komşu eylesin. Allah hepinizden razı olsun.
es-Selâmu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtühû.