Bismillâhirrahmânirrahîm.
Âlemlerin Rabbi Allah-u Teâlâ hazretlerine sonsuz hamd-u senâlar olsun. Üzerimizde nimetleri sayılamayacak kadar çoktur. Mevlâmız zikrinde, şükründe, O'na güzel ibadet etmekte bize yardım eylesin. Tevfîkini refîk eylesin.
Rehberimiz Efendimiz Peygamberimiz Muhammed-i Mustafa hazretlerine salât u selâm tahiyyat ve ihtiramlarımızı arz ederim. Ayrıca Allah-u Teâlâ hazretlerinden dünya ve ahiretin büyük mükafatlarını ihsan etmesini hepiniz için dilerim.
Çok mühim günlerde yaşıyoruz. Hızla değişen bir dünyadayız. Çevremizde; uzağımızda, yakınımızda dostluğu bize ferahlık verecek kuvvetli yakınları, yardımcıları gözlerimiz arıyor.
Saf, sâfî, temiz bir millet olduğumuz için dostluklara inanıyoruz; dostluk istiyoruz, dost olmak istiyoruz. İyi niyet besliyoruz ama dünyada ve bu beynelmilel âlemde, milletler arasında olan bir şey değil galiba. Biz de o sâfîliğimizden dolayı, iki müslümanın birbiriyle hasbeten-lillah samimi dostluğu gibi dostluklar bekliyoruz. Halbuki böyle şeyler yok!
Hepsinden önce büyük menfaatler, bunların hareketlerine kaynak teşkil ediyor. Ortada çok büyük bir menfaat varsa adamlar her şeylerini inkar edip, bütün fazilet prensiplerini bir tarafa koyup, o menfaati elde etmek için her türlü; ters, yanlış, kötü, antidemokratik ve gayr-i insanî her türlü işi yapabiliyorlar. Çünkü menfaat var!
Bunlar olacak, bunlardan korkmuyoruz. Çünkü hayat zaten bir imtihandır; dümdüz, huzurlu bir hayat bahis konusu değildir, mücadele olacaktır.
Peygamber sallllahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in zamanında da mücadele olmuştur, karşıt kutuplar vardır. Osmanlılar zamanında da olmuştur. Selçuklular zamanında da olmuştur. Her devirde olacak. Bu bir imtihan gereği olarak görünüyor. Biz de çeşitli şekillerde imtihan oluyoruz.
Rahmetli Necip Fazıl'ın sözünü söylüyorum her zaman; öyle düşünüyorum.
“Ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın.”
Düşmanımızın büyük olması bizim için bir şereftir ve bize bir hızdır. Binaenaleyh tehlikenin büyüklüğü de bize bir hız kazandıracağı için bu da bir çeşit nimettir. Bizi gafletten uyandıracağı için Allah'ın bir ikazıdır. Allah'ın dinine hizmete sevk edeceği için Allah'ın bir lütfudur.
Müslümanı kimse alt edemez. Çünkü mü'mindir. Allah-u Teâlâ hazretlerinin aziz kıldığını kimse zelil edemez. Onun için bu hususta kalbinizin çok sağlam olmasını, çelik gibi olmasını diliyorum; bu bir.
Dünya bir imtihandır, insanın ne zaman öleceği bilinmez, her an her şey olabilir.
Bir bitmeyecek zevk verirken beste,
Bir tel kopar ahenk ebediyen kesilir.
Yahya Kemal de ölümü; "telin birden kopup da ahengin kesilebileceği" gibi söylüyor Öyle bir tel kopması olabileceğinden daima Allah'ın istediği hal üzere olmak da bizim vazifemizdir. Her çeşit tehlikeye karşı ilk tedbirimizdir, ön tedbirimizdir, mânevî tedbirimizdir, mânen hazırlanmadır. Hepimiz mânen hazır olmamız lazım!
"E, biraz sonra ölüm var!"
Eh; "Eşhedü enlâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlühû." deriz. Bir gül bahçesine girercesine öbür âleme geçeriz. Öbür âlem cennet olduktan sonra bu dünyanın yüzüne kim bakar?
Bizim için ölüme hazırlıklı olmak esastır, Allah'ın rızası üzere olmak esastır. Onun için iyi bir mutasavvıf olmak gerekir. Dili zikirli, kalbi ihlâslı, niyeti halis, içi altın gibi sâfî som, iyi bir müslüman olmak zorundayız. Tevbemizi hemen yapıp tevbe üzere olup Allah'ın yolu üzere çalışmamız lazımdır; bu ilk mânevî tedbirimizdir.
Baktığımız zaman cümle cihan halkından doğru düzgün bir dost gözümüze görünmediğinden bizim çok iyi organize olmamız lazım.
Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.
Toplu, beraber, muhabbetli, organize ve disiplinli bir topluluk olmamız gerektiğine inanıyorum. Derbederliğin olmaması gerektiğine inanıyorum. İslâm'ın "disiplin" olduğuna inanıyorum. Onun için imamlık bile yaparken arkamıza dönüyoruz; "Ayaklarınızın ucuna bakın, sağdan soldan hizaya alın, muntazam saf tutun." diyoruz. Safın intizamı dahî İslâm'da disipline bir işarettir.
Günde beş vakit namazın, saniyesiyle dakikasıyla namaz vakitlerinin, bizde bir "zamana hürmeti" meydana getirmesi lazımdır. "Zamanın kıymetini bilme şuuru" bizde en yüksek derecede olmalıdır. Hâsılı çok disiplinli olmak zorundayız. Biz bu disiplinli olmayı sadece beyler için düşünmüyoruz; tek başına güzel sonuçlar alınamayacağını bildiğimiz için hanımlar için de düşünüyoruz. Onların da İslâm'a çok güzel hizmetler edebileceğine kâniyiz ve verdiklerini görmekteyiz. Allah‘a hamd ediyoruz, müftehiriz. Kendilerine dualar ediyoruz, Allah razı olsun.
Bu da bir başarı için en önemli şarttır; söz dinleyeceğiz, muntazam olacağız, disiplinli çalışacağız ve birbirimizle ilgimiz irtibatımız olacak. Planlı bir hizmet üretimi için de el ele omuz omuza günlerimizi verimli bir şekilde geçirmeye çalışacağız.
Çok büyük ve önemli müesseseler kurmamız gerektiği de ortadadır. Bir büyük işin halledilmesi için ilk atılacak adım; o işin en kolay, en kestirme nasıl yapılacağını düşünmektir. Büyük bir işi başarabilmek için ilk önce metodu düşünmek esastır.
Herkes günlük palyatif çalışmalarla İslâm için bir şeyler yapmak istiyor, faydalı olmaya çalışıyor.
Fatih Sultan Mehmed Han, cennet-mekân İstanbul'u alırken bize tarihte başarının çok güzel bir örneğini vermiştir. Asrın, ilmin ve fennin gerektirdiği her türlü hazırlığı yapmıştır. Üç ay içinde Boğaz'a hisar dikmiştir, Boğaz'ın yolunu kesmiştir. Herkes Çanakkaleli olmadığı için oraya gitmediği için bilmez. İstanbul'daki Anadolu Hisarı, Rumeli Hisarı gibi Çanakkale'de de Fatih Sultan Mehmed'in bir hisarı vardır. Orayı da kesmek gerektiğini düşünmüştür, tedbirini almıştır. Ve söz dinlemeyen; "Dur!" diye işaret edildiği halde durmayan gemiler de batırılmıştır. Batırılacak tedbir alınmıştır; boğaz-kesen hisarlarıyla boğazlar kesilmiştir. Sonra çok büyük toplar dökülmüştür. Sonra Fatih Sultan Mehmed kendisi "havan topunu" icat etmiştir. "Bu topları surların üzerinden öbür tarafa da aşırmak lazım." diye havan topunu da icat etmiştir.
Ben onun için bütün kardeşlerimize latife değil ciddi olarak söylüyorum; "Oturun, biraz icatlar yapın." diyorum. Bana icat yapmak zor gelmiyor. "Otursam birkaç tane yapacağım." diye düşünüyorum. "Kapı şöyle olmalı, pencere şöyle olmalı. Şurada şu yeniliği yapmalı." diye bazı fikirlerimi de arkadaşlara söylüyorum.
Üretici olmadığımız zaman, zihnimizi çalıştırarak yeni bir şey bulacak bir yapıya sahip olmadığımız zaman taşıma suyla değirmen dönmez.
Bilimsel araştırmalar çok pahalı araştırmalardır. İcabında fabrika, kazancının yüzde yetmişini, yüzde seksenini araştırmaya harcıyor ama en kârlı yatırım da ilme yapılan yatırımdır. Başta o kadar parayı harcıyorsunuz ama ondan dolayı da en büyük kazancı kazanıyorsunuz ve sonunda yine siz kârlı çıkıyorsunuz.
O halde biz karınca kararınca gerek teknik konularda, gerek sosyal ve kültürel konularda mutlaka araştırmalar yapmalıyız.
Bir ayırım da beni rahatsız ediyor. Herkes "aleti" sadece "teknik alet" sanıyor. Elektronik alet, düğmeleri çevrildiği zaman bir takım şaşırtıcı sonuçlar alınan şey sanıyor. Bu kısır bir görüştür. İlmî çalışmaların sahası sadece teknoloji değildir. Sadece o çeşit aletler değildir. Sosyal alanda da bunun uygulaması vardır. Sosyal aletler de vardır. Bir milleti yıkmak, bir orduyu mağlup etmek için sadece silah kullanılmaz. Psikolojik silahlar da vardır. İşin daha başka tarafları da vardır. O bakımdan İslâm, ilmin her çeşidini çok muhterem saymıştır. Biz de tabi müslüman olduğumuz için aynı kanaati size ifade etmek istiyoruz.
"Önce master yapın sonra doktora yapın. Mümkünse üniversitede kalın çünkü ilmî kariyer, ilmî meslek insanın iyi yetişmesine sebep oluyor." diyorum.
İzin verirseniz, hoş görürseniz kendimden bir misali size nakledeyim:
Doktora çalışmalarım sırasında 15. yüzyılda yaşamış bir şahsın hayatı üzerinde incelemeler yaparken Hacı Bektâş-ı Velî'nin bir eserini bulmuştum. Hacı Bektâş-ı Velî'nin bu eserini doktora tezim dolayısıyla okuyunca gördüm ki; Hacı Bektâş-ı Velî içkinin müthiş aleyhinde. Çok önemli bir şey! "İçkinin bir damlası bir yere damlasa orada ot bitse o otu bir koyun yese, ben o koyunun etini yemem." gibi ifadeler; çok mühim. Tabi bu bir bilimsel bulgudur. Netice itibariyle insan toprağı kazarken arkeolojik bir parça buluyor, çok kıymetli olabiliyor.
Demek ki bilimsel araştırmanın faydası sadece teknik bir takım aletler bulmakta değildir. Başka sahalarda da edebiyat sahasında da faydalıdır.
Arkadaşlarım Mimarlık Mühendislik okulunda "Türkçe ve Humaniter Bilgiler Dersi" diye bir ders koymuşlar. Beni oraya hoca olarak tayin etmek istediler. Elektronik mühendisi bir arkadaşım dedi ki; "Vallahi kardeşim, Esadcığım! Ben sana dobra dobra söyleyeyim. Mühendisler edebiyata önem vermezler; ‘fasarya ve palavra' olarak görürler. Onun için sen oraya gitme, mühendisler seninle alay ederler." dedi. Ben çıkacağım; mühendis olacak kimselere Türkçe dersi anlatacağım. "Seni ciddiye almazlar, rezil olursun. Ben senin üzülmeni istemiyorum. O dersi kabul etme." dedi. Fakat ben; "Mühendise edebiyat gerekli mi değil mi?" diye düşündüm. O sorunun cevabını buldum ve ikna edici bir doküman hazırladım, derslere öyle başladım. Hâsılı elhamdülillah, bizim derslerimiz Allah'ın lütfuyla faydalı oldu.
İlmin herhangi bir dalı dahi önemlidir; önemsiz bilgi yoktur. Yeter ki gerçekten ciddi bir ilmî çalışma olsun. Sizi böyle çalışmalara teşvik ediyorum. Tabi yetmez çünkü bu zamanı belli olmayan uzun bir süreçtir, uzun bir çalışmadır. İlmî çalışmalar ömür boyu sürer, asırlarca sürer.
İlmî çalışmalara çok şiddetli ihtiyaç olduğu kanaatindeyim. Onun için bu meselelerde full time çalışacak, elemanları besleyecek mâlî kaynağa ihtiyaç vardır.
Eskiler kâmil insan yetiştirmeye, tam eleman yetiştirmeye büyük önem vermişlerdir. Ben çok iddialı olarak söyleyebilirim;
"Osmanlı İmparatorluğu'nun kurucusu Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'dir."
Ama tarih kitapları öyle yazmıyor. Osmanlı'nın bütün fertleri Mevlânâ'dan feyz almışlardır. Mesnevî onların ahlâk kitabı olmuştur. Osmanlı olup da eli kalem tutup da, ister kadı olsun ister asker olsun, ister şair olsun, ister esnaf olsun Mevlânâ'yı bilmeyen yoktur.
Mevlânâ'dan feyz almayan yoktur. Tabi muhakkak onun gibi daha başka meşâyıh-ı izâm, evliyâullâh-ı kirâm hazerâtı da vardır, her birisi ayrı hizmetler yapmışlardır. Onun için müesseseler kurmak gerektiğini acil bir ihtiyaç olarak sunmak istiyorum. Bu iş müesseselerin işidir. Müesseselerde yetişmiş elemanların işidir.
Onun için yetişmiş elemanları destekleyin. Onları destekleyin onlar bu meseleleri bulurlar, size ne yapmanız gerektiğini söylerler. Çareyi ortaya koyarlar; Allahın izniyle, hastalığı da tedavi etmek mümkün olur.
Körolasıca paranın çok muazzam bir gücü vardır, çok büyük gücü vardır. Ve bu güç Peygamber Efendimiz'in zamanında da öyleydi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, Hz. Ebû Bekir es-Sıddîk Efendimiz'in muazzam servetini İslâm'a tahsis etmesiyle çok büyük hizmetler ortaya konulduğunu ifade etmiştir. Ebû Bekr-i Sıddîk Efendimiz'e dua etmiştir. Osman-ı Zinnûreyn hazretlerinin muazzam servetini orduların teçhizine vermesiyle Osman-ı Zinnûreyn hazretlerine radıyallahu anhüm ecmaîn çok dualar etmiştir.
Peygamber Efendimiz'in zamanında da mâlî konular, mâlî kaynak mühim bir mesele olmuştur. Mü'minler çok büyük fedakarlıklarla, ellerinden gelen genişlikte mâlî destekler vererek İslâm'ın gelişmesine yardımcı olmuşlardır. Bugün devletlerin güçleri mâlî durumlarıyla, millî gelirleriyle ölçülüyor, ithalat ihracatlarıyla ölçülüyor. Netice itibariyle parası çok olan paranın gücüyle çok büyük atılımlar yapabiliyor, daha büyük adımlarla ileriye gidebiliyor. O bakımdan mali potansiyel, bütçe, yatırım birikimi meydana getirmek gerekiyor. Çok faydalı ve önemli yatırımları görüyoruz. Bunlarla ilerlemek gerektiğini düşünüyoruz. İlerlediğimiz zaman karşımıza aşılmaz dağlar çıkıyor. Bu aşılmaz dağlar mâli meseleler. O kadar büyük rakamlar çıkıyor ki “biz bu dağın öbür tarafına gidemeyiz” diyoruz geri çekiliyoruz.
Ve-li'llâhi'l-izzetü ve li-resûlihî ve li'l-mü'minîne velâkinne'l-münâfikîne lâ yefkahûn.
"İzzet ve itibar, kıymet ve değer Allah'ındır, Resûlullah'ındır ve mü'minlerindir. Ama bunu münafıklar anlamazlar." buyuruluyor.
Müslümanın izzet sahibi olması lazım. Biz birisinin kuyruğunda olamayız. Birisi bizim arkamızdan eteğimizi tutsun, arkamızdan gelsin. Ama biz birisinin arkasından gidemeyiz.
Uçuruma düşmeden arabanı götüreceksin, orada direksiyonu kıracaksın. "İlla buradan gideceğim." dersen uçuruma yuvarlanırsın. Allah'ın rızası için dünyaya gelmiş bir insan, Allah'ın sevmediği kul olduktan sonra, neye sahip olsa kıymeti yoktur.
Biz bu memlekette kendimizi sığıntı olarak görmüyoruz. Şehit torunları olarak biz bu memleketin sahipleriyiz. Sahipleri olduğumuz için de kendi mülkümüzün ıslahı bizim için önemlidir.
Bizim sadece salih kul olmamız kâfî değildir. Dervişiz, güzel ahlâklıyız, tatlı dilliyiz, güleç yüzlüyüz; ‘ağzından lokmasını al, ses çıkarmaz' şekilde tahammüllüyüz. Bu sulh, salah, güzel ahlâk, tamam ama biz sadece salih değiliz, muslih kullarız. Muslih olması lazım, ıslah edici olması lazım. Onun için bizim görevimiz sadece salih olmak değildir; aynı zamanda ıslah etmektir. Islah etmenin çarelerini arayıp bulmaktır, her türlü tedbiri ortaya koymaktır.
Salih ve muslih. Mü'min ve muttekî. Haram yemeyen, rüşvet almayan, başka hesaplar yapmayan, dış ülkelerin rüşvetlerine kapılmayan zihniyette olması lazım.
Muhterem kardeşlerim!
O bakımdan bizim aynı zamanda memleketimizin her yönden güzelleştirilmesine, Ümmet-i Muhammed'e her yönden hizmet edilmesine dair görevlerimiz de vardır. Sadece salih olmak, iyi insan olmak görevimiz yoktur. Aynı zamanda ortalığı ıslah etmek görevimiz vardır. Onun için ortalığı yeşertmek, güzelleştirmek, gül gülistan hale getirmek için çevre dernekleri bile kurmuşuzdur. Ama insanın ıslahı önemlidir. Müesseselerin ıslahı önemlidir, müesseselerin faydalı şekilde çalıştırılması önemlidir. Bu hususta hepimize görevler düşüyor. Tabi bu görevleri sizler tek başınıza düşündüğünüz zaman belki en uygun sonucu bulamayabilirsiniz. Bunlar bilimsel meselelerdir.
İstişare de herkesle yapılmaz. İstişare en yetkili şahıslarla yapılır. Yani gidip de beş tane nâ-ehil insanla istişare yaparsanız sonra da "istişare yaptık" derseniz, kendinizi aldatmış olursunuz. İstişare o konuyu bilen ehil insanlarla yapılır. Onun için istişarelerle bunların sonuçlarını da desteklemenizi sizlerden istirham ediyoruz. Hep böyle düşünüyoruz.
Allah hepimize gayret, kuvvet ihsan eylesin.
Muhakkak ki; ve'l-âkibetü li'l-müttekîn. "Zafer, güzel sonuç muttekîlerin olacaktır."
Allah hepinize dünya ve âhiretin hayırlarını ihsan eylesin.
Es-selamü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtühû.