İlke ve Değerlerinden Ödün Vermeden
Özgür Yayın Platformu Olarak Kalsın Diye
İkindi17:01 Akşam20:22 Yatsı22:00 İmsak03:53 Güneş05:39 İşrak06:24 Öğle13:05
Hava - Hava durumuAçık 14°C Nem %34
Türkçe
17 Zilka'de 1446 15 Mayıs 2025 Perşembe
17 Zilka'de 1446
İMSAK GÜNEŞ İŞRAK ÖĞLE İKİNDİ AKŞAM YATSI
03:53 05:39 06:24 13:05 17:01 20:22 22:00
Giriş Yap

23.04.1992 - Ümmetin Görevi, Hizmet, Peygamber Sevgisi

Konferanslar

Bismillâhirrahmânirrahîm.

es-Selâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtühû.

Kainâtı, gördüğümüz görmediğimiz cümle varlıkları, güzellikleri yaratan, bizi daima her an sayısız nimetleri ile rahmetine gark eden, insan nesli olarak eşref-i mahlukât eyleyen, akıl nimeti ile değerlendiren, iman nimeti ile yücelten, yükselten, dünya ve âhiret saadeti için yolları gösteren peygamberler gönderen, kitaplar indiren Rabbimiz'in sonsuz nimetlerine sonsuz hamd ü senâlar olsun.

Habîb-i Edîbi, elçisi Muhammed-i Mustafâ aleyhi efdalü's-salavât ve ekmelü't-tahiyyât ve't-teslîmât insanların ekmelidir. Yani en olgunu, en kâmilidir; eşrefidir, Hz. Âdem atamızdan ona kadar çağlar boyu yaşayan insanların daima en şereflilerinden nuru nesilden nesle intikal ederek kendisine ulaşmıştır. İnsanların ekmeli olduğu gibi eşrefidir. Yaradılışındaki ve ahlâkındaki, halkındaki ve hulûkundaki asalet dolayısıyla da insanların en kerimidir, ekremidir. Ona sonsuz bağlılıklarımızı, salât u selamlarımızı, tahiyyât ve ihtiramlarımızı arz ederim. Allahu Teâlâ hazretleri cümlemizi o başımızın tâcı Efendimiz'in iltifatına, teveccühüne, şefaatine, maiyetine, komşuluğuna mazhar eylesin.

Biz müslümanlar kendi kendisini çok kontrol eden, otokritiği çok olan insanlarız. İçinde yaşadığımız toplulukların, karşılaştığımız insanların inançlarındaki, davranışlarındaki çeşitlilik de bizi devamlı mukayeseler yapmaya sevk ediyor. Bu da bizim için güzel bir avantaj. Çünkü en güzel şey mukayeselerle bulunur. Çok kere kendi kendimize soruyoruz:

"Biz neyiz? Öteki insanlardan farkımız ne? Onlar mı haklı, biz mi haklıyız?"

Dönüp kendimize baktığımız zaman, çok kalın çizgilerle vasıflarımız şu:

Bir kere vahdâniyet ehliyiz. Allah'ın varlığına ve birliğine inanıyoruz. Şerîki nazîri, eşi emsâli olmadığını kavramış bir yükseklikteyiz. Dünya üzerinde bir transandantal varlık, yüce varlık, aşkın varlık olduğunu herkes kabul ediyor, kabule mecbur. Çünkü bir nizam var, o nizamın bir tanzim edicisi var. Bunu herkes kabul ediyor. Ama biz O'nu, O'nun sahip olduğu vasıflarla tanıyoruz. Ehli vahdetiz, birlik ehliyiz, mü'miniz. Öteki mü'minlerden daha üstün bir mü'miniz. Çünkü şirk karışmamış bir sâfi iman ile mü'miniz.

Hepimizin içinde "Yar kalbimi, gör ki neler var..." dediği gibi, ana duygu O'nun emrine, nehyine itaat etmek arzusudur. Rızasını kazanmayı amaçlıyoruz. Zevk peşinde değiliz. Dünyayı gözümüz görmüyor.

Asıl amacımız; emrini çiğnememek, karşısında suçlu duruma düşmemeye çalışmak, kulluk vazifelerimizi güzel yapmaya gayret etmek. Genel vasıflarımızdan birisi de bu. Bizi öteki ehli dünyadan çok çabuk ayıran bir vasıf. Ehli dünya; menfaat, zevk, para, pul, mevki, şan, şöhret gibi şeyleri yapıları icabı tabiî olarak istiyorlar. Biz de onlardan hemen fark ediliyoruz. Ana vasfımız Allah'ın rızasını kazanmak olduğu için, çocuklara "cızz, elini yakar!" dediğimiz gibi, bazı şeyler güzel görünse bile elimizi uzatamıyoruz. Gözümüzü cezbetse bile elimizi uzatamıyoruz, gönlümüzü bağlayamıyoruz. Bir çeşit imanımızdan dolayı karınca kararınca fedakâr kullarız, fedakârlık yapabilen, vazgeçebilen kullarız.

Müslümanı tarif edemez. Müslüman onun için kompütüre giremez. Mantık kurallarının katı çizgileri içine sığmaz. Tarifi o bakımdan kolay olmaz. Çünkü bu tarafı var.

Bir de, dünyanın bütün zevk ü sefasına ve imkânına sahip olsak, kendi problemlerimizin hepsini halletmiş olsak yine de mutlu olamıyoruz, huzur bulamıyoruz. Ümmet-i Muhammed'e yardım etmek istiyoruz. Kadrimiz kadar, kuvvetimiz kadar himmet etmek istiyoruz, hizmet etmek istiyoruz, bir şeyler vermek istiyoruz. Ana vasıflarımızdan birisi de bu.

Müslümanın elinde para durmuyor; biraz zenginledi mi cami yaptırmak istiyor, mektep yaptırmak istiyor, çeşme yaptırmak istiyor. Paradan rahatsız oluyor ve hizmete koşma arzusu var.

Bütün bunları dünyayı fâni olarak gördüğümüz, dünyanın fâni olduğunu bildiğimiz için yapıyoruz. Ebedî bir hayata gönül vermişiz, o ebedî hayatı mâmur kılmaya çalışıyoruz. Dünyanın imârından ziyade âhiretin imârını düşünüyoruz. Onun için de dünyadan ayrılmak bize zor bir şey gibi gelmiyor, gözümüzü korkutmuyor, içimize endişe vermiyor, uykularımızı kaçırmıyor. Yalnız kusurlarımızdan dolayı mahcup oluruz diye bir endişemiz oluyor. Yoksa âhirete göçmekten, ölümden bir korkumuz yok. Boynumuz hemen rıza ile eğiliverecek gibi bir hâlimiz var. Bu başka insanlarda yok. Bunlar görülen şeyler değil, böyle kullarız.

Bizim Türkiye müslümanları, hudutlarımızın içindeki insanlar, hudutlarımızın dışına taşmış komşularımız içindeki mü'minlerin ana yapısı böyle. Mü'miniz, iman içinde onlardan da farklı bir başka platform üstündeyiz. Takvâyı ve ihsanı özlüyoruz. "Allah müttakî kulları sever, takvâ ehli kulları sever" diye takvâyı kendimize şiâr edinmişiz. İhsan -her şeyi en güzel yapmak- bu arada Allah'a kulluğu da en güzel yapmak, onu arzu ediyoruz. Biliyoruz ki bunu sağlamak için de bazı kendi içimizde de mâniler var. Onun için nefsi terbiye ve tezkiye etmeyi esas almış bir topluluğuz. Bu da daha yüksek bir platform. Bunlar mü'minler dairesi içinde merdiven merdiven yüksek, daha yüksek, daha yüksek platformlar... "Nefsimizin bize bazı kötülükler yapabileceğini, yaptırabileceğini bildiğimiz için onu terbiye etmek lazım, sâfileştirmek lazım, kontrol altında tutmak lazım." düşüncesinde olan insanlarız.

Bu vasıf bizi öteki bazı müslümanlardan ayırıyor, daha da özelleştiriyor. "Ancak böyle yaparsak güzel ahlâka sahip olabiliriz." diye düşünüyoruz.

Güzel ahlâka sahip olduktan sonra gönlümüzü sâfileştirmek istiyoruz, kâinâtın esrarına ermek istiyoruz, Yaradan'ı bulmak istiyoruz, mârifetullaha kavuşmak istiyoruz. Onun çaresini arama peşindeyiz. Muhabbetullahı kalbimize yerleştirmek istiyoruz.

"Allahu Teâlâ hazretlerinin rıdvân-ı ekberine nasıl ulaşabiliriz?" diye uykumuz ondan kaçıyor.

"Nasıl olur da, ne yaparsak Allah'ın o yüce rızasına erebiliriz?"

Nasıl olur da sonunda;

Fe-men zühziha ani'n-nâri ve udhile'l-cennete fe-kad fâz. "Allah'ın kahrına gazabına uğrayan insanların atıldığı itildiği nâr-ı cahîmden kurtulup da sevgili kullarını davet ettiği, taltif ettiği dâr-ı naîmine biz de nasıl girebiliriz?" diye onun peşindeyiz.

Elhamdülillah, kardeşlerimiz genel kültür seviyesi yüksek kimselerdir, bilgili kimselerdir; mühendistir, doktordur, profesördür, yazardır, görgülü kimselerdir. Ayrıca çağdaş birtakım vasıtalara sahibiz. Acizane, en çağdaş vasıta olarak sosyal müesseseleri görüyorum. Çünkü en ileri toplumlar sosyal müesseseleri en gelişmiş toplumlardır.

Osmanlılar'ın sosyal müesseseleri son derece gelişmiş idi. Uçamayıp kanadı kırılan, bacağı kırılan, bizde misafir kalmak zorunda kalan leylekleri bile koruyan vakıflar var. Evde çanak tabak yıkarken tabağı kırarsa, efendisinden azar işitmesin diye hizmetçinin kırdığı tabakları tazmin etmek için kurulmuş vakıflar bile var. Sosyal hayat o kadar müesseseleşmiş ki hiçbir kimsenin kıyıda kenarda kalması mümkün değil. O zamanın âlemleri; hayvanların bile mağdur olması mümkün olmayan güllü, sümbüllü, bülbüllü, çiçekli bir güzel âlemmiş.

Biz de şimdi modern toplumlarda aynı şeyi görüyoruz. Gezdiğimiz Batı toplumlarında sosyal müesseselerin son derece gelişmiş olduğu ortada. Bizde tahrip edildiği için, hepsi yıkıldığı için, bir bombardıman geçirmiş şehir gibi yeniden tamir durumundayız. Ama onlar sağlıklı olarak müesseselerini asırların akışı içinde bozulmadan devam ettirdiklerinden sosyal bakımdan kuvvetliler. Yardımlaşma müesseseleri, vakıfları, hastaneleri, eğitim müesseseleri, dinî müesseseleri, hayır müesseseleri, bilimsel müesseseleri zedelenmemiş durumda.

Biz, kardeşlerimizle bir taraftan sosyal yapılanma tazelenmesini sağlamaya çalışıyoruz.

Dinimizden aldığımız ana yapı, dedelerimizden gördüğümüz terbiye ve görgü icabı, Hz. Âdem en büyük dedemiz olarak, Hz. Âdem'in oğulları benî Âdem de karşımızda o dedemizden kardeşlerimiz olarak görünüyor. Bütün insanları kardeş olarak görüyoruz. Ama bir kısmını "ıslaha muhtaç kardeşler" diye, "yardıma muhtaç, el uzatmaya muhtaç kardeşler" diye görüyoruz. İnsan cinsi olarak onlara büyük yakınlık duyuyoruz. Cinsiyet bakımından kardeş görüyoruz. Fakat müslümanları uhuvvet-i dîniyye ile, uhuvvet-i Kur'aniyye ile daha yakın bir kardeş grubu olarak görüyoruz. Bütün insanlara hizmet arzu ediyoruz. "Onların dünya ve âhiretlerini kurtarabilirsek ne mutlu." diye düşünüyoruz. Yolumuz büyüklerimizden gördüğümüz üzere sevgi, saygı ve hizmete dayalı bir yol, elhamdülillah... Yunus Emre'nin;

"Dostun evi gönüllerdir

Gönüller yapmaya geldim." dediği gibi düşünüyoruz.

Ana yapımız dindarlığımız olduğu için, imanımız olduğu için elbette ibadet taat peşindeyiz. "İbadetlerin de en hayırlısı hangisidir?" diye zaman zaman kendi kendimize soruyoruz, kitaplardan cevabını arıyoruz.

Görüyoruz ki; insanlara faydalı olmak çok sevaplı bir şey! Sadaka-ı câriye bırakmak, hayrât u hasenât tesis etmek çok sevaplı bir şey! İnsanın ömrüyle bile sınırlı değil. İnsan öldükten sonra bile o kurduğu müesseselerin hayrı ve faydasını kabrine nur yağması, rahmet inmesi, günahının mağfiret olması, mânevî derecesinin artması tarzında göreceği için insanlara faydalı olmayı çok büyük bir ibadet olarak görüyoruz.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz İbn Mâce isimli hadis alimi rahmetullâhi aleyh'in Enes radıyallahu anh'ten rivayet eylediğine göre, buyurmuş ki;

A'zamu'n-nâsi hemmen el-mü'minu yehtemmu bi-emri dünyâhu ve emri âhiretihî.

"İnsanların en dertlisi, mü'min kişidir. Başı sıkıntılı, işi çok, omzu ağır yüklerin altında, sıkıntısı çok olan insan mü'mindir."

Neden?

Yehtemmu bi-emri dünyâhu. "Hem dünyada yaşamış olmak, insan olmak, hayatta olmak dolayısıyla hayatî faaliyetlerini devam ettiriyor."

Ve emri âhiretihî. "Hem de âhiretini kurtarmaya çalışıyor."

İki cihan için çalıştığı için sadece dünya için çalışanlardan daha dertli, daha meşgul, daha sıkıntılı durumda.

Böyleyiz. Böyle olmamız gerekiyor. Büyüklerimiz böyleydi.

Biz de hakikaten hem dünya ve hem âhiret için üzüntü duyan, tasalanan, gayret eden insanlarız.

İslâm'ı bilmeyen ve bizi tanımayan insanlar bize soruyorlar.

"İyi, siz dindarsınız; ama niye politikayla ilgileniyorsunuz? Niye dış politikadan yazılar yazıyorsunuz? Niye piyasadan, ekonomiden bahsediyorsunuz? Niye şu şu şu konular üzerine yazıyorsunuz?"

Biz onlara diyoruz ki;

"İslam'ın ilgisinin taalluk etmediği hiçbir konu yok ki biz onlarla ilgilenmeyelim." İnsanın ilgilendiği, insanla ilgili herşey bizim ilgi sahamız içine giriyor. Talim, terbiye, iletişim ve sâir başkalarının modern saydığı her konuyla ilgileniriz. Çünkü İslâm sadece bir köşeye çekilip dindarlık yapmak değil, hayatı mü'min bir üslupla yaşamak sanatı."

Müslüman dağın başına çekilip, bir köşeye çekilip hayatı terk eden insan değil; hayatın bütün faaliyetleri içindeyken Allah'ın rızasını gözetebilen insan. Büyüklerimiz bunu halvet der encümen diye tabir etmişler. "Halk içinde Hak'la olmak." "Eli kârda gönlü yârda." "Eli işte kalbi bilişte." Yani bildiği, tanıdığı, inandığı Rabbinde diye ifade etmişler.

Kur'ân-ı Kerîm'de de Nur sûresinde bildiriliyor:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

Ricâlun lâ tülhîhim ticâretün ve lâ bey'un an zikrillâhi ve ikâmi's-salâti ve îtâi'z-zekâti yehâfûne yevmen tetekallebu fîhi'l-kulûbu ve'l-ebsâr.

"Hem ticaret yaparlar hem alış veriş yaparlar ama bu ticaretleri, bu alış verişleri onları ibadetten, âhireti düşünmekten, zikrullahtan, ibadetullahtan men etmez."

Bir taraftan hemcinsleri, öbür insanlar gibidirler. Dükkânları vardır, ticaretleri vardır, meslekleri vardır, sanatları vardır; ellerinin emeklerini, alınlarının terini değerlendirir, kimseye yük olmadan yaşamaya çalışırlar. Bir taraftan da ibadet ve taatte ihmal göstermezler. Hatta dünyalık için çalışırken bile âhiret ehlidirler, âhireti düşünen insanlardır.

Onun için, biz dünya ile ilgileniyoruz. Ama biliyoruz ki bu dünya sevilecek bir şey değildir.

ed-Dünyâ dâru men-lâ dâre lehû. "Dünya evsizlerin evidir."

Bizim evimiz âhiret olduğundan bizim yerimiz değil.

Ve mâlu men lâ mâle lehû. "Sermayesizlerin malıdır."

Bizim sermayemiz âhiret olduğu için bizim buraya teveccühümüz yoktur. "Fâni dünya" demişiz. Şair diyor ki;

Mecû dürüstî ah ez cihânı süst nihâ

K'in acuze arusi hezâr dâmâdest

"Bu vefasız dünyadan ahdine vefa bekleme, vefasızlığı mâlum olan bir dünya. Bu bin tane kocadan geride kalmış acûze dünyadır."

"Kocakarıdır, yani niceleriyle evlenmiş, hepsinden geriye kalmış, hiçbirine de vefa göstermemiş." diye dünyaya nazar etmemiştir, âhirete rağbet etmiştir.

Gözümüzde dünya yoktur; ama dünyanın içinde yaşadığımız için işimiz dünyayladır, malladır, cemiyetledir, toplumladır, insanladır, eğitimledir, ticaretledir, siyasetledir, devletledir, devletler arası meselelerledir. Müslüman onları da âhireti kazanmak için çalışma sahası içine alıyor.

Sahabe-i kirâmdan birisi gözü yaşlı, kalbi titreyerek dedi ki... Efendimiz'in yüzüne pürdikkat bakarken, "Ne oluyor?" diye sormuş Peygamber Efendimiz. Tabii gönlünden geçeni biliyor...

"Ne oluyor, hayrola?"

Diyor ki;

Fidâke ebî ve ümmî yâ Resûlallah! "Annem babam sana feda olsun, ey Allah'ın elçisi!"

Etemetteu bi'n-nazari ileyke. "Senin cemâlini seyrederek nimetleniyorum. Cemâline bakıyorum; lezzet, saadet, mutluluk içinde yüzmekteyim. Yalnız bir şeye endişe ediyorum ki; bu dünyada iken ashabın arasına yazılmışım, girmişim, senin sohbetine ermişim, şu anda seni seyrediyorum ama âhirette sen Makâm-ı Mahmûd'a çıkacaksın. En yüksek mertebeyi elde edeceksin, Allah'ın çok büyük lütfuna mazhar olacaksın. 'Ben ise eğer cennete girebilirsem sen nerede ben nerede, senin merteben nerede, benimki nerede? Acaba ben orada seni görebilecek miyim, göremeyecek miyim?' diye ona endişeleniyorum." dedi o mübarek, radıyallahu anh.

Peygamber Efendimiz müjdeledi ki;

"Kişi sevdiği ile beraber olacak."

Onun için, biz sevgiyi de bir çalışma konusu olarak alıyoruz. Sevmeyi de öğrenmeye çalışıyoruz. Bir insan çiçeği sevebilir, denizi sevebilir, yüzmeyi sevebilir, dağı sevebilir, meyveyi sevebilir, tatlıyı, kaymaklı kadayıfı vesaireyi sevebilir.

Biz bu sevgilerden başlayarak asıl sevgiyi bulmayı, buldurmayı, öğrenmeyi de istiyoruz.

Şairin birisi öyle demiş:

"Sen daha nerelerdesin, git de önce sevmeyi öğren."

Şiir öyle bitiyor.

Sevmeyi de öğrenmek lazım. O da bir eğitim meselesi. Galiba sevme; hayatımızın en mühim işi olacak. Sevginin müspeti hakikaten sevmektir, dost olmaktır, fedakârlık yapmaktır, hediye vermektir, hizmet etmektir, karşısındakinin boynuna sarılmaktır, elini öpmektir, yanağını öpmektir. Bir böyle. Bir de Hakk'ın sevgisiyle, hakikatin sevgisiyle, imanın sevgisiyle o güzellikleri tahrip edenlere karşı da bir tavır koymaktır. O da sevgi, o da sevginin gereği...

Her yerde müslümanlar birbirlerinden tecrit edilmişler. İlgi ve irtibatları çok şuurlu, çok teknik bir çalışma ile kesilmiş.

"Biz bu kesiklikleri nasıl izale ederiz, kopuklukları nasıl bağlarız? Müslümanların birlik ve beraberliğini nasıl temin ederiz? Müslümanları nasıl mutlu ederiz?" diye düşünmeliyiz.

Fuzûli; "Her dert ki var, var dermanı velî

Bîdertlerin derdine derman olmaz."

diyor.

"Her dert ki vardır, dermanı da vardır. Ama dertsizlik hastalığının dermanı yoktur." diyor.

Yani biz Fuzûlî gibi sizin dertsiz olmanızı istemiyoruz, biraz dertli olmanızı istiyoruz.

Aşk derdiyle hoşem, el çek ilâcımdan tabib

Kılma dermân kim, helâkim zehri dermanındadır

Fuzûlî tedavi istemiyor.

"Ben bu dertten memnunum, şifa bulmak da istemiyorum, beni tedavi etmeyin, bu dert olsun." diyor.

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Farsça aynı şeyi söylüyor:

Âteşest în bang-i nây ü nîst bâd

Her ki în âteş nedâred nîst bâd

"Bu neyin sesi ateştir, üfürük değildir, hava değildir, yel değildir. Kimde bu ateş yoksa yok olsun."

Neyde bir yanıklık var, bir ateş var. Sizde de bir yanıklık olsun.

Başka yönü nedir?

Bir insan Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'e salât u selâm ede ede günahları affolur, salât u selâm ede ede taklidi tahkîke döner, gönlünde muhabbet tomurcuklanır, yeşerir, filizlenir, gelişir ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in sevgisi onun gönlünde yer tutar. Gönlünde Peygamber Efendimiz'in sevgisi yer tuttu mu bir insanın...

Abdullah b. Ömer radıyallahu anhümâ, adaleti ile tanınmış olan halife-i Resûlullah, emîri'l-mü'minîn Hz. Ömer'in fakih ve alim ve kâmil ve fâzıl oğlu Abdullah rivayet ediyor ki;

Mahtalata hubbî bi-kalbi abdin illâ harrama'llâhu azze ve celle cesedehû ale'n-nâri.

"Bir mü'min kulun kalbine benim muhabbetim girdi de ona bulaştı karıştı mı, kalbin gönlün içine ihtilak etti mi, girdi yerleşti karıştı mı, Allah celle celâlühû o kulun vücudunu cehenneme haram kılar."

Resûlullah'ın sevgisini tatmış, Resûlullah'ı seven bir insanı cehennem ateşi yakmaz.

Bir misalle söyleyeyim. Dünyamızdan, çağımızdan, zamanımızdan, yaşayan arkadaşlarımızdan bize anlatılan, beni çok tesir altına almış olan bir hâdiseyi nakledeyim.

Almanya'daki işçi kardeşlerimizden bir tanesi idrak etmiş ki; "Ben zengin oldum, Allah'ın emirlerinden bir tanesi de o Beytullah'ını ziyaret etmektir. Hac farzdır.

Ve lillâhi ale'n-nâsi hıccü'l-beyti meni'stetâa ileyhi sebîlâ.

Ona fırsat ve yol bulan herkesin onu ziyaret etmesi Allah'ın farz kıldığı, kulların boynuna borç olan bir farîzedir, İslâm'ın erkânındandır. Haccetmek lazım." diye düşünmüş.

Sizin de içinizde tarlasından, bağından, bostanından, arsasından, dairesinden geliri olup nisabı geçip zengin duruma gelenler haccetmemişlerse onlar da haccetsinler. Bir taraftan da bu ikaz olsun. Tehir etmeyin. "Çocuğumu evlendireceğim, falanca işimi yapacağım, falanca işimi halledeceğim, emekli olacağım, ondan sonra 60 yaşını geçeceğim, sakal bırakacağım, tevbe edeceğim, içkiyi terk edeceğim, ondan sonra sigarayı bırakacağım, öyle hacca gideceğim. Şimdi hacca gidersem sonra sigarayı içemem, en iyisi tehir edeyim hacca gitmeyi de sigarayı içeyim, içeyim, içeyim, ondan sonra tevbe edeyim..." gibi garip şeyleri hep duymuşsunuzdur, kendi kendinize gülmüşsünüzdür; "Allah Allah, bu nasıl mantık?" diye. "Bu zâtın ömür hakkında senedi mi var, anlaşması mı var? Azrail'le konuşmuşlar da 65 yaşını geçecek, emekli olacak diye garantisi mi var?" diye gülmüşsünüzdür.

Hac fevrî midir, ömrî midir? Hac insana hemen fevren zengin olduğun zaman gidip yapması gereken bir vazife midir? Yoksa bi't-terahi münasip zamanında gider, hac vazifesini de yapar. Ömründe bu vazifeyi yapınca boynundan vazife kalkmış olur diye gevşek davranabilir mi?

Takvâ ehli müslüman fırsatı ele geçirdi mi vazifeyi hemen yapar.

Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri buyurdu ki;

Heleken müsevvifûn.

Hayırlı işleri tehir edenler, "yarın yaparım, öbür gün yaparım, sonra yaparım..." diyenler yapamazlar. Mâniler çıkar, her günün meşguliyeti kendisi ile beraber gelir. İnsanın işi gücü başından aşkın olur. Tehir etmek şeytanın oyunudur. "Yapacağım, yapacağım..." derken yapamaz. Yapamadan borçlu olarak göçüp gidebilir.

Şimdi sanıyorum buna benzer düşüncelerde o Almanya'daki o işçi kardeşimiz bakmış ki malı var, parası var, şer'an zengin duruma geldi; "Benim hacca gitmem lazım." Ama çalışıyor, fabrikası var, fabrikada da önemli bir mevkii var, idareci durumunda. Fabrika da tıkır tıkır çalışıyor, 24 saat çalışıyor, 3 vardiya çalışıyor. Böyle kıymetli bir elemanın birden oradan ayrılması kolay değil. Ama bu âşık demiş ki; "Ben hacca gideceğim." Gitmiş müdüre veya patrona, işin sahibine demiş ki;

"Benim bir seyahat yapmam mecburiyeti var. Şu tarihten şu tarihe kadar iş izni istiyorum."

"Olmaz. Sensiz ne olur bu fabrikanın hâli? Seni bırakamam. Tazminat vereyim, fazla para vereyim, sen çıkma, gitme. Ben sana izin veremem." demiş.

"Bütün iş gelip sende kilitleniyor. Senin parmağının ucunda dönüyor, olmaz!"

Demiş ki;

"Mutlaka gitmem gerekiyor. İşin önemini biliyorum, ben de sana yardımcı olmak istiyorum; ama bu başka türlü bir şey değil."

"Ya nedir? Başka zamanda git. Chistmas'ta, kış günü git..."

"Yok, bu tarihler arasında gitmem mecburiyeti var."

Hac olduğunu ilk önce söylemiyor. Hacca gidecek ama elin gâvuruna söylemiyor, yani "hacca gideceğim" demiyor.

"Bırakamam, boşuna uğraşma, sana izin veremem." demiş.

"İzin vermezsen dahi işi bırakıp gideceğim."

"Tazminatından olursun, hem işinden olursun hem tazminat da vermem."

"Dünya yıkılsa, çok büyük zararlara da uğrasam yine gideceğim!"

"Ya, bu kadar inat etmenin sebebi ne? Niye bu kadar böyle ısrarla istiyorsun bu seyahati?"

O zaman demiş ki;

"Ben müslümanım, biliyorsun."

"Tamam müslümansın, ben de senin Müslümanlığından memnunum. Dürüstsün, sana işi emanet ettim, senden çok memnunum. Güzel, müslüman ol, bir şey değil, bana bir zararı yok. Senin dürüstlüğünün, ahlâkının sağlamlığının, çalışmanın bana faydası var."

"Benim hac farizasını îfa etmem lazım, o Kâbetullah'ı ziyaret etmem lazım. Bu zamanda, bu mevsimde, belli tarihlerde oraya ak örtülere sarılıp, baş açık yalın ayak o Beytullah'ı ziyaret etmem lazım. Etrafında divâne mecnun âşıklar gibi aşk ile şevk ile gözyaşı döke döke dönmem lazım. Ondan sonra Arafat'a çıkıp baş açık yalın ayak güneşin altında gözyaşı döküp 'Aman yâ Rabbi!' diye yalvarmam lazım. Mahşer gününü hatırlatan o günde akşamlara kadar orada günahımın affı için nice nice dualar yapmam lazım. Gelip tekrar Kâbe'yi tavaf etmem lazım, kurban kesmem lazım. Bu olacak. Dinî bir vazifem olduğu için mutlaka gideceğim. İzin versen de gideceğim vermesen de istifa edip gideceğim. Çünkü bir dahaki seneye çıkmaya senedim yok." demiş.

Akıllı insanlar kendisine ölümü yakın bilirler. Ne zaman öleceğimizi biliyor muyuz?

Kim bilir, nerede, nasıl, kaç yaşında?

Bir namazlık saltanatımız olacak, taht misâli o musalla taşında.

Zamanını bilen var mı?

Ve mâ tedrî nefsün bi-eyyi ardın temût.

Nerede öleceğimizi biliyor muyuz? Mezarını yaptır bakalım burada... Bakalım burada mı öleceksin, uçakta mı öleceksin, gemide mi öleceksin, hacda mı öleceksin, tünelde mi öleceksin, Arafat'ta mı öleceksin, yolda mı öleceksin? Kim bilir? Kim nasıl bilebilir? Bilen olur mu?

Allah'ın bildirdiği bilir. Gaybı Allah bilir. Allah'ın bildirdiği bazı kullar da bazen biliyorlar.

Yani kimse ne zaman nerede öleceğini bilmez. Ama kendi başına bilmez. Allah bildirirse o zaman bilir, gösterirse bilir.

Şimdi tabii bu şahıs bilmeyenlerden olduğundan, tabii ölümün ne zaman olduğunu bilmemek de bir nimet. İnsan ölümün ne zaman olduğunu bilse kahvaltı edemez, yemek yiyemez, tatlı yiyemez, hayattan bir zevk alamaz, hanımına bakamaz, çocuğuna bakamaz. "Çekilin başımdan ya, siz benim başıma bela mısınız! Benim sizinle işim yok!" der. Onun için hayatın tadı tuzu kalmaz, ağzının tadı tuzu kalmaz, uykusu kalmaz vesaire. O bilmediği için demiş ki;

"Ne zaman öleceğimi bilmiyorum, hac bana farz oldu, ben gideceğim."

"Eh, madem bu kadar ısrar ediyorsun, doğrusu sen de benim en iyi elemanımsın, ben de seni seviyorum, git bakalım, müsaade ettim, tamam. İşi ayarlarız, ne yapalım, yerine başkasını buluruz. Biraz başımızı derde soktun ama ben geçerim işin başına, yine yürütürüz."

Müsaade etmiş. Bu da -bizim işçi kardeşimiz- hazırlıklarını yapmış. Biletleri almış, organizasyonu tamamlamış, gitmiş Alman Hans ile, müdür bey ile -Hans diyelim, adını da bilmiyoruz ya- vedalaşmış. Auf Wiedersehen! "Allah'a ısmarladık, işte ben bahsettiğim seyahate gidiyorum." O da demiş ki;

"Güle güle git, güle güle sıhhatle âfiyetle gel."

"Sizin o peygamberiniz Muhammed'e benden selam söyle." demiş.

Hans hıristiyan, müdür, bu hacca giden işçisine selam ısmarlıyor. Demiş ki;

"Oraya git, benden de selam söyle."

Şimdi bu şahıs anlatıyor ki, hac vazifesini yapmış, Medine-i Münevvere'ye Peygamber Efendimiz'in türbe-i saadetini ziyarete gelmiş. Bâb-ı selâmdan başı eğik, adım adım yüreği ağzında gözleri yaşlı yürümüş yürümüş, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in şebeke-i saadeti denilen parmaklıkların karşısına gelmiş dikilmiş. Boynunu bükmüş, gözünden yaşlar dökmüş.

es-Salâtu ve's-selâmu aleyke yâ Resûlallah... Salât u selâmlar getirmiş, dualar etmiş. Aklına o arada Hans'ın emaneti gelivermiş. Hani "Peygamberinize benden selam söyleyin." dedi ya, o aklına gelmiş.

Şimdi bu gözü kapalı, sanki Resûlullah Efendimiz'i görüyormuş gibi demiş ki;

"Yâ Resûlullah! Ben Almanya'dan geldim. Falanca fabrikada çalışırdım. Buraya gelirken bizim fabrikanın müdürü ile maceramız şöyle şöyle oldu. Gelirken o da 'Sizin peygamberinize benden selam söyle.' dedi. Onun selâmını sana bildirmem de doğru mu değil mi, bilmiyorum. Ama selam söyledi, üzerimde emanet, tebliğ ediyorum yâ Resûlallah." diye Hans'ın selâmını da orada türbenin karşısında el pençe divan dururken söylemiş.

Muhterem kardeşlerim!

Bu işçi kardeşimiz haccı bitirmiş, Türkiye'ye gelmiş. Tabii önce Türkiye'ye uğrayacak, ondan sonra arabasına binecek, yol üzerinden Almanya'ya varacak. Almanya'dan telefonla haber gelmiş; "Hans müslüman oldu!" diye. Fabrika müdürü müslüman olmuş.

Neden?

Hidayet Allah'tandır.

Leyse aleyke hüdâhüm velâkinna'llâhe yehdî men yeşâ'

"Ey Resûlüm! Sen herkesin hidayete ermesini istiyorsun. Ama hepsi müslüman olsa, hepsi hidayete erse, hepsi doğru yola girse, hepsi Allah'a güzel kulluk etse, hepsi cennete girse, hepsi cehennemden kurtulsa... Sanki sen ateş yakılmış, ateşin üzerine, ışığa kelebekler uçup geliyor, ondan sonra ateşte kanatları yanıyor, düşüyorlar, cayır cayır yanıyorlar. O kelebekler ateşe düşmesin diye onları uzaklaştırmaya çalışan bir insan gibisin. İnsanlar ateşe düşüyor, sen onları Allah'ın davetine, nimeti yurdu cennetine çağırıyorsun.

Ve mâ erselnâke illâ kâffeten li'n-nâsi beşîren ve nezîrâ. "Ey insanlar! Gelin, Allah'ın cenneti var, Allah'a itaat ederseniz cennete girersiniz. diyorsun.

Velâkinna'llâhe yehdî men yeşâ'. Allah celle celâlühû Hâdî ismi hürmetine, Hâdî isminin tecellisiyle dilediği kulları hidayete erdirir.

Hidayete ermenin sırrı nedir? Kim hidayete eriyor? Kim yine Allah'ın Mudill ismi ile dalâlete düşüyor? Dalâlete düşen niye düşüyor? Hidayete eren niye eriyor?

Edebe riâyet eden, hatasını bilen, kusurunu muterif olan, boynunu büken, aczini anlayan, Allahu Teâlâ hazretlerinin rubûbiyyetini kavrayan, kendisine gönderdiği nimetleri O'nun gönderdiğini anlayan, O'na karşı şükran borcu duyan, günahlara dalmış bile olsa, katran kuyusuna düşmüş de çıkartıldığı zaman kapkara bile olmuş olsa o edebinden, o anlayışından, o güzel tevazuundan dolayı Allah ona hidayet veriyor.

Beri taraftaki adam zengin de olsa, mevki sahibi de olsa, yönetici de olsa, güçlü kuvvetli de olsa, ağa da olsa, paşa da olsa, sultan da olsa kaba sabaysa, anlayışsızsa, nankörse, edepsizse Allah ona hidayeti vermiyor.

Bütün nimetleri bulanlar edebe riâyetten o nimetlere mazhar olmuşlardır. Bütün mahrumiyetlere düşenler edepsizliklerinden dolayı o cezaya çarptırılmışlardır.

Şimdi bu Hans kardeşimiz niye hidayete erdi?

Edebe riâyet ettiği için. "O Resûlallah henüz benim inandığım bir peygamber değil ama bu benim işçimin inandığı dinin peygamberi. Muhakkak ki muhterem bir insandır, hadi bana ondan selam olsun." dedi. Resûlallah sallallahu aleyhi sellem Efendimiz'e selam gönderdi. Resûlallah sallalahu aleyhi ve sellem Efendimiz de kendisine gönderilen her selâmın karşılığını verir. Her selam edeni bilir. "Sen misin bana selam gönderen ya Hans; ve aleyke's-selâm." dedi demek ki... "Allah'ın selâmı senin de üzerine olsun." dedi. Hans Allah'ın selâmına mazhar oldu. Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlühû dedi, mü'minler safına girdi, kardeşlerimizden oldu. Bizden de belki daha ileriye geçti. Niye daha ileriye geçti?

Çünkü İslâm yani müslüman olmak, müslüman olmadan önceki bütün suçları, günahları siler. Daha önce adam hırsız, arsız, yüzsüz, edepsiz, katil, cani vs. vs. imiş; ama hatasını anlamış, imana gelmiş. Eskiler silinir. Eskiler silinir, bundan sonraki hayatı anasından yeni doğmuş gibi öyle başlar.

Onun için Avrupalı bir kardeşe "Kaç yaşındasın?" diye sordum. Küçük bir rakam söyledi; "2 yaşındayım, 3 yaşındayım..." gibi. Baktım 45 yaşında var en aşağı... 2 yaşındaki insan sakallı bıyıklı kocaman boylu poslu olmaz. Yani iki yıl önce Konya'da hidayete ermiş de yaşını o sayıyor. Ondan öncekini hayat saymıyor. Müslüman olmazsa bir insanın sürdüğü hayat mıdır, ona "hayat" mı derler?

Asıl hayat mârifetullahla olan, muhabbetullahla olan, imân-ı kâmille olan hayattır. Mü'min-i kâmil, ârif-i billah, âşık-ı sâdık, onun öyle bir hayatı vardır ki... Eskilerden bir tanesi şöyle söylemiş:

"Şu sultanlar ki eğer bizim tattığımız lezzetleri, mânevî hazları, saadetleri, mutlulukları bilseler bunları elimizden almak için ordularını bize çevirirlerdi. 'Verin onları bize! Onlar ne güzel şeylermiş ya, verin bakalım onları bize!' diye onları almaya çalışırlardı." diyor.

Tabii mü'minin dünya hayatı böyledir. Ateşe atsalar mü'minin sırtını kimse yere getiremez.

Allah bizi imandan ayırmasın.

Biz birbirimizin nesiyiz?

Kardeşiyiz.

Nasıl kardeşiyiz?

Ana baba kardeşinden evvel kardeşiyiz.

Mü'min kardeşliği daha evvel gelir, kan kardeşliği sonra gelir. Her şeyi farklı olsa bile mü'min ise Allah celle celâlühû bizi birbirimizle el tutuşturmuştur.

İnneme'l-mü'minûne ihvetün. "Mü'minler birbirlerinin sadece ve sadece kardeşleridir." buyurmuştur.

"Ona zulmetmez, ona haksızlık etmez, ona hakaret etmez, onun tahkir edilmesine müsaade etmez, onu yardımsız bırakmaz. Ey Allah'ın kulları! Bu kardeşliğinizin idraki içinde olun, birbirinizin kardeş olduğunuzu bilip de sımsıkı kardeşler olarak kucaklayın!" diye Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in nasihati vardır.

Onun için Allahu Teâlâ hazretleri buyuruyor ki;

İnne'ş-şeytâne leküm aduvvün fe't-tehizûhu adüvvâ. "Şu görmediğiniz kuyruklu boynuzlu şeytan sizin azılı düşmanınızdır, siz onun düşman olduğunu bilin, sizi aldatır!" diye Kur'ân-ı Kerîm bildiriyor.

Biz de aldanan kardeşlerimize, raydan çıkıp devrilenlere, uçurumun kenarına gelmiş kardeşlerimize acıyoruz da oraya düşmesinler diye diyoruz ki;

"Yol Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in yoludur. O'nun izinden giden Allah'ın sevgisine rızasına mazhar olur, iltifatına erer, cennetine girer, nimetleri ile mütena'im olur. Resûlullah'ın yolundan başka yollara gidenler;

Ve inne hâzâ sırâtî müstakîmen fe't-tebiûhu ve lâ tettebiu's-sübüle fe-teferreka biküm an sebîlihî.

İşte şu İslâm yolu, cadde-i kübrâ-i İslâm, iman yolu Allah'ın yolu budur. Allah'ın rızasına götüren yol budur. Dosdoğrudur, hiçbir eğriliği yoktur. Akıl için dosdoğrudur, kalp için dosdoğrudur, gönül için dosdoğrudur, insan için dosdoğrudur, aile için dosdoğrudur, devlet için dosdoğrudur, şehir için dosdoğrudur, belde için dosdoğrudur. Bu yoldan gidersek, bu yolu bırakmazsak cennete varırız. Bu dosdoğru yolun en sonu insanı cennete götürür. Eğer bu yoldan saparsak, kayarsak, başka yollara gidersek, gidenler zarar ederler. Asıl maksad-ı aksâya, matlab-ı âlâya ulaşamazlar, cennete giremezler, nimeti göremezler, çok dertlere uğrarlar, pişman olurlar ama son pişmanlık fayda vermez.

İnsanın dünyada çeşit çeşit pişmanlıkları oluyor. Arapça'da pişmanlığa nedâmet diyorlar.

Şerrü'n-nedâmeti yevme'l-kıyâmeti.

Ne kadar kolay hatırda kalacak bir şey. Ama hatırda kalacak da hiç unutulmayacak bir şey:

Şerrü'n-nedâmeti yevme'l-kıyâmeti. "En kötü pişmanlık, kıyamet günündeki pişmanlıktır."

Neden?

Dünya bitmiş, defterler dürülmüş, mezarlara girilmiş çıkılmış, haşır olmuş, mahşer yerinde toplanılmış, mahkeme-i kübrâ kurulmuş, mizan terazi ortaya getirilmiş. Terazinin kefeleri o kadar büyük ki semavâtı arzı içine koysan alacak kadar büyük. Melekler bu heybetten köşede titreşiyorlar. İnsanlar hesap için bekleşiyorlar. Defterler açılıyor.

Hâumukraû kitâbiyeh.

İnnâ künnâ nestensihu mâ küntüm ta'melûn. "Ya siz ne sanıyordunuz, biz dünyadayken sizi..."

E fe-hasibtüm ennemâ halaknâküm abesen ve enneküm ileynâ lâ turceûn. "Biz sizi boş mu yarattık? Abes yere mi yarattık? Siz bize dönmeyeceğinizi mi sandınız? Hayatta ebedî kalacağınızı mı sandınız? Hayattan sonra âhiret hayatının olduğuna ihtimal mi vermediniz? Biz sizin her hâlinizi biliyorduk. Her hâlinizi kirâmen kâtibîne yazdırıyorduk. İşte kitabınız, alın okuyun bakalım!" deyince bakacaklar ki mücrimler "inne mücrimine müşrikune fiha" korkacaklar, şafak atacak yani. Mücrimler bakacaklar ki;

Mâ li hâze'l-kitâbi lâ yuğâdiru sağîreten ve lâ kebîreten illâ ahsâhâ. "Allah Allah... Ne biçim kayıt? Nasıl tespit? Ne detaylı tespit ki küçük büyük hiçbir şey bırakmamış, melekler her şeyi yazmışlar."

Sağa baktı, yazmışlar. Sübhânallah dedi, yazmışlar. Sadaka verdi, yazmışlar. Gaflet etti, yazmışlar. Sevap işledi, yazmışlar. Hiçbir şey bırakmamışlar.

Mücrimler korkacak, hesaplar ortaya dökülecek, sevaplar günahlar tartılacak. Sonunda adam pişman olacak. İnkâr ettiği kıyameti gördü. İnkâr ettiği bütün şeyler karşısında ayanen görüldü. Ne yapacak?

Çok pişman olacak ama oradaki pişmanlık fayda vermeyecek.

Şerrü'n-nedâmeti yevme'l-kıyâmeti.

Ama ne mutlu bize ki ben şahsen birkaç defa böyle rüya gördüğümü hatırlıyorum. Bana da anlatırlar. İnsanın rüyasında kıyamet kopuyor. Küçükken mesela birkaç defa gördüm. Teferruatı unuttum ama kıyamet kopuyor, insan hesaba çekiliyor. Yastık yorgan sucuk gibi terlemiş, yatak sırılsıklam ıslanmış olarak uyanıyor. Kıyamet kopmuş diye, kıyametin dehşetini, cenneti veya [cehennemi] gördüğü zaman uyanınca seviniyor. Ne diyor?

"Elhamdülillah, daha ölmemişiz, meğer kıyamet daha kopmamış!" diyor.

Muhterem kardeşlerim!

Gözünüzü açın. Sırılsıklam terlediniz ama daha kıyamet kopmadı. Daha hayat denilen büyük nimet elinizde; yaşıyorsunuz, yaşıyoruz. Daha elimizde fırsat var; dilimiz, gözümüz, âzâmız çalışıyor.

Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlühû diyoruz, işte dedik, diyeceğiz inşaallah.

Allah bizi bu kelime-i şehadetten ayırmasın.

Gözümüz görüyor, aklımız çalışıyor. Bâtılı, yalanı, yanlışı, boşu bırakacağız, sevaplı işe döneceğiz. Kârımızı düşüneceğiz, âhiretimizi düşüneceğiz. Son günde son demde pişman olmamak için şimdi ağlayacağız, şimdi zorlanacağız, şimdi nefsimize diyeceğiz ki; "Ey nefsim! Islah ol. Çünkü cezayı sen de çekeceksin ben de çekeceğim. Aklını başına topla!" diyeceğiz, nasihat edeceğiz.

Muhterem kardeşlerim!

Hayat büyük bir fırsattır, çok büyük bir nimettir. Hayat fânidir, boştur, şöyledir böyledir; ama hayat bir hazinedir, hayat insanın sermayesidir. İnsan âhiretini dünyadan kazanıyor. Bunları herkes biliyor da bizim kusurumuz ne? Sizlerin ve bizlerin, bildiğini uygulamıyor.

Şu telde elektrik var, dokunursan çarpar. Gidiyor, onu tutuyor. Bunu tutarsan kömür olacaksın. Söylüyor, yüksek voltajlı yukarıdan direkten kopmuş gelmiş. Kartal bile gelip orada kanatlarıyla bir oraya bir oraya değdi mi bir çakıyor elektrik oradan oraya, koca kartal yere düşüyor. Neden?

Elektrik bu, şakası yok, çarpar.

Şakası olmayan şeyleri söylüyoruz. Biliyor, yine yapıyor. Sigara insanı öldürür, kanser yapar. Yavaş yavaş intihardır. Herkes biliyor, herkes sigara tüttürüyor. Kendini düzeltsene.

Rauchen schadet der Gesundheit. Almanlar dil öğretirken ilk önce bunu öğretiyorlar; "Sigara sıhhatimize zararlıdır." diye onu öğretiyorlar. Amerikalılar sigaranın üzerine "bu zararlıdır" diye yazıyorlar. Yazmak başka uygulamak başka, muhterem kardeşlerim!

O halde bizim kusurumuz ne?

Bizim kusurumuz cahillik değil. Bizim kusurumuz irade zayıflığı, iradesizlik. Biliyoruz. Hatta birisi; "Şu küçük çocuk bizim çok haylaz, buna biraz nasihat et." dese, götürse onun yanına, o ona benden daha güzel nasihat edecek. Biliyorum, daha güzel nasihat edecek. Çünkü bilir, her şeyi bilir.

Bilmek yetmiyor. Bildiğini uygulamayan helâk olur.

en-Nâsu helkau ille'l-alimûn. Ve'l-âlimûne helkau ille'l-âmilûn.

Bilecek, bir. Bildiğini uygulayacak, iki.

Ve'l-âlimûne helkau ille'l-muhlisûn. "Alimler de, işi yapanlar da ihlâsla yapacak, hâlis niyetle yapacak, sırf Allah rızası için yapacak."

Onun için muhterem kardeşlerim!

Allahu Teâlâ hazretleri, kendisine dua edilmesini, tazarru ve niyaz edilmesini sever. Kul ne kadar suçlu olsa günahını affeder. Cuma'nın içinde bir gizli saat vardır ki o saatte insanın duası olursa, o saate tesadüf ederse duaları kabul eder. Onun için diyelim ki;

"Yâ Rabbi! Biz şimdiye kadar bilerek bilmeyerek işlediğimiz bütün günahlarımıza çok samimi olarak pişman olduk, aşk ile şevk ile tevbe ediyoruz. Tevbe ettik, pişman olduk, bir daha işlememeye azmettik. Bundan sonra yâ Rabbi, senin Resûlü'nün yolunda yürüyeceğiz. Sünnet-i seniyyesini öğreneceğiz, Kur'ân-ı Kerîm'i öğreneceğiz, o yolda yürüyeceğiz. Başka yolları bıraktık.

Allahu Teâlâ hazretleri tevbelerimizi kabul eylesin. Bize o Alman'a verdiği gibi şaşıran kardeşlerimize de cân-ı gönülden aşk ile sıdk ile hak yola dönmeyi nasip eylesin. Girdiğimiz hak yolda ayağımızı sabit eylesin, tekrar kaydırmasın. İmandan sonra küfre düşürmesin. İzzetten sonra zillete uğratmasın. Kapısından kovmasın. Kabulden sonra reddetmesin. Yolunda dâim zikrinde kâim eylesin. Son nefeste ol kelime-i tayyibe-i münciye ki şu minarelerden okunuyor, biz de her zaman söylüyoruz, diyelim beraber; eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlühû diye diye bu imanımızı muhafaza etmiş olarak güzel bir hal üzere, abdestli iken, oruçlu iken, hak yolda iken, hak işi yapar iken Allah'ın sevgili bir kulu olarak ruh teslim etmeyi Rabbimiz bize nasip etsin. Ruh teslim etmeden önce de hayatımızı güzel işler yaparak geçirmeye muvaffak eylesin. Arkamızda eser bırakmayı nasip etsin.

Bizden sonrakilerde bizi hayır dua ile ansın diye hayrât u hasenât, sadaka-ı câriyeler, meberrat tesis eylememiz lazım. Hayırlı ilimler, hayırlı evlatlar bırakmamız lazım. En güzeli, hiç kimsenin itiraz etmeyeceği kesenin ağzını açıp da çekinmeden masraf yapabileceği evlâdıdır.

Muhterem kardeşlerim! Aziz cemaat-i müslimîn!

Evlatlarınız için kesenizi açın. Evlatlarınızı müslüman yetiştirin. Siz tam müslüman olmayabilirsiniz, eksikli kusurlu olabilirsiniz, cahil olabilirsiniz. Siz o acıları çektiniz. Evlatlarınızı hafız yetiştirin, alim yetiştirin, fâzıl yetiştirin, salih yetiştirin, kâmil yetiştirin, günahsız yetiştirin, hayırlı evlat yetiştirin, mü'min-i kâmil yetiştirin. Onun çok faydasını görürsünüz. Arkasında hayırlı evlat bırakanın defteri dürülmez, sevabı kesilmez. Evlatlarınızı mü'min-i kâmiller yetiştirmeye gayret edin.

Beldelerinizde hocalar yoksa dünyanın en iyi hocalarını getirin.

Rabbimiz bizi defter divan açıp mahşer halkına mahçup duruma düşürmeden bi-gayri hisâb derleyip toplayıp cennetine tıkıversin. Kastamonulu'nun duası gibi... Allah bizi bi-gayri hisâb cennetine dâhil eylesin, Habîb-i Edîbi'ne komşu eylesin. Onun sevgisini gönlümüze iyice yerleştirsin. Gönlümüz muhabbet-i Resûlullah'la, aşkullahla, muhabbetullahla tam dolsun. Yaptığımız her iş de Allah rızası için olsun. Allahu Teâlâ hazretleri Firdevs-i Âlâ'sına dâhil eyleyip cemâliyle bizleri şerefyâb ve ferahnâk eylesin.

Allah hepinizden razı olsun.

Esselâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh!..

Diğer Kayıtlar
Başlık Eklenme Tarihi Paylaş Oku Ekle Süre Beğen
playlist play 00.00.1994 - İslamda Tasavvufun Önemi 31.10.2023 playlist oku playlist ekle 30 playlist like
playlist play 01.07.1994 - Hizmet Şuuru, Değişen Dünyada Üzerimize Düşen Görevler 29.11.2022 playlist oku playlist ekle 20 playlist like
playlist play 01.09.1997 - Doğru İnanç, Allah İnancı, Hayattaki Gayemiz 14.07.2023 playlist oku playlist ekle 26 playlist like
playlist play 01.12.1990 - Hayatımızın Gayesi ve Şuurlu Olmak, Kendini Yetiştirmek 31.10.2022 playlist oku playlist ekle 42 playlist like
playlist play 02.02.1993 - Peygamber Sevgisinin Gerekilikleri, 14.07.2023 playlist oku playlist ekle 39 playlist like
playlist play 02.08.1989 - Alim ve İlmin Önemi, İslama Hizmet, Şuurlu Olmak 31.10.2023 playlist oku playlist ekle 38 playlist like
playlist play 03.02.1992 - İslam ve Tasavvuf 14.07.2023 playlist oku playlist ekle 41 playlist like
playlist play 03.07.1994 - İslam Hizmetinin Önemi 31.10.2023 playlist oku playlist ekle 31 playlist like
playlist play 04.02.1992 - Zikrullahın Fazileti ve Çeşitleri 14.07.2023 playlist oku playlist ekle 40 playlist like
playlist play 04.07.1997 - Güzel Huyun Önemi, Tasavvuf 31.10.2023 playlist oku playlist ekle 26 playlist like
playlist play 05.01.1991 - Çalışma ve İcraatın Önemi 31.10.2023 playlist oku playlist ekle 39 playlist like
playlist play 05.02.1992 - Güzel Ahlakın Önemi, Tasavvufta Güzel Ahlak 31.10.2023 playlist oku playlist ekle 45 playlist like
playlist play 06.04.1995 - Dünyadaki Değişiklikler, İslamda Hizmet 31.10.2023 playlist oku playlist ekle 18 playlist like
playlist play 07.07.1994 - Kendini Geliştirmek, Hizmet Şuuru, Mesleki Yeterlilik, Bilim ve Teknoloji, Mimar Sinan 12.05.2023 playlist oku playlist ekle 29 playlist like
playlist play 07.11.1996 - Allahı Zikretmenin Önemi 31.10.2023 playlist oku playlist ekle 34 playlist like
playlist play 10.02.1981 - Hayatın Gayesi ve İmanın Önemi 31.10.2023 playlist oku playlist ekle 47 playlist like
playlist play 11.02.1992 - Din Nedir 25.10.2022 playlist oku playlist ekle 40 playlist like
playlist play 14.02.1997 - Hanımların Sosyal Hayattaki Rolü, İslamda Hizmette Kadınlar 31.10.2023 playlist oku playlist ekle 41 playlist like
playlist play 15.02.1997 - Sevginin Önemi ve Sevmeyi Öğrenme 12.05.2023 playlist oku playlist ekle 22 playlist like
playlist play 15.03.1997 - İslamda Sevginin Önemi 10.10.2022 playlist oku playlist ekle 46 playlist like
playlist play 16.05.1997 - Aşure Günü 28.11.2023 playlist oku playlist ekle 28 playlist like
playlist play 16.06.1990 - Gençlere Tavsiyeler, Gençlik ve Allah Rızası, Hedef 31.10.2023 playlist oku playlist ekle 37 playlist like
playlist play 17.06.1998 - Doğru İnanç, Güzel Kulluk 28.11.2023 playlist oku playlist ekle 33 playlist like
playlist play 19.12.1991 - Tebliğ Metodları, Yeni İctimai Çalışmalara Yönelmek 19.09.2023 playlist oku playlist ekle 15 playlist like
playlist play 20.08.1990 - Dini Eğitimin Önemi 28.11.2023 playlist oku playlist ekle 26 playlist like
playlist play 22.12.1997 - Aile Eğitimi, İlmin Eğitimin Sevginin Önemi 28.11.2023 playlist oku playlist ekle 33 playlist like
playlist play 23.11.1995 - Hayatımızın Gayesi, Tasavvuf ve Nefis Terbiyesi 29.11.2022 playlist oku playlist ekle 36 playlist like
playlist play 23.12.1997 - Dinler Tarihi 28.11.2023 playlist oku playlist ekle 47 playlist like
playlist play 25.09.1992 - Hizmet, İletişim, Medyanın Önemi 28.11.2023 playlist oku playlist ekle 37 playlist like
playlist play 26.05.1990 - Hayatın Gayesi, Nefis Terbiyesi 28.11.2023 playlist oku playlist ekle 30 playlist like
playlist play 26.12.1990 - İslam Dininin Önemi 05.01.2023 playlist oku playlist ekle 32 playlist like
playlist play 27.04.1993 - Hacı Bektaşı Veli ve Tasavvuf 28.11.2023 playlist oku playlist ekle 43 playlist like
playlist play 27.11.1992 - Üniversite Öğrencilerine Tavsiyeler, Değişen Dünya 13.12.2022 playlist oku playlist ekle 18 playlist like
playlist play 29.10.1992 - Değişen Dünya, Müslümanlara Düşen Vazifeler, Uyanık Olmak 16.01.2023 playlist oku playlist ekle 16 playlist like
playlist play 29.12.1992 - Tebliğ ve İrşad Çalışmaları 25.11.2022 playlist oku playlist ekle 21 playlist like
Kabe
Canlı Yayın
Şuan Canlı Yayın
Sağlık, Sıhhat, Afiyet
AKRA CANLI
 / 
player image icon close icon
AKRA CANLI
Sağlık, Sıhhat, Afiyet
Sağlık, Sıhhat, Afiyet Add Icon volume up
 / 
Canlı Yayın
fast rewind
fast forward
Playlist
Bu özelliği kullanabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir
  
Fikrini Paylaş
TAAHHÜTNAME

Hazırlamış olduğum ve sitenize gönderdiğim/ teslim ettiğim, tamamen orjinal ve bana ait olan, projemin/görüntü veya kaydımın, AKRA MEDİA tarafından kendisine ait kablolu/karasal/uydu, şifreli/şifresiz, free/paralı TV, video, DVD, VCD,VHS ,radyo, kaset, sinema ve sair mevcut yada ortaya çıkacak her türlü İşaret, ses ve /veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletim hakkı ve tüm internet siteleri ve sosyal medya platformlarında yayınlamasına, çoğaltma hakkı, yayma hakkı, işleme hakkı ve temsil hakkının kullanılmasına süresiz olarak müsaade ediyorum.

Projemin/görüntü veya kaydımın, bant, CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player, dijital kayıt vb. tüm yollarla kayıt, çoğaltma ve dağıtım haklarını, bilişim veya iletişim ortamında görüntülenmesini, iletilmesini, okunmasını, izlenmesini, dinlenmesini vb. interaktif veya normal CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player vb. şekilde basılarak veya ses kayıtlarının metin haline getirilip kitap olarak piyasaya sunulmasını sağlayacak her türlü materyal üzerine kaydı ile çoğaltılması, kullanılması, işlenmesi, yeniden ve genişletilmiş şekilde sesli, yazılı ya da görüntülü yayın haklarını, bu suretle de çoğaltılarak kullanılması, dağıtılması, pazarlanması vb. fikri, mali ve manevi haklarımın tamamını, programda gerekli görülen değişiklikleri yapma haklarımı bila bedel olacak şekilde, AKRA.MEDİA sitesine ve bu site'nin yetkilisi ve sahiplerine devir ve temlik ettiğimi, beyan, kabul ve taahhüt ederim.

Şehir Seçin
Close