İlke ve Değerlerinden Ödün Vermeden
Özgür Yayın Platformu Olarak Kalsın Diye
Öğle13:05 İkindi17:01 Akşam20:22 Yatsı22:00 İmsak03:53 Güneş05:39 İşrak06:24
Hava - Hava durumuAçık 12°C Nem %55
Türkçe
17 Zilka'de 1446 15 Mayıs 2025 Perşembe
17 Zilka'de 1446
İMSAK GÜNEŞ İŞRAK ÖĞLE İKİNDİ AKŞAM YATSI
03:53 05:39 06:24 13:05 17:01 20:22 22:00
Giriş Yap

23.12.1997 - Dinler Tarihi

Konferanslar

Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn. Hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh. Alâ külli hâlin ve fî külli hîn. Ve’s-salâtü ve’s-selâmu alâ seyyidi’l-evvelîne ve’l-âhirîn Muhammedini’l-Mustafâ ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tabi’ahû bi-ihsânin ilâ yevmi’d-dîn.

Emmâ ba’d.

Aziz ve muhterem kardeşlerim;

Dünya ve âhiret sözünü eskiden beri biliriz. Çok duyduğumuz sözlerden birisidir; dünya ve âhiret. Hatta Âmentümüz içinde geçer. Âmentü billâh; Biz müslümanlar Allah’a inanıyoruz. Ve-melâiketihî; O’nun melekleri var, ona inanırız. Ve-kütübihî; ve onun gönderdiği, vahyettiği, mukaddes kitaplar vardır, onlara inanıyoruz. Ve-rusülihî; kavimlere, milletlere elçi olarak gönderdiği seçkin kullar, peygamberler vardır, onlara inanıyoruz. Ve’l-yevmi’l-âhiri; bir de âhiret günü var, ona da inanıyoruz. Ve-bi’l kaderi hayrihî ve şerrihî mine’llahi teâlâ;  mukadderâta inanıyoruz, Allah ne takdir ettiyse insanın başına o geliyor. Ve’l-ba’sü ba’de’l-mevti hakkun; öleceğiz bu hayat bitecek. Ölüm var ama ölümden sonra dirilmek de var bunun da hak olduğuna inanıyoruz.

Öldükten sonra dirilmek de âhiret hayatının itirafı, ifadesi demek oluyor.

Ve’l-yevmi’l-âhiri derken âhirete inandığımızı söylüyoruz. Ve’l ba’sü ba’de’l mevti hakkun dediğimiz zaman; öldükten sonra dirilme vardır dediğimiz zaman da onu söylemiş oluyoruz.

İslâm dininin, öbür dinlerden en büyük farklarından birisi budur.

Dinler tarihini inceleyenler bilirler ki; bu iman esasları öteki dinlerde tam olarak ifade edilmiş değil. Kaybolmuş.

Biliyorsunuz dinler ikiye ayrılır:

Bir; insanların din diye uydurdukları esaslar. İnsanların din diye uydurdukları bir takım merasimlere, esaslara; beşerî dinler denir. Yani beşer oturmuş, kendisine inanç icat etmiş, uydurmuş. Allah söylemiş değil. Öküze tapmak, danaya tapmak, beyaz ayıya tapmak, timsaha tapmak veya bir insana tapmak; Firavun gibi, Nemrut gibi. Veyahut aklı, fikri bu konuya takılmış olup da “Ya ben de bir din ortaya koyayım.” diye ortaya din atanlarda var. Batılı filozoflardan böyleleri var. "İnsanlık dini diye bir din çıkartayım" demiş. "Bence din şöyle olmalıdır, böyle olmalıdır" filan diye oturmuş yazmış.

Daha eski tarihlerde de bazı hükümdarlar, idare ettikleri tebaaların dinlerini birleştirerek hepsinden bazı esaslar alarak yeni bir şey ortaya koymaya çalışmışlar. Bunların hepsi beşerin kendi kısa aklından ortaya çıkmış olan, temelsiz merasimler. Aslı esası yok!

Endonezya’dayken televizyon kanallarını araştırıyordum, seyrediyordum. Orada bir hıristiyan kanalı var; Hıristiyanlık yayını yapıyor. Büyük bir kilise, içinde kalabalık toplanmış, bir tarafta Hz. Meryem aleyhesselâm’ın heykeli var. Meryem aleyhesselâm’a biz de hürmet ediyoruz, çocuklarımıza Meryem adını koymamızdan belli. Allah’ın mübarek, saliha kullarından birisi olarak seviyoruz, sayıyoruz, hürmetimiz sonsuz.

Onun heykelini alıyorlar, bulunduğu yerden aşağı indiriyorlar; şapur şupur papaz öpüyor, ahali öpüyor, bir şeyin üstüne koyuyorlar. Papazlar elbiselerini oradan alıyorlar merasimle öbür tarafa naklediyorlar. Bunun dinle imanla bir ilgisi yok ki! Ne namaza benziyor, ne oruca benziyor, ne zekâta benziyor, ne hacca benziyor, uydurma bir şey. Heykeli oradan al, bir tahterevallinin üstüne koy,  bu tarafa taşı, herkes mest oluyor; yamuluyor, eğiliyor bilmem ne... Bunun ne aslı var ne esası var.

Acıdım yani. Kendisinin yaptığı heykelin naklinden ibaret bir merasim çıkartmışlar, seremoni çıkartmışlar. Temelsiz bir şey... Dinlerin bir kısmı veya bazı dinlerin içindeki bir takım merasimler temelsiz, beşeri, uydurma.

Bazı ilâhî dinler var. Yani Allahu Teâlâ hazretlerinin bir peygamberine gönderip öğrettiği dinler var.

Allah celle celâlühünün insanlara din öğretmesi ne zaman başlamış?

Bizim kitabımızdan, Peygamber Efendimiz’in verdiği bilgilerden öğrendiğimiz, söylediğimiz, inandığımız, gerçek olan husus; ilk insandan itibaren Allah insanlara doğru dinin ne olması gerektiğini öğretmiş, anlatmış. Hz. Âdem; bizim dedemiz, hepimizin dedesi, çok eski zamanda yaşamış, hepimizin dedesi... Hz. Adem ilk insan ve ilk peygamber... Ona Allahu Teâlâ "şöyle yap, böyle yap" diye emirlerini bildirmiş, o da evlatlarına bildirmiş. Biz Hazreti Âdem aleyhisselam’dan Peygamber Efendimiz’e kadar, Hz. Âdem aleyhisselam dahil bütün peygamberlere sevgi, saygı ve bağlılık duyuyoruz. Bizim dinimiz gibi hiçbir din, bu vasfa sahip değil. Biz hepsine saygı duyuyoruz. "İbrahim bizim peygamberimiz, Musa bizim peygamberimiz." diyorlar.

Biz de "Musa aleyhisselam, İbrahim aleyhisselam, İshak aleyhisselam, Yakub aleyhisselam, Yusuf aleyhisselam" diyoruz. Selam olsun onlara. Seviyoruz, "Peygamberlerden bir peygamberdir" diye evlatlarımıza isimlerini koyuyoruz. Yahudilerin Josef dediğine biz Yusuf diyoruz. Yahudilerin Jacob dediğine, Yakub diyoruz. Yahudilerin Abraham dediğine İbrahim adını koyuyoruz. Yani Âdem diyoruz bunlar Adam diyor. Havva diyoruz, onlar Eve diyorlar. Onların saygı duyduğu kimselere biz saygı duyuyoruz, biz rahatız, biz kârdayız, kazançtayız. Bizim öyle bir şeyimiz yok.

Şimdi ilk insandan itibaren Allah insanlara doğruyu anlatmış, fakat insanlar seremoni çıkartmaya meraklı. Yani yeni bir şey çıkarmaya meraklı. Bazı korkulardan ve bazı sevgilerden dolayı bazı şeyleri kutsallaştırmışlar,  tanrılaştırmışlar ve sonra tapınmaya başlamışlar. Mesela timsahtan korkmuş. Yırtıcı bir hayvan, ağzı kocaman, yakalarsa insanı yutuyor; timsaha tapmış.

İlâhî dinlerin bazıları insanlar tarafından bozulmuş, bilgiler dağılmış, şaşırmış olduğundan asıl önemli inançlar da kaybolmuş. Bizim dinimizde bunların hepsi tazelenmiş oluyor. İnsanların unuttuğu, hafızasından silinmiş veyahut karıştırdığı ve bozduğu, yamulttuğu veya eğip büktüğü şeyleri bizim dinimiz düzeltiyor. Bizim dinimiz o bakımdan bütün dinlerin düzelticisi, tamircisi bir din.

Fî-hâ kütübün kayyimetün.

Allah bize peygamber göndermiş, bir kitap indirmiş. O kitabın içinde eski kavimlere indirilmiş kitapların özetleri de var. Fî-hâ kütübün kayyimetün. Kur’ân-ı Kerîm eski ümmetlerin bilgilerini de anlatıyor. Hangi dinin doğru yolda olduğu, milletlerin hangi konuda yanıldığını da söylüyor.

Musa aleyhisselam ve Firavun’un macerasını ve Firavun’un yanıldığı tarafları söylüyor. Musa aleyhisselam’ın kavminin Musa aleyhisselam’dan sonra şaşırmasını anlatıyor. Orası yanlış diye onu bildiriyor. Musa aleyhisselam Tur Dağı’na vahiy dinlemeye, Allah’ın emrini almaya çıkmış; kavmi aşağıda altın malzemeyi toplayıp, “Verin bakalım bilezikleri, verin bakalım yüzükleri…” diyerek Sâmirî isimli bir bozuk adam altınları eritmiş, bunlara bir buzağı heykeli yapmış.

Buzağı ne demek?

Öküzün küçüğü demek.

Altından bir buzağı heykeli yapmış.

Niye yapmış bunu?

Firavun’dan kurtulduktan sonra giderken putlarına tapınan bir kavmin yanından geçmişler. Demişler ki; “Bize de böyle bir put yapsana!” Yani “Biz Allah’ı görmüyoruz, olmuyor, bize de böyle bir put yapsana.” demişler. İçlerinden bir sivri akıllı çıkmış ve bir buzağı heykeli yapmış.

Fe-ehrace lehüm iclen ceseden lehû huvâr.

Bu istek üzerine onlara içi boş bir buzağı heykeli yaptı. Rüzgar alan bir yere koyduğu zaman, rüzgarda hava dönüp ağzından çıkarken “vuuuuvvv, vuuuuvvv” diye ses çıkartıyordu. Le-hû huvâr. Böğürtüsü olan, sesi olan altından bir buzağı heykeli yaptı, canlı değil. Böyle bir sesin çıkması...Kavaldan da ses çıkıyor.

Hatta bir musiki ustası, sanatkâr bir kişi su borusundan bile düdük yapıyor. Çayırdaki sazdan bile düdük yapıyor, çalıyor. Bir hava çıkması, bir ses çıkması yeterli değil. Altından bir heykel... Bir şey yapmıyor ki...

Bunu ne zaman yaptılar?

Musa aleyhisselam başlarında değildi, vahiy almak üzere Tur Dağı’na çıkmıştı. Kavmin başında Harun aleyhisselam vardı. Harun aleyhisselam’ı dinlemediler. Öldürecek gibi oldular. “Yapmayın, yanlış bir iş yapıyorsunuz, günaha giriyorsunuz!” dediği halde dinlemediler. Peygamberleri zamanında asi oldular. Peygamberlerinin zamanında dini değiştirmeye kalktılar.

Hz. Musa aleyhisselam’ın getirdiği hak dinin içine buzağıya tapınmayı sokmak O'nun hayatında başladı. Tabii Musa aleyhisselam geldiği zaman Tur Dağı’ndan aldığı vahiylerle elinde levhalar vardı. Levhaları yere attı ve Harun aleyhisselam’ın sakalına yapıştı, yakasına yapıştı "niye bunları engellemedin? Niye bu putperestliği bunlara yaptırttın?" diye O'nu çekiştirmeye başladı.

"Ey anamın oğlu! Benim sakalımı, saçımı, yakamı çekiştirip durma. Ben bunlara söyledim ama beni dinlemediler. Beni neredeyse öldürmeye kalkıştılar. Onun için söz dinletemedim. Düşmanları bana güldürme. Benimle böyle kavgaya tutuşma." dedi.

Ve Musa aleyhisselam kavmine döndü

"Sizin bu yaptığınız nedir? Benim bu arkamdan siz böyle ne kötü şey çıkarttınız. Tam ölecek olduğunuz sırada Allah sizi firavundan kurtardı, denizden geçirdi. Firavunu gözünüzün önünde boğdurdu nice mücizeleri gördünüz. Şimdi bunu çıkartıyorsunuz. Bakın ben sizin ilah diye tapındığınızı şimdi nasıl yakacağım. Ondan sonra da denize nasıl atacağım." dedi.

Ve ateş yaktı, buzağı heykelini onun içine attı, eritti ondan sonra da onu kaldırdı, Kızıldeniz’e attı. Yahudiler şimdi onu araştırıyorlar; nereye attı, nereden çıkartabiliriz diye dalgıçlar dalmışlar, araştırmalar yapıyorlar. Tarihî bir olay bu, oldu.

Ben bunu size niçin anlatıyorum?

Bazı kavimler dinlerini bozmaya, daha dinleri yeni geldiği zaman başlamışlar. Peygamberleri daha hayattayken başlamışlar. Bu bozulma o zaman başlamış.

Biz İsa aleyhisselam’ı da seviyoruz. İsa aleyhisselam yaşadı, hakkı söyledi, vefat etti. İsa aleyhisselam’dan sonra kavmi, İncil’i iyi muhafaza edemediler İncil kayboldu. Sonra bazıları 40-50 yıl sonra hafızalarından, “ben şöyle okumuştum, hatırımda böyle kalmıştı.” vesaire diyerek bir şeyler yazdılar. Bazıları Hz. İsa’nın hayatıyla ilgili tarihî kıssaları -hikayeleri- yazdılar. "Kutsal kitap budur" dediler. İncil karışmış, bozulmuş, kaybolmuş, tahrif edilmiş oldu. Ondan sonra aralarında çok büyük ihtilaflara düştüler. Hz. İsa’nın babası yok.

Bu nasıl olur?

Babasız olduğuna göre nasıl olur?

Kur’ân-ı Kerîm diyor ki: "İsa aleyhisselam’ın durumu Âdem aleyhisselam’ın durumu gibidir." Nasıl Âdem aleyhisselam’ı Allah topraktan annesiz ve babasız yarattıysa; İsa aleyhisselam’ı da mucize olarak, anneli fakat babasız yaratmıştır. Kâdir! Çünkü netice itibariyle çocuk anneden doğuyor. Bunun cevabı böyle ama “neden babasız doğdu” filan derken işi karıştırdılar. Sapık bir takım açıklamalar akıllarına geldi sonunda “herhalde Allah’ın oğlu olmalı” filan dediler. Sonunda Hz. İsa’ya tapınmaya başladılar.

Halbuki Hz. İsa, hayatında "bana tapının, beni ilah edinin" demedi. Hz. İsa’ya tapınmak yok. Peygamberlere tapınılmaz. Saygı gösterilir, sevilir ama Allah’a tapınılır. Allah’tan gayrıya tapınılmaz. İslâm bunu da anlatıyor. Eski kavimleri anlatıyor. Eski kavimlerin yanıldığı noktaları da anlatıyor.

Şunu demek istiyorum; eski kavimlerin ana inançları ikiye ayrılıyor. Beşer kafasından uydurma, yalan dinler, yamuk dinler ve Allah tarafından peygamberlere gönderilmiş ilâhî dinler. Fakat ilâhî dinler de peygamberlerin hayatlarından biraz sonra bozulmuş. Hz. Musa aleyhisselam’ın hayatı içinde bozulma temayülünü görüyoruz. Hz. İsa’dan sonra kavminin o zamanki baskılardan sonra, Romalıların dindarlara yaptıkları baskılardan sonra, bazı sapık kimselerin yanlış inançları ve lafları söylemesinden sonra asıl ilâhî yapısını kaybettiğini görüyoruz.

Hayret edilecek bir şeydir; Yahudilikte âhiret inancı yok. Konuşmama dünya ve âhiret diye başladım ya; yahudilerde âhiret inancı yok. Hıristiyanlarda var, o bozulmamış ama Yahudilerde bozulmuş. Olması lazım. Ben yahudi dininin teferruatını incelemedim ama duyunca hayret ettim.

Bir mühendis kardeşimizin, Amerika’da tertiplediği büyük bilimsel bir konferansta; hahamın birisi  "yahudi inancında âhiret inancı yoktur" diye söylemiş. Oradaki piskopos da "sen bunu nasıl söylersin, şöyledir böyledir" diye münakaşa, münazara etmişler. O bana anlattı, ben hayret ettim.

Bizim dinimizin önemli olan yönlerinden birisi ne?

Kimlerin hak peygamber olduğunu tescil ediyor. "Bu hak peygamberdir; Musa hak peygamberdir, İsa hak peygamberdir, İbrahim hak peygamberdir, Nuh hak peygamberdir." Öteki dinleri tasdik ediyor, belgelendiriyor; doğruyu, eğriden ayırıyor.

İkinci özelliği; o peygamberlere indirilmiş vahiylerin özetlerini bizim Kur’ân-ı Kerîm'imiz ihtiva ediyor. Kur’ân-ı Kerîm'imizin içinde eski ümmetlere indirilmiş bilgiler var.

Nereden biliyorsunuz?

Mesela Âlâ suresinin sonunu hatırlayın:

﴿بَلْ تُؤْثِرُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۘ  وَالْاٰخِرَةُ خَيْرٌ وَاَبْقٰىۜ  اِنَّ هٰذَا لَفِي الصُّحُفِ الْاُو۫لٰىۙ  صُحُفِ اِبْرٰه۪يمَ وَمُوسٰى

Bel tü’sirûne’l-hayâte’d-dünyâ ve’l-âhiratü hayrun ve ebkâ. İnne hâzâ le-fi’s-suhufi’l-ûlâ suhufi İbrâhîme ve Mûsâ.

Mesela burada ne diyor?

Size aklıma gelen bir tek bölüm söylüyorum. Ne diyor? Bu söylenilen şeyler eski kitaplarda vardı.

Suhufi İbrâhîme ve Mûsâ. "İbrahim’e ve Musa’ya indirilmiş vahiyler de vardı." Oradan naklen söyleniyor deniliyor.

Anlıyoruz ki; Kur’ân-ı Kerîm hem dinleri toplamış, hem peygamberleri tasdik etmiş, hem de kitapları düzeltmiş, tashih etmiş. Hani bir kitap; matbaada basılıyor, arkasına yanlış doğru cetveli konuluyor. Yanlışlar olabiliyor. "Şurada yanılıyorsunuz" demiş yanlışlarını düzeltmiş.

Peygamber Efendimiz Hz.İsa ile ilgili yanılmaları, zamanının Hristiyanlarına çok güzel anlattı ve Habeşistan İmparatoru kabul etti. O zamanki Habeş imparatoru Necaşi "en doğrusu, en makulü, olması gerekeni, bizim de eski kitaplarda bildiğimiz böyle" dedi müslüman oldu, Kureyşlileri huzurundan kovdu. “Hediyelerinizi alın geri götürün,  sizin hediyelerinizi istemiyorum” dedi onların hediyelerini reddetti, Peygamber Efendimiz’e iman getirdi. Peygamber Efendimiz’e hediye gönderdi, selam gönderdi.

Şimdi bizim dinimiz, öbür dinlerin teftişini, tamirini, tashihini, düzeltilmesini, hatalardan korunmasını da yapıyor. İnsanları da birleştiriyor. O halde en güzel durumda olan biziz. Bu durumumuzu insanlara anlatabilmeliyiz. İslâm dininin bu konumunu, bu durumunu, bu görevini güzel anlatmamız lazım.

Bizim bozulmamış olan ilâhî bilgilerden, Peygamber Efendimiz’in, Kur’ân-ı Kerîm’in bize bildirmesinden biliyoruz ki; şu içinde yaşadığımız âlem var, yaşam var.

Biz nerede yaşıyoruz?

İşte yaşıyoruz, karşılıklı oturmuşuz bir yerde konuşuyoruz. Çevremiz var, dağlar var, denizler var, kıtalar var, gece var, gündüz var... Bir yaşam sürdürüyoruz, bizden öncekiler de sürdürmüşler. İşte bu hayat böyle ne yapalım. Yaşlananlar, ihtiyarlayanlar ölüyor. Yetişenler evleniyor, evlenenlerin çocukları oluyor. Ondan sonra bu iş böyle devam edip gidiyor.

Bir hayat var, bir yaşam var. Bu çevre içinde, bu gökyüzünün altında, bu yerkürenin üzerinde bir yaşam var. Bu yaşam, dönüp duran, devam eden, aynı şekilde bütün insanların gelip geçtiği bir sahne burası. Bu yaşamın adı ilk yaşam. Veya el-hayatü’d-dünya. Bizim içinde bulunduğumuz, bize yakın olan yaşam... Biz şimdi el-hayatü’d-dünya’dayız, yani birinci yaşamdayız. El-hayatü’d-dünya. Veya kısaca "el-hayat’ını" atıyoruz, dünya... Dünya yaşamındayız yani birinci yaşamdayız. Dünya kelimesi yeryüzü demek değil. "Birinci yaşam" demek.

Bundan sonra ikinci yaşam var. Bizim dinimiz bunu kuvvetle hatırlatıyor. Çünkü eski milletler, eski kitaplar bunları kaybetmiş, dağıtmış, karıştırmışlar filan. Bizim dinimiz bunu üstüne bastıra bastıra belirtiyor. İkinci bir yaşam var; bunun adı el-hayatü'l âhire.

Âhire ne demek?

Sonuncu demek. Bu önceki, o sonraki... Önceki hayat, şimdiki hayat; sonraki hayat, gelecek olan hayat...

El-hayatü’d-dünya; Araplar buna dünya diyorlar. İkincisine ukbâ diyorlar. Ukbâ da; takiben gelen demek. Takip kelimesiyle ilgili. Arkasından gelen demek.

Bu hayatın arkasından ikinci bir yaşam gelecek. Bu dünyada -birinci yaşamda- yaşayan insanlar bu yaşamdan ölümle ayrıldıktan sonra ikinci bir yaşam olacak. Bu ikinci yaşam, birinci yaşam gibi fani olmayacak.

El-hayatü’d-dünya fâniyetün. Bu birinci hayat fanidir, muvakattir; öleceğiz. Öleceğini nereden biliyorsun?

Gelenlerin gidişinden biliyorum. Benden önce doğmuş olanların yaşlanıp hayatlarını tamamlayışından biliyorum. Nice insanların cenaze namazını ağlayarak kıldık, vedalaştık. Ahirete uğurladık, kendi ellerimizle kabirlerine gömdük, dualar ettik. Boynu bükük bükük evimize geldik. Biliyoruz! Yaşayanlar ölüyor. Burası ölümlü ve muvakkat ve kısa bir yaşam. Birinci yaşam -el hayatü’d dünya- bu yaşam kısa ve fani... İkinci yaşam sonsuz... Sonu yok. Daimi, ebedî, hâlidî... Sonsuz bir hayat ve ölüm yok.

Âhirette ölmek var mı?

Yok!

Âyet de bildiriyor, hadîs-i şerîfler de bildiriyor. Âhirette ölüm yok. Ebedi yaşam sürecek.

Burayla oranın farkı ne?

Buranın kısa olması... 60 yıl, 70 yıl çok sayılmaz. Yani mesela Osmanlı sultanlarından Kanuni şu kadar yaşamış. Uzunca yaşamış filan. Abdülhamid daha çok yaşamış filan. E yaşamış ama ölmüş işte, ne kadar yaşasa birazcık yaşamış ölmüş. Kimisi 47 yaşında ölmüş, kimisi 66 yaşında ölmüş filan. Yani sonuç itibariyle kısa. Asırlara göre şey yapacak olursan fazla da değil. Küçük bir miktar.

Dünyanın bütün ömrünü toplasan insanlık tarihini, tarihin başlangıcını, milattan önceyi, milattan sonrayı; çok fazla değil. Ama âhiret ebedî... Orada ölüm yok. Ve kesim yok, bitme yok.

Şimdi biz müslümanlar Allah tarafından bildirilmiş olan şeylere inanıyoruz. Allahu Teâlâ hazretleri buyuruyor ki: Âhirete hazırlanın. Âhirette bu dünyadaki yaşamınızdaki, birinci yaşamdaki iyiliklerinizin durumuna göre; cennete gireceksiniz, cennetlik olacaksınız, sonsuz cennette yaşayacaksınız.

Kötü yaşarsanız, kötülük yaparsanız; cehenneme düşeceksiniz orada ebedî yaşayacaksınız. İkinci hayatın durumu; insanın cennete veya cehenneme gideceği dünyadan belli oluyor. Dünyadaki yaşamındaki hayatından, davranışlarından, davranışlarının birikiminden, birikimin yekûnundan, sonucundan ortaya çıkıyor.

Bu adam nasıl yaşamış? Bu adam neler yapmış? Bu yaptıklarının kendisine kazandırdığı neler? Suç işlemişse durumu nedir?

Allah tarafından âhirette ona göre karar veriliyor.

Âhirete inanıyoruz, bir. Âhiret haktır. Âhirette iyi insanların cennete gideceğine inanıyoruz. Cennet haktır. Eski ilâhî dinlerde de cennet lafı var ama onların kimisi bu işi yamultmuş; "cennet de cehennem de dünyada" diyorlar. Öyle saçma şey olmaz. Âhirette cennet var, cehennem var. İyilere cennet, kötülere cehennem var, ebedî hayat var.

Bir de bu cennet ve cehenneme gidişin kararının verildiği büyük bir mahkeme günü -büyük bir muhakeme olayı- var. Buna ne diyoruz?

"Mahkeme-i Kübrâ" diyoruz.

İnsanın hayatında çeşit çeşit olaylardan dolayı mahkemeye düştüğü vardır. Avukatlarla, hâkimlerle işi düşebiliyor. Hasımları oluyor avukatlara bildiriyor. "Şu adam bana şu haksızlığı yaptı. Sen dosyayı hazırla, dilekçeyi ver." Mahkemede duruşma oluyor, savunma oluyor, suçlama oluyor filan. Tamam, bunlar bir mahkeme. Bunların hepsinin en büyüğü hangisidir? Mahkeme-i Kübrâ; en büyük mahkeme.

En büyük mahkemede ne olacak?

Allahu Teâlâ hazretleri kullarını bu dünya hayatında, yani birinci yaşamda; işlediklerinden dolayı hesaba çekecek. Demek ki bizim inancımızda âhiret var, âhiret inancı var bu âhiret inancının içinde cennet ve cehennem fikri var. Mahkeme-i Kübrâ fikri var.

Mahkeme-i Kübrâ’da Allahu Teâlâ hazretleri kulları hakkında nasıl hükmedecek?

Bunun hakkında da Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadisi şeriflerde bilgiler var. Kesin bilgiler var.

İnsanın bu yaşamında -birinci yaşamında- yaptığı her şey yazılıyor, kayda geçiyor. İnsanların amelleri; işledikleri bütün işler, fiiller, icraat, yaşamları boyunca yaptıkları iyilikler kötülükler ne yapılıyor? Yazılıyor. Bu da çok önemli bir olay, hepsi kayda geçiyor. Kim yazıyor bunları?

Peygamber Efendimiz bildiriyor ki bir buramızda melek var, bir buramızda melek var.

﴿ كِرَامًا كَاتِب۪ينَۙ يَعْلَمُونَ مَا تَفْعَلُونَ ﴾

Kirâmen kâtibîne ya’lemûne mâ tef’alûn.

Kirâmen katibîn meleklerini anlatıyor. İnsanın yaptıkları işleri yazan, yazmakla görevli iki meleği var. İnsanların iyiliklerini sağdaki melek yazıyor, kötülüklerini soldaki melek yazıyor. Sağdaki melek soldaki meleğin rütbece daha üstünde ve amir. Bu amir olan melek, bu meleğe bazen “Dur yazma. Kötülük yaptı ama biraz bekle, yazma.” diyor. Bu da kalem elinde bekliyor, yazmıyor.

Neden?

Belki kul tevbe eder diye. Tevbe ederse yazılmasın, silinsin diye. Şimdi bu yazılma ve tespit işlemini eski insanlar belki anlamakta zorlanırlardı. İmanı kuvvetli olan inanmıştır da ama biz şimdi çok daha kuvvetle inanıyoruz. Biliyoruz ki sözler ve davranışlar tesbit edilebiliyor. Nitekim şimdi benim konuşmalarım ve hareketlerim kameralarla aletlere kaydediliyor. Sonra bunları arkadaşlarımız başkalarına verecekler, onlar da bu toplantıda olmadıkları halde benim bu toplantıda neler söylediklerimi dinleyecekler mi? Dinleyecekler kesin. İşte bir misal... Dünyadaki aciz-naçiz, bilgisi kısıtlı insanların icatlarıyla yapmış oldukları bir yazma sistemi. İnsanların hareketlerini, görüntülerini, sözlerini, seslerini tespit edebiliyor.

İşte bunun gibi bizim hayatımızdaki gizli ve âşikar, gece ve gündüz, yalnızken ve topluluk içindeyken yaptığımız her şey; kalbimizden geçirdiğimiz fikirler, niyetler, her şey kaydediliyor. Bu da İslâm inancının en önemli noktalarından biri. Tabii dikkat edilirse bunlar birbirleriyle ilgili şeyler. İlgisini de söylüyorum zaten. Dünya var, âhiret var. Âhirette cennet var cehennem var. Cennet ve cehennemin tespiti için Mahkeme-i Kübrâ var. Mahkeme-i Kübrâ’nın evrakları da şimdiden hazırlanıyor, hepsi yazılıyor.

Bu çok önemli!

Fevkalade mühim!

Bir müslüman onun için çok iyi bilir ki; yaptığı hiçbir iyilik boşta, havada kalmayacak, gizli kalmayacak, unutulmayacak hepsi yazılacak.

Nereden biliyoruz?

﴿فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُۜ وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ

Fe-men ya’mel miskâle zerratin hayran yerâhu ve men ya’mel miskâle zerratin şerran yerâhu.

Zilzal Suresi’nde Allahu Teâlâ hazretleri bildiriyor; zerre ağırlığı kadar hayır işleyene hayrının karşılığını görecek. Zerre ağırlığı kadar kötülük işleyen kötülüğünün cezasını görecek.

Miskal ne demek?

Sıklet kelimesinden geliyor. Ağırlık kelimesinden geliyor. Ağırlık ölçüsü. Ağırlık mikyası.

Zerre ne demek?

Zerre de; güneş ışını odaya girdiği zaman arka taraf karanlık, güneş ışını gelmiş havanın bir kısmını aydınlatıyor ışık huzmesi perdeden içeri girmiş. "Vay canına! Bizim bu teneffüs ettiğimiz havada meğerse neler varmış." Hava kaynaşıyor, her şey görülüyor orada değil mi? Arkası karanlık olduğu için o ışıkta bir sürü zerrenin uçuştuğunu görüyoruz. İşte güneş ışığının vurduğu zaman havada görünen o küçük parçalara Araplar zerre derler.

Onun ne kadar ağırlığı vardır? On tanesini bir sepete koysak taşıyabilir miyiz? Zerre... Havada uçuşan toz. Onun ağırlığı kadar hayır işleyen bu hayrının karşılığını âhirette görecek. Demek ki zerre ağırlığı kadar hayır bile yazılıyor. Yazılıyor ki hesaba girecek. Hesaba giriliyor ki karşılığı verilecek. Zerre ağırlığı kadar şer işleyen de onun hesabını âhirette verecek, cezasını çekecek.

Bu çok önemli hususlardan birisi! Görüyoruz ki böylece İslâm dini; insanlığa, tüm insanlığa son derece faydalı bazı şeyler öğretiyor.

Bir; senin hayatın sadece bu hayat değil. Senin bu hayatın küçük bir hayat! Muvakkat bir hayat! Fani bir hayat!  Önemsiz bir hayat! Asıl önemli olan ikinci hayatın diyor.

Bunun faydası zararı ne?

Bu inanca sahip olmayan insanlar “Arkadaş, ben ne yaparsam yanıma kâr kalır. Başka bir şey yok. Âhiret mâhiret yok. Ben bu dünyada onun için vur patlasın çal oynasın, istediğim gibi yaşarım. Gemisini kurtaran kaptandır. Başkaları ister ağlasın, ister ezilsin, ister üzülsün beni ilgilendirmez. Hayat bir mücadeledir. Ben burada işimi yürütmeye bakarım. Kendi menfaatimi kollamaya bakarım.” diyor. Sorumsuz, gaddar ve zalim oluyor.

Bakın bir inancın bir insana verdiği fikir bu. "Âhiret yok. Hayat sadece bu hayat. İnsan öldü mü toprak olup gidecek." O zaman o insan ne yapıyor? Her türlü gaddarlığı yapacak hale geliyor. Öyle bir zihniyete sahip oluyor.

Ama beri tarafta İslâm ne diyor?

"Hayır, bu hayat önemli değil. Sen bunu, önemli sanıyorsun ama önemli değil. Sen buranın dağını, ovasını seviyorsun; gülünü, manzarasını beğeniyorsun; meyvesini, tatlısını yiyorsun ama önemli değil" diyor. Şaşırıyoruz biz. İnançla ilk defa karşılaşan bir insan bu ifadelerden şaşırır. "Ne demek ya? Sen nasıl söylersin bu sözü? Dünya önemli değil mi? Şu hâle bak, çevreye bak. Bu çayırlar, bu çimenler, bu dağlar, bu ağaçlar, bu varlıklar, bu zenginlikler, yoksulluklar... Kimisinde var kimisinde yok. Önemsiz olur mu?"

İslâm diyor ki:

"Önemsiz."

Niye önemsiz?

"Kısa da ondan. Fani de ondan. Az da ondan. Elinde kalmayacak da ondan. Sonunda bırakıp gideceksin de ondan. Asıl öbür taraf çok uzun" diyor. Şimdi sana birisi dese ki "bir göz yumup açıncaya kadar sana bir işlem yapacağım, canın acıyacak. Ama azıcık bir şey. O işlemi sana yaptıktan sonra  bir özellik kazanacaksın; havada uçabileceksin. İstersen Sidney’e git, istersen Merbourn’e git. İstersen Türkiye’ye git, ananın babanın elini öp. Ondan sonra kalk buraya gel. Uçacaksın. Razı mısın? İlk başta bir saniyecik acıyacak. Çimdik kadar, iğne batırımı kadar acıyacak. Ne dersin?"

Ben kendim derim ki "Yap şunu. Bir an evvel yap da gideyim göreyim şuraları gezeyim" derim. "Zaten uçaklarda beklemekten, kontrollerden bilmem nelerden canımsıkıldı. Valizleri aşağı indiriyoruz; köpekler geliyor eşyaları kokluyor. İçinde bir şey var mı yok mu... Aç bakalım şurayı çevir, burayı devir içindekileri çıkar... Bıktım usandım. Ben buradan fırt Türkiye’ye gideyim, fırt Avrupa’ya gideyim; ne gümrük olsun, ne pasaport olsun, ne damga olsun, ne vize olsun yap şunu. Ben biraz erkeğimdir, dayanıklıyımdır, dayanırım yap." deriz.

Bir anlık, küçük bir acı için dişimizi sıkarız sonundaki faydaları elde etmeye.

Bunu zaten hayatımızda çok yapıyoruz. Aşı olmuyor muyuz? Oluyoruz. Aşıdaki mantık nedir? İğne derimizin içine hart diye sokuluyor. Bir iğne giriyor, kan çıkıyor.

"Bunu biraz üstünde tut donsun."

"Ah ah yaktın beni yine, amma yandı içersi."

"Ovuştur ovuştur geçer."

Bunu niye yapıyoruz?

Hasta olmayalım diye, veya hastalığımız geçsin diye. Kendimiz istiyoruz, parasını da veriyoruz. Bana şu iğneyi yap diye parasını da veriyoruz. Para veriyoruz, kes benim karnımı diye. Hastanede masaya yatırıyorlar, bıçağı eline alıyor, doktorlar başına dikiliyor cart curt... Orayı kes, burayı çıkart... Kırt kırt kırt kırt... Hadi şurasını dik...

Bizi kumaş gibi kesip biçiyorlar ondan sonra da dikiyorlar. Parasını da bizden alıyorlar. Neden yaptırıyoruz bunu? "Razıyım, yapın" diye imza veriyoruz. Neden?

"Hocam içerde ur birikmiş bunu almamız lazım." diyorlar. Veyahut öyle sancılar çekiyoruz ki bu sancıların geçmesi için ameliyat lazım. Orası çıkacak, düzeltilecek filan. Razı oluyoruz.

Şu benim karnımı açsam, buradaki dikişleri görseniz; şuradan şuraya, oradan oraya, kesile biçile bir hal olduk.

Neden yapıyoruz?

Biraz sonraki iyi durum için bir muvakkat acıya diş sıkıyoruz.

İşte dünya hayatı budur.

Ebedî saadet için bir sıkıntıya göz yumuyoruz; Allah’ın emirlerini dinliyoruz. Zahmetleri ihtiyar ediyoruz, tercih ediyoruz; Allah’ın söylediği şeyler zorda olsa yapıyoruz, şeytanın söylediği şeyler tatlı da olsa 'aman o bana dokunur, zararlı istemem' diyoruz.

İnsanlar dünyada zevkli olan bazı şeyleri korktukları zaman terk ederler. Bizim dışımızdaki insanlar da... Mesela; Antalya’ya bir hastaneye AIDSli bir hasta gelmiş, doktorların hepsi kaçmış bir tarafa gitmiş.

Neden?

O AIDSlinin dişi acıyormuş. Tamir edilecek ama 'AIDS bize bulaşır' diye hepsi kaybolmuş, yok olmuş.

Nihayet bizim doktor kardeşlerimizden bir tanesi “Ne yapalım, kader neyse o olur dedik. Doktorluk böyle olmaz dedik. Biz ilgilendik, tedavi ettik.” diyor.

Tehlike gördü mü millet kaçıyor. Tehlikeden kaçıyor, iyi olan şeyleri yapmıyor.

“İç bunu.”

"İçmem, sonu fena."

Mesela afyon çekmek, esrar çekmek... Devletler bunu çektirtmemek için polislerle araştırıyorlar, engellemeye çalışıyorlar.

Neden?

Çünkü afyon, esrar kullananların sonu fena oluyor diye.

Demek ki; sonu fena olan zevkleri yapmamak bizim dışımızdaki insanlarda da var. İşte bizim İslâm dininin temeli bu. Âhiret hayatı olduğu için biz muvakkat dünya hayatındaki haram olan zevkleri reddediyoruz 'istemem' diyoruz. Allahın emrettiği meşakkatli, zahmetli işleri severek yapıyoruz.

“Misal ver hocam.”

Ramazan orucu... Aç duracağız. Onbir ayın sultanı Ramazan... Oruç tutmayı yapacağız; karnımız acıya acıya oruç tutacağız. Acıka acıka, susaya susaya oruç tutacağız.

Neden?

Sevap var diye, Allah’ın emrinin sonunda hayır var diye yapıyoruz.

İşte İslâm dininin bu hayatın tabî akışıyla, işleyişle ters olan tarafları nereden kaynaklanıyormuş?

Âhiret inancından kaynaklanıyor. Âhiret hesabından kaynaklanıyor.

Biz niçin öbür insanlar gibi değiliz? Âhiret hesabı yaptığımız için. Biz uzun düşündüğümüzden, ileri görüşlü olduğumuzdan böyle yapıyoruz. Ama yani acaba müslümanların yaptığı akılsızlık mı, aptallık mı, enayilik mi? Hayır. Müslüman İslâm’ca yaşadığı zaman hayat daha da mutlu oluyor, daha da güzel oluyor, daha da tatlı oluyor. Müslüman evlenebiliyor, müslüman yiyip içebiliyor. Ama her şeyin usulü var usulüne göre yapmış oluyor. Başkalarından eksik hiçbir yanı da olmuyor. Aslında enayilik değil.

Aslında Allah’ın emrettiği her şeyde bir fayda var, yasakladığı her şey zararlı olduğu için Allah onu yasaklamış.

Misal; içki... Allah içkiyi yasaklamış. 1400 yıl önce çevresindeki başka toplumlarda, kendi toplumunun içinde içki kullanılıyorken ve seviliyorken İslâm içkiyi ne yapıyor?

Yasaklıyor. İçki haram diyor.

İçki haram deyince bütün içkiler dökülüyor, Medine sokaklarının kenarlarından seller gibi içki akıyor. Artık o zamandan beri müslümanlar içkiyi haram diye içmiyorlar. İçkinin katıldığı, damladığı şey bile pis olduğu için yıkıyorlar. İçki haram diye içkiyi kullanmıyorlar.

Bu içki haramlığı bilimsel mi, çağdaş mı, doğru mu, iyi mi, yanlış mı? Değerlendirmesi nedir? Medeniyetin bu husustaki görüşü ne? Acaba İslâm taassup mu göstermiş?

Hayır! Çok iyi yapmış.

Amerika’nın tarihinde okudum. Adamlar bir ara içkiyi yasaklamışlar. İçmeyeceksin içkiyi. Yani İslâm’ı uygulamak istemişler. İslâm’ın içki yasağı emrini uygulamak istemişler. Sanıyorum 1936’lı filan gibi, böyle bir yıllarda tutturamamışlar. Millet çok alıştığı için tutturamamışlar o kanun sökmemiş.

Mesela sigara içmemek konusunda devletçe her türlü işi yapmaya çalışıyorlar. "Sigara zararlıdır" diye yazıyorlar. "Burada sigara içmeyiniz" diyorlar vesaire. Ellerinden gelen her şekilde engellemeye, yasaklamaya çalışıyorlar. Vergiler vesairelerle işi engellemeye çalışıyorlar.

İslâm’ın yasaklarında fayda var; iyi ki yasaklamış. İslâm’ın emirlerinde fayda var; zor da olsa, meşakkatli de olsa iyi ki emretmiş.

Mesela; nikahı helal kılmış. Evlilik düğünle oluyor, merasimle oluyor, rıza ile oluyor. Anne baba, dünürler, konu komşu, damat gelin hepsi bu işten memnun. Güzel bir olay olarak hem de dinimizde sevap olarak zikrediliyor. İslâm, doğan çocuğu düşünüyor. Doğan çocuğun ortada kalmamasını düşünüyor. Onun bir sorumlu ellere teslimini düşünüyor "anne ve baba buna baksın" diye düşünüyor. Onun için evliliği meşru kılmış.

Misallerle böyle anlatmaya çalışıyorum. Aslında şunu söylemek istiyorum; Allah’ın her emri bugünkü mantığa sahip bir insan tarafından beğenilebilecek şekilde, hayran kalınabilecek şekilde, uygun şekilde konulmuş. Hem de çağın üstünde olarak, çevre buna razı değilken konulmuş.

Peygamber Efendimiz’in çevresi bu işi hazmedecek durumda değilken "içki yasak" denmiş. Peygamber Efendimiz’in zamanında içki o kadar yaygın içiliyormuş ki, içki içmek o kadar kabadayılıkmış, efelikmiş ki; içki satan çadırlara gidip, bütün içkisini alıp, içip dağıtan insan şiir yazıyor. "Ben öyle adamım ki, öyle malım, öyle metahım ki içki çadırının bütün içkilerinin hepsini aldım bitirdim." İçki kalmadığı zaman yukarıya bayrak açarmış. Uzaktan beyaz bayrak sallanmaya başladığı zaman, tamam içkisi kalmamış. Kimse gelmiyor artık. "Ben içki çadırına bayrak çektirmişimdir." diye şair kendisini methediyor. Millet o kadar alışkınmış. Hepsi küplerini dökmüşler. Uymuşlar. Uyamayanlar, ayak uyduramayanlar olmuş; baskıyla vesaireyle... Toplum onları da yavaş yavaş hizaya sokmuş.

Şu anda biz içkiyi sevmiyoruz. Siz sevmiyorsunuz. Çok rahat. Bizim toplumumuz rahat.

Amerika bize özeniyor. Ne güzel! Bizim gibi yapmak istiyor, halkı alıştığı için yapamıyor.

Biz İsveç’te bu kadar ileri bir toplum meydana getirmişiz. Devlet bütün fertleri korumaya almış. Her türlü içtimaî yardımlaşma ve koruma mevcut yine insanlar mutsuz, yine intihar ediyor, yine çok suç işliyor. Ama niye orada böyle bir şey yok? Bunu araştırmak için emniyet genel müdürünü göndermişler.

Sonuç ne oldu bilmiyorum ama ben sonucu söyleyeyim:

Türkiye’yi İsveç’ten daha güzel yapan İslâm’dır. Türkiye de bozulmaya başlamışsa İslâm’dan ayrıldığı için bozuluyordur. İslâm’da intihar günahtır. İslâm’da sabır sevaptır. Müslüman açlığa idmanlıdır vesaire vesaire... İslâm’ın emirlerinden dolayı böyle oluyor. Öbür tarafta da İslâmsızlıktan dolayı suç çok oluyor; insanlar her türlü tedbiri alıyor ama insanlığın derdine çare bulamıyor. Onun için bir zamanlar gençler, kocaman kocaman adam boyu harflerle caddelere yazarlardı. Çok güzel bir slogan, ibare yazarlardı.

Ne yazarlardı?

“Çağımız buhranda, kurtuluş İslâm’da.” Böyle bağırırlardı. "Çağımız bunalımda, kurtuluş da İslâm da."

Buhran ne demek?

Bunalım demek.

Çağın insanı bunalımda. Amerikalı artist, çevirdiği filmden milyonlarca para kazanıyor; çok güzel köşkleri var, özel uçağı var, otomobilleri var, hizmetçileri var intihar ediyor.

Neden?

İnanç olmadığı zaman inançsızlıktan insanlar bunalıma giriyor, intihar ediyor, suç işliyor.

Amerika’da çocuğunu okutan kendisi de iktisat üzerine ihtisas yapan bir kardeşim anlattı. Çocuğu zeki... Sınıfın en çalışkanıymış, kız çocuk sınıfın başkanı olmuş. Tabii onlar haftada bir çocukları kiliseye götürüyorlarmış. Bu aile de müslüman, gitmemiş kız kiliseye. Sınıfın çalışkanı kiliseye gitmiyor. Babası "sakın gitme." demiş. Hemen babasını çağırmışlar. Kalkmış gitmiş. Arkadaşımız elektrik yüksek mühendisi. Devlet Planlama Teşkilatı’nda filan çalıştı bilgili bir insan. Almancası var, Fransızcası var, İngilizcesi var, zehir gibi kafası var, icatları var filan, böyle bir insan yani. Çocuğu da öyle.

"Beyefendi, çocuğunu niye kiliseye göndermiyorsun?"

“Ben müslümanım, onun için göndertmiyorum. Ne diye göndereyim kiliseye?”

"Oo özür dileriz. Haklısınız. O zaman haklısınız. Biz sandık ki siz dine karşısınız, dinsizsiniz. Kiliseye karşı olunca, dinsizsiniz de kiliseyi istemiyorsunuz ondan böyle söylediğinizi sandık. Halbuki biz eğiticiler olarak görüyoruz ki; bütün suçlular çocukluğunda sevgi görmeyen, ana şefkati görmeyen, dînî terbiye görmeyen insanlar arasından çıkıyor. Gangsterler, katiller, esrarkeşler, suçlular, toplumu bozanlar, düzeni yıkanlar hep böyle çocukluğunda kötü yetişmiş insanlar arasından çıkıyor. Bizim ilkokuldaki amacımız bilgi vermek filan değil. Çocuklara dînî duygular aşılamaya ve çocukları bir şeyleri sevecek insan olarak yetiştirmeye çalışıyoruz. Kediyi sevsin kuşu sevsin, hayvanları sevsin filan. İç âlemini dindârâne, güzel, temiz duygularla dolu olarak yetiştirmeye çalışıyoruz. Demek ki esas itibariyle siz, dinsiz değilsiniz. Dininiz farklı olduğundan böyle söylemişsiniz. Bizim görevimiz sizin çocuğunuzu da camiye götürmektir. Madem öyle, sizin çocuğunuzu da camiye götürmemiz lazım." demişler.

Sonuç itibariyle insaflı bir cevap vermişler  Ama söyledikleri söz daha önemli.

Eğitimcilerin incelemelerinin sonucu şu:

Bir çocuk küçüklüğünde böyle dînî duyguları almadan, sevgisiz, saygısız inançsız, duasız yetişirse; o zaman sonunda yıkıcı, geçimsiz bir insan olur. Sonunda, onların tabiriyle söylüyorum, asosyal, toplum kaçkını, toplum dışı, toplumla savaş halinde olan insan olur diye söylemişler.

Evet, çağımız bunalımda... Kurtuluş, ilaç, çare İslâm’da... Ve İslâm’ın en önemli inanç esasları, insana en güzel istikamet veriyor. Madem ki âhiret var, madem ki Mahkeme-i Kübrâ var, madem ki yaptığımız bütün işler deftere yazılıyor, kayda geçiriliyor, madem ki bu işlerin hepsi zerre kadar hayır, zerre kadar şer hesaba girecek; terazide iyilikler kötülükler tartılacak, insan ettiğini bulacak, ektiğini biçecek... O halde ben sorumluyum. O halde ben işime, sözüme dikkat etmeliyim. O halde ben Allah’ın seveceği bir insan olmaya çalışmalıyım. Allah’ın sevdiği işleri yapmaya çalışmalıyım. Allah’ın sevmediği işleri yapmaktan kaçınmalıyım noktasına getiriyor.

Bizim inancımız toplumu ve insanlığı kurtarıyor. Bu inancın olmaması öbür taraftaki bu inançtan mahrum insanları olumsuz insan haline getiriyor. Tatsız, sevimsiz insan haline getiriyor. Onun için dinimizin kıymetini bilelim.

Biz bu sözleri niçin söylüyoruz?

Çağdaş toplumların içinde yaşayan insanlara onların anlayabileceği şekilde İslâm’ın gerçek din olduğunu anlatmak için söylüyoruz. Ama işin aslı bu kadar uzun ve teferruatlı değil. Yani Allah’a inandıktan sonra, âmentüye inandıktan sonra bir müslüman bu kadar laf kalabalığını duymasa bile aynı noktaya geliyor. Aynı duyguları kazanıyor. Kendiliğinden kazanıyor. Onun için Allah’ın üzerimizdeki en büyük nimeti İslâm’dır. Ne mutlu müslüman olanlara! Allah, bizleri İslâm’ının kıymetini bilenlerden eylesin. İslâm’ını güzel yaşayanlardan eylesin. Rızasına uygun hareket edenlerden eylesin. Ömrünü Allah’ın sevdiği şekilde geçirip; Allah’ın huzuruna sevdiği, razı olduğu kul olarak varmayı hepimize nasip eylesin. Kahrına, gazabına, cezasına, azabına, ikâbına uğratmadan, cehenneme atmadan, ateşlerde yakmadan, doğrudan doğruya cennetine soktuğu bahtiyar kullarından eylesin.

Allah hepinizden razı olsun. Gönüllerinizin muratlarını ihsan eylesin.

Sübhâne Rabbinâ Rabbi’l izzeti ammâ yasifûn. Ve-selâmun alâ cemî’i’l enbiyâi ve’l-mürselîne ve âli küllin ecmaîn. Ve'lhamdülillahi Rabbi’l-âlemîn.

El-Fâtiha.

Diğer Kayıtlar
Başlık Eklenme Tarihi Paylaş Oku Ekle Süre Beğen
playlist play 00.00.1994 - İslamda Tasavvufun Önemi 31.10.2023 playlist oku playlist ekle 30 playlist like
playlist play 01.07.1994 - Hizmet Şuuru, Değişen Dünyada Üzerimize Düşen Görevler 29.11.2022 playlist oku playlist ekle 20 playlist like
playlist play 01.09.1997 - Doğru İnanç, Allah İnancı, Hayattaki Gayemiz 14.07.2023 playlist oku playlist ekle 26 playlist like
playlist play 01.12.1990 - Hayatımızın Gayesi ve Şuurlu Olmak, Kendini Yetiştirmek 31.10.2022 playlist oku playlist ekle 42 playlist like
playlist play 02.02.1993 - Peygamber Sevgisinin Gerekilikleri, 14.07.2023 playlist oku playlist ekle 39 playlist like
playlist play 02.08.1989 - Alim ve İlmin Önemi, İslama Hizmet, Şuurlu Olmak 31.10.2023 playlist oku playlist ekle 38 playlist like
playlist play 03.02.1992 - İslam ve Tasavvuf 14.07.2023 playlist oku playlist ekle 41 playlist like
playlist play 03.07.1994 - İslam Hizmetinin Önemi 31.10.2023 playlist oku playlist ekle 31 playlist like
playlist play 04.02.1992 - Zikrullahın Fazileti ve Çeşitleri 14.07.2023 playlist oku playlist ekle 40 playlist like
playlist play 04.07.1997 - Güzel Huyun Önemi, Tasavvuf 31.10.2023 playlist oku playlist ekle 26 playlist like
playlist play 05.01.1991 - Çalışma ve İcraatın Önemi 31.10.2023 playlist oku playlist ekle 39 playlist like
playlist play 05.02.1992 - Güzel Ahlakın Önemi, Tasavvufta Güzel Ahlak 31.10.2023 playlist oku playlist ekle 45 playlist like
playlist play 06.04.1995 - Dünyadaki Değişiklikler, İslamda Hizmet 31.10.2023 playlist oku playlist ekle 18 playlist like
playlist play 07.07.1994 - Kendini Geliştirmek, Hizmet Şuuru, Mesleki Yeterlilik, Bilim ve Teknoloji, Mimar Sinan 12.05.2023 playlist oku playlist ekle 29 playlist like
playlist play 07.11.1996 - Allahı Zikretmenin Önemi 31.10.2023 playlist oku playlist ekle 34 playlist like
playlist play 10.02.1981 - Hayatın Gayesi ve İmanın Önemi 31.10.2023 playlist oku playlist ekle 47 playlist like
playlist play 11.02.1992 - Din Nedir 25.10.2022 playlist oku playlist ekle 40 playlist like
playlist play 14.02.1997 - Hanımların Sosyal Hayattaki Rolü, İslamda Hizmette Kadınlar 31.10.2023 playlist oku playlist ekle 41 playlist like
playlist play 15.02.1997 - Sevginin Önemi ve Sevmeyi Öğrenme 12.05.2023 playlist oku playlist ekle 22 playlist like
playlist play 15.03.1997 - İslamda Sevginin Önemi 10.10.2022 playlist oku playlist ekle 46 playlist like
playlist play 16.05.1997 - Aşure Günü 28.11.2023 playlist oku playlist ekle 28 playlist like
playlist play 16.06.1990 - Gençlere Tavsiyeler, Gençlik ve Allah Rızası, Hedef 31.10.2023 playlist oku playlist ekle 37 playlist like
playlist play 17.06.1998 - Doğru İnanç, Güzel Kulluk 28.11.2023 playlist oku playlist ekle 33 playlist like
playlist play 19.12.1991 - Tebliğ Metodları, Yeni İctimai Çalışmalara Yönelmek 19.09.2023 playlist oku playlist ekle 15 playlist like
playlist play 20.08.1990 - Dini Eğitimin Önemi 28.11.2023 playlist oku playlist ekle 26 playlist like
playlist play 22.12.1997 - Aile Eğitimi, İlmin Eğitimin Sevginin Önemi 28.11.2023 playlist oku playlist ekle 33 playlist like
playlist play 23.04.1992 - Ümmetin Görevi, Hizmet, Peygamber Sevgisi 28.11.2023 playlist oku playlist ekle 54 playlist like
playlist play 23.11.1995 - Hayatımızın Gayesi, Tasavvuf ve Nefis Terbiyesi 29.11.2022 playlist oku playlist ekle 36 playlist like
playlist play 25.09.1992 - Hizmet, İletişim, Medyanın Önemi 28.11.2023 playlist oku playlist ekle 37 playlist like
playlist play 26.05.1990 - Hayatın Gayesi, Nefis Terbiyesi 28.11.2023 playlist oku playlist ekle 30 playlist like
playlist play 26.12.1990 - İslam Dininin Önemi 05.01.2023 playlist oku playlist ekle 32 playlist like
playlist play 27.04.1993 - Hacı Bektaşı Veli ve Tasavvuf 28.11.2023 playlist oku playlist ekle 43 playlist like
playlist play 27.11.1992 - Üniversite Öğrencilerine Tavsiyeler, Değişen Dünya 13.12.2022 playlist oku playlist ekle 18 playlist like
playlist play 29.10.1992 - Değişen Dünya, Müslümanlara Düşen Vazifeler, Uyanık Olmak 16.01.2023 playlist oku playlist ekle 16 playlist like
playlist play 29.12.1992 - Tebliğ ve İrşad Çalışmaları 25.11.2022 playlist oku playlist ekle 21 playlist like
Kabe
Canlı Yayın
Şuan Canlı Yayın
Canlı Yayın
AKRA CANLI
 / 
player image icon close icon
AKRA CANLI
Canlı Yayın
Canlı Yayın Add Icon volume up
 / 
Canlı Yayın
fast rewind
fast forward
Playlist
Bu özelliği kullanabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir
  
Fikrini Paylaş
TAAHHÜTNAME

Hazırlamış olduğum ve sitenize gönderdiğim/ teslim ettiğim, tamamen orjinal ve bana ait olan, projemin/görüntü veya kaydımın, AKRA MEDİA tarafından kendisine ait kablolu/karasal/uydu, şifreli/şifresiz, free/paralı TV, video, DVD, VCD,VHS ,radyo, kaset, sinema ve sair mevcut yada ortaya çıkacak her türlü İşaret, ses ve /veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletim hakkı ve tüm internet siteleri ve sosyal medya platformlarında yayınlamasına, çoğaltma hakkı, yayma hakkı, işleme hakkı ve temsil hakkının kullanılmasına süresiz olarak müsaade ediyorum.

Projemin/görüntü veya kaydımın, bant, CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player, dijital kayıt vb. tüm yollarla kayıt, çoğaltma ve dağıtım haklarını, bilişim veya iletişim ortamında görüntülenmesini, iletilmesini, okunmasını, izlenmesini, dinlenmesini vb. interaktif veya normal CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player vb. şekilde basılarak veya ses kayıtlarının metin haline getirilip kitap olarak piyasaya sunulmasını sağlayacak her türlü materyal üzerine kaydı ile çoğaltılması, kullanılması, işlenmesi, yeniden ve genişletilmiş şekilde sesli, yazılı ya da görüntülü yayın haklarını, bu suretle de çoğaltılarak kullanılması, dağıtılması, pazarlanması vb. fikri, mali ve manevi haklarımın tamamını, programda gerekli görülen değişiklikleri yapma haklarımı bila bedel olacak şekilde, AKRA.MEDİA sitesine ve bu site'nin yetkilisi ve sahiplerine devir ve temlik ettiğimi, beyan, kabul ve taahhüt ederim.

Şehir Seçin
Close