Bismillahirrahmanirrahim.
ElhamdülillahiRabbi'l alemin. Ve's-selâtüve's-selâmüalâseyyidi'l evveline ve'l ahirin. Muhammedin ve alâalihi ve sahbihiecmâine ve men tebi'ahûbi-ihsânin ilâ yevmi'd-dîn.
Emma bad
Aziz ve muhterem kardeşlerim;
Allah-u Teâlâ hazretleri Tekvîr sûresinde; oniki önemli olayı zikredip, işaret edip ondan sonra mühim bir hakikati dile getirmektedir. Bu oniki mühim olayı "şu şöyle oldu, bu böyle oldu diye" sıralıyor. Oniki olayın zikredilmesinden sonra;
عَلِمَتْ نَفْسٌ مَٓا اَحْضَرَتْ [1]
"Kişi neyi hazır edip ortaya koyduğunu; dünyada ne amel işleyip âhirete getirdiğini o zaman anlayacak, bilecektir." deniliyor. Bu oniki mühim olay; kıyameti tasvir eden, teşkil eden kıyamet olaylarıdır.
Allah-u Teâlâ hazretleri müthiş bir olay olan kıyameti, muhtelif sûrelerde ve âyetlerde beyan etmiştir. Bu dünya düzeni bozulacak, bu alem hercümerc olacak, kıyamet kopacak ondan sonra âhiret hayatı başlayacak. Bu sure de onlardan birisi. Buyuruyor ki:
اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ[2]
Şems; güneş demek. "Güneş dürüldüğü zaman."
Tekvîr; bir şeyi katlayıp, dolayıp koymak manasına geliyor. Sarığın da, her defasında başının etrafında dolandırılmasına, çevrilip sarılmasına, her birisine 'kevr' derler. Yani bir döndürme. Güneşin kevri yani dürülmesi nasıl olacak?
Güneş güneşlikten çıkacak; dürülecek, katlanacak. Nasıl olacağını Allah bilir. Güneşin harareti kalmayacak o, gökyüzünde katlanmış olacak.
Gökyüzünü inceleyen bilginler, gökyüzünde bazı olaylar tespit ediyorlar ve kara delikler tespit ediyorlar. Kara delik, delikleri sönmüş olan güneşler. Sönerek yoğunlaşıyor, sıkışıyor, sımsıkı oluyor. Aslında hücreler, hücrelerin çekirdekleriyle moleküller, moleküllerin çekirdekleriyle elektronların arası açık, mesafeli.
Elektronlar, çekirdeğin çok uzağında dönüyorlar. Onlar bir atom meydana getiriyor. Ama kendi asıl kütlelerinden çok büyük bir mekanı tutuyorlar. Mesela gezegenler, güneşin etrafında dönüyor. Hepsi ne kadar büyük bir mekan teşkil ediyor, gezegenleriyle beraber güneş sistemini aldığımız zaman, çok büyük bir alanda yapıyorlar bu işi.
Atomun içindeki çekirdeği güneş gibi düşünürsek etrafındaki elektronları da gezegenler gibi düşünürsek geniş bir alanda yapıyorlar bu işi. Ama gezegenler, elektronlar çekirdeğe düştüğü zaman, o zaman o mesafe kalmıyor.
Atomlar mesafeli mesafeli birleşerek moleküller, moleküllerden çeşitli maddeler geliyor. Onların hepsi çöktüğü zaman, çekirdeğe yapıştığı zaman -ben hesap olarak tam söyleyemem ama dünyadaki bütün maddeler çöktüğü zaman- elektronlar çekirdeklerine yapıştığı zaman, belki toplu iğne başı kadar bir şey oluyor hepsi.
O kadar kabarmış. Kabarmış pastayı bastırdığın zaman nasıl küçülüyor.
Veya küçücük bir darıyı ateşe attığın zaman, patladığı zaman ne kadar büyüyor. Böyle yaptığı zaman arada mesafe kalmayınca alan çok küçülüyor. Fakat aynı ağırlık devam ediyor.
Ağırlığı fazla olan, sönmüş güneşler -yani gezegenler- üstüne çökmüş, yoğunlaşmış bir kütle oluşturuyorlar. Onların çekim gücü fazla oluyor. Her maddenin çekimi, kendi kütlesiyle orantılı. Büyük madde, küçük maddeyi kendisine çeker. Ama bu çökmüş olan, yoğunlaşmış olan kısımlar çok kuvvetli çekime sahip oluyor. Yanından bir yıldız geçerken, yıldızı kendisine çektirtiyor, kaçırtmıyor.
Belki de yıldızın yörüngesine tesir ediyor. Bazen yıldız kayıp gidiyor ama eğer biraz daha yakından olursa; mıknatısın iğneyi çektiği gibi kendisine çekiyor, o da katılıyor kendisine.
Teleskopla gökyüzüne baktığın zaman, sönmüş olan güneşler kara delik gibi görünüyor. Işığı yok ama bir yoğun bir şey. Etrafından geçenleri de kendisine çekebiliyor gökyüzünde bir çöküntü oluyor.
Böyle bir şeyler olabilir, tahminen. Güneş, atom patlamalarıya öyle ışıklı. Güneşte devamlı atom patlamaları olduğu için muazzam alevler ve muazzam hararet oluyor. Orada devamlı, her an atom bombaları patlıyor ve çıkan alevlerin yanında dünyayı kıyaslasak; güneşten çıkan bir alevin boyu buradan tavana kadarsa, dünyanın boyu da o alevlerin içinde parmak ucu kadar kalıyor. Öyle muazzam alevler çıkıyor.
Hani çocuklar güneşin resmini yaparken ayçiçeği gibi yaparlar, etrafındaki o alevleri de sarı sarı yaparlar. O kadar muazzam uzaktaki mesafeden dünyayı ısıtıyor, yüzümüzü ısıtıyor, harareti srtımızı ısıtıyor, yakıyor. Radyoaktivitesi var. Atom olduğu için, atom patlamasıolduğu için, radyoaktivitesi geliyor bize. Fazla güneşte durduğun zaman, cilt kanseri filan yapıyor.
Güneş çökecek, ateşi sönecek, dürülecek, yoğunlaşacak manasına olabilir. Güneş öyle olduğu zaman gezegenler hapı yuttu.
Niye?
Muazzam bir çekimle herşeyi kendisine çekecek.
Allah Kıyametin bu olaylarını, mü’minlere göstermeyecek; mü’minler kıyametten önce ölmüş olacak. Yeryüzünde Allah diyen insan kalmayacak, kıyamet onların başına kopacak. Allah saklasın.
Allah hem dünyada, hem âhirette bizi her türlü felaketlerden, dehşetlerden, korkulu hâllerden ve olaylardan korusun. Başımıza felaketler getirmesin. Lütfuyla himaye eyleyip -rıkaye eyleyip- koruyup cennetine, cemaline dahil eylesin.
وَاِذَا النُّجُومُ انْكَدَرَتْ[3]
"Yıldızlar kararıp döküldüğü zaman." Keder; bulanıklık demek. Mesela suya çamur karışır, kum karışır su bulanırsa, 'kedir' veya 'münkedir' derler. Bulanık su demek. Yıldızlar bulanıp döküldüğü zaman.
Bu da deminki olay gibi...Gökteki cisimlere bir şey oluyor, eski hâlinden başka türlü bir hâl oluyor; ışık saçmamaya başlıyor, sönüyor ve dökülüyor. Yıldızlar sapır sapır nereye dökülür?
Daha kuvvetli olan karadeliklere doğru çekilir, dökülür. Korkunç şeyler.l! Hiç de tabii şeyler değil! Gayet gayrı tabii, son derece korkunç şeyler…
وَاِذَا الْجِبَالُ سُيِّرَتْ[4]
Bu olaylar olurken dünyada insanlar yaşıyorlar ama, dünyada da olaylar başlar. “Dağlar götürüldüğü zaman.”
Seyretmek, seyr-ü sefer; yürümek demek. 'Suyyiret' de; götürülmek demek. Dağlar götürülecek.
Nereye götürülüyor?
Yerinden götürülüyor, kayacak yani. Dağlar yerinden götürüldüğü, kaydığı, yürütüldüğü zaman...Dağlar insana muhteşem görünür, sağlam görülür, kayalık görülür filan...Ama hepsi götürülecek.
وَاِذَا الْعِشَارُ عُطِّلَتْ[5]
Artık mallara filan bakılmaz herkes canının derdine düşmüş olacak.
İşar; on yılına erişmiş kıymetli deve demek. Develeri cinslere, sınıflara ayırıyorlar, sıfatlar veriyorlar. Küçük deve bir işe yaramaz. Büyüyecek, başka deve doğuracak hale geldiği zaman deve kıymetli oluyor. Bu işar; kıymetli deve demek oluyor. Araplar onları severler “Bizim böyle develerimiz var.” diye memnun olurlar.
İnek buzağılayacağı zaman, koyun kuzulayacağı zaman "Bunların kuzusu olacak, bizim hayvanların sayısı artacak. Geçen sene sürümüz şu kadardı şimdi bu kadar filan.” diye nasıl sevinilir.
Ama şimdi onlar "uttilet" tatil edildiği zaman; onlara bakan kalmadığı zaman, kendi başlarına kaldığı zaman… Çünkü insanlar kendi başının derdine düşünce, hayvanlarına mallarına bakacak hâlleri kalmayınca, onlar da korktuklarından hepsi darmadağın dağılacaklar. Bir felaket başlayacak. Hayvanlar öyle dağıldığı zaman;
وَاِذَا الْوُحُوشُ حُشِرَتْ[6]
Hayvanlar haşrolunduğu zaman, toplandığı zaman.
Vuhuş; yabanî hayvanlar demek. İşar; ehil develer, kıymetli develer oluyor. Vuhuş da; vahşi hayvanlar oluyor. Onlar da kulaklarını dikip "ne oluyor" diye hepsi bir yere toplaşacaklar. Korkudan nereye kaçacaklarını bilemeyip bir yere toplanacaklar. Toplandığı zaman…
Güneş dürüldüğü zaman, yıldızlar kararıp döküldüğü zaman, dağlar yerinden götürüldüğü zaman, kıymetli develer salıverildiği dağıldığı zaman, vahşi hayvanlar ormandaki, dağdaki, bayırdaki, korkuyla toplaştığı zaman.
وَاِذَا الْبِحَارُ سُجِّرَتْ[7]
Denizler, fokur fokur kaynatıldığı zaman. Dünyanın düzeni bozulunca, dünyanın üstü deniz ve toprak ama aşağı doğru her 33 metrede, bir derece sıcaklık artıyor. Yerin altına gidenlerin, madencilerin nasıl ter döktüklerini, şapır şapır terlediklerini biliyor musunuz? Aşağı doğru indikçe sıcaklık artıyor.
Neden?
Biz dünyanın kabuğunda yaşıyoruz; içi sıcak. Sıcaklığının kesin belirtileri ne?
Yanardağlar! Bazen bakıyorsunuz yeni bir yanardağ beliriyor, Pasifik Okyanusu’nda deniliyor. Filme alıyorlar. Denizin içi fokur fokur fokurduyor, dumanlar çıkıyor, lavlar yükseliyor, deniz suyuyla temas ettiği zaman kuruyor. Onun üstüne başka lavlar geliyor ve yeni bir ada oluşuyor.
O ne?
Toprağın altındaki erimiş olan sıcak çekirdek kısmının -dünyanın magma tabakası denilen kısmında- bir çatlak, bir delik bulup yukarı çıkması. Çıktığı zaman görülüyor işte, nasıl kıpkırmızı ateş. Nasıl lav, nasıl duman, nasıl hararet! Görülüyor. Yerin içi öyle.
Tabii denizler kaynayacak o zaman. Dünyanın düzeni bozulduğu için, içi dışına çıkmaya başlayacak. Denizler fokur fokur kaynayacak. Tabii şartlarda su soğuktur ama o zaman fokurdamaya başlayacak. “Denizler kaynatıldığı zaman.”
وَاِذَا النُّفُوسُ زُوِّجَتْ[8]
"Nefisler çiftleştirildiği zaman." Nefs çiftleşiyor. Bundan murad; ölülerin bedenleriyle, ruhları tekrar bir araya geldiği zaman. Hani haşrolup, ölüler mezarından kalkacaklar, mahşer yerinde toplanacaklar ya. İşte o! Çiftleştirilmek ne demek?
Birbirlerinden ayrılmış olan ruh ile bedenin tekrar bir araya gelmesi demek. Haşr olduğu zaman; ölüler mezarlarından kalktığı zaman, ölmüş evvelki insanlar, yaşayan beriki insanlar, hepsi kalktığı zaman demek. Bu olaylar olduktan sonra haşır olayı başlıyor.
وَاِذَا الْمَوْءُ۫دَةُ سُئِلَتْۙ بِاَيِّ ذَنْبٍ قُتِلَتْ[9]
Diri diri toprağa gömülen kız çocuklarına mev-ude denilirdi. "Diri diri toprağa gömülen çocukların neden öyle hunharca öldürüldüğü, o işi yapanlara sorulduğu zaman."
“Niye öldürdün sen kızını? Niye kara toprağın altına canlı canlı gömdün diye onun hesabı sorulduğu zaman.
Araplar kız çocuğunun doğmasına çok üzülürlerdi. Halbuki kız olmayınca erkek olur mu?
Bir zaman sonra bu şaşkınların istediği gibi hep erkek çocuk doğsa, nesiller tükenir. Allah’ın bir lütfu kız çocuğunun olması. Hem kız olacak, hem erkek olacak. Sen erkek istiyorsun. “Canım benimki erkek olsun da başkasının ki kız olursa olsun.”
Doğan çocuğu kız çocuğuysa kendisine; “Kız çocuğun oldu.” denildiği zaman insanlardan kaçardı.
يَتَوَارٰى مِنَ الْقَوْمِ مِنْ سُٓوءِ مَا بُشِّرَ بِه۪ [10]
Kendisine verilen haberin kötülüğünden utandığı için kaçacak delik arardı, insanlardan saklanırdı. “Eyvah kız çocuğum olmuş.” diye. Adamların böyle bir mantıkları vardı. Kıza, kadına değer vermezlerdi ve onu diri diri toprağa gömerlerdi. Maalesef! Korkunç olay! İslâm o kadar büyük kötülükleri engelledi ki...
Sırf bu olayı engellemesi bile ne kadar şâyân-ı takdir bir şey.
Hindistan’da o inançtaki insanların kocası öldüğü zaman, karısını da yanında yakarlarmış. Âdet öyleymiş. “Bunlar hayatta beraberdi şimdi de beraber ölsünler.” diye adam ölünce hanımı da yanında beraber yakarlarmış. Ne âdetler var!
Eski Mısır’da; Nil nehrinin suyu azaldığı zaman; “Nil kurban istiyor.” diye en soylu ailelerin, en temiz, en güzel kızlarından bir tanesini seçerlermiş. Nil nehri memnun kalsın diye nehre atarlarmış, boğulurmuş. Allahuekber!
İbniFadlan seyahatnamesinde; eski Sibirya kavimlerinin nasıl bir kadını sarhoş edip de öldürdüklerini, merasim olarak, âdet olarak anlatıyor. İnsanoğullarının akılları, mantıkları nelere razı olmuş, onlara neler yaptırtmış. Vahiy olmasa, Allah’ın lütfu olmasa, peygamberler olmasa, kitaplar inmese ne kadar vahşilikler olacak! “Bu kız çocukları neden öldürüldü diye sorulduğu zaman.”
وَاِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْ[11]
"Defterler açıldığı zaman." “Sen niye kızını gömdün?” diye sorulacak. Ötekiler kalacak mı? Başka insanların da defteri açıldığı ve içindekiler muhasebe edilmeye, sorgulanmaya başlandığı zaman;
وَاِذَا السَّمَٓاءُ كُشِطَتْ[12]
"Sema sıyrıldığı zaman." Sıyrılıp alındığı zaman, diye tercüme etmiş. Ben, 'kuşidat' fiilini tanınmış bir kökten olmadığı için geniş olarak izah edemeyeceğim. Tercümesini böyle yapmış. “Gökyüzü sıyrılıp alındığı zaman.” Belki başka anlamları da olabilir. Bazen kelimelerin çeşitli anlamları oluyor. Onlara bakalım.
[13] وَاِذَا الْجَح۪يمُ سُعِّرَتْ
"Cehennem iyice ateşlendiği, iyice yakılıp hararetlendirildiği zaman."
Sair; alevli ateş demek. Su’ıret de; iyice alevleri artacak şekilde, ateşin çatıldığı çatır çatır çok yandığı zaman;
[14]وَاِذَا الْجَنَّةُ اُزْلِفَتْ
"Cennet de şöyle yaklaştırıldığı zaman." İnsanların mahşer yerinde, diz çöküp başları önünde muhakeme edileceği söyleniyor. Başını kaldıramayacaklar. Bakamayacaklar ama cehennem oraya getirilecek. Çatır çatır, çatır çatır yanıyor. Cennet de yaklaştırılacak.
Hatta bir hadîs-i şerîfte geçiyor. Kul hesabı görülürken az bir şey daha olsa cennete girecek.
"Kimde hakkım var” diye aramaya başlayacak.
Falancada...
“Falancada hakkım var Yâ Rabbi. Bundan benim hakkımı alıver.” diyecek. Ötekisi de, hesaba çekilmiş, elinde az bir sevap kalmış. Öteki sevapları gitmiş. Sevaplar nereye gider?
Hak sahiplerine verilir. Bir insanın bir insanda hakkı varsa, âhirette onun sevabını alır. Hak sahiplerine vere vere, adamın sevabı azalır. O da vermiş, vermiş.
Peki sevabı hiç kalmazsa?
O zaman hak sahibinin günahı buna verilir. Alacağı sevap mukabili kadar günahı buna yüklenir. Dağlar kadar sevapla terazinin başına gelen insanlar bu hakların alınması, verilmesi sonunda: bazen dağlar kadar günahla terazinin başında kalıp cehenneme atılabilir. Asıl iflas o işte! Asıl müflis o!
Azıcık bir sevabı kalmış. “Yâ Rabbi ondan benim hakkımı alıver.” diyor. Çünkü kendisi kurtulacak cehennemden. Merhamet, affetmek, bağışlamak zamanı değil. Canını kurtarmanın derdinde.
Herkesin “halim nasıl, ne olacak, nefsi, nefsi.” diye kendisini düşündüğü bir zaman. Dostluklar filan rafa kalkmış; hiç kimsenin gözü kimseyi görmüyor. Ana- baba; evladından kaçıyor, karı; kocasından kaçıyor, kardeş; kardeşten kaçıyor. Öyle bir durum!
Müttakîler hariç. Müttakîlerin ahbaplıkları, takvâ ehli insanların dostlukları orada da devam edecekmiş. -Allah bizi onlardan eylesin.-
Başı eğik, diz çökmüş bir vaziyette "Yâ Rabbi ondan hakkımı al, bana hakkımı versin” diyecekmiş. Başı eğik, başını kaldırıp konuşmak filan yok. O sevabı alınca kendisi cehennemden kurtuluyor, ötekisi sevabı kalmadığı için cehenneme düşecek.
Allah-u Teâlâ hazretleri buyuracakmış ki; “Ey kulum! Başını kaldır bakalım.” O zaman başını şöyle bir kaldıracak. Daha önce kaldıramıyor.
Vetere külle ümmetin casiye. [15]
وَتَرَى كُلَّ أُمَّةٍ جَاثِيَةً
"Diz çökmüş vaziyette." Böyle oturmak yok. Diz çökmek horluktan, hürmetten, dehşettendir. “Diz çöktü kaldı. ayağının dermanı kalmadı.” derler.
“Kaldır başını bakalım!” Bir kaldıracakmış; cennetin köşklerini görecekmiş ki şahane köşkler...Cennet yaklaştırılıp mahşer halkının görebileceği bir yere gelecek. Cennetteki köşkleri görecekmiş ki; süt gibi pırı pırıl, nurlu mücevherlerle süslü, ışıl ışıl parlıyor filan. Mahkemede olduğunu falan unutacakmış.
“Bunlar kimin Yâ Rabbi? Hangi peygamberin? Hangi şehidin köşkleri bunlar Yâ Rabbi?” diyecekmiş.
Allah-u Teâlâ hazretleri de buyuracakmış ki; “Bunlar parasını ödeyenlerin. Parasını kim öderse bu köşkler onun olacak.”
“Bunun parasına kim takat getirebilir. Bunun bedelini kim ödeyebilir Yâ Rabbi?”
“Sen ödeyebilirsin.”
“Nasıl öderim yâ Rabbi?”
“Bu köşkler kardeşlerini affedenlerin köşkleridir. Affedenlere verilecek köşklerdir. Sen de bu kardeşini affedersen bu köşklerden birisine sahip olabilirsin.”
“Tamam yâ Rabbi, affettim.” diyecekmiş. Köşkleri gördü ya. Allah ona köşkleri gösterince aklı başından gitti "affettim.” diyecekmiş.
“Peki, hadi git köşküne.” Köşküne doğru giderken Allah-u Teâlâ hazretleri diyecekmiş ki;
“Dur! Nereye gidiyorsun?”
“Köşküme gidiyorum yâ Rabbi.”
“Sen kardeşini affettin onun da biraz sevabı kaldı. O da şimdi cehenneme düşmekten kurtuldu. Tut kardeşinin elinden hadi bakalım o da girsin cennete. Cennete beraber girin.” diyecekmiş.
Bunu söyledikten sonra Peygamber Efendimiz, Hz. Ömer radıyallahuanhın rivayeti bu. Diyor ki:
“Ey insanlar Allah’tan korkun. Kardeşlerinizin arasını ıslah edin."
Allah-u Teâlâ hazretleri bile âhirette iki müslümanın dargınlığını gidermek, arasını düzeltmek için ne yapıyor, görün.
Allah-u Teâlâ hazretleri dilerse; kul haklarını bile affettirir. Dünyada kul haklarına karışmıyor. “Git sahibiyle helalleş." İsterse affettirir. İşte bu hadîs-i şerîf onun misali.
Nasıl affettirirmiş?
Köşkleri gösterttirir, aklını başından aldırır o zaman gözü bir şey görmez, affeder. Adam yine kendisi affediyor. Kendisi affediyor ama Allah affettirtiyor. Onu da kurtarmak istediği için, kul hakkından kurtarmak istediğinden öyle oluyor.
"Cennet yaklaştırıldığı zaman." Cennet, mahşer halkı baksa görecek durumda. Ama Allah “Bak.” demeden bakamaz. Allah-u Teâlâ hazretleri münafığa ne yapacak?
“Cennete bak.” diyecek. “Yürü cennete.” diyecek. Cennete doğru yürürken, “Durdurun şunu.” diyecek. Duracak. “Götürün cehenneme!”
Münafık diyecek ki, riyakâr; “Yâ rabbi, keşke beni, hiç bunları göstermeden cehenneme atsaydın şimdi yüreğim yandı. Neler kaybetmişim...Cennete girecekken, girecek gibiyken, döndürülünce çok fena oldum.” diyecekmiş.
Allah-u Teâlâ hazretleri de; “Sen de dünyadayken insanlara riyakârlık yaptın, böyle olmayan şeyi var gibi gösterdin sonra döndün. Cezan da böyle olacak.” buyuracakmış.
Demek ki; Allah’ın “Başını kaldır.” dediği kimseler görebilecek, cennet o kadar yakına gelecek. Cennetin kokusu beşyüz yıllık uzaklıktan duyulurmuş. Beşyüz yıl yolculuk yapacaksın da cennete öyle varacaksın. Oradan güzel kokuları duyulurmuş.
Bazı insanlar cennetin kokusunu bile duyamayacak. Günahından dolayı yanına bile yanaştırılmayacak.
Allah cümlemizi günahlardan korusun. Cennetine dahil eylesin.
[16]عَلِمَتْ نَفْسٌ مَٓا اَحْضَرَتْ
Nefs; kişi demek. Herkesin nefsi var. “Herkes o zaman âhirette, mahşer yerinde, mahkeme-i kübrâya, ne mal getirip de ortaya koyduğunu, neyi hazır ettiğini, oraya neyi takdim ettiğini o zaman bilecek”
Amelleri işte meydanda. Herkes o zaman bu dünyada yaptıklarını bilecek, diyor.
Sure başka konuya geçiyor, onun için burada kesiyorum.
O zaman insanlar çok pişman olacak. Herkes pişman olacak, biz de pişman olacağız. Hepsi “Ah keşke akletseydim, fikretseydim, azmetseydim, dikkat etseydim, gayret etseydim.” diyecek.
Mü’min daha çok iyilik yapmadığına pişman olacak. En büyük pişmanlığı cennete giremeyenler, cenneti kaçıranlar duyacak. Çünkü çok büyük bir mahrumiyet!
Allah bizi gaflet uykusundan uyandırsın. Nevm-i gafletten ikaz eylesin. Gerçekleri, hakikatleri görüp, anlayıp, inanıp Allah’ın rızasına uygun hareket edenlerden, âmâl-i sâliha işleyenlerden, ömrünü Allah rızasına uygun, hayırlı, verimli, bereketli, sevimli, sevaplı, ecirli geçirenlerden eylesin. Her türlü haramlardan, günahlardan; canımız çekse, istesek bile uzak durmayı, her türlü hayırlı, sevaplı işlere; yorulsak da, zahmetli olsa da, masraflı olsa da, koşa koşa gitmeyi nasip eylesin.
Rızasını kazanıp son nefeste buyrun beraber diyelim. “Eşhedü en-lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve Rasûluhû” diye diye mü’min-i kâmil olarak emanet olan canımızı Rabbimiz’e teslim edip, ahrete mü’min olarak göçmeyi nasip eylesin. Bi-gayri sevk-i azâbin ve ikâbin ve hisâb. Cennetine dahil eylesin. Cemaliyle müşerref eylesin. Habîb-i Edîb’ine komşu eylesin. Rıdvân-ı ekberine vasıl eylesin.
Bi-hürmeti esmâihi'lhüsnâ ve habîbihî müctebâ ve bi-hürmeti esrâri's-sûreti'l Fatiha.
[1] 81/Tekvîr, 14.
[2] 81/Tekvîr, 1.
[3] 81/Tekvîr, 2.
[4] 81/Tekvîr, 3.
[5] 81/Tekvîr, 4.
[6] 81/Tekvîr, 5.
[7] 81/Tekvîr, 6.
[8] 81/Tekvîr, 7.
[9] 81/Tekvîr, 8-9.
[10] 16/Nahl, 59.
[11] 81/Tekvîr, 10.
[12] 81/Tekvîr, 11.
[13] 81/Tekvîr, 12.
[14] 81/Tekvîr, 13.
[15] 45/ Câsiye, 28.
[16] 81/Tekvîr, 14.