Bismillâhirrahmânirrahîm.
Elhamdülillahi hakka hamdihî ve's-salâtü ve's-selâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi-ihsânin ecmaîn.
Emma bad.
Aziz ve muhterem kardeşlerim;
Allah-u Teâlâ hazretleri Kur’ân-ı Kerîm’in 14. cüzündeki Hicr sûresinin ikinci âyet-i kerîmesinde buyuruyor ki:
[1]رُبَمَا يَوَدُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ كَانُوا مُسْلِم۪ينَ
Zaman zaman veyahut öyle zamanlar olur ki; müslüman olmayanlar, imanı kabul etmeyenler, Allah’ın davetine icabet etmeyenler, imana gelmeyenler…
Lev kânû müslimin. "Keşke müslümanlar olsalardı." diye isterler.
Aziz ve muhterem kardeşlerim;
İslâm’ın gerçekleri; imanın gerçekleri, akla, ilme, dine, bilime, fenne, mantığa uygun şeyler. Akıllı olan insan, aklını kullanan insan, o gerçeği bulup tasdik edebilir.
Onun için dünyanın her ülkesindeki aklı başında gerçeği arayan ciddi insanlar inceledikleri zaman müslüman olabiliyorlar.
Neyi söylemek istiyorum?
İman gerçekleri, İslâm’ın mahiyeti akla mantığa uygundur. Aslında herkesin kabul etmesi lazım ve herkesin anlayabileceği kadar da açıktır. Çok büyük alim olmaya da lüzum yok. Ama alim olursa çok iyi anlar. Sade bir vatandaş da, orta tahsilli bir insan da, az çok şöyle karşısına gelen olayları muhakeme etme kabiliyetine sahip insanlar da İslâmî gerçekleri anlarlar ve böyle olmuştur.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in çağında; etrafına Ebû Bekr-i Sıddîk gibi kavmin yüksek tabakasından, anlayışı derin, bilgisi olan, görgüsü olan insanlar da Müslüman olmuşlardır. Köleler de Müslüman olmuşlardır. Cahiller, ümmîler de Müslüman olmuşlardır. Aşağı tabakadan insanlar da Müslüman olmuşlardır. İslâm’ın güzelliği burada!
Dinin, imanın herkes tarafından anlaşılabilen bir gerçeği vardır. Herkes anlayabilir.
“Benim aklım ermiyor, benim tahsilim yok. Ben o kadar ince şeylere akıl erdiremem.” demeye lüzum kalmadan dağdaki çoban da anlayabilir. Ama ârif, kâmil, yetişkin, olgun birçok ilimlerde derin bilgi sahibi olmuş üstad kimseler de anlar. Yani çok bilen insanlar; “canım bu işin mahiyetini anladık. Bu fasa fiso” demez ve demiyor.
Hakikaten de bakıyorsun filozoflar müslüman oluyor. Dünyanın felsefe kitaplarına isimleri yazılmış, herkesin saygı duyduğu, meşhur kişileri, filozofları müslüman oluyor. İmana geliyor. Hatta papazlar, psikoposlar, hahamlar… Yani öteki dinlerin ilimlerinde derinleşmiş insanlar Müslüman oluyor.
Bizim bir doçent arkadaş anlatmıştı: Viyana’da, müslüman olmuş bir papazla tanışmış. Ben “Kulhuvallahu ehad sûresini her okuyuşta ağlarım” diyormuş adamcağız. "Allah’ı bu kısa cümleler kadar açık, seçik, güzel ifade eden dünyada bu kadar kıymetli dinî başka bir söz yok! Başka bir metin yok!" diyormuş. Her seferinde okurken ağlıyormuş adam.
Ne sır varsa bu kulhuvallahu ehadde?
Küçükten beri ezberlediğimiz, aşağı yukarı da mânasını bildiğimiz ihlas sûresinden teoloji yapmış, ilâhiyat tahsili yapmış, yüksek bir şahıs da ne kadar büyük zevkler alıyor ki her okuyuşta ağlıyor. Her okuyuşta duygulanıyor.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in zamanında meşhur yahudi alimleri, hahamlar da Müslüman oldular. İsim verebilirim. Bu devrin filozoflarından, çağımızın yaşayan profesörlerinden, bilimler akademilerine üye olmuş insanlardan da birçok kimse Müslüman oldu.
İslâm ilme, akla uygun. Aslında herkesin müslüman olması lazım. Ama bazıları Müslüman olmuyor. Olmuyor da bu âyet-i kerîmede Allah-u Teâlâ hazretleri buyuruyor ki; “Onlar da zaman zaman keşke biz de müslüman olsak ya.” diye düşünürler. İnatları bilimsel değil, akıllıca değil, mantıklı değil. Fen tarafından, fizik, kimya tarafından destekleniyor değil.
Nitekim benim talebelerimden olup da sonra Avrupa’da filan doçentlik yaptı, profesör oldu birisi var. Bir kitap yazdı, makale yazdı.
Diyor ki: ateizm; bilim bakımından tanrı tanımamazlıktır.
“Yok öyle şey! Tanımıyorum ben. Tanrı olmaz. İşte tabiat, işte yeryüzü gökyüzü, fizik kimya biyoloji.”
Teist; tanrı tanıyan. Ateist; tanımayan. Normal-anormal gibi.
“Ateizmin Çıkmazları” diyor. Ateizm dinî bakımdan tabii yanlış. Bir müslüman bir münkiri doğru görmez. Ama bilim bakımından da yanlış. Bilim bakımından da ispatı ve tutulur tarafı olan bir yol değil.
Peki insanlar neden ateist oluyor?
Dindarlık zor geldiğinden veyahut kendilerine anlatılan din veya kendilerinin çevresinde karşılaştıkları din onlara saçma geldiğinden. Adam Çin’deyse, adam Hindistan’daysa, öküze tapılıyorsa çevresinde, heykele puta tapılıyorsa, o da beğenmiyorsa çevresinin de kabahati var. Çünkü kendisine doğru düzgün bir şey gösterilmiyor ki kabul etsin. Biz bir insan inkâr ettiği zaman ayıplıyoruz, kınıyoruz.
Neden?
Bize doğrusu öğretilmiş. Bizim inandığımız, Yaratanımız Allah! Yeri, göğü halk eden, yaratan varlığa biz ibadet ediyoruz.
Bu yeri, bu göğü, bu güzel sistemle, bu güzel düzenle, bu güzel işleyişle tıkır tıkır, şıkır şıkır, saat gibi çalıştıran O Rabbü-lâlemîne biz inanıyoruz.
Elhamdülillahi Rabbi'l âlemîn. Kur’ân-ı Kerîm’in birinci sayfasının ilk cümlesi bu.
Alemlerin Rabbine ibadet ediyoruz. Ne kadar güzel! Ne kadar muazzam bir söz! Şu "alemlerin Rabbi" sözü, ne kadar muazzam bir söz!
Ateizm çıkmaz bir yol olduğundan, esası olmadığından, sırf duygusal olduğundan, sırf inat olduğundan, sırf şeytanın bir kışkırtmacası olduğundan veya aşılaması olduğundan zaman zaman onlar da kendi ateistliklerinden şüpheye düşerler.
“Ya biz acaba yanlış yolda mıyız?”
“Ya acaba Müslüman mı olsak ne?”
“Bunlar Müslüman oldular, acaba biz de Müslüman olsak mı?” filan derler, zaman zaman. Bu çok önemli bir şey! Ama müslüman olmazlar. Tabii olanı da var.
Neden Müslüman olmaz bir insan, İslâm’ın gerçek olduğunu anladığı halde?
Mesela; Peygamber Efendimiz’in zamanında, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:
“Gelin karşı karşıya toplaşalım. Çoluk çocuklarımızı da ortaya koyalım. Elimizi açalım. Eğer benim dediklerim doğruysa Allah sizi kahretsin. Sizin dedikleriniz doğruysa biz mahvolalım. Hadi var mısınız?” dedi. Karşı tarafa teklif etti. Mübahele denilen şey. O zaman karşı taraf kendi aralarında konuştular dediler ki;
“Bu Peygamberdir. Sakın ha böyle bir şeye girişmeyelim. Böyle bir şey yaparsak hepimiz toptan helâk oluruz.” Biliyorlar yani.
[2]كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَٓاءَهُمْ
"Evlatlarını bilir gibi o kadar yakından tanır gibi bu dinin hak din olduğunu biliyorlar."
Niye müslüman olmuyorlar?
Menfaat, bir. Menfaat duygusu... Mevcut teşkilatları, yaşam tarzları, kendilerine kazanç sağlıyor onu Müslüman oldukları takdirde kaybedeceklerinden; kazançları kaybolacak, mevkii makamları, memuriyetleri elden gidecek veyahut zarara uğrayacaklar diye düşündüklerinden...Bu bir.
Fayda, zarar hesabından. Hesaplıyorlar ya ben oraya girersem şimdi zararlı olur. “Şu partiye geçersem şöyle olur” der gibi maddi hesap yaparlar. Bazısı çıkar hesabı yapıyor. Bir kısmı bildiği halde inat.
“Uçsa da keçi, uçmasa da keçi..”
Peki uçsa da keçi olur mu? Kayanın üstündeki karaltı havada uçuyorsa artık kartal değil mi bu. Kuş değil mi?
Uçsa da keçi olur mu?
Uçsa da keçi olmaz.
Niye uçsa da keçi, uçmasa da keçi diyor?
İnadından! O inat işte. Uçsa da keçi, uçmasa da keçi demek; keçi uçmayacağına göre, inat. Bir kısmı da inadından.
Bu inat. Yani küfr-ü inâdî. Bir kısmı da inadından kafirlikte devam ediyor. Takım tutuyor. “Ben şu takımdanım o takımdan vazgeçmem.” diyor. "Ya o yanlış takım bu takıma gel." Gelmiyor. Öyle bir şey.
Ne olacak böyle?
Ondan sonraki âyet-i kerîmede Allah-u Teâlâ hazretleri buyuruyor ki:
Bismillâhirrahmânirrahîm.
[3]ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمُ الْاَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
Zerhüm. "Bırak onları kendi hâline ey Resûlüm. Boşver! Bırak onları!"
Ye'külu. "Yesinler."
Ve-yetemetteu. "Ve ellerindeki nimetlerden, fırsatlardan nimetlensinler." Faydalansınlar; yesinler, otlasınlar, içsinler.
Ve yülhihimü'l emel. "Umut onları oyalasın." Onlarda da bir umut var ya. Şu Muhammed bir gün olur; bu koca millete yenik düşer, bir gün olur, yok olur. “Ya sizin ne gücünüz var?” bilmem ne filan diyorlar. Birtakım ümitleri var ya ileriye dönük. Bu iş biter filan diye. Veyahut kendileri galip olur diye sanıyorlar veya karşı taraf başarıya ulaşamaz sanıyorlar.
Peygamber Efendimiz ashabına; Müslümanların ilerde nâil olacağı büyük nimetleri anlattığı zaman bunları duyunca alay ediyorlardı. “Şunlara bak! Şu zayıflıklarına bak! Şu imkansızlıklarına, fakirliklerine bak! Şöyle olacakmış, böyle olacakmış. He he he…” filan diye alay ediyorlardı.
Peygamber Efendimiz’in “İstikbalde İslâm yayılacak, siz Kisralar’ın, Kayserler’in mülklerine sahip olacaksınız.” deyince inanmıyorlardı. İleriye dönük ters ümitleri, ters beklentileri, ters düşünceleri vardı. Şeytan onları birtakım şeylerle oyalıyor.
Yülhihimü'l emel. "Bu emeller, bu umutlar onları oyalasın." Yesinler, içsinler, oynasınlar bakalım.
Fe-sevfe ya'lemun. "İlerde işin nasıl olduğunu, mahiyetini anlayacaklar."
Evet aziz ve muhterem kardeşlerim. İşte bu iki âyet-i kerîmeyi size söyleyecektim. Onlar anladılar.
Kureyş’in bütün müşrikleri, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in zamanının bütün azılı İslâm düşmanları; kendi yollarının yanlış olduğunu anlamadılar mı?
Anladılar!
Tarih bunu göstermiyor mu?
Gösteriyor!
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in haklı olduğu ortaya çıktı mı?
Çıktı!
Anlayacaklar!
Bu zamanın müslümanlarına eza cefa edenler, bu zamanın kâfirleri, bu zamanın zalimleri, bu zamanın cebbarları da anlayacak. Hepsi anlayacak! Hem bu dünyada yanlışlıklarını, yanlış yolda olduklarını anlayacaklar, hem de âhirette. Kesin olarak!
Tabii âhirette hepsi; “ah” diyecekler. Lev künnâ nesme-u ev-na'kilû. "Keşke kulağımıza girseydi o sözler. İşitseydik o sözleri, akletseydik." diyecekler.
[4]وَقَالُوا لَوْ كُنَّا نَسْمَعُ اَوْ نَعْقِلُ مَا كُنَّا ف۪ٓي اَصْحَابِ السَّع۪يرِ
“İşte o zaman bu cehennemliklerin arasında olmazdık. Niye duymadık o lafları? Niye dinlemedik? Niye kulak asmadık?” Niye anlamadık? Niye doğru olduğuna kani olmadık, onu sezemedik?" diye hepsi pişmanlık duyacaklar. Hepsi son derece pişman olacaklar.
Bu pişmanlık ömürlerinin sonunda da olacak. Ölmelerine yakın ihtiyarladıkları zaman da olacak. İş işten geçtikten sonra ecel zamanında da olacak. Gözlerinden perdelerin kaldırıldığı, cehennemdeki azapları kendilerine gösterilmeye başlandığı zaman, ateşleri gördükleri zaman anlayacaklar. Firavun gibi anlayacaklar. Nemrut gibi anlayacaklar.
"Ah diyecekler, vah diyecekler" ama ağlamak, pişmanlık ve en son anda ki hâlet-i ye's deki iman fayda vermeyecek.
Hâlet-i ye's ne demek?
Artık dünyaya dönme ihtimali kalmamış, ölüyor. O zaman Allah bütün ölenlerin gözünden perdeleri kaldırır. Ehl-i cennet cennetteki yerini görür; sevinir. Ehl-i cehennem, cehennemdeki azaplarını görür; yüzü kırışır, buruşur terler. Zorlanır, morarır, bozarır, bir şeyler olur. Oradan artık dönüş yok ya o zaman hepsi anlayacak. O zaman iman etse de fayda yok.
Çünkü firavun tam boğulacağı zaman iman etti ama Allah-u Teâlâ hazretleri buyuruyor ki:
Âl ane. "Şimdi mi aklın başına geldi. O zamanın kıymeti yok." Çünkü iman edecek, imanına göre hareket edecek.
Hatta Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem biz mü'minlere buyuruyor ki:
أَنْ تَصَدَّقَ وَأَنْتَ صَحِيحٌ شَحِيحٌ، تَخْشَى الفَقْرَ، وَتَأْمُلُ الْبَقَاءَ . حم م خ د ن عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ أَنَّ رَجُلًا قَالَ: يَا رَسُولَ اللهِ، أَيُّ الصَّدَقَةِ أَعْظَمُ أَجْرًا؟ قَالَ:... فَذَكَرَهُ.
"Sıhhatliyken, yaşayacağını ümit ederken, fakir olmaktan korkarken, içinde cimrilik duyguları kıvranırken cömertliğini yap." Cömertliği en son ana bırakma.
Tam yatağa düşmüş, öleceğini anlamış. Bu benim ölüm döşeğimdir, ölüm hastalığımdır buradan kalkış yok. “Falanca yerdeki tarlamı Kur’an kursuna verin. Filanca yerdeki dükkanımı falancaya bağışlayın. Şurası şunun olsun, burası bunun olsun. Şunu şuna verdim, bunu buna verdim.” Zaten versen de vermesen de onların olacak. Mirasta zaten dağılacak.
Zaten sen alamıyorsun. Gitti! İşte, âhirete götüremiyorsun. Bu mallar âhirete gitmiyor, hayırlar âhirete gidiyor.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz bir koyun kestirdi. “Dağıtın bunu.” dedi. Camiye gitti, namazını kıldı. Döndü, geldi “Ne yaptınız kurbanı dağıttınız mı?” diye sordu.
“Ya Resûlallah dağıttık. Bir budunu kendimize ayırdık. Bir budu hariç ötekileri başkalarına verdik.”
Peygamber Efendimiz ne cevap verdi?
“Sizin bu anlattığınıza göre demek ki bir budu hariç kurbanın hepsi bizim olmuş.” Evde kalanı bizim olmuş demiyor. Verilen âhiret hesabına geçiyor, onun oluyor. Verilmeyenin âhirete geçmesi yok.
Dünyadaki mal dünyada kalır. Dünyadaki para dünyada kalır. Haramlardan kazan, kazan, kazan, biriktir, biriktir, biriktir, vebalini yüklen, yüklen, yüklen. Ondan sonra öl, git. Allahdan korkmayan insanlar öyle yapıyor. Başkası için biriktiriyor, biriktiriyor, biriktiriyor. Hayrını hasenâtını yapmıyor, zekâtını vermiyor, sadakasını vermiyor mirasçılara bırakıyor. Onlar da bir güzel çatır çutur yiyorlar.
Aziz ve muhterem kardeşlerim. İnsan hayrı sağlıklıyken, elinde imkân varken hatta fakirlikten korkarken, hatta içinde cimrilik duygusu varken yapmasını istiyor Peygamber Efendimiz. Yani iş işten geçtikten sonra değil! En son deme kaldığı zaman değil!
Pişman olacaksan son zamanda pişman olma! Gel bugün pişman ol! Döneceksen en son anda dönme, gel bugün dön! Bir hayır yapacaksan en son ana bırakma, gel bugünden yap!
Bir insan imana gelecekse işi en sona bırakmasın. "Emekli olacağım da bilmem ne olacak da bilmem ne filan..." Gelsin imana bugün girsin. Hak yola bugün girsin iyi insan olsun. Yoksa yer içer, emeller, umutlar onu oyalar. Ondan sonra ecel başına birden ansızın gelir. Yani apansız, habersiz gelir, ummadığı bir zamanda gelir. Çok insan Azraile hazırlıksız yakalanır. Çoğumuz bunun çok misallerini biliyoruz Allah gaflet uykusundan uyandırsın.
Derviş demek, mutasavvıf demek, ârif demek, abid, zahid kul demek; ölüme her an hazır olan demektir. Arkada korkulacak hesabı olmayan demektir. Hayrını, hasenâtı, aklı başındayken yapmış insan demektir.
Allah bizi yolundan ayırmasın. Gerçekleri görenlerden eylesin. Rızasına uygun ömür sürenlerden eylesin. İbadet ve taati yapmayı nasip eylesin. Sonunda pişman olacak işler yaptırtmasın. Sonunda memnun olacak, âhirette yüzünü güldürecek, güzel işler yapmayı nasip etsin. Huzuruna sevdiği, razı olduğu kul olarak varmayı nasip eylesin. Cennetiyle, cemaliyle cümlemizi müşerref eylesin.
Âmîn.
Bi-hürmeti esrârı sûreti’l-Fâtiha.
[1] 15/Hicr, 2.
[2] 2/Bakara, 146.
[3] 15/Hicr, 3.
[4] 36/Yâsîn, 10.