Eûzübillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm
El-Hamdülillâhi rabbi'l-âlemîne hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh. Kemâ yenbeğî li-celâli vechihî ve li-azîmi sultânih.
Ve's-salâtü ve's-selâmü alâ seyyidinâ ve senedinâ ve mededinâ Muhammedini'l Mustafa. Ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi ihsânin ilâ yevmi'l cezâ.
Emmâ ba'd:
Aziz, muhterem ve sevgili kardeşlerim!
Çok kıymetli bir âlimin; Ebû Abdirrahman es-Sülemî'nin -rahmetullâhi aleyh ve kaddesallâhu rûhahû- yazmış olduğu çok değerli, mümtaz bir kitap olan Tabakâtu's-sûfiyye’sini okuyoruz. Ebû Abdirrahman es-Sülemî tasavvuf büyüklerinin hayatlarını ve mübarek fikirlerini toplamış, böyle bir eser meydana getirmiş. Ve bu eseri çok kıymetli Mısırlı bir profesör de çok güzel dipnotlar, ilaveler, açıklamalar yaparak neşre hazırlamış. Henüz Türk dilimize tercüme edilmemiş bir kaynak eser olduğu için; tasavvuf konusunda en salahiyetli, en meşhur, en büyük, en kıymetli şahısların sözlerini ve fikirlerini buradan öğrenebiliriz diye bu kitabı okuyoruz.
Semi'tü Muhammede'bne'l-Hasani'l-Bağdâdî. Bu deminki râvi olmalı. Semi'tü Aliyye'bne Muhammede'bne Ahmed el-Mısrî, yekûlü: Semi'tü Ahmede'bni Îsa el-Harrâz. Kâle: haddesenî ğayrü vâhidin min ashabinâ. Râvi diyor ki; "Bize arkadaşlarımızdan birden fazla râvi rivayet etmiştir ki o râvilerden bir tanesi;" minhüm Saîdü'bnü Ca'ferini'l-Varrâku ve Hârunu'l-Edhemiyyu ve Usmâne't-Temmâr."
Bunların isimlerini sayıyor.
Kâlû: Haddesenâ Usmânü'bnü Umâre. Bu şahıs onlara rivayet etmiş. Kâle: Haddesenî İbrahimi'bnu Edhem. O en son şahsı söylemiş, o da geriye doğru onlara nakletmiş asırlar boyu. An raculin min ehli İskenderiyye. İskenderiye'den bir adamdan İbrahim b. Edhem nakletmiş.
Bu sefer rivayet eden İbrahim b. Edhem, İskenderiyeli birisinden naklediyor.
Kâle: Lakîtuhû bi'l-İskenderiyye. "Bu şahsı ben İskenderiye'de gördüm, onunla orada karşılaştım." diyor İbrahim b. Edhem. Fekâle lî. "O karşılaştığım zât bana dedi ki." Men ente yâ ğulâm? "Ey delikanlı, ey yavru, ey çocuk sen kimsin?" Kultü: Şâbbun min ehli Horâsân. "'Horasan ahalisinden bir delikanlıyım, bir gencim.' diye cevap verdim." Kâle: Mâ hamaleke ale'l-hurûci mine'd-dünya? " O bana sordu ki; ‘Seni dünyayı terk etmeye, dünyadan vazgeçmeye, dünyalıktan sıyrılıp çıkmaya ne sebep oldu? Seni bu yola ne sevk etti? Neden sarayları, zenginlikleri, saltanatı, nimetleri bıraktın da bu dervişlerin yoluna, bu sûfilik yoluna girdin?' diye sordu."
Kultü: Zühden fîhâ ve recâen li-sevâbillâhi teâlâ. "'Dünyaya karşı zühdümden, dünyaya değer kıymet vermediğimden ve Allahu Teâlâ hazretlerinin sevabını kazanmak arzusundan dolayı böyle yaptım.' dedim."
Mâlum dünyaya karşı zühd duyguları içinde olmak, dünyaya değer vermemek, dünyayı değersiz görmek, dünyanın küçük olması dervişliğin bir şartıdır,Efendimiz'in tavsiyesidir. Çünkü dünya sevgisi bütün hataların başıdır. Esas olan, dünyanın boşluğunu, fâniliğini, bir hiç olduğunu anlamaktır; âhirete rağbet etmektir. İşin aslı faslı, tamamı, temeli budur. Ama insan zengin olabilir, ama insan halife olabilir; şöyle olur, böyle olur; dünyaya metelik vermeyecek, bilecek ki asıl olan âhirettir. Peygamber Efendimiz;
"Zühd, helalin haram kılınması değildir fakat elinde olanla olmayanın aynı olmasıdır, olmadığında Allah verecek diye güvenmendir." diyor.
Fekâle: İnne'l-abde lâ yetimmü recâuhû li-sevâbillâhi teâlâ hattâ yahmile nefsehû ale's-sabr. "Dedi ki; ‘Kulun Allahu Teâlâ hazretlerinin sevabını kazanmayı umması, nefsini sabra alıştırmadıkça, sabrın altına sokmadıkça mümkün olmaz.'"
"Sabır lazım evlat." demiş oluyor.
Fekâle: Raculün mimmen kâne meahû. "Onun yanında bir başkası daha var, ben onu tanımıyorum, o lafa karıştı bu sefer."
"Evladım sabır etmek şarttır bu yolda." gibi söz söyleyenin yanındaki;
Ve eyyü şey'ini's-sabru? "Sabır ne?"
Maksat ikisi konuşup buna öğretmek herhalde ki sabır neymiş diye soruyor.
Fe-kâle: İnne ednâ menâzili's-sabri en yerûde'l-abdu nefsehû ale'htimâli mekârihi'l-enfüs. "Sabrın en aşağı mertebesi; kişinin nefsini, öteki insanların bucak bucak kaçtığı, nefislerine zor gelen şeylerin altına sokmasıdır. Herkesin yapamadığı meşakkatli işleri yapmasıdır."
Sabrın en aşağısı budur.
Kâle kultü: Sümme meh? İbrahim b. Edhem anlıyor vaziyeti, "Sonra nedir?" Sabrın en aşağısı buysa, yukarıya sayılmasını istiyor, "Sonra bundan sonra ne gelir?" diye soruyor.
Kâle: İzâ kâne muhtemilen li'l-mekârihi evrasallâhu kalbehû nûran. "Nefislere acı, zor, meşakkatli gelen şeylere, kendisi o yüklerin altına girdi de onları yüklenebildi mi bir derviş, bir sûfi; o sabırdan dolayı Allah onun kalbine bir nur bahşeder, kalbinde bir nur hasıl olur."
Kultü ve mâ zâlike nûr? İbrahim b. Edhem soruyor; "Nedir bu nur? Bu nurun aslı esası, mahiyeti ne ola?"
Kâle: Sirâcun yekûnü fî kalbihî. "Bu nur o kişinin gönlünde olan bir kandildir." Yüferriku bihî beyne'l-hakkı ve'l-bâtıl. "Bunun sayesinde hakkı batılı ayırt eder, eğriyi doğrudan ayırır."
Şu yanlış bu doğru, bu iyi bu kötü, fark eder.
Ve'n-nâsihâ ve'l-müteşâbih. "Hatta kalbinde bu nur olan kimsenin, Kur'ân-ı Kerîm'in ve ahkâm-ı şer'iyyenin önce gelen sonra gelen ahkâmını, nâsihini mensuhunu ve herkesin akıl erdiremediği, ancak ilimde rüsuh sahibi insanların kavrayabildiği müteşabihlerini, yani akıllara biraz ağır, zor gelen şeylerini anlama kabiliyeti gelir."
Kur'ân-ı Kerîm'de, Âl-i İmrân'ın başında bir âyet-i kerîmede buyuruluyor ki;
Kur'ân-ı Kerîm'in âyetleri iki kısımdır.
Minhü âyâtün mühkemât. "Bir kısmı muhkem âyetlerdir."
Sapasağlam, mânası aşikâr, "Namaz kıl", "Zekât ver" gibi herkesin duyduğu zaman anladığı âyetlerdir.
Hünne ümmü'l-kitâb. "Kitabın özü esası, temeli bunlardır."
Ekseriyetle bu muhkem âyetlerle, şeriat-i garra çizgileriyle, ana hatlarıyla belli olmuştur.
Ve uharu müteşâbihât. "Bir de herkesin akıl edemediği, kavrayamadığı, esrarengiz âyetler vardır."
Mânasını, "Allah Allah, burada Allah ne demek istiyor, acaba muradı nedir ki?" diye insanların merak edip de mânasını çözemedikleri de vardır. Bunlara müteşabih âyet derler.
Fe-emmellezîne fî kulûbihim zeyğun fe-yettebiûne mâ teşâbehe minhu. "Kalplerinde eğrilik olanlar, gelirler bu mânasının kavranması zor olan âyetleri dillerine dolayıp onlara tâbi olurlar, yoldan raydan çıkarlar, başkalarını çıkartırlar, akıllarının ermediği, mânasını anlayamadıkları şeylerin içinde ileri geri konuşurlar."
Ve'r-râsihûne fi'l-ilm. "Ama ilimde sağlam, rüsuh sahibi, kaliteli, derin olanlar…" Yekûlûne amennâ bihî. "'Biz bu âyetlere iman ettik.'" Küllün min indi rabbinâ. "'Hepsi Rabbimiz tarafından indirilmiştir.' derler."
"'Vardır bir hikmeti, belki ben anlayamam ama ilerideki asırlara hitap ediyordur. Belki başka ârif kullarına hitap ediyordur.' diye iman eder."
Ama içine dalıp da ileri geri konuşup dinî bakımdan hatalı duruma düşmez. Hakiki alimler böyle çekinir, ötekiler, kalplerinde hastalık olanlar dalarlar.
Bazısı müteşabih âyetlerin karşısında duruyor. Yani "Ne demek elif lâm mîm? Ne demek kâf hâ yâ ayn sâd?" Mesela bazı âyetler var. İşte burada diyor ki; "İnsanın gönlünde bu nur hâsıl oldu mu, nâsih âyetleri, nâsih ahkâmı, müteşabih âyetleri anlama kabiliyeti gelir. Çünkü hakkı batıldan da ayırdı diyor, Allah o nuru veriyor, ondan sonra öteki esrarı da onunla anlaması mümkün oluyor.
Kultü hâzihî sıfâtu evliyâi Rabbi'l-âlemîn. Onun üzerine İbrahim b. Edhem demiş ki; "Bu, âlemlerin rabbi Allah'ın evliyâsının vasfıdır.
"Müteşabih âyetleri anlamak, hakkı batıldan ayırmak, eşyanın iç yüzünü, perde arkasını, batılı anlamak, evliyâullah işidir." deyince, cevap veren şahıs diyor ki;
Kâle: Estağfirullâh. "Tevbe yâ Rabbi, estağfirullah." Sadaka Îse'bnü Meryem aleyhisselâm. "Meryem'in oğlu İsa aleyhisselâm doğru söylemiştir." Hîne kâle: Lâ tadau'l-hikmete inde ğayri ehlihâ. "'Hikmeti, anlamayacak, liyakatsiz insanlara söylemeyin.' diye söylerken ne güzel söylemiş, fe-subhanallah."
Onun bu sözüne karşılık böyle söylüyor.
Fe-tudayyiûhâ. "Sonra bunu, verilen hikmetin mânasını, ehemmiyetini kavrayamaz, sözü olmadık yerde zayi ederler, harcarlar." Ve lâ temneûhâ ehlehâ. "Hikmeti ehlinden de esirgemeyin, vermezlik etmeyin, onlara verin." Fe-tazlimûhâ. "Vermezseniz onlara zulmetmiş olursunuz."
Hikmeti, anlayışlı, kavrayışlı, hazmedebilecek insana verin; hazmedemeyecek insana vermeyin. Hazmedemeyecek olan onu ziyan eder, ona yazık eder. Hazmedecek olandan da esirgemeyin. Bu sefer "Niye esirgedin? Bu layıktı buna, zavallıyı mahrum ettin. Bu sefer o kimseye zulüm etmiş oldun." diye Hz. İsa aleyhisselâm'dan böyle bir rivayet var. "İlmi nâehile vermeyin, ilme yazık edersiniz. Ehlinden esirgemeyin, o zâta yazık edersiniz." diyor.
İlim herkese verilmez ama ehlinden de esirgenmez. "Bu, evliyâullahın sıfatıdır." Deyince;
"Fe-subhanallah, amma anlayışsızmışsın, işte biz zaten evliyâullahı anlatıyoruz." demek istiyor.
İlmi nâehile vermemek lazım, sen de nâ ehil misin yoksa diye, İbrahim b. Edhem'e yavaşça abasının altından sopasını gösteriyor. Büyüklerin yanında insanın sözüne işine çok dikkat etmesi lazım. Sinirleniveriyorlar bakın. Anlayacaksın tamam işte, sana evliyâullahlığı anlatıyor, zaten ikisi birbirlerine soru sorarak seni evliyâ yapmaya gelmiş. Sana sabretmek lazım. Herkesin yapamadığı şeyi yapmak lazım. "İnsanın o zaman kalbinde bir nur olur, o nur sayesinde hakkı batıldan ayırır." diyorlar.
Fe-basbastu ileyhi. "Yalvarmış yakarmış."
Basbasa-tabasbus, yani "Affet, hata ettim, kusura bakma." diye epeyce bir dil dökmek zorunda kalmış. "Fe-subhanallah, estağfirullâh." deyince, yalvarmış biraz.
Ve talabtu ileyhi. "Ve affetmesini diledim." Ve talebe maiye ashâbuhû ileyhi.
Yanındaki insanlar da "Hadi affet." filan diye aracılık yapmışlar. Bir "Evliyâullahın sıfatıdır." dedi diye bayağı bir varta geçirdi. Kendisi yalvarıyor "Affet." diyor, etrafındakiler de "Hadi bu genci affet." diyor, "Bir daha yapmaz." gibilerden onlar da İbrahim b. Edhem için ona talepte bulunuyorlar.
Fe-kâle: İnde zâlike. "Bunun üzerine dedi ki." Ya ğulâm. "Ey çocuk, ey evlat, ey yavru."
Gulam köle ya da çocuk demek.
İyyâke izâ sahibte'l-ahyâra ev hâdeste'l-ebrâra en tuğzibehüm aleyke. "Hayırlı insanlarla bir arada bulunduğun zaman, onların meclislerine geldiğin zaman veyahut Allah'ın iyi kullarıyla konuştuğun zaman onları kızdırmaktan çok sakın." demiş.
"Edebe riayet et, bak bu sefer seni affettim ama bu sana ders olsun, Allah'ın iyi kullarını kızdırmamaya gayret et." demiş, nasihat etmiş.
Fe-innallâhe yağdabu li-ğadabihim.
Neden?
"Çünkü onların kızgınlığından dolayı Allah da kızar."
Çünkü Allah evliyâsını kızdırana kızar, evliyâsının gönlünü hoş edeni sever.
Men âzâ lî veliyyen, fe-kad âzentühü bi'l-muharebe. "Benim evliyâmdan birisini ezalandıran birine ben savaş açarım." diyor Allahu Teâlâ hazretleri hadîs-i şerifte
Allah, sevgili kulu gazaplandı mı, onu kim gazaplandırmış kızdırmışsa, o kızdırana kızar. Çünkü sevgili kulu, bunu seviyor. "Vay sen benim evliyâmdan bir sevgili kulumu kızdırdın!" diye gazap eder.
Onun için sen iyilerle, hayırlılarla sohbet ettiğin, meclislerine geldiğin, onlarla konuştuğun zaman onları kızdırmamaya dikkat et.
Ve yerdâ li-ridâhüm. "Onlar razı olunca Allah da razı olur."
Kızınca Allah da kızar, razı olunca Allah da razı olur.
Ve zâlike enne'l-hukemâe hümü'l-ulemâ. "Çünkü hikmet sahibi insanlar alimlerdir, âyetlerde bahsedilen alim dediğimiz kimselerdir." Ve hümü'r-râdûn anillâhi azze ve celle. "Onlar Allah'tan razı, kaderine razı olan kimselerdir." İzâ sahıta'n- nâsu. "İnsanlar Allah'ın kaderine âsî geldiği, kabul etmediği zaman, bunlar razı gelenlerdir." Ve hüm cülesâu'llâhi ğaden. "Onlar yarın Allahu Teâlâ hazretlerinin huzur-u ilâhîsinde onun meclisine erecek, o şerefe nâil olacak kimselerdir." Ba'de'n-nebiyyîne ve's-sıddîkîn. "Bunlar, peygamberlerden ve sıddıklardan sonra o şerefe, huzur-u ilâhîye erme şerefine ereceklerdir."
Onun için "Onları kızdırma." diye ikaz ediyor. Hâlbuki bize göre çok hafif bir şey söyledi ama dilini tutmasını bilecek insan, sözüne ihtimam edecek.
Yâ ğulâm! İhfaz annî va'kıl. "Şimdi benim söyleyeceklerimi ezberle, aklına iyice yerleştir." Vahtemil. "Bu vazifeleri yüklen." Ve lâ ta'cel. "Acele de etme. Sözlerimi dinlerken de fazla telaş ve acele gösterme." Fe-inne't-teenniye meahu'l-hilmi ve'l-hayâu. Ve inne's-sefehe meahu'l-hurku ve'ş-şu'mu. "Çünkü sakin ve teenni ile hareket etmenin yanında halim selimlik ve utanmak vardır. Halimlik ve hayâ duygusu olur ve böyle şuursuz ve beyinsizce, aptalca hareketin yanında da insan hurk ve şuursuzluk, hayâ perdesinde yırtıklık olur. Onun için teenni ile hareket et, yavaş yavaş dinle." diye nasihat ediyor.
Kâle: Fe-selet aynâye. Bu sözler üzerine İbrahim b. Edhem hazretlerinin gözlerinden yaşlar boşanmış, "Gözlerim yaşardı, ağlamaya başladım." demek istiyor. Ve kultü. "Ve dedim ki." Vallâhi mâ hamelenî alâ mufâragati ebeveyye ve'l-hurûci min mâlî illâ hubbu'l-esereti lillâh. "Yemin olsun ki anam ve babamdan ayrılmaya ve malımdan mülkümden vazgeçmeye beni Allah'ın yoluna girme arzusundan başka bir şey sevk etmemiştir. Bu yolu sevdiğimden ben bütün imkânları teptim, anamdan babamdan ayrıldım, maldan mülkten geçtim." diye ağlayarak böyle söylemiş.
Ve mea zâlike ez-zühdü fi'd-dünyâ. "Dünyaya da metelik vermeme duygusu içimde var, dünyayı gözüm görmüyor." Ve'r-rağbetü fî civârillâhi teâlâ. "Allah'ın huzurundaki, cennetindeki nimetlere de rağbetim var, dünyaya metelik vermiyorum, ondan böyle bıraktım." diye ağlamış. Fekâle: İyyâke ve'l-buhle. O mübarek gene devam ediyor nasihate. "Sakın cimri olma." Kultü: Ve me'l-buhlu? "Sordum ki, nedir bahillikten, cimrilikten kastın?" Fe-kâle: Emme'l-buhlu inde ehli'd-dünyâ. "Ehl-i dünyanın nazarında bahillik, cimrilik." Fe-hüve en yekûne'r-raculü bahîlen bi-mâlihî. "Adamın malını vermekte cimrilik etmesidir."
Ehl-i dünyanın yanında cimrilik deyince anlaşılan; parası, pulu, malı var, vermiyor. Cimrilik bu.
Ve emmellezî inde ehli'l-âhireti. "Ama âhiret ehli, evliyâullah nazarındaki bahillik, cimrilik." Hüvellezî yebhalü bi-nefsihî anillâhi teâlâ. "İnsanın Allah'a ibadet etmekten tembelleşmesi, cimrileşmesi; nefsini Allah yoluna vermekten cimrilik etmesidir." Ötekisi malını, berikisi nefsini Allah'ın hizmetine verecek, nefsini feda etmeye razı olacak. Öyle yapmıyorsa cimridir.
Dünya ehli nazarında cimri, bahil, malını vermeyen demek. Âhiret ehli nazarında cimri, canını vermeyen demek. Canını bu hizmete tahsis etmeyen, vermek gerektiği zaman vermeyen demek. Yani canını verecek gibi olacak diye tarif etmiş.
Elâ ve inne'l-abde izâ câde bi-nefsihî lillâhi. "Bak, gözünü aç, dikkat et ki; kul Allah için nefsini feda etmeyi, nefsini cömertçe sunmayı güzel yaptığı zaman." Ûrise kalbuhû el-hüda ve't-tukâ. "Onun gönlüne hidayet ve takvâ gelir." Ve ûtiye's-sekînete ve'l-vakar. "Kendisine sekinet ve vakar ihsan olunur, sakin vakur bir insan haline gelir." Ve'l-ilme'r-râcih ve'l-akle'l-kâmil. "Tercih edici bir ilim ve kâmil bir akıl kendisine ihsan olunur."
kendisine ilim, akıl, sekinet, vakar, takvâ, hidayet verilir.
Canını verecek bir cömertlik gösterdiği zaman insan;
Ve mea zâlike. "Bununla beraber." Tuftehu lehü ebvâbu's-semâ'. "Onun için semanın kapıları açılır." Ve hüve yenzuru ilâ ebvâbihâ bi-kalbihî keyfe tuftehu. "O gönlüyle, semanın kapıları açılıyor diye o kapıların nasıl açıldığına bakar, seyreder." Ve in kâne fî tarîki'd-dünyâ matrûhan. "Eğer dünya yolunda atılmış bile olsa, gönlüyle semanın kapılarının açıldığını seyreder."
Dünyalıkla bile meşgul oluyorsa, nefsini bu cömertliklerle Allah yoluna verebilmişse, yine mâneviyatı açık olur, gönül gözü açık olur.
Mesela Ebû Bekir es-Sıddîk Efendimiz zengindi. Osman-ı Zinnûreyn Efendimiz zengindi. Dünyalık bu işe ille mâni değil. Ama gönlünden o cömertlik olduğu zaman, artık şunlar şunlar kendisine verilir ve gökyüzüne bakar, göğün kapılarının açıldığını görür, isterse dünyalığın içine atılmış, gark olmuş bile olsa, demek istiyor Allahu a'lem.
Fe-kâle lehû raculün min ashâbihî. "Bu nasihatleri veren kimseye, onun yanındaki arkadaşlarından birisi dedi ki;" Idribhu fe-evci'hu. "Döv şu çocuğu ve acıt, canını yak." Fe-innâ nerâhu ğulâmen kad vuffika li-vilâyetillâhi teâlâ. "Çünkü biz onu Allah'ın evliyâlığına layık, muvaffak olacak bir kimse olarak gördük. Vur ve acıt."
Fe-subhanallah.. Böyle demiş.
Kâle: Fe-taaccebe'ş-şeyhu min kavli ashâbihî. "Nasihat veren şahıs, arkadaşlarının ‘Döv şunu ve canını yak.' demesine şaşırdı." Kad vuffika li-vilâyetillâhi teâlâ. "‘Allah'ın evliyâlığına muvaffak kılınmıştır, ihsan kılınmıştır.' sözüne hayret etti ve şaşırdı."
Fe-kâle lî: Yâ ğulâm! "Bana dedi ki." diyor İbrahim b. Edhem. "Ey evlat, ey çocuk." Emmâ inneke se-teshabu'l- ahyâr. "Sen çok hayırlı insanların meclislerine gireceksin, onlarla tanışacaksın." Fe-kün lehüm ardan yataûna aleyke. "Sen onların meclisine varacaksın, o hayırlı evliyâların meclisine gireceksin ama sen onlar için çiğnedikleri toprak ol, üstünden basıp geçseler bile, o kadar mütevazı ol." Ve in darabûke ve şetemûke taradûke. "Seni dövseler de, sana sövseler de, seni kovsalar da." Ve esme'ûke'l-kabih. "Ağır söz söyleseler de, sen hayırlı kimselerle ahbap olacaksın, meclislerine gireceksin, onlarla konuşmaların olacak."
Eğer onlar seni dövseler de, sövseler de, kovsalar da, kötü söz söyleseler de sen onlara toprak ol, seni çiğnesinler. "Karşılık verme" demek istiyor.
Fe-izâ fealû bike zâlike. "Bunları sana yaptıkları zaman o evliyâullah; dövüp, sövüp, şunu bunu yaptıkları zaman." Fe-fekkir fî nefsike min eyne ûtiyte. "Bunlar sana yaptıkları zaman kendi kendine düşün ki sen nereden getirildin? Bu sana nereden geliyor?"
Yani dövseler de Allah yaptırtıyor, kader, Allah'ın takdiri, oradan oluyor diye düşün.
Fe-inneke izâ fealte zâlike yüeyyidûke'llâhu bi-nasrihî. "Böyle düşünür böyle yaparsan, Allah seni nusretiyle teyid, takviye eder." Fe-yukbilü kulûbehüm aleyke. "Onların kalplerini sana döndürür, sana teveccüh ettirir."
Va'lem enne'l-abde izâ kalâhu'l-ahyâr. "Şunu da bil ki; hayırlı evliyâullah kimseler bir kula darılırlarsa." Ve'ctenebe sohbetehu'l-veriûn. "Takvâ ehli insanlar da onunla sohbet etmekten ictinab ederler." Ve ebğadahu'z-zâhidûn. "Zahidler de ona buğz ederler."
En yüksek evliyâ artık öyle bir şey yaptı mı o zaman ötekiler de sırayla kesiliyorlar.
Fe-inne zâlike isti'tâbun mina'llâhi teâlâ. "İşte bu da Allah'ın öyle bir istitabıdır, cezasıdır."
Onlara karşı mütevazı olacak. Olmazsa eğer, hayırlıları darıltırsa bir insan, başı derde girecek.
Allah-u Teâla Hazretleri cümlenizden razı olsun. Cümlenizi Peygamber Efendimiz'in sevgisine, şefaatine, iltifatına nail eylesin. Peygamber Efendimiz'in has ümmeti olmanızı nasip eylesin. Dünya ve ahiretin her türlü tehlikelerinden koruyup, dünya ve ahiretin her türlü hayırlarına erdirdiği kullarından eylesin. Firdevsi Âlâda Peygamber-i Zişan’ımıza cümlenizi komşu eylesin. Cennet nimetleriyle mütena'ım eylesin.