Eûzübillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm
El-Hamdülillâhi rabbi'l-âlemîne hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh. Kemâ yenbeğî li-celâli vechihî ve li-azîmi sultânih.
Ve's-salâtü ve's-selâmü alâ seyyidinâ ve senedinâ ve mededinâ Muhammedini'l Mustafa. Ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi ihsânin ilâ yevmi'l cezâ.
Emmâ ba'd:
Aziz, muhterem ve sevgili kardeşlerim!
Çok kıymetli bir âlimin; Ebû Abdirrahman es-Sülemî'nin -rahmetullâhi aleyh ve kaddesallâhu rûhahû- yazmış olduğu çok değerli, mümtaz bir kitap olan Tabakâtu's-sûfiyye’sini okuyoruz. Ebû Abdirrahman es-Sülemî tasavvuf büyüklerinin hayatlarını ve mübarek fikirlerini toplamış, böyle bir eser meydana getirmiş. Ve bu eseri çok kıymetli Mısırlı bir profesör de çok güzel dipnotlar, ilaveler, açıklamalar yaparak neşre hazırlamış. Henüz Türk dilimize tercüme edilmemiş bir kaynak eser olduğu için; tasavvuf konusunda en salahiyetli, en meşhur, en büyük, en kıymetli şahısların sözlerini ve fikirlerini buradan öğrenebiliriz diye bu kitabı okuyoruz.
Şakîkuni'l-Belhî ve minhüm Şakîku'bnu İbrâhîme Ebû Aliyyini'l-ezdiyyü, min ehli Belh. Hasenü'l cer'i alâ sebîli't-tevekküli ve hasenü'l kelâmi fîh.
Birinci tabakadan olan evliyâullâh ve sâdât-ı sûfiyyenin birisi de Şakîk, babasının ismi de İbrahim olan Şakîku'bnu İbrahim. İbrahim oğlu Şakîk. Bu ''ke'' harfleri ''kaf''tır, yani Şakîk. Künyesi Ebû Ali ve nisbesi Ezdî. Arapların Ezd kabilesinden Ebû Ali künyeli Şakîku'bnü İbrahim el-Ezdî. Min ehli Belh Horasan'ın Belh ahâlisinden idi.
Arap kabilesinden olduğu halde orada ne işi var?
İslâm'ı yaymaya gitmişler. Orası bu ahâliyi fethe giden mücahitlerle, fatihlerle dolu. Özel şehirler kurmuşlar, yerleşmişler. Camiler kurmuşlar, etrafına mahalleler kurmuşlar. İslâm'ı yaşamışlar, öğretmişler, talim etmişler. Oralarda yayılmışlar, gelişmişler, çoğalmışlar evlat bırakmışlar, zürriyet bırakmışlar. Şecereleri, vesikaları sağlam. Ecdatları Arap ama oralara yerleşmiş kimseler. Şakîk de onlardan biri.
Hasenü'l-cer'i alâ sebîli't-tevekkül. ''Tevekkül yolunda, güzel gidişli bir kimse.'' Ve hasenü'l-kelâmi fîhi. ''Tevekkül konusunda güzel sözler de söylemiş.''
Bilhassa tevekkül vasfıyla tanınmış bir sûfi, bir ârif.
Tevekkül neydi?
Allahu Teâlâ hazretlerine dayanmak, güvenmek, onu kendisine vekil edinmek, böylece müsterih olmak. Kur'ân-ı Kerîm'de birçok âyet-i kerîmede Allah, kendisine tevekkül etmeyi biz kullarına emrediyor.
Fe-tevekkelû alellâh. ''Allah'a tevekkül ediniz.''
Fe-tevekkel alellâh; Ve tevekkel alellâh; Ve alellâhi fe-tevekkelû in küntüm mü'minîn.
''Müminseniz Allah'a tevekkül edin.'' diye.
Onlarca hadîs-i şerîf var, pek çok âyet-i kerîme var. Allah bilhassa bize; ''Bana tevekkül edin.'' diye emrediyor.
Bizim ne haddimize! ''Yâ Rabbi! Sen bizim vekilimiz ol.'' diyebilir miyiz?
Hâşâ sümme hâşâ!
Bizim ne kıymetimiz, kadrimiz var ki? Zerre bile değiliz. Üstelik günahkârız. Çünkü zerre zerredir ama günahı yoktur. Biz günahkâr olduğumuz için daha kötü durumdayız. Allah'ın âsî, mücrim zalûmen, cahûlen, ''çok zalim, çok cahil'' diye bildirdiği bir mahlûkuz. Birbirimizi yeriz, kurtlar gibi birbirimize saldırırız. Şu Bosnalılar'ın, şu Hersekliler'in, şu Bulgarlar'ın, şu Romenler'in… Tarihin dili olsa, mekânların dili olsa da müslümanlara sırf müslüman oldukları için yapılanları bir bilsek. Bir söylese, bir tecessüm etse, gözümüzden bir film olarak geçse. O zaman şu insanoğlundan nefret ederiz biz.
E tec'alü fîhâ men yüfsidü fîhâ ve yesfikü'd-dimâ'. ''Yâ Rabbi! Sen yeryüzünde insan mı yaratacaksın? Orayı fesada uğratan, kanlar dökecek olan o mahlûku mu yaratacaksın?''
Levh-i mahfûz'dan yaratılacak mahlûkun ne biçim bir mahlûk olduğunu görüyorlar. Allah celle celâlüh meleklere;
''Yeryüzünde halife olarak insanoğlunu yaratacağım.'' deyince;
''Yâ Rabbi! O mahlûku mu yaratacaksın?'' diye soruyorlar.
Bizim yüzümüz yok, elimiz boş, yüzümüz kara, Allah huzuruna kabul etmese nereye gideceğiz, kulum demese ne yapacağız? Ama; ''Bana tevekkül edin, bana dua edin.'' diyor.
Rabbimiz'in rahmetinin genişliğine bakın ki ''Benden isteyin, vereceğim."diyor.
Ve kâle Rabbüküm ud'ûnî estecib leküm. ''Siz benden isteyin, ben sizin yönelişinizi karşılıksız bırakmam, veririm.'' diyor. Duayı tavsiye ediyor. Kullarına, dua edince istediğini vereceğini söylüyor. Tevekkül etmesini istiyor. Seviyor Rabbimiz, kusurları affediyor. Rabbimiz'in rahmeti çok geniş.
Şakîk hazretleri, bilhassa tevekkül vasfıyla tanınmış, tevekkül ehlinden bir kimseydi, bu konuda da güzel tarifler yapmış, güzel sözler söylemiştir. Müellif Ebû Abdirrahmân es-Sülemî hazretleri, özellikle tevekkül yolunda gidişinin güzel bir gidiş olduğunu söylüyor.
Tevekkül olunca insan dünyaya da, dünya ehline de eyvallah etmez, yüzüne bakmaz, metelik vermez, padişah gelse oturduğu yerden kalkmaz, ayağını uzatmışsa toplamaz, zenginin yüzüne bakmaz. Para vermezse vermesin, dünya ile ilişkisi yok ki. Fakirlik olursa olsun, o Allah'a güzel kulluk yapmaya bakar. Tembel midir? Hayır asla. Çalışır, inler, terler, kazanır, getirir kardeşlerine yedirir. İbrahim-i Edhem çalışırdı, çalışırdı, çalışırdı, akşam zenbilleri gıda ile doldurur, tekkeye getirir, kardeşlerine yedirirdi. Tembellik değil bu, tevekkül. Allah'a dayanmak, Allah'tan korkmak, Allah'tan istemek, başkasından bir şey ummamak, başkasına da aldırmamak, bel bağlamamak mânasına ve daha geniş mânaları olan bir güzel vasıf. Allah'ın bize emrettiği bir vasıf. Allah'ın izniyle biz de tevekkül etmeyi öğrenmeliyiz.
Biz, Tevekkeltü alellâh. ''Yaparım bu işi, olur inşaallah.'' diye tevekkül etmeliyiz. Madem emrediyor, o zaman tevekkül etmeliyiz.
''Bir dükkan açacağım amma!?''
Tevekkül et, yürü, korkma!
''Şu işi yapmaya gideceğim ama olur mu olmaz mı?''
Tevekkül et, yürü. Tevekkül de bir emir. Çünkü Allah;
Ve men yetevekkel ale'llâhi fe-hüve hasbüh, diye bize garanti vermiş. ''Kim Allah'a tevekkül ederse, Allah ona yeter.'' Allah onu gayrıya muhtaç etmez, onun imdadına yetişir, ona yardımcı olur. Vaadi böyle. Tevekkülün sonucunun güzel olacağı Kur'ân-ı Kerîm'le sabit.
Ve hüve min meşâhîri meşayihi Horâsân. ''Şakîk hazretleri, Horasan şeyhlerinin meşhurlarından idi.'' Ve ezunnuhû evvele men tekelleme fî ulûmi'l-ahvâl. ''Sanıyorum ki ilk defa, tasavvufî hallerin, dervişin başından geçen hallerin, makamların sözünü eden kişiydi. Evvela haller üzerinde, hal ilimleri üzerinde tekellüm eden,konuşan kişilerden biriydi.''
Bi-küveri horâsân. ''Horasan illerinde.''
Küre, cem'i, çoğulu, küver; il,vilâyet demek.
Horasan vilâyetlerinde, ilk defa tasavvufî hallerin ilmi üzerinde konuşan kimse olduğunu sanıyorum. Ondan öncesini bilmiyorum.'' demek istiyor. Ebû Abdirrahmân es-Sülemî hazretleri.
Abdurrahman Essülemi Hazretleri çok büyük bir şahıs. Peygamber Efendimiz'i yazmış. Sahabe-i Kiram'ı yazmış (O kitaplar elimizde değil). Sahabeden sonra gelen evliyaullah'ı yazmış, o kitaplar elimizde. Onlar da elimizde olsa kim bilir neler yazdı mübarek, neler topladı. Ama büyük kitaplar elimizde var. Ebu'l Ferec el İsfahani'nin Hiyletü'l evliya isimli bir kitabı var. 10 ciltlik her bir cildi üçer parmak kalınlığında, bir adam zor taşır. Muazzam bir eser. Onu tercümeye başlamışlar. Bir hocaefendi bana geldi hocalar arasında paylaştık bölüm bölüm tercüme edilecek, basılacak dedi. Çok güzel bir şey. Bu sahabe-İ kiram'dan başlıyor. Bunun evvelindeki çağı da içine alan çok büyük bir eser. O bundan büyük, daha hacimli. Ben onu tercümeye, ders mevzusu yapmaya başlamadım. Çünkü bu kolay kitabı bile yudum yudum, yavaş yavaş işliyoruz. Bu kitap bir bitsin tasavvuf tabirleriyle ilgili zemin olsun, hakiki elmas gibi mutasavvuflar nasıl insanlarmış onu anlayalım. Ondan sonra öbür kitaba da geçebiliriz. Onu hızlı okumak lazım. Arapçasını Türkçe okur gibi okumak lazım. Dinleyenin de onu anlaması lazım ki ömür yetsin, kitap bitsin. Sünnet olan ömür 63 yaşına kadar. Ondan sonrasında evliyaullahtan bazılarında ne yapmış? Bundan sonrasında yaşamak sünnete uygun değil diye yerin altına hücre kazmışlar. Orada ibadetle vakit geçirmişler. Bir tanesi Ahmed yesevi hazretleri. 90 yaşına kadar yaşamış galiba. Ama 63 yaşından sonra sünnete uygun olan dışarda yaşamak bu kadar diye yerin altına hücre yapmış. Ömrünü orada geçirmiş.
Kâne üstâze Hâtemi'l-esammi. Şakîk hazretleri Hâtem-i Esam hazretlerinin de hocasıydı, üstadı idi.''
Sahibe İbrâhime'bne Edhem. ''Meşhur İbrahim b. Edhem ile de karşılaşmışlığı, sohbeti arkadaşlığı var. Onunla arkadaşlık etti. Arkadaş ama Hâtem-i Esam isimli meşhur mübarek zâtın da hocası. Onu da çok seviyorum. O da sağır olmadığı halde esam, sağır lakabı almış olan kimse. Sağır değil ama bir nâhoş şeyi duymazlıktan gelmiş. Duymamazlık olunca o duyarlılık oluyor. Duymazlıktan gelmiş, böyle sağır diye geçiyor. Kulakları çok iyi duyuyor ama karşısındaki insan mahcup olmasın diye işi duymazlığa vurmuş. Kibarlığından, zerafetinden, karşısındaki insan üzülmesin diye. O şahıs Medine-i Münevvere'ye gelmiş, menâkıbı ileride geçecek, demiş ki;
''Peygamber Efendimiz'in sarayı, sahabe-i kirâmın sarayı nerede?''
''Burası Medine, burada saray olur mu, bu mübarek insanlar dünyaya rağbet mi etmiş?'' demişler.
''Peki bu saraylar ne?'' demiş.
''Şu şunun, bu bunun.''
''Eyvah! Demek ki Resûlullah'ın şehrini cebbarlar istila etmiş.'' demiş.
Dobra dobra konuşan, sözünü esirgemeyen, nasihatini söyleyen bir insan. Bu onu yetiştirmiş. Bazen hocaların kıymeti yetiştirdiği talebelerin büyüklüğünden de bilinir. Allah hepsinin şefaatlerine erdirsin.
Sahibe İbrâhime'bne Edheme ve ehaze anhü't-tarîkate. ''İbrahim b. Edhem'le arkadaşlığı, sohbeti var ama tarikati bu ondan almış.''
İbrahim b. Edhem hoca durumunda, Şakîk talebesi durumunda. Görüşmüşler demek. Sahibe, ahbablıkları, sohbetleri var. İbrahim b. Edhem'e yetişmiş, tarikat elini almış, tarikate intisabı ona bağlanarak olmuş.
Ahberenâ İbrâhimü'bnü Ahmede'bni İbrâhim el-Müstemlî icâzeten enne Ahmede'bne uheydi'bni Nûhi'bni Eyyûb, el-Bezzâze'l-Belhıyye, haddesahüm.
Kâle haddesenâ Ebû Salihin, Müslimu'bnü Abdirrahmân, el-Belhıyye. Kâle haddesenî Ebû Aliyyin Şakîku'bnü İbrâhîm el-Ezdiyyü, haddesenâ Abbâdü ya'nî ibne Kesîrin yekûlü an Hişami'bni Urvete kâle: Kâle lî Urveti: Kâlet Âişetü radiyallâhu anhâ: Kâne Resûlullâh sallallahu aleyhi ve selleme yekûlü: Allâhümme inne'l-hayra hayru'l-âhirati.
Bu kitabın müellifi, yüz tane mübarek, büyük zâtın hayatını, eserini yazmış. Usûlü; hayatı, ismi, memleketi hakkında bilgi veriyor.
O zaman için en şerefli meşguliyet hadis ilmiyle meşgul olmak olduğundan bu şahıs eğer bir hadis râvîsi ise aynı zamanda bunun rivayet ettiği bir hadisi yazıyor. Ondan sonra da bu şahsın söylediği güzel sözleri anlatmaya geçiyor. Önce hayatı, memleketi, ismi, babası vesaire hakkında bilgi veriyor. Burada hiç doğum tarihi, ölüm tarihi söylemedi. Demek ki onu tespit edememiş. Şu zamanda doğdu, bu zamanda öldü diyemiyor ama İbrahim b. Edhem'den tarikat almış, Hâtem-i Esam'ın hocası. O arada yaşayan bir kimse olduğu anlaşılıyor. Bu rivayet ile Hz. Aişe'den bir hadis rivayet ettiğini misal olarak veriyor. Demek ki Şakîk hazretleri hadis râvîsi, hadis de rivayet etmiş. Hangi kanaldan, hangi sened zincirinden? Şu okuduğum zincirden.
Burada (dipnotta) bu şahısların kim olduğuna ve ne zaman yaşadığına dair bilgiler var.
''İbrahim b. Ahmed b. İbrahim el-Müstemlî. Mesela bu Ebû İshak el-Müstemlî el-Belhî hadis hafızıymış.''
Kâne âlimen ârifen bi-ehâdîsi ehli Belh ve meşâyihihim.
''Belh ahalisinin hadislerini bilen ârif bir kimseydi.''
Ve't-tevârih, ''el-Müstemlî isimli şahıs tarih bilgisine de sahip bir kimseydi.''
Mâte bi-belh ''Belh'de öldü.''
Fî şühûri senetin sittîn ve seb'îne ve selâse mie. ''376 senesinin içinde, ayların birisinde Belh'te vefat etti.''
Bu kitabı yazan bu şahıstan duymuş, icâzeten, icazet yoluyla rivayet etmiş.
Enne Ahmede'bne Uheyde'bni Nûhi'bni Eyyûb el-Bezzâz el-Belhî. ''Kendisine rivayet etti diye söylemiş. O da demiş ki;''
Haddesenâ Ebû Sâlihin Müslimü'bnü Abdirrahmân el-Belhî.
Bu kimmiş?
Müslimü'bnü Abdirrahmân Ebû Sâlih el-Belhî Müstemlî Ömeri'bni Hârûni'bni Yezîdi'bni Câbiri'bni Seleme Ebû Hafs es-Sekafî el-Belhî el-Müteveffâ senete erbea ve tis'îne ve mie.
''194 senesinde vefat etmiş. Falanca şahsın divanında vazife gören, alim bir kimseydi.'' diye o komutanın, valinin adını söylüyor.
Ve kad mâte Müslimün hâzâ bi-Tarsûs. ''Tarsus'da ölmüş.''
Fî şehri ramazân senete erbaîne ve mieteyn. ''240 senesinde Ramazan'da Tarsus da vefat etmiş.'' Tarsus hudut gibiydi. Oralara cihada gelirlerdi. Ama Tarsus peygamberler şehri olduğu için bizimkiler orayı önceden almışlar, sevmişler, orada yerleşmişler. Bu zât da Tarsus'un ahalisindenmiş, kabri orada. Ya bellidir ya değildir. Ama ismini hatırımızda tutalım, araştıralım.
Demek ki hicretten 240 sene sonra Anadolu'nun Tarsus şehri müslümanların elinde, orada yaşıyorlar ve gömülüyorlar.
Kâle haddesenî Ebû Aliyyin Şakîku'bnü İbrâhîm el-Ezdî. ''Tarsus'da ölen bu şahıs, Şakîk hazretlerinden duymuş.''
Şakîk hadis râvîsi ama Şakîk'den Ebû Abdirrahman es-Sülemi'ye kadar hadisi nakleden isimleri söylüyor.
Ben bu teferruatı size niye anlatıyorum?
Bu hadîs-i şerîfler bu ciddiyetle okunmuş, dinlenmiş, yazılmış, nakledilmiş, her şey belli, onu anlatmak istiyorum.
Haddesenâ Abbâdü'bnü Kesîr es-Sakafî el-Basrî el-Âbid nezîl Mekke. Mekke'ye yerleşmiş. Yekûlü anhü'bnü'l-Mübârek mâ edrî men raeytü efdale min Abbâdi'bni Kesîrin fî durûbi mine'l- hayr.
''Bu râvi İbn Kesir hakkında -bizim kitabını neşrettiğimiz- İbnü'l-Mübarek hazretleri demiş ki;
''Mâ edrî men raeytü efdale min Abbâdi'bni Kesîrin fî durûbi mine'l- hayr. ''Çeşitli hayırlarda bu Abbâd'dan daha hayırlı kimse gördüm mü, görmedim mi bilemiyorum.''
Bu şahıs çok âbid, zâhid bir insanmış.
Fe-izâ câe'l-hadîsu fe-leyse minhü mâte bi-Mekkete. ''Çok hayırlı bir insan ama hadis konusunda sağlam değil.'' demiş. Dobra dobra söylüyorlar. Âbiddi, zâhiddi, hayırlı bir kimseydi ama hadis konusunda sağlam değildi.
Senete bid'în ve hamsîne ve mie. ''150 küsur senesinde Mekke'de vefat etmiş.''
Bu şahıs bizim Şakîk'a rivayet eden şahıs, Mekkeli âbid.
Hişâmü'bnü Urve. Hişâm b. Urve de; Hişamü'bnü Urvete'bni Zübeyri'bni'l-Avvâm. Zübeyr b. Avvâm'ın torunu.
el-Esedî Ebu'l-Münzir yervî an ebîhi ve gayrihî. ''Babasından ve başkalarından hadis rivayet ederdi.''
Ve hüve sikatün huccetün. ''Hişâm b. Urve çok güvenilen, sağlam insandı.''
''O söylemiş ise belge olacak kadar huccet kabul edilebilecek bir kimseydi.''
Tuvuffiye senete hamsün ve erbaîne ve mie. ''145 senesinde vefat etmişti.''
Hişâm b. Urve, o âbid Mekkeli rivayet etmiş. O da bizim Şakîk hazretlerine rivayet etmiş. Hişâm b. Urve kimden almış?
Kâle li Urvetü'bnü Zübeyr. ''Babasından almış, Zübeyr b. Avvamın oğlu.
Urvetü'bnü Zübeyri'bni'l-Avvâm el-Esedî Ebû Abdillâhi'l-Medenî ehadü'l-fukahâi's-seb'a. ''Medine'de yedi fakihden birisi. '' Tâbiin zamanında yedi meşhur fıkıh alimi vardı, Urve onlardan bir tanesi. Çok büyük bir alim.
Ve ehadü ulemâi't-tâbiîn. ''Urve b. Zübeyr, tâbiîn alimlerinden birisi idi.''
Yervî an hâletihî Âişete ümmü'l-mü'minîn. ''Müslümanların annesi Hz. Âişe'den hadis rivayet ederdi ki Hz. Âişe onun teyzesi oluyor.'' Urve'nin annesiyle, Hz. Âişe kardeş. Hz. Âişe validemize Ümmü'l-mü'minîn diyor.
Güzel bir şey duydum, onu size nakledeyim.
Müslümanların inancına göre Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem'in hanımları bizim neyimiz? Annelerimiz. Nereden belli? Allahu Teâlâ hazretleri, Kur'ân-ı Kerîm'de;
Ve ezvâcühû ümmehâtiküm. ''O Resûlullah'ın zevceleri, annelerinizdir.'' diyor.
Kur'ân-ı Kerîm'de bunu Allah söylüyor. O halde Peygamber Efendimiz'in hanımları hepimizin annesi, elhamdülillah çok şükür. Peygamber Efendimiz'in hanımları annemiz.
O halde Arapça hepimizin nesi?
Ana dili.
''Yazıklar olsun size ve bize ki ana dilimizi öğrenmemişiz!'' diyebilir miyiz bunun arkasından, taşı gediğine koyup da, hazır cevaplılıkla yapıştırır mıyız? Hem o mübareklerin evlâdı olalım, onlar bizim annemiz olsun hem de biz ana dilimiz Arapça'yı öğrenmemiş olalım. Yazık bize. O halde Arapça'ya çalışalım. Analarımızın dili olduğundan Arapça'yı güzelce öğrenelim. Öğrenelim de inşallah Ebû Nuaym el-İsfahânî'nin Hilyetü'l-evliyâ'sını açalım hızlı hızlı, tıkır tıkır okuyalım. Siz de hızlı hızlı dinleyin, izaha lüzum kalmadan öyle okuyalım, inşaallah.
Zaten bu Râmûzu'l-ehâdîs'i, bizim tekkede ilk önce öyle okurlarmış. Herkes eline kitabı alırmış, hocaefendi okurmuş, herkes hatim sürer gibi takip edermiş. İzah bilen yok. Ondan sonra iş, kısa tercemeye dökülmüş. ''Türkçe'sini bilmiyorlar bari tercemesini anlatalım.'' diye hadîsi bir okumuşlar bir kısa terceme yapmışlar. Onlardan not tutarak Abdülaziz Bekkîne hazretlerinin Râmûzu'l-ehâdîs tercemesi meydana gelmiş. Çok nefis bir tercemesi var. Mükemmel bir dirayetle terceme etmiş. Bizim zamanımızda terceme de kâfi gelmediğinden bir derste bir hadîs-i şerîfi ancak anlatabiliyoruz. Bundan sonrası nereye varır? Bundan sonrası inşaallah asla dönmek olacak. Ana dilimizi öğreneceğiz, inşaallah hızlı hızlı okuyacağız.
Dipnotları okumanın faydası oldu.
Kâlet Âişetü ümmü'l-mü'minin. ''Müslümanların annesi Hz. Âişe radiyallahu anhâ dedi ki;'' Âişetü bintü Ebî Bekri's-Sıddîk. ''Ebâ Bekir es-Sıddîk hazretlerinin kızı Hz. Aişe'', radiyallahu anhümâ, ''Allah her ikisinden de, babasından da ondan da de razı olsun.'' Etteymiye, ''Kureyş'in Teym kabilesinden, Teym kolundan idi.''
Mekke'de bir arkadaşla taksiye bindim.
''Hacılar, umreciler Mekke'ye gidiyoruz. Burası Peygamber Efendimiz'in doğduğu şehir, Mekke Kureyşliler'indi, Kureyş boyunun idi. Şimdi bu Suudlular var ama asıl Kureyşliler nerede?'' diye şoföre sordum. Başını salladı;
''Ben Kureyşliyim.'' dedi.
''Hangi kabiledensin?'' dedim.
''Teym Kabilesindenim.'' dedi.
Hz. Âişe validemizin memleketindenmiş. Ama fukaracık, külüstür bir taksisi vardı. Suudlular kanatlı kuyruklu şeylerle geziyorlar, dağdan gelmeler. Necit'ten gelmiş, Mekke'yi ele geçirmek için epeyce savaşmışlar. Mekkeliler'le problemleri de var. O şahıs da, Peygamber Efendimiz'in evlatlarından ama geçinmek için külüstür bir takside taksicilik yapıyordu. Sübhânallah!
Ve kânet tesûmu'd-dehr. kânet min a'lemi'n-nâsi bi'ş-şi'ri ve kânet tesûmü'd-dehr. ''Lakabı Ümmü Abdillah imiş.''
''Ebû Bekir'' diyoruz. ''Ebû''lu kelimeler erkekler için künye oluyor. Ama kadın olunca ''Ümm'' diyeceğiz. Mesela ''Ebu'd-Derdâ'' diyoruz, radiyallahu anh. Karısının adı Ümmü'd-Derdâ. Bunun da künyesi, ''Ümmü Abdillah'', Abdullah'ın annesi. Hz. Âişe annemizin künyesi Ümmü Abdillah imiş.
Kânet min a'lemi'n-nâsi bi'ş-şi'ri.
''Hz. Âişe validemiz Arap şiirini en iyi bilen insanlardandı.''
Ve kânet tesûmu'd-dehr. ''Bütün sene oruç tutardı.''
Mübarek Hz. Âişe Validemiz haram günler hariç her gün oruç tutardı.
Tüvüffiyet senete seb'in ve hamsîn. ''57 senesinde, hicretten 57 yıl sonra vefat etmiştir.''
Ve düfinet bi'l-Bâkî'. ''Baki kabristanına defnedilmiştir.''
Neresine defnedildi?
Eskiden türbesi vardı, şimdi dümdüz, dümdüz değil de dalgalı toprak. Bu Vehhâbîler bütün türbeleri yerle bir etmişler. Onun için hiçbir şey görülmüyor. Neresi Hz. Osman'ın kabri, neresi Hz. Âişe'nin kabri, neresi hangi mübareğin kabri? Belli değil, dümdüz. Bir arsa gibi, ot da yok, ağaç da yok. Şimdi Baki kabristanı öyle bir yer. Oraya defnedilmiş. Ne buyurmuş Hz. Âişe anamız;
Kâne Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme yekûlü. ''Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem derdi ki: - bir defa söylememiş, sık sık söylermiş.-''
Kâne yekûlü; ''Demeye devam ederdi.'' demektir. Ne dermiş?
Allâhümme inne'l-hayra hayru'l-âhırati. ''Ey Allah'ım! Muhakkak ki asıl hayır, âhiret hayrıdır.'' Dünya gelip geçer. Mühim olan âhiret hayrıdır. Allâhümme dediğine göre, ''Muhakkak ki asıl hayır, âhiret hayrıdır, bana âhiret hayrını ver.'' demek istiyor.
Allâhümme inne'l-hayra hayru'l-âhirati.
''Asıl hayır âhiret hayrıdır.'' dermiş.
Ahberanâ Muhammedü'bnü Ahmedi'bni Saîdini'r-Râziyyü. Müellif Sülemî, ''Bu şahıs bize haber verdi.'' diyor.
Kâle haddesene'l-Hüseynü'bnü Dâvûde el-Belhî. ''Dâvûd el-Belhî ona söylemiş.''
Kâle haddesenâ Şakîku'bnü İbrâhîm. Tercüme-i hâlini okuduğumuz Şakîk, üçüncü râvi. Şakîk'ten birisi duymuş, bizim müellife nakletmiş. Şakîk'ten evvel arada iki halka var.
Şakîk kimden öğrenmiş?
Haddesenâ Şakîku'bnü İbrâhîm haddesenâ Ebû Hâşimini'l-Übülli. ''Ebû Hâşim isimli şahıs ona rivayet etmiş.''
An Enesin radıyallahu anhu. ''Enes radıyallahu anh'den rivayet etmiş.'' İsimden de okuyalım. Ebû Hâşim el-Übülli kimmiş?
Basra'ya dört fersah mesafedeki Übül beldesinde doğmuş bir şahısmış.
Metrûkü'l-hadîsi daîfün. ''Hadis konusunda zayıftır. Hadîsi pek kabul edilmez.'' diyor.
Mâte ba'de's-seb'îne ve mie. ''170 senesinden sonra vefat etti.''
Übilli'nin zayıf bir râvi olduğunu söylüyor. O da Enes radıyallahu anh'den rivayet etmiş.
Enesü'bnü Mâliki'bnü'n-Nadri'bni Damdami'bni Zeydi'bni Harâm el-Ensârî el-Buhârî. ''Bu Ensardan bir kimse.''
Hademe'n-Nebiyye sallallahu aleyhi ve sellem işrîne sinîn. ''20 sene Efendimiz'e hizmet etmişti.''
Ve şehide Bedren; ''Bedir Savaşını gördü.'' Enes radıyallahu anh Bedir savaşına katılmış.
Mâte senete tis'în. ''90 senesinde vefat etti.''
Ev ba'dehâ; ''veya ondan bir iki sene sonra.''
Ve kad câveze'l-mie; ''100 yaşını geçmiş olarak vefat etti.''
Ve hüve âhiru men mâte bi'l-Basrati mine's-sahâbe. ''Sahabeden Basra'da en son ölen kişi Enes radıyallahu anh'dır.''
Buradan rivayet geliyor:
Kâle, kâle Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; ''Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:'' diye Enes radıyallahu anh bize rivayet ediyor.
Men ehaze mine'd-dünyâ mine'l-halâli, hâsebehullâhu bihî ve men ehaze mine'd-dünyâ mine'l-harâmi azzebehullâhu bihî üffin li'd-dünyâ ve mâ fîhâ mine'l-beliyyât halâlühâ hisabun harâmühâ azâbün.
Men ehaze mine'd-dünyâ mine'l-halâl. ''Kim dünyalık mal mülk, eşya vesairenin helal olanından elde ederse, malik olursa'' hâsebehullâhu bihî. ''Allah onu, ondan hesaba çeker.''
Helal maldan hesaba çeker. Malı helalden elde ettin, kazandın tamam ama bu malın sana yüklediği görevleri yaptın mı? Zekâtını verdin mi?
Çünkü insan zengin oldu mu, parası oldu mu onun gereği olan bir takım vazifeleri var. Zengine zekât vermek gerekiyor. ''Bu malının zekâtını verdin mi?'' diye sorar, bir. Sonra ''Nereye harcadın?'' diye sorar. Çünkü helalden kazanmak da sorulur. Helal malı kötü yere harcadıysa o da vebal. Olmadık yere harcamış.
''Üç katlı, kocaman bir köşk yaptım, misafirler gelecek diye büyük yaptım.'' diyor. Külahıma anlat, ben çevireyim sen de içine konuş, dolsun kelimeler, hiç de öyle değil ! İsrafa mı, boş yere mi, yanlış yere mi, günaha mı, ters bir işe mi harcadı; Allah onun hesabını sorar.
Üffin li'd-dünyâ. ''Öf be dünyaya! İllallah dünya!'' Ve mâ fîhâ mine'l-beliyyât. ''Ve içinde olan belalardan, musibetlerden dolayı dünyaya yuh be!''
Hani böyle bir şeyi istemediğimiz, bir şeyden yıldığımız zaman biz de ''İllallah be!'' deriz.
Üffin li'd-dünyâ. ''Üf dünyaya!'' İstemediğini belirten bir ifade.
Halâlühâ hisâbün ve harâmühâ azâbün. ''Helali hesaptır, haramı azaptır.''
Peygamber Efendimiz'in dünyanın kıymetsiz olduğuna, dünyaya rağbet etmemek, meyletmemek gerektiğine dair hadîs-i şerîfleri çoktur. Bunun içinde hadis bakımından tenkid edilmiş bir zayıf râvî var ama net ve sahih hadîsi şerîflerde de Resûlullah Efendimiz;
Mâli ve li'd-dünyâ? ''Benim dünya ile ne işim var?'' buyurmuş.
İnnâ mâ ene ke-râkibün istezalle tahte'ş-şecera. ''Ben, bir ağacın gölgesinde birazcık istirahat eden, dinlenen, bir süvari gibiyim. Dünya işte o gölgelik, biraz dinlenip sonra kalkıp gideceğim.
Allah-u Teâla Hazretleri cümlenizden razı olsun. Cümlenizi Peygamber Efendimiz'in sevgisine, şefaatine, iltifatına nail eylesin. Peygamber Efendimiz'in has ümmeti olmanızı nasip eylesin. Dünya ve ahiretin her türlü tehlikelerinden koruyup, dünya ve ahiretin her türlü hayırlarına erdirdiği kullarından eylesin. Firdevsi Âlâda Peygamber-i Zişan’ımıza cümlenizi komşu eylesin. Cennet nimetleriyle mütena'ım eylesin.