Eûzübillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm
El-Hamdülillâhi rabbi'l-âlemîne hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh. Kemâ yenbeğî li-celâli vechihî ve li-azîmi sultânih.
Ve's-salâtü ve's-selâmü alâ seyyidinâ ve senedinâ ve mededinâ Muhammedini'l Mustafa. Ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi ihsânin ilâ yevmi'l cezâ.
Emmâ ba'd:
Aziz, muhterem ve sevgili kardeşlerim!
Çok kıymetli bir âlimin; Ebû Abdirrahman es-Sülemî'nin -rahmetullâhi aleyh ve kaddesallâhu rûhahû- yazmış olduğu çok değerli, mümtaz bir kitap olan Tabakâtu's-sûfiyye’sini okuyoruz. Ebû Abdirrahman es-Sülemî tasavvuf büyüklerinin hayatlarını ve mübarek fikirlerini toplamış, böyle bir eser meydana getirmiş. Ve bu eseri çok kıymetli Mısırlı bir profesör de çok güzel dipnotlar, ilaveler, açıklamalar yaparak neşre hazırlamış. Henüz Türk dilimize tercüme edilmemiş bir kaynak eser olduğu için; tasavvuf konusunda en salahiyetli, en meşhur, en büyük, en kıymetli şahısların sözlerini ve fikirlerini buradan öğrenebiliriz diye bu kitabı okuyoruz.
Tabakâtu's-sûfiyye isimli kitabın 98. sayfasına geldik.
12. terceme-i hâl Ahmed b. Ebi'l-Havârî.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Ve minhüm Ahmedü'bnü ebi'l-Havâriyyi künyetühû ebü'l-Hasen ve ebu'l-Havâriyyi'smühü Meymûn.
Saydığı evliyâullah mutasavvıfların, sûfîlerin bir tanesi de Ahmed b. Ebi'l-Havârî yani Ebü'l-Havârî oğlu Ahmed künyesi. Mâlum, isim vardı, künye vardı, nisbe vardı, şöhreti vardı. Arapça'da bir şahsın isminin muhtelif cüzleri parçaları oluyordu. Künyesi Ebu'l-Hasen imiş. Hasen'in babası demek. Hasen isminde oğlu olduğundan olabilir. Bazen olmasa bile böyle bir isimlendirme olabiliyor. Mesela Ebû Hanife İmâm-ı Âzam Efendimiz'in künyesi. Onun Hanife adında bir kızı olmadığı söyleniyor ama Ebû Hanife denmiş.
Künyesi Ebû Hasen. Ve Ebu'l Havâriyyi'smühû Meymûn ismi Meymun imiş. Künyesi Ebu'l-Hasen imiş. Babasının künyesi zikrediliyor; ismi zikredilmiyor. Çünkü kendisinin adı Ahmed, Ebu'l-Hasen Ahmed b. Ebi'l-Havâriyyi yani Ebu'l-Havârî'nin oğlu Ahmed; künyesi Ebu'l Hasen. Ebû Hasen Ahmed b. Ebu'l-Hasen imiş.
Bu zâtın ismi Ahmed, oğlu Meymûn imiş. Yani Meymun oğlu Ahmet. Ama Ahmed'in künyesi Ebu'l-Hasen, Meymun'un künyesi Ebu'l-Havâriyyi.
Tam söylemek gerekirse; Ebu'l-Hasen Ahmed b. Meymûn Ebu'l-Havâriyyi. Ebu'l-Havârî Meymûn demek lazım geliyor.
Min ehli Dımeşk. ed-Dımeşkî demek lazım. Bizim Dımeşk dediğimizi Araplar Dımaşk diye mim harfi üstün olarak telafffuz ederler.
Suriye'nin başşehri Şam diyoruz. Halbuki Dımaşk'tır. Avrupalılar Damaskus diyorlar. Dımaşk kelimesinin, Şam'ın Avrupaî telaffuz şekli Damaskus. Aslında Şam bir şehrin adı değildir; Hicaz'ın kuzeyinde olan bütün bölgeye Şam derler. Bağdat'tan Basra'nın kuzeyinden ta Akdeniz'e kadar Hicaz'ın kuzeyinin, bölgenin adı Şam'dır. Demek ki Şam bölgesinin merkezi veya en büyük şehirlerinden birisi Dımaşk'tır. Ama biz bölge adını şehir adı olarak kullanmışız.
Tarihimizde böyle geçmiştir. Şam deyince Dımaşk şehrini hatırlıyoruz. Ahmed b. Meymûn hazretleri Suriye'nin şimdiki başşehri olan Damaskus'den yani Dımaşk şehrinden imiş.
Sahibe Ebâ Süleymâne'd-Dârâniyye Ebû Süleyman ed-Dârânî isimli büyük sûfînin hayatı önceki sayfalarda bahis konusu edilmiş; yazılmış, okunmuş, dinlenmiş idi.
Sahibe "Sohbeti oldu, sohbetinde bulundu." demek. Demek ki bu biraz daha genç; Ebû Süleyman ed-Dârânî üstad durumunda. Bu onun meclislerine devam etmiş; ahbaplık, arkadaşlık etmiş. Ebû Süleyman biraz daha yaşlı ve gayrahû mine'l-meşâyih "Sûfîlerin, itibarlı mübarek insanların büyüklerinden."
Ebû Süleyman ve başkalarından feyiz almış, onlarla sohbeti olmuş; onların sohbetlerine meclislerine müdavim olmuş, katılmış.
Misle Ebû Süleyman ed-Dârânî'den başka sohbetine devam ettiği diğer büyük şeyhler kimler?
Minhüm Süfyâne'bni Uyeyne Süfyâne'bni Uyeyne ibn Ebî İmrân el-Hilâlî mevlâhüm gibi. "Benî Hilâl'in mevlâsıymış." Ebû Muhammed künyeliymiş, el-ağver el-Kûfî Kûfeliymiş. Ehadu eimmeti İslâm "İslâm'ın büyük alim önderlerinden birisiymiş."
Kâle Şafiiyyü anhüm. "İmam Şâfî Süfyan b. Uyeyne hakkında demiş ki:" Lev lâ Mâlik ve'bnü Uyeynete le-zehebe ilmu'l-Hicâz. "Eğer İmam Mâlik ve Süfyan b. Uyeyne olmasaydı, Hicaz'ın ilmi giderdi, yok olurdu, kaybolurdu."
Bu iki büyük zât onu temsil etmiş. Kendisinden sonra gelen nesillere öğretmiş. Demek ki İmam Mâlik gibi bir mübarek -Mâlikî mezhebinin imamı gibi büyük bir zât- Süfyan b. Uyeyne. Ahmed b. Ebi'l-Havârî hem Ebû Süleyman ed-Dârânî ile hem Süfyan b. Uyeyne ile görüşmüş.
Vülide senete seb'u ve mie. "107 senesinde doğmuş." Ve mâte senete semânin ve tis'îne ve mie. "198 senesinde ölmüş."
91 sene yaşamış. Miladî seneye göre 90 senede üç sene fark eder. Bizim hesabımıza göre 88 – 89 yıl yaşamış ama hicrî takvim 354 gün olduğu için 91 oluyor.
Ve Mervâne'bni Muâviyete el-Fezârî. "Mervan b. Muâviye el-Fezârî ile ahbaplığı olmuş, mecliste beraber bulunmuş." Hüve Mervanü'bnü Muâviye ibn el-Hâris ibn Esmâ ibn Hârice el-Fezârî Ebû Abdillâhi'l-Kûfî el-Hâfız. "Bu da Kûfeli, ilimde hafızdır."
Hafızlık rütbesine yükselmiş bir kimse.
Vâsıu'r-rivâyete cidden. "Çok geniş rivayetler yapan bir kimse." Kâne sikaten sebten hâfızan "Güvenilen, hafızası sağlam."
Gerçekten bilgisi çok, hafızlık rütbesini hak etmiş bir kimse. Şimdi bizim Kur'an'ı ezberleyene hafız dediğimiz gibi değil de ilimde de hafızlık mertebesini hak etmiş kimseydi.
Mâte füc'eten senete selâse ve tıs'îne ve mie. "193 senesinde füc'eten; sekte-i kalpten, aniden vefat etmiş."
Süfyan b. Uyeyne, Ebû Süleyman ed-Dârânî, Mervan b. Muâviye el-Fezârî ve Madâe'bni Îsa. Madâe'bni Îsa'l-kelâî ez-zâhid kâne yeskünü râvebetün min kurâ Dımaşk. "Madâ b. İsa Dımaşk köylerinden birinde çobanlık yapan zâhid bir kimse imiş." Ve sahibe Süleymân el-Havâs, ravâ anhu el-Kâsım ibn Osmân. Kâsım b. Osman ondan rivayet etmiş; Madâ b. İsa adında ömrünü çobanlıkla geçirmiş, kazanmış o zahit kimseden rivayet etmiş." Ve Bişr ibn es-Serî el-efevve Ebû Amr el-Basrî, sümme'l-Mekkî el-vâiz. "Bişr b. es-Serî aslında Basralıymış sonra Mekke'ye yerleşmiş. Vaizmiş, vaazla meşgul olurmuş." Rumiye bi't-teheccüm va'ğtezera ve tâbe. "Bozuk bir mezhebe bağlılığı ithamına mâruz kalmış; bu sözlerinden dolayı tevbe etmiş ve özür dilemiş." Kane sikaten sebten sâhib mevâiz "Güvenilen, sağlam, çok vaazları olan bir kimse idi." Fe-tekelleme fe-sümmiye el-efveh. "İlm-i kelâmla meşgul olmuş; 'güzel konuşması olan kimse' mânalarına gelen 'el-efveh, ağzı düzgün' sıfatıyla tavsif olunmuş." Mâte senete hamse ve tis'îne ve mie. "195 senesinde vefat etmiş." An selâse ve sittîne sene. "Hz. peygamberin yaşı gibi 63 yaş yaşayıp…"
Evliyâullahın büyüklerinin bazıları Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'in vefat yaşı sünnetine uyarlar; Efendimiz 63 yıl yaşadığı için o kadar yaşayıp ölürlerdi. Allah'a öyle mi dua ediyorlar, Allah öyle mi nasip ediyor nasıl oluyorsa şıp diye 63 yaşında vefat ediyorlar. "Onun için bir kimse tam 63 yaşında vefat etmişse epeyce dikkate değer bir kimse, tam sünnet-i seniyeye bağlı bir kimse" demektir.
Ahmed-i Yesevî hazretleri 63 yaşından sonra toprağın altında yaptırdığı bir hücrede yaşamış.
"Bundan sonra Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem kabirde durdu." diye.
Madâ ibn İsa, Bişri'bni Serî ve Ebî Abdillahi'n-Nibâciyyi. Sohbetine devam ettiği şahıslardan, adı geçenlerden sonuncusu en-Nibâciyyi. Bi-kesri'n-nûni ve fethi'l-bâi el-muvahhade ve fî âhırihâ el-cîm hâzihî nisbeti ilâ en-nibâci karyeti min bâdiyeti'l-Basra. "Nibac Basra'nın çölünde bir köy adı; oradanmış." Ale'n-nısfi min tarîki Mekke. "Mekke ile Basra arasında, Mekke ile Basra'nın tam yarısında olan Nibac, bir köy adıymış." Misle feyd li-ehli'l-Kûfe. "Küfeliler'in de feyd şehrinden." Ve kad zekerahâ el-Bahterî fî şi'rihî fe-kâle. "Bahterî adındaki şair bu yerleri şu şiirinde andı." diyor.
Bu kadar bilgi bize yetiyor.
Demek ki tercümesini okuduğumuz şahıs Ahmed b. Meymûn yani Ebu'l-Hasen, Ahmed b. Ebi'l-Havârî Ebi'l-Meymûn ed-Dımeşkî'nin Süleyman ed-Dârânî ile sohbetleri olmuş, meclislerine devam etmiş. Süfyan b. Uyeyne'nin sohbetlerine devam etmiş. Mervan b. el-Muâviye el-Fezarî'nin sohbetlerine devam etmiş. Madâ b. İsa'ya devam etmiş. Bişr b. Serî ve Ebû Abdillah en-Nibâcî gibi büyük zâtlarla görüşüp meclislerine devam etmiş ve onlardan da feyiz almış.
Ve lehû ehun yükûle lehu: Muhammedü'bnü Ebi'l-Havârî. "Tercümesi anlatılan şahsın bir de erkek kardeşi vardır ki onun da adı Muhammed b Ebi'l-Havârî'dir."
Bu Ahmed, o Muhammed; iki kardeş.
Yecrî mecrâhü fi'z-zühdi ve'l-verâ' "Yecrî mecrâhü. "Her bakımdan tam onun gibiydi." Fi'z-zühdi "zühdde, zâhidlikte" ve'l-verâ' "takvâ, verâ sahibi olmakta Ahmed b. el-Havârî gibiydi.
Hepsi aynı mübarek kimselerdi.
Ve'bnühû Abdullah ibn Ahmeden ibn Ebi'l-Havâriyyi mine'z-zihâdi. "Bir de oğlu vardı; o da zahitlerdendi."
Kendisi zahit, kardeşi zahit; oğlu zahitlerden.
Ve ebûhü Ebu'l-Havâriyyi. "Babası" Kâne mine'l-ârifîne'l-veriîn. "Takvâsı çok ileri derecede olan ariflerdendi."
Veri' "Takvâda şüphelilerden de kaçınan; daha ileri seviyede olan." demek. Eydan Babaları da öyleydi." Yani Abid zahid oğlu, abid zahid.
Fe-beytühüm beytü'l-ver'i ve'z-zühdi. "Evleri verâ ve zühd evi idi."
Böyle mübarek insanlarmış; Allah şefaatlerine erdirsin.
Mâte Ahmedü senete selâsîne ve mieteyn. "Ahmed b. el-Havârî 230 senesinde vefat etmiş."
Doğumunu yazmamıştı. Yalnız hocaları, görüştüğü kimseler aşağı yukarı 193-194-198 senelerinde vefat etmişler. Bu onlardan daha genç. 200'ü geçmiş, 230'da vefat etmiş. Hocaları da zaten doksan yıl vesaire yaşayan kimseler.
Ve esnede'l-hadîs. "Hadisçiliği de var."
Hadis almış, yazmış, başkalarına da hadis rivayet etmiş. Aynı zamanda bir hadis alimi. Tabi bunlar bu mübareklerin her şeyi ispatlı, senetli öğrendiklerini ve naklettiklerini; ilm-i hadîse önem verdiklerini, Kur'ân-ı Kerîm'i çok iyi incelediklerini ve Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'in sünneti seniyyesine çok candan ve yakından vâkıf olduğunu gösteren işaretlerdir. "Ve esnede'l-hadîs." diyecek. Bir tane numune söyleyecek.
Rivayet ettiği bütün hadisleri burada nakletmeyecek; numune olarak bir tane söyleyecek. Müellifimizin âdeti o.
Ahbaranâ Ebû Ca'fer Muhammedü'bnü Ahmede'bni Saîd er-Râzî Sülemî diyor ki: "Muhammed b. Ahmed b. Said er-Râzî Ebû Câfer bize haber verdi." Haddesenâ Ebu'l-Fadl el-Abbâsü'bnü Hamza ez-zâhid. "Hadisi ez-zâhid Ebu'l-Fadl Abbas b. Hamza takdis eyledi, rivayet etti." Haddesenâ muhammed ibn Ebi'l-Havâriyyi. "Ona da; 'Ahmed b. el-Havârî'ye sözü nakletti." demiş. Haddesenâ Yahyâ ibn Sâlih el-vühâzî. "Ahmed b. ebi'l-Havârî'ye de Yahya b. Sâlih el-Vühâzî tahdis eylemiş."
O kimmiş?
Humuslu imiş Ahadü kibâri'l-muhaddisîne ve'l-fukahâ. "Hadisçilerin ve fakihlerin kibarlarından bir tanesi."
Ne demek kibar?
Burada "büyük" demek.
Bizde kibar deyince centilmen anlaşılıyor. Arapça'da kibar; büyükler demek. Ahmed b. Ebi'l-Havârî'ye bu hadisi nakleden şahıs; hadis ve fıkıh alimlerinin en büyüklerinden birisiymiş. Büyük hadis alimlerinden; sağlam yerden almış. Zaten görüştüğü hocaların hepsi de mübarek insanlar.
"Hocasına bak talebesinin kıymetini anla." Önemli bir nokta.
Dikkat ederseniz orada dedi ki; hem hadis alimi; fıkıh alimi hem de zahid, yani derviş. Bizim de öyle olmamız lazım. Biz karınca kararınca bunların yolunda gitmeye çalışan insanlarız.
Ne yapacağız?
Hadîs-i şerîflere sarılacağız; fıkha sarılacağız. İslâm fıkhını, ilmihali, hadîs-i şerîfleri iyi bileceğiz.
Eğer bir insan hadîs-i şerîfleri, İslâm fıkhını iyi bilmez de tasavvufa girerse zındıklaşır. Neden? Tasavvufta gördüğü şeylerden, rüyalardan, anlatılanlardan, konuşulanlardan ölçüyü kaçırır. Ölçü ilim olmalı; hadis ilmi, tefsir ilmi, fıkıh ilmi. Ölçüyü kaçırınca; "Ben böyle şey gördüm; havada uçacağım. Galiba büyük bir evliyâ oldum. Allah bana böyle bir şey verdi." gibi düşünebilirsiniz. Bir de bakarsınız oynatmaya; raydan çıkmaya, yoldan çıkmaya başlamışsınız.
Kendisini ne düzeltecek?
İlm-i fıkıh, ilm-i hadîs, ulûm-ı şer'iyye düzeltecek. Bunları iyi bilecek; sağa sola sapmaktan kendisini o koruyacak. O olmayınca sapıtır.
"Allah bana namaz kılma, şuraya git, çalışma dedi." demeye başlar.
Sen o mertebede misin?
Ne mâlum Allah'ın dediği; bu senin yaptığın şeyi veya yapılması gerekirken yapmadığın şeyi belki şeytan söylüyor. Nefis ve şeytan insanı böyle aldatabilir; bundan kurtulamaz. Sûfî cahil oldu mu mahvolur; sapıtır ve bid'atlere düşer. Onun için hadîs-i şerîflere ve fıkha sımsıkı sarılacağız.
Demek ki "Allah'ın vermediği bir müsamahayı kullanmak zındıklıktır."
Öyle şey olmaz! Allah'ın ahkâmını değiştirmeye kimsenin hakkı yoktur.
Toleranslı olmak lazımmış, sûfîlik demek tolerans demekmiş.
Yok, öyle değil! O senin ham hayalin! Sûfîlik demek Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in yolunca yürümek demek. Hâlini Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem'in hâline benzetmek demek. Hâlini Kur'ân-ı Kerîm'in istediği hâle döndürmek demektir.
Öyle keyfî şey yok!
Bu devirde şöyle yaparsan herkes seni alkışlıyor.
Aman ne müsamahalı!
Bunlar ne? Cahillik.
Ben diplomayı aldım; Avrupa'yı gezdim, kravat takıyorum, fötr şapka giyiyorum, medeniyeti tanıdım. Seninki mimsiz medeniyet! Seninki medeniyet değil deniyyet!
Medeniyet âriflik demek. Deniyyet alçaklık demek. Hem de iki türlü alçaklık. Bir ahlâkî açıdan alçaklık bir de dinî bakımından alçaklık.
Demek ki bu gibi palavraların eski, büyük, hakiki sûfîlerin hayatında yeri yok! Ona işaret etmek istiyorum.
Ölçü farklılaştı, örnek alınan insan farklılaştı. Bizim numune-i imtisâlimiz Peygamberimiz Muhammed-i Mustafâ sallallahu aleyhi ve sellem. Senin numune-i imtisâlin artist falan filancadır. Bıyıkları Clark Gable gibi. Bizim zamanımızda öyleydi, şimdikiler bu isimleri bilmez. Saçları James Bond gibi. Çantası bilmem ne gibi. Artistleri örnek almış.
Büyüklerimiz ne yapıyorlar?
Hafif karikatürize ederek anlatıyorum ama bu söylediklerim doğru. Büyüklerimiz hadisi örnek alıyor, fıkhı örnek alıyor; o ilimlere sarılıyor. Ömrünü zühd ve takvâ ile geçiriyor. İşte tasavvuf…
Niye bu kitabı okuyoruz?
"Tasavvufun ne olduğu bilinsin." diye.
Tasavvufun ne olduğunu bildirmek için ne yapmamız lazım?
Hakiki mutasavvıfları anlatmamız lazım. Çünkü bu devirde herkes; "Ben mutasavvıfım." diye ortaya çıkmış, bir şeyler söylüyor. Belki de iyi niyetli. Ama iyi niyetli insan cahil oldu mu hem kendisi dalalete düşer hem de kendisine bakanları, tabi olanları dalalete düşürür. "Allahu Teâlâ hazretleri…" diyor. İmam Buhârî hazretlerinin kitabında geçiyor:
"Kullarına ilmi verdiği zaman çekip almaz. Alimleri alır, geriye cahiller kalır." diyor.
"Cahil insanlar kalır."
Halk onlara meseleler sorar; onlar da kendi kafalarından meselelerin cevabını fetva olarak verirler. Daha doğrusu kafadan değil; çünkü kafa yok. İşkembe-yi kübrâdan verirler. İşkembe-yi kübrâdan "Şu şöyle olur, böyle olur." diye atıp tutunca, kesince, kestirince, -kestiği yağlı oluyor- o zaman bir işe yaramıyor, iyi olmuyor, dindarlık olmuyor. O zaman biz kötü oluyoruz.
"Sen yobazsın!"
Pekala.
Bu?
"Bu ilerici." Bu iyi, bu kaka. Bu tü tü kaka, bu oh oh iyi.
Allah-u Teâla Hazretleri cümlenizden razı olsun. Cümlenizi Peygamber Efendimiz'in sevgisine, şefaatine, iltifatına nail eylesin. Peygamber Efendimiz'in has ümmeti olmanızı nasip eylesin. Dünya ve ahiretin her türlü tehlikelerinden koruyup, dünya ve ahiretin her türlü hayırlarına erdirdiği kullarından eylesin. Firdevsi Âlâda Peygamber-i Zişan’ımıza cümlenizi komşu eylesin. Cennet nimetleriyle mütena'ım eylesin.