Eûzübillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm
El-Hamdülillâhi rabbi'l-âlemîne hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh. Kemâ yenbeğî li-celâli vechihî ve li-azîmi sultânih.
Ve's-salâtü ve's-selâmü alâ seyyidinâ ve senedinâ ve mededinâ Muhammedini'l Mustafa. Ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi ihsânin ilâ yevmi'l cezâ.
Emmâ ba'd:
Aziz, muhterem ve sevgili kardeşlerim!
Çok kıymetli bir âlimin; Ebû Abdirrahman es-Sülemî'nin -rahmetullâhi aleyh ve kaddesallâhu rûhahû- yazmış olduğu çok değerli, mümtaz bir kitap olan Tabakâtu's-sûfiyye’sini okuyoruz. Ebû Abdirrahman es-Sülemî tasavvuf büyüklerinin hayatlarını ve mübarek fikirlerini toplamış, böyle bir eser meydana getirmiş. Ve bu eseri çok kıymetli Mısırlı bir profesör de çok güzel dipnotlar, ilaveler, açıklamalar yaparak neşre hazırlamış. Henüz Türk dilimize tercüme edilmemiş bir kaynak eser olduğu için; tasavvuf konusunda en salahiyetli, en meşhur, en büyük, en kıymetli şahısların sözlerini ve fikirlerini buradan öğrenebiliriz diye bu kitabı okuyoruz.
Bu kitabı yazan müellif, kitabını on bölümde yazmış. Her bölüme de on tane mübarek zâtın hayatını dercetmiş. Her bölüme tabaka diyor; birinci tabaka, ikinci tabaka, üçüncü tabaka onuncu tabaka. Her tabakada on tane zâtın hayatı, terceme-i hâli, akvâli, fikirleri, efkârı var. Birinci tabakanın dokuzuncu terceme-i hâline geldiğimize göre, birinci bölüm bitmek üzere. Dokuzuncu zât Ebû Süleyman ed-Dârânî bittikten sonra bir tane daha olacak ve ikinci bölüme geçeceğiz. Kitabın muhtevâsı, kadrosu ve bölümlenmesini de böylece bilmiş olalım.
Ebû Süleymâne'd-Dârânî.
Ebû Süleyman. Süleyman gayr-i munsarif bir kelime olduğu için cer ve tenvin almadığından, Ebû Süleymâne'd-Dârânî diye bağlanır.
Dârânî kelimesinin harekesi, Ebû Süleyman'dan sonra nasıl olur? Dârâniyyü olur; çünkü "Ebû" diyor, merfû. O da ona tâbi olduğundan; ism-i nisbeler sıfat olduğundan ve mevsufuna tâbi olduğundan, Ebû Süleymâne'd-Dârânîyyü olur.
Süleymâne diyoruz, orada üstün oluyor, neden? Muzâfun ileyh olduğundan, mahallen mecrur ama gayr-i munsarif olduğundan yani cer kabul etmediğinden Ebû Süleymâne diyoruz. Arapça bilenlere hatırlatma olsun diye söyledik. İsim bu. Dârânî nisbesi oluyor. Herhalde aşağıda [dipnotta] izahat var, Dârâyî de deniliyormuş.
Min kura Dımaşk.
Yani "Şam'ın köylerinden" birisinin adıymış bu isim. Dâriyyâ imiş, De, Elif, Ra, Ye, Elif, bi-teşhîdi'l-yâ diyor, Dâriyyâ imiş demek ki, nasıl okunması gerektiğini söylüyor.
Köyün adı Dâriyyâ imiş. Ebû Süleyman'da oraya mensup olduğu için Ebû Süleymâne'd-Dârânî deniliyor. Dâriyyâ kelimesinin nisbesi Dârânî diye gelmiş. İsm-i nisbeler semâîdir, yani nasıl geleceği belli olmaz.
Medine diyoruz, Medenî geliyor, Rey şehri diyoruz, Râzî geliyor, Konya diyoruz, Konevî geliyor. Semâî ne demek? Arap nasıl demişse ondan işittiğin gibi belleyeceksin demek, kaidesi yok demektir. İsm-i nisbeler semâîdir.
Dâriyyâ, bi-teşhîdi'l-yâ, ba'dehâ elif; yani "ye'den sonra elif var."
Ve fî ba'di kütübi't- tevârihi bi-ziyâdeti elif beyne'r-râi ve'l-yâ.
Re harfiyle ye harfi arasında elif diye yazan da varmış.
Darâya diye de oluyormuş demek ki. Muhaffefü'l-yâ, o zaman ye şeddeli olmuyormuş. Darâya ve Dâriyya diye bir köy.
Karyetün min kurâ Dımaşk. "Dımaşk'ın köylerinden bir köydür." Bi'l-Gutâtü, "Guta denilen mevkidedir."
Ve'n-nisbetü ileyha, "Bu köye mensup olma" İsm-i nisbette Dârâniyy diye gelir, alâ gayri kıyâs, "kıyasa uymayan, usûle muvafık olmayan, kaideye uygun düşmeyen bir şekilde", yani semâî demek.
Ve bihâ kabrü Ebî Süleymâne'd-Dârânî. "Ebû Süleyman'ın kabri de oradaymış."
Oralı, orada doğmuş, nisbesi o, vefat etmiş, oraya gömülmüş.
Ve minhüm Ebû Süleymane'd-Dârâniyyü.
Minhüm dediği nedir?
"Benim saydığım evliyâullahın, tasavvuf büyüklerinin bir tanesi de Ebû Süleyman ed-Dârânî'dir."diyor müellif, Sülemî.
Ve minhüm Ebû Süleymâne'd-Dârânîyyü ve hüve Abdurrahmâni'bni Atıyye.
Ebû'lu kelimeler künyedir. Künyesini öğrendik; Ebû Süleyman. İsmini soracaktık. Aklımızda "Acaba ismi ne?" diye bir soru işareti vardı. Şimdi burada söyledi. İsmi neymiş? Abdurrahman'mış. Künyesi neymiş? Ebû Süleyman'mış. Demek ki çocuğunun adı Süleyman, Ebû Süleyman, "Süleyman'ın babası" demek. Babasının adı neymiş? Atıyye, Abdurrahmanü'bnü Atıyye.
Ve yükâlü Abdurrahmanü'bnü Ahmede'bne Atıyye.
Atiyye babasının adı değil, bir rivayete göre dedesi. Babasının adı Ahmed, Atiyye oğlu Ahmed oğlu Abdurrahman. Bir de böyle rivayet varmış.
Ve hüve min ehli Dâreyya.
Burada re'yı üstünlü olarak gösterdi. Biz Dâriyya dedik. Burada harekeledi, re harfi üstünlü, Dâriyya değil, Dâreyya oldu.
Karyetü min kurâ Dımaşk. "Dımaşk'ın köylerinden bir köyün ahalisinden." Min ehli Dâreyya, "Dâreyya ahalisinden."
Ve hüve Ansiyyün
"O Ans kabilesindendir."
Ahbaranî bi-zâlike Ebû Cafer, "Bana bu bilgiyi Ebû Câfer bildirdi."
Muhammedi'bnü Ahmedi'bnü Saîd. Bu Ebû Câfer dediği şahıs, "Muhammedi'bnü Ahmedi'bnü Saîd er-Râzî imiş."
"Rey şehrinde olan Said oğlu Ahmed oğlu Muhammed Ebû Câfer bana onun Ans kabilesinden olduğunu, Benî Ans'ten olduğunu, bildirdi." diyor,
Yekûlü semi'tü Ebâ Süleymâne. "Bizzât Ebû Süleyman'dan duymuş." Hayatı anlatılan kimseden.
Semi'tü Ebâ Süleymâne Abderrahmâni'bni Ahmedi'bni Atiyye el-Ansiyye min ehli Dâreyya karyetü min kure'ş-Şâm.
"Şam'ın köylerinden bir köy olan Dâreyya ahalisinden Abddurrahman b. Ahmed b. Atiyye el-Ansî diye işittim." diye Ebû Câfer, müellifimize öyle bildirmiş. O da onun üzerine yazmış. Tabii bunlar alim. Kaydı nereden aldıklarını yazıyorlar. Bunları sizlere niye böyle detaylı anlatıyoruz?
Gençsiniz, ulûm-i şer'iyye talebesisiniz veya meraklısısınız. Her şeyi aslına uygun olarak öğrenin, ciddi öğrenin, kaynağını bilin, söylediğinizi tahkikli, destekli; kaynağını, menbaını bilerek söyleyin. Yalan yanlış, atmaca, uydurmaca olmasın; ilim sağlam temele otursun.
Bizim ecdadımız Orta Asya'da iken, yani İslâm oraya geldiği zaman, çok kuvvetli bir ulûm-i şer'iyye terbiyesi teşekkül etmiş. İmâm-ı Buharî orada yetişmiş, İmâm-ı Müslim orada yetişmiş, İmam-ı Serahsî orada yetişmiş. Yani oralar ulûm-i şer'iyyenin çok parlak olarak öğrenildiği öğretildiği diyarlar olmuş. Onların torunlarının torunlarının torunları bizler de artık o ciddiyete sahip olalım. İsimler doğru telaffuz edilsin, bilgiler doğru bilinsin, bilgilerin kaynağı da söylensin.
"Nereden duydun bunu?"
"Falanca yerden." denilsin diye. Biz de bu kitabı onun için seviyoruz. Onun için size okuyoruz. Tasavvuf hikâyeyi çok kaldırır, herkes hikâye olur olmaz söyler ama bu işte bir ciddiyet olsun, bilgi destekli olsun ve sahih haberlere dayansın, bu töre sizin kalbinize, aklınıza yerleşsin diye, özellikle, bunları bastıra bastıra söylüyoruz. Her bilginin kaynağını öğreneceksiniz. Kelimesi kelimesine doğru öğreneceksiniz, harekesi harekesine doğru öğreneceksiniz; Dâriyya değil Dâreyya, şeddeli vesaire; neresi ise Şam'ın Guta denilen yerinin bir köyü filan, her şeyi bileceksiniz. Kimmiş bu adam, ne zaman yaşamış? Hayatını bileceksiniz.
Mate Ebû Süleymâne senete hamsete aşrete ve mieteyn.
Ne zaman ölmüş Ebû Süleyman?
Senete hamsete aşrete ve mieteyn, "215 senesinde ölmüş."
Vefat tarihi 215 senesi, tabii hicrî kamerî senedir.
Hicrî kamerî seneyi milâdî seneye aşağı yukarı çevirmenin matematik formülü nedir?
Bu 215'in içinde kaç tane otuz altı sene var bulacaksınız; çünkü otuz altı senede bir sene artıyor kamerî seneler. O kadar miktarı çıkaracaksınız, ondan sonra buna 622‘yi ekleyeceksiniz ki milâdî karşılığı çıksın.
Biz milâdî sene okuduk. Halbuki bizim ecdadımız hep hicrî kamerî seneyi bilirdi. Rakamlar hep tarih kitaplarında öyle geçer. İbnü'l-Esîr'de vesairede öyle geçer. Çıktı bir milâdî sene, şimdi 215 senesi deyince aklımız almıyor. Avrupalılar Hz. İsa'dan alıyor, bize o tarihi öğrettiler. Bizim hicrî tarihimize göre deyince anlaşılmıyor.
Bulalım şimdi 215'i. 36'ya bölelim: 6, 6'yı çıkaralım 215'ten: 209; 622'yi ekleyelim: 831. Demek aşağı yukarı 831 milâdî senesinde vefat etmiş.
Bunun ince hesabı nereden bulunur?
Neşredilmiş cetveller vardır, "hicrî tarihleri milâdîye çevirme kılavuzu" diye. O kılavuzu alırsın, listeye bakarsın. 215 senesi hangi milâdî seneye geliyor, cetvelde bulursun. Hangi ayında başlamış, Muharrem'in kaçına geliyor, Eylül mü, Ekim mi, Kasım mı oradan bulursun. Gününü de oradan hesaplarsın. Milâdî şu gündeymiş diye bulursun.
O zaman siz ilim adamı olacaksanız. Eğer şer'î ilimlerde eli kalem tutan, yazı yazan, kitap yazan bir kimse olacaksanız, kütüphanenizde ne bulunması lazım? Bir tane Hicrî Tarihleri Milâdîye Çevirme Kılavuzu bulunması lazım. Masanızda şöyle hemen lügatin yanında. Burada lügatlar var, yanımızda, bilmediğimiz kelime olursa bakalım diye. Hemen ne lazım? Hicrî Tarihleri Milâdîye Çevirme Kılavuzu. Burada olsa iyi olur. Açardık şimdi, 215 kaça geliyor, şıp diye ayını da gününü de bulurduk.
Ve esnede'l hadîs.
Hayatı hakkında başka bir şey demedi; tabii başka kaynaklarda bilgiler var. Bu kitabı neşre hazırlayan şahıs -Nureddin b. Şüreybe, alim bir kimse- dipnotta yazmış, diyor ki:
Unzur tercemetehu. "Bu zâtın hayatını daha geniş öğrenmek istiyorsan, merak ediyorsan, şuralara da bak." Mesela, fî Hilyeti'l-evliyâ. Hilyetü'l-evliyâ kimindir? Ebû Nuaym el-İsfahânî'nin on ciltlik muhteşem eseridir. Tasavvuf büyükleri hakkında en büyük kaynak odur. Arapça tabii, çok muazzam eserdir.
Aslında siz sabırlı olsanız, biz de devamlı olsak; ben buraya otursam, sabah akşam ders verecek olsam, siz de bana müşteri olsanız, dinleyecek olsanız, bizim hangisini okumamız lazım? Böyle kısa özet kitapları değil, işin kaynağını ta baş tarafına gidip Hilyetü'l-evliyâ'yı okumamız lazım. Çünkü ana kaynak o. İçinde muazzam bilgiler var. Hem de o sahabeden başlıyor. Bu sahabeden başlamadı, tâbiînden başladı. Çünkü "Sahabe hakkında bir kitap yazmıştım; bu ondan sonrakiler hakkında kitap." dedi. O kitap elde yok. Biz onu atlamış, daha sonraki devre gelmiş olduk.
Halbuki, Ebû Nuaym el-İsfahânî'nin Hilyetü'l-evliyâ'sını okumaya başlasaydık, Ebû Bekir es-Sıddîk'tan, Peygamber Efendimiz'den bilgilerle başlayacaktık. Böyle 215. yıllara gelemezdik daha katiyyen. Şimdi başlarındaydık. Hem de Arapça'sı çok çetin ve çok kıymetli bir eser. Onun Türkçe'ye tercüme hazırlığı yapılıyor. Bir yayınevi Arapça bilen alimlere bölüştürmüş; inşaallah neşredilir. Arapça'sı neşredilmiş, on cilt. Benim kütüphanemde elhamdülillah var. Çok kıymetli bir kitaptır, Hilyetü'l-evliyâ'da varmış, bir.
Tabakâtü'ş-şa'rânî'de varmış, İmâm-ı Şa'rânî'nin tabakât kitabı var; et-Tabakâtü'l-kübra diye. Orada da Ebû Süleyman ed-Dârânî'nin hayatı hakkında bilgi var; o muhtasardır, yani kısadır. Hilyetü'l-evliyâ gibi değildir.
Sonra nerede varmış? er-Risâletü'l-Kuşeyriyye; İmam Kuşeyrî'nin er-Risâle, Kitabü'r-Risâle'sinde vardır. O kitap Türkçe'ye tercüme edildi. O kitabın tercümesini alırsanız, Ebû Süleyman hakkında belki buradan daha geniş bilgiye sahip olursunuz. Bu çok geniş bilgi vermiyor; ama sağlam bilgi veriyor. Kimden duyduğunu söyleyerek veriyor. İmam Kuşeyrî bu kadar senede bağlı olarak yazmaz.
Sonra nerede varmış, Vefeyâtü'l-a'yân'da varmış, cildini söylüyor. Vefeyatü'l-a'yân çok meşhur bir terceme-i hâl kaynağıdır, çok büyük bir kitaptır.
Sıfatü's-saffe'de varmış. Şezerâtü'z-zeheb'de varmış; o da bir tarih kitabıdır. Şezerâtü'z-zeheb min ahbari men zeheb.
Târîhu Bağdad'ta varmış; Hatibu Bağdâdî'nin çok muhteşem bir eseridir. Mir'âtü'l-cinân'da varmış. el-Bidâye ve'n-nihâye'de varmış; o da bir tarih kitabıdır. Siyerü a'lâmi'n-nübelâ'da varmış, o da siyer kitaplarının çok kıymetlilerindendir. el-Ensâb'da varmış, Mu'cemü'l-büldân'da varmış.
Bunları bu seferlik böyle söylemiş oldum. Ebû Süleyman'ın daha geniş bir şekilde hayatını merak edenler bu tarih kitaplarına, kaynaklara bakarlarsa belki dosyaları dolduracak kadar geniş bilgi çıkar.
Ve esnede'l- hadîs, "Ebû Süleyman hadis de rivayet etmiştir."
Hem de senetli, rivayet zincirini ezberleyerek kendisi almış. Kendisi de başkasına hadis rivayet etmiş, aynı zamanda hadis râvîsi gibi olmuş.
Esnede'l-hadîs dediğimiz zaman, bizim müellifimiz bir tane örnek verir; rivayet ettiği bütün hadisleri nakletmez. Bakalım hangi hadisi verecek?
Ahberenâ Abdurrahmâni'bni Aliyyini'l-Bezzâzü'l-Hâfız.
Sülemî diyor ki: "Bana Abdurrahman b. Ali el-Bezzâz el-Hâfız bildirdi."
Bezzâz "manifaturacı" demek. Alimler aynı zamanda tüccar, bir meslek erbabı. Neden?
Helal lokma yemek için, kimseye muhtaç yaşamamak için, kimsenin eline bakmamak için. Bezzâzlık yapıyor, para kazanıyor, geçimini sağlıyor; ama alim. Öğleye kadar çalışır, iki saat çalışır, haftada bir çalışır, geçimini sağlar. Kumaşını alır, satar, parayı kazanır; ama kendisini ilme vermiştir. el-Hâfız demek, şimdiki bizim hafızlar gibi demek değildir. el-Hâfız demek, "meşhur olduğu ilimde o ilmin önemli bilgilerini ihtiva etmiş derya gibi adam" demek. "Hâfız Zehebî" dedin mi Kur'an'ı ezberlemiş insan demek değil, kendi dalının bütün ilmini yutmuş adam demek, derya demektir. Hâfızmış bu bezzâz. Sonra o kimden duymuş?
Bi-Bağdad. Sülemî'ye "Bağdat'ta el-Bezzâz el-Hâfız söylemiş." Sonra?
Kâle haddesenâ. O da bilgiyi kimden almış? "Muhammed b. Ömer b. Fadl'dan almış." O kimmiş? Ca'fî imiş. Ca'fî kimin nisbesi, aynı zamanda kimi hatırlatıyor? İmâm-ı Buharî'nin nisbesi. Hıfz ve mârifet erbabı bir kimseymiş.
Kâle haddesenâ Aliyyü'bnü Îsâ. "Ona Ali b. İsa söylemiş."
O kimmiş? Târîhu Bağdad'ta hakkında kısa bir bilgi varmış.
Kâle haddesenâ Ahmedü'bnü Ebi'l-Havâriyyi. "Ona da Ahmed b. Ebu'l-Havârî tahdis eylemiş."
Kâle haddesenâ Süleymâne'd-Dârâniyyü. "Süleyman ed-Dârânî de ona söylemiş," Yani o ondan almış.
Süleyman ed-Dârânî'ye geldik.
Haddesenâ Aliyyü'bnü'l-Haseni'bni Ebi'r-Rebî ez-Zâhid. Ebû Süleyman ed-Dârânî, hadisi bunlara nakletmiş de kendisi kimden almış?
Bu isimden almış,
"Ali b. Hasan b. Ebi'r-Rebî ez-Zâhid; zâhitlik sıfatıyla şöhret bulmuş olan Ali b. Hasan b. Ebi'r-Rebî'den almış."
An İbrahimi'bni Edhem. "O da İbrahim b. Edhem'den almış ki;"
İbrahim b. Edhem mutasavvıfların büyüklerinden yeri olan şeyhlerimizden. Sonra?
An Muhammedi'bni Aclân. "O da Muhammed b. Aclân'dan almış."
Medineli, Kureyş kabilesinden, ilmiyle âmil alimlerden. Güvenilir kimse olduğunu birçok kimse söylemiş. Buharî, hayatı hakkında bilgi vermiş.
Yezkürü an ebîhi. "O da babasından aldığını söylemiş."
An Ebî Hureyrete. "O da Ebû Hureyre radıyallâhu anh'ten duymuş."
Ebû Hureyre hakkında bilgi:
Tabii o Abdurrahman b. Sahr'dır; yani babası Sahr, ed-Devsî, el-Hâfız, -hafız yani hadisi ezberlemiş, çok hadis bilgisi olduğundan o sıfatı almış- Kur'ân-ı Kerîm'i de ezbere bilen;
Sahâbiyyün celîlün meşhurun. "Yüce bir sahabi, tanınmış bir sahabi Ebû Hureyre radıyallâhu anh."
Revâ anhü semane mie nefsün sikât. "800 tane güvenilir râvi Ebû Hureyre'den hadis rivayet etmiş."
Ne kadar insana ilim öğretmiş? Sonra;
"59 senesinde vefat etmiş."
Peygamber Efendimiz'in sahabesinden.
Şimdi hadise geliyoruz. Ne demiş?
Kâle Resûlullah sallalahu aleyhi vesellem. Ebû Hureyre dedi ki; "Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:"
Men tevâda'a lillâhi rafe'ahu. "Kim Allah rızası için tevazu gösterirse O onu yükseltir." Yani Allah. rafe'ahû başka rivayetlerde rafe'ahullah, "Allah onu yüceltir." diye de vardır.
Hâzâ hadîsün hasenün. "Bu hadis hasen bir hadîs-i şerîftir."
Ahracehû kezâlike Ebû Nuaym fi'l Hilyeti. "Bu haliyle bu hadisi Ebû Nuaym el-İsfahânî, Hilyetü'l-evliyâ'da da ihraç etmiş, yani göstermiştir."
"Bu hadise bakmak istersen el-Câmiu's-sağîr'in ikinci cildinin 511. sayfasına bak." diyor. el-Câmiu's-sağîr kimindir? İmam Suyûtî'nin eseridir. Bizim hocalarımızın Râmûzu'l-ehâdîs'i gibi alfabetik bir hadîs-i şerîf kitabıdır.
Men tevâda'a rafe'ahullah.
Burada size bir şeyi söyleyeceğim:
"Bu hadisi kim kimden duymuş?" diye isimlerini okuyorum ve tercüme-i hâllerine bakıyorum ya, o tercüme-i hâllerde; "Bu râvi zayıftır, bu râviye bazıları kezzâb demiştir, yalancı demiştir." gibi ibareler oluyor; amma Sülemî almış kitabına. Hadisi okuyoruz, ona bakıyoruz hasen hadis çıkıyor. Yani râviler hakkında ileri geri sözler söylendiğinde, "Söylediği söz yanlış." mânasına gelmez. Bunu hadisçiler bilsin veya hepiniz bilin. İlle rivayetinde zayıf bir insan var diye söz yalan veya yanlış demek değildir.
Bu da önemli bir şey. "Efendim" diyorlar, "o hadisin senedinde filanca adam var; o da zayıftır veya müdellestir veya kezzâbdır veya şöyledir, böyledir." "Ama dur bakalım, doğruyu söylemiş olabilir, doğruyu nakletmiş olabilir." Hemen suçlayıp reddetmemek lazım. Başka kaynaklardan teyit etmek lazım, ilim bu.
Hadis ilminde bu meseleyi de bilsinler. Herkes her şeyi bilsin. Hadisin rivayet zincirinde zayıf kimse var diye hadis paldır küldür reddedilmez. Bu işin erbabı bu işi biliyor.
Bize diyorlar ki; Râmûzu'l-ehâdîs kitabında zayıf hadîsler var. Tamam, zayıf hadis olduğunu bizim Gümüşhaneli Hocamız yazıyor. Hatta "Râvilerinden filanca için kezzâb demişlerdir veyahut mevzuat kitabında bu yazılmıştır." filan diyor; ama yine de onu hadis kitabına almış. Yani "Ben bunun mânasının doğru olduğu kanaatindeyim, alim olarak ben bunun doğruluğuna inandığım için kitabıma aldım." demek istiyor, bu da önemli. Alim, salâhiyeti var, kanaati var. Birisi gelmiş sormuş;
"Bu hadis hakkında ne dersin?" İncelemiş, "Evet bu hadis sahihtir." kanaatine varmış. Öteki başka kanaatte olabilir; ama o kanaatte olduğu için kitabına almış oluyor. Bu meseleyi de bilin.
Bıyıkları yeni terleyen, ulemâ yoluna yeni giren bazı insanlar ilahiyatta veya Yüksek İslâm Enstitüsü'nde okuyor. Veya birazcık mürekkep yaladı; ayağa kalkıyor, elinde kılıç, balta, sağa sola fidanları devirerek kırarak gidiyor. Dur bakalım! Dur evladım, senin daha bıyıkların yeni terliyor, sakalların çıkmadı, daha rüştünü ispat etmedin, öyle sağına soluna hemen saldırma. Bir dinlemeyi, anlamayı, araştırmayı öğren. Tamam, bir söz yalansa, yanlışsa biz de karşıyız. Ama şu yalan diyor da bu doğru diyorsa o zaman bir muhakeme etme bahis konusudur. Muhakeme edersin, hâkim olursun, hakem olursun. Belki bu taraf haklı çıkar. O zaman bu taraf haklı ise; haksızın sözüne sen uyarsan sen de haksızlık etmiş olacağın için ihtiyatlı olmak lazım, dikkatli olmak lazım, ciddi olmak lazım. Alimin huyu ciddiyettir. Allah rızâsı için hakkı söylemektir.
Bu hadîs-i şerîf hasen hadîs-i şerîftir.
Men tevâda'a rafe'ahû.
Men tevâda'a lillâhi rafe'ahû diye rivayet edilmiş burada.
Başka rivayetlerde men tevâda'a lillâhi rafe'ahullâhu olarak da geçer;
"Kim Allah rızası için tevazu ederse Allah, tevazu eden o kulu alçakta bırakmaz, yüceltir." Şânını, şerefini, itibarını aşağıda bırakmaz, yükseltir; sevap verir, itibar verir, izzet verir, nimet verir, lütfeder, yardım eder, maddî ve mânevî bakımdan yüceltir. Tevazu gösterdiği için…
Başka rivayetlerde devamı vardır;
Ve men tekebbera vada'ahullah. "Kim de kibirlenirse, böbürlenirse, büyüklenirse, Allah onu tepetaklak eder, hor ve zelil eder, aşağı düşürür, alaşağı eder."
"Tevazu göstereni Allahu Teâlâ hazretleri yüceltir. Kibir göstereni makamından tepetaklak alaşağı eder."
Tevazu İslâmın, tasavvufun medhettiği, bizim iktisap etmemiz gereken İslami bir huydur. Mütevazı olacağız, kibirli olmayacağız, övünmeyeceğiz, böbürlenmeyeceğiz, haddimizi bileceğiz, edebimizi takınacağız, şımarık olmayacağız, malımızla mağrur olmayacağız, ilmimizle mağrur olmayacağız, rütbemizle mağrur olmayacağız, halim selim olacağız, tatlı dilli olacağız, mütevazı olacağız. Allah'ın sevdiği huy bu.
Ebû Süleyman ed-Dârânî iyi ki bu hadîs-i şerîfi rivayet etmiş. Bize de fırsat çıktı; kendimiz ibretimizi aldık, arkadaşlarımıza da nasihatimizi söyledik. Tasavvufun en önemli huylarından, güzel huylarından birisi tevazu. Derviş nasıldır? Böyle güzel bir derviş düşün. Derviş nasıl bir insandır? Derviş koyundan yavaştır; koyun gibidir, kuzu gibidir. Bazı arkadaşlarımız var, lakabı kuzu. Ne güzel. Yani sırtlan, aslan, at, katır, deve, ayı filan demiyor; kuzu, ne güzel, ne güzel!
Derviş bağrı baş gerek
Dervişin bağrı yaralı olacak, gönlü kırık olacak, mahzun olacak.
Gözü dolu yaş gerek.
Gözü yaşlı olacak, yani duygulu olacak. Kaba saba bir insan olmayacak. Âyeti okuyacak ağlayacak, vaazı dinleyecek gözleri yaşaracak, çiçeğe bakacak ağlayacak, gökyüzüne bakacak ağlayacak, bülbülün sesini dinleyecek ağlayacak.
"Hayrola ya, niye ağlıyorsun?"
"Sorma duygulandım işte."
Bilmeyen ne bilsin bizi
Bilenlere selâm olsun.
Bilmeyen bilmez işte bu işi. Bu adam niye ağlıyor koca sakalıyla?
Tamam kardeşim güle güle, hadi uğurlar olsun, şuradan şöyle, sen o tarafa git. Bizim yolumuz böyle işte.
Bilmeyen ne bilsin bizi,
Bilenlere selam olsun...
Ne güzel söylemiş Yunus Emre. Bilmeyen bilemez. Bu duyguyu tatmayan bilmez; ama tadan da bu tasavvufun ne güzel bir şey olduğunu bilir. Bildi mi de, yakaladı mı da o hazineyi, o deryaya daldı mı da başka bir insan oluyor. Yunus oluyor, Mevlânâ oluyor, Eşrefoğlu Rûmî oluyor, çok hoş bir insan oluyor. Nâmı ölmüyor, sevgisi bitmiyor, gönüllerde taht kuruyor, çok tatlı bir insan oluyor. Fena olmuyor, adam mütevazı oldu diye, koyun gibi oldu diye, kuzu gibi oldu diye, boynu bükük oldu diye, sessiz sedasız oldu diye nâmı silinmiyor.
Nice cabbâr adamlar var; heykelleri yıkılıyor, boynuna kement atılıyor, tangır tungur kırılıyor, yerlerde sürükleniyor. Ama nice böyle hırkasında kırk tane yaması olan insan var; gönüllerde taht kuruyor, mânevî âlemin sultanları oluyor. Niye öyle sultan lakabı veriliyor? Evliyâullaha sultan lakabı veriliyor. Ankara'da Tacettin Sultan, Bursa'da Emir Sultan var meselâ. Ne yapmış bunlar? Dervişler ama sultan adını alıyorlar.
Allah bizi sevdiği kullarından eylesin, mânevî bakımdan yükseltsin, aman kibre düşmeyelim. Çünkü insanı Allah yükseltirse yükseltir. Allah'ın alçalttığını hiç kimse yükseltemez. Krikolar kâr etmez, vinçler kâr etmez. Ne kadar yükseğe çıksa oradan düşüşü daha beter olur. Yani aşağıdan düştü mü sadece dizi incinirdi; ama daha yukarı çıktı da düştü mü kafası patlar. Hurdahaş olur. Onun için Allah bizi kibre düşürmesin. Haddini bilenlerden, edebini takınanlardan, ârif, zarif, kâmil, velî, mahbûb, makbûl, merdî, mahmûd kullarından eylesin.
Öyle olmayı çok istiyorum. Hepinize de onu temenni ediyorum. Allah sevsin. Çok yanlış yollar var şu dünyada.
Aman yâ Rabbi! Bizi sevdiğin yoldan ayırma. Bizi böyle âsî, mücrim durumlara düşürme. Edepsiz kul etme yâ Rabbi, sevdiğin kul eyle yâ Rabbi.
Allah-u Teâla Hazretleri cümlenizden razı olsun. Cümlenizi Peygamber Efendimiz'in sevgisine, şefaatine, iltifatına nail eylesin. Peygamber Efendimiz'in has ümmeti olmanızı nasip eylesin. Dünya ve ahiretin her türlü tehlikelerinden koruyup, dünya ve ahiretin her türlü hayırlarına erdirdiği kullarından eylesin. Firdevsi Âlâda Peygamber-i Zişan’ımıza cümlenizi komşu eylesin. Cennet nimetleriyle mütena'ım eylesin.