Eûzübillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm
El-Hamdülillâhi rabbi'l-âlemîne hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh. Kemâ yenbeğî li-celâli vechihî ve li-azîmi sultânih.
Ve's-salâtü ve's-selâmü alâ seyyidinâ ve senedinâ ve mededinâ Muhammedini'l Mustafa. Ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi ihsânin ilâ yevmi'l cezâ.
Emmâ ba'd:
Aziz, muhterem ve sevgili kardeşlerim!
Çok kıymetli bir âlimin; Ebû Abdirrahman es-Sülemî'nin -rahmetullâhi aleyh ve kaddesallâhu rûhahû- yazmış olduğu çok değerli, mümtaz bir kitap olan Tabakâtu's-sûfiyye’sini okuyoruz. Ebû Abdirrahman es-Sülemî tasavvuf büyüklerinin hayatlarını ve mübarek fikirlerini toplamış, böyle bir eser meydana getirmiş. Ve bu eseri çok kıymetli mısırlı bir profesör de çok güzel dipnotlar, ilaveler, açıklamalar yaparak neşre hazırlamış. Henüz Türk dilimize tercüme edilmemiş bir kaynak eser olduğu için tasavvuf konusunda en salahiyetli, en meşhur, en büyük, en kıymetli şahısların sözlerini ve fikirlerini buradan öğrenebiliriz diye bu kitabı okuyoruz.
On birinci paragraf:
Kâle ve semi'tü Yahyâ yekûlü. "Aynı râvi 'Yahyâ b. Muâz'ın şöyle dediğini de duydum.' diyor:"
Sükûtu'l-abdi min derecetin iddiâühâ.
Kısa bir cümle. Ne kadar güzel, derin bir mânası var.
Sukût "düşmek" demek. Sakata-sukâtan. Eğer ke harfi ince ise, te ince ise sükût, "susmak" demek. Ke harfi kalınsa, tı
te harfi de kalınsa sukût, "düşmek" demek. Birisi "susmak" demek. Çok başka bir fiil; "susmak, sükût etmek." Ötekisi sukût, "düşmek" demek.
Sükût-u hayal, "hayal kırıklığına uğramak," yani hayallerin düşüyor; "Eyvah olmadı." diyorsun. Tı ile sukût "düşmek" demek.
Sukûtü'l-abdi min derecetin. Derece nekre olarak gelmiştir. "Kulun, çıktığı mânevî bir dereceden aşağıya düşmesi."
Sukûtü'l-abdi min derecetin.
Kulun çıkmış olduğu herhangi bir dereceden aşağıya düşmesi, mevkiini kaybetmesi, mânevî makamından inmesi, Allah'ın nazarında derecesinin tenzîl-i rütbe olması, rütbelerinin sökülmesi, fena bir duruma düşmesi nedendir?
İddiâühâ. Ha zamiri dereceye gidiyor. "O dereceyi kendisinin palavra olarak iddia etmesidir; 'Ben öyleyim, ben böyleyim.' demesidir."
"Kendisinde bir makam, bir paye var." diye, süslenip edalanıp tavır takınmasıdır. "Ben şu dereceye çıktım" diye etrafa sükse yapmaya kalkışmasıdır.
Peki nasıl olmalı?
Çıktığı mânevî makamların her birisinde makamı yükseldikçe kulun tevazuu ve edebi artacak. İddiaya kalkışmayacak. Başkasına kendisini yüksek göstermek, satmak gibi, gösteriş gibi durumları katiyen hatırının köşesine getirmeyecek. Öyle olursa yükselir. Öyle olmazsa uçurumun dibine düşer; parça parça olur.
Mânevî bakımdan yükselmek için insanın mütevazı olması; çıktığı bir makamdan dolayı böbürlenmemesi, etrafa fiyaka satmaması, gördüklerini başkalarına duyurmaya çalışmaması lazımdır.
"Bendeniz, âcizane gece namazını hiç bırakmam da; kalkmıştım, abdest almıştım, seccademe oturmuştum, tesbih çekiyordum da, birden gözümün önünde bir nur parladı da vesaire…"
Bana ne bundan? Bana neden söylüyorsun?
"Âcizane biz de bu işleri biliriz de; bu yolun, tasavvufun incelikleri vardır da…"
Kendisine bir paye veriyor, yüksek göstermeye çalışıyor; aşağıya düşer. Allah öyle fiyakacıları, kendini beğenmişleri; kibir ve ucub sahiplerini sevmediği için aşağıya düşer.
Bu söz; "Kulun çıkmış olduğu herhangi bir dereceden aşağıya düşmesi, o dereceye sahip olması üzerine gururlanması, kibirlenmesi, palavra atmaya, fiyaka satmaya çalışması." demek.
Aman dikkat edin, siz de kendinizi bir şey sanmayın!
"Benim keşfim açıldı, kerametim başladı. Başıma olağanüstü haller geldi. Galiba ayaklarım yerden kesilecek, uçmaya da başlayacağım. Herhalde ikindi namazımı Mekke'de kılarım, akşamı bir başka yerde."
Dur bakalım, ne oluyorsun? Eski günahlarını hatırla, haddini bil, kibirlenme, kendini beğenme, mütevazı ol!
Ve bihi kâle Yahyâ. "Yine ayni rivayet senedi ile Yahyâ b. Muâz şöyle demiş:"
Cûu't-tevvâbîne tecribetün. Ve cûu'z-zâhidîne siyasetün. Ve cuu's-sıddıkîne tekrimetün. Cû' Arapçada "açlık" demek. Câi', "aç" demek. Cian, "aç" demek.
Her ki cian âmedinca tok tamam.
Mesnevî'den bir mısra.
"Kim buraya aç gelirse tamamen doyar gider."
Cûu't-tevvâbîne, "Tevbekârların açlığı."
Ya oruç tutup aç dururlar ya da oruç tutmadıkları halde günlerce yemezler, az yerler.
Mide boşalınca kalp nurlanır. Mide çalışmayınca kalp çalışmaya başlar.
Açlık; yüksek ruhların gıdasıdır. Açlık gıdadır; tokluk perdedir. İnsanın karnı tok oldu mu uykusu gelir, şehveti artar, gafleti çoğalır.
Aç durdukça faziletler belirmeye başlar. Bu, tasavvufta önemli bir noktadır. Tasavvuf erbabı nefsini ıslah etmek, faziletleri iktisap etmek ve kalbini nurlandırmak için açlığa müdâvemet eder. Tıka basa doymamaya dikkat eder.
Midesini tıka basa doyurduğu, doldurduğu zaman nefsinin frenleri patlar, nefsini tutamaz.
"Ben dervişim, ders almıştım ama maalesef kendimi tutamıyorum."
Aç dur bakalım, günahları yapabilir misin? Aç dur, nefs-i emmâreyi biraz aç bırak; bakalım olacak mı? Hiçbir şey olmaz. Hepsi tokluktan oluyor
Tevbekârların açlığı, tecrübetün "deneyimdir;" bu bir.
Tevbekâr; günah işleyip de tevbe eden kulun açlığı, bir tecrübedir. Yavaş yavaş, tecrübe ede ede görüyor ki açlığın faydası var; bir deneyim.
Ve cûu'z-zâhidîne siyasetün. "Zâhidlerin açlığı da bir politikadır."
Zâhid aç kalır. Nefsini politik bir tarzda idare eder. Aç kaldığı için günahlara falan yanaşmaz.
Cûu's-sıddîkîn, "Sıddîkların açlığı" tekrümetin. "Aç kaldıkları zaman faziletleri kazanırlar, fazilet sahibi olurlar; fazilet kazanma vasıtasıdır."
Açlıkla fezâil iktisap ederler.
Aynı fiili aşağı derecedeki insanlar, tövbekârlar yapıyor; nispeten ileri insanlar, zâhidler yapıyor; en yüksek insanlar, sıddîklar yapıyor. Hepsinin sonucu farklı.
En aşağıdakilerin, tevbekârlarınki bir tecrübe oluyor; faydasını görüyor. Ortadakilerinki nefse politika oluyor; nefsi kötülüklerden alıkoyuyor. Ama yüksek insanların orucu, açlığı gıda oluyor; fazilet oluyor. Onlara mânevî kazanç kaynağı oluyor.
Ve bihî kâle Yahyâ. "Aynı kaynaklardan, rivayet zincirinden geldiğine göre Yahyâ b. Muâz mübarek şöyle demiş:"
Talebü'l-âkili li'd-dünyâ ahsenü min terki'l-câhili lehâ. "Akıllı insanın dünyalık istemesi, cahil insanın dünyayı terk etmesinden daha güzeldir."
Âkil; aklı başında, şuurlu bir insanın dünyalık istemesi, talep etmesi, onu elde etmeye çalışması, cahil insanın onu terk etmesinden daha güzeldir.
Ne demek?
Zaten cahilin her işi fenadır; âkilin her işi güzeldir. Âkil, dünyalığı istiyorsa bir sebepten istiyordur; onu kullanacaktır. Akıllı insan daima aklını din yolunda, iman yolunda, Allah'ın rızasını kazanmak yolunda kullandığı için o dünyalığa girdiği zaman yine güzel bir sebeple giriyordur. Bir maksadı vardır; çalışıp çabalayıp kazanıp bir şey yapacaktır. Onun dünyalık istemesi, cahilin istemesi gibi değildir.
Cahil; "Ah elime bir para geçse nasıl felekten bir gece çalarım, eğlenirim." der. Aklı fikri şeytanlıktadır. Âkil öyle değil. Aklı fikri Allah'ın rızasını kazanmakta olduğundan, onun dünyalık istemesi bile cahilin istemesi gibi değildir.
Cahilin dünyayı terk etmesi güzel bir fiildir ama akıllının dünyalığı istemesi bile ondan daha güzeldir. Mühim olan aklı kullanmak.
Muhterem kardeşlerim!
Size çok net olarak söyleyebilirim ki iyi Müslümanlık, bir üstün zekâ işidir. İyi Müslümanlık, zekâ işidir. Evliyâ olmak kolay değildir. Evliyâullahın hepsi muazzam zeki insanlardır. İnsan evliyâ ise muazzam zekâsı vardır, müthiş insandır.
İşte Mevlânâ hazretlerini görüyorsunuz.
Tarih boyunca evliyâullahtan hangisinde falso görüyorsunuz?
Her şey ne kadar mükemmel. Şahane insanlar. Sözleri güzel, işleri güzel. İşlerinin sonuçlarını düşünüyorlar; onun bunun lafına aldırmıyorlar. Bazen çirkin gibi görünen şeyi bir yapıyorlar; sonucuna bakıyorsun; "İyi düşünmüş, güzel yapmış. Bak ne kadar iyi oldu. Hay Allah, biz burasını düşünemedik." diyorsun.
İyi müslüman olmak, zekâ işi. Allah'ın rızasını kazanmak, zekâ işi; aptalların harcı değil. Zaten Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerîfinde ne diyor?
el-Keyyisü; "zeki insan, akıllı insan" nefsini zabt-u rabt altına alır. Men dâne nefsehû ve amile limâ ba'de'l-mevt. "Âhirete hazırlanır."
Ahmak da arzularını yerine getirmek için nefsinin peşinden koşar. Ondan sonra Allah'tan cennete girmeyi, sevap kazanmayı ümit eder.
Ve'l-ahmaku. "Ahmak!" diyor.
Allah bize akıl versin; akıldan mahrum etmesin. Aklımızı hayra kullanmayı nasip etsin. İnsan akıllı olup da aklını şerre kullanıyorsa bön insanlardan daha aptaldır. Aklı var, elinde alet var, yine de onu hayra kullanamıyor, Allah'ın rızasını kazanamıyor. Bu, sade vatandaştan daha ahmaktır. Çünkü aklını hak yolda kullanamıyor.
Lâ yezâlü'l-abdü makrûnen bi't-tevânî mâ dâme mukîmen alâ va'di'l-emânî.
Lâ yezâlü. "Daima, hiç zâil olmadan, biteviye devam etmek" demek.
Lâ yezâlü'l-abdü. "Kul daima." Makrûnen. "Yakın olur." Bi't-tevânî "Âcizliğe ve gevşekliğe yakın olur."
Kul gevşek ve âciz olur.
Mâ dâme mukîmen alâ vadi'l-emân. "Ümitlerin vaadinde mukim olduğu müddetçe."
İnsanın içinde ümitler, emeller, istekler vardır. Bunlara ümniye diyoruz. Çoğulu emânî. İçinde temennileri, istekleri vardır. İnsan bu temennileri esas alırsa, her şeyini onlara dayarsa daima gevşek bir insan olur.
Müslümanın palavraya, elle tutulmayan gözle görülmeyen şeye, boş ümitlere, hayallere istinat etmemesi; sonuca dikkat etmesi, ümitlerle, hayallerle vakit geçirmemesi, sağlam şeylere dayanması, gevşek olmaması lazım.
Ne zaman gevşek olur?
Hayallere dayandığı zaman.
Ne zaman sağlam olur?
Realiteye itibar ettiği zaman.
Tabi o zaman palavraya aldırmaz.
Ümide bel bağlayan, hareketinde gevşek olur. Palavraya aldırmayan, sonuç getiren iş yapar, gevşek durmaz.
Biz müslümanların palavraya, ümide, hayale kapılmamamız, realist olmamız, gözümüzü açmamız lazım.
Ressamın birisi fırçasını almış, tuvalini önüne germiş, filin karşısına geçmiş; resmini yapıyor. Hizmetçisine diyormuş ki; "Şunu dürt!" Hizmetçi gidiyormuş, sivri kazıkla fili bir dürtüyormuş. Fil bağırıp hortumunu kaldırıp feryat edince o kızgın halini resmediyormuş.
Biraz resmettikten, boyadıktan sonra yine; "Şunu bir daha dürtükle!" dediği zaman, bir daha dürtüklüyormuş. Hayvan yine bağırıp hortumunu kaldırınca resmini yapmaya devam ediyormuş. Bir, iki. Fil iyice kızmış; kenarda duran kovadan hortumu ile suyu almış, -ben bunu bir yerde okudum, hayretimi celbetti; sizin de hayretinizi çekecek- çektiği suyu ressama fışkırtmış. Kendisini dürten hizmetçiye değil de emri veren ressama… Çünkü ressam söyleyince hizmetçi fili dürtüyor.
Onun için gözümüzü açacağız!
Ümitlerle hayallerle olmaz!
Ne yapacağız, ne yapabiliriz?
Ben diyorum ki:
Tabi biz oraya gidemiyoruz. Eğer onların mallarına karşı ciddi bir boykot yapsak dize gelirler. Zaten ekonomileri sallantıda; mahvolurlar.
Akıllı olmak lazım. Müslümanlık, akıllılık işi.
Allah-u Teâla Hazretleri cümlenizden razı olsun. Cümlenizi Peygamber Efendimiz'in sevgisine, şefaatine, iltifatına nail eylesin. Peygamber Efendimiz'in has ümmeti olmanızı nasip eylesin. Dünya ve ahiretin her türlü tehlikelerinden koruyup, dünya ve ahiretin her türlü hayırlarına erdirdiği kullarından eylesin. Firdevsi Âlâda Peygamber-i Zişan’ımıza cümlenizi komşu eylesin. Cennet nimetleriyle mütena'ım eylesin.