Eûzübillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm
El-Hamdülillâhi rabbi'l-âlemîne hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh. Kemâ yenbeğî li-celâli vechihî ve li-azîmi sultânih.
Ve's-salâtü ve's-selâmü alâ seyyidinâ ve senedinâ ve mededinâ Muhammedini'l Mustafa. Ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi ihsânin ilâ yevmi'l cezâ.
Emmâ ba'd:
Aziz, muhterem ve sevgili kardeşlerim!
Çok kıymetli bir âlimin; Ebû Abdirrahman es-Sülemî'nin -rahmetullâhi aleyh ve kaddesallâhu rûhahû- yazmış olduğu çok değerli, mümtaz bir kitap olan Tabakâtu's-sûfiyye’sini okuyoruz. Ebû Abdirrahman es-Sülemî tasavvuf büyüklerinin hayatlarını ve mübarek fikirlerini toplamış, böyle bir eser meydana getirmiş. Ve bu eseri çok kıymetli mısırlı bir profesör de çok güzel dipnotlar, ilaveler, açıklamalar yaparak neşre hazırlamış. Henüz Türk dilimize tercüme edilmemiş bir kaynak eser olduğu için tasavvuf konusunda en salahiyetli, en meşhur, en büyük, en kıymetli şahısların sözlerini ve fikirlerini buradan öğrenebiliriz diye bu kitabı okuyoruz.
Abdullah b. Hubeyk, Antakyalı büyük sûfî. Şöyle buyurmuş:
Kâle ve kâle Abdullah. "Ömer b. Abdullah el-Bahrânî, Abdullah b. Hubeyk el-Antâkî'nin şöyle dediğini rivayet etti:"
Enfau'l-havfi mâ hacezeke ani'l-meâsî ve etâle minke'l-huzne alâ mâ fâteke ve elzemeke'l-fikrete fî bakiyyeti umrike.
Havf'tan bahsediyor.
İnsanın dini duygularından iki mühim duygu var. Birbiriyle irtibatlı ve birbirine göre dengeli olması gereken iki duygu: Havf; "korku" ve recâ; "ümit."
Havf nedir?
Allah'tan korkmak.
Recâ nedir?
Allah'ın rahmetinin kendisine geleceğine ait ümidinin kuvvetli olmasıdır.
Havfullah, Allah korkusu.
"Acaba vaziyet fena olabilir mi?" diye endişe etmek.
"'Olur inşallah!' diye ümitli, iyimser olmak" demek.
Bir müslümanın içinde, bu iki duygunun dengeli olması lazım. Birisi fazla galip oldu mu denge bozulur. Havf, Allah korkusu galip olursa hiç bir şey yapamaz; feleğini şaşırır, meczup gibi olur. Gece gündüz ağlar, eli bir işe varmaz, çalışamaz; her şeyi mahvolur.
Olmaz!
Çok da ümitli olursa; "Müslümanız, 'Lâ ilâhe illallah' dedik, biz de cennete gideceğiz inşaallah, ümit ediyorum." gibi iyimser, ümitli, müspet duyguları kuvvetli olursa tehlikeli.
Çünkü o zaman da gevşeyip ihmale düşebilir. "Nasıl olsa cennetlik olacağım." diye güvenir.
Tavşanla kaplumbağanın yarışında, kaplumbağa tavşanı geçebilir mi?
Geçemez ama tavşan tembellik yaparsa kaplumbağa geçer.
Çalışmaz, yan yatar; "Nasıl olsa ben onu geçeceğim." der, kendi kendini aldatır. Halbuki hayat bir imtihandır, devamlı bir imtihandır. Onun için Allah'a güzel kulluk etmek şuurunda olmamız, dikkat etmemiz, müteyakkız olmamız, gevşemememiz, ihmalkâr olmamamız lazım. Fazla heveslenip de; "Tamam iyi, olacak inşaallah!" diye düşünüp sonunda kötü bir durumla karşılaşmamak için recâ'nın da çok fazla olmaması lazım. İnsanın havf ve recâ arasında olması lazım.
Beyne'l-havfi ve'r-recâi. "Allah korkusu ve Allah'ın rahmetinden ümitli olmak arasında" sağlam bir orta yolda yürümek lazım.
Nasıl yürümesi lazım?
Bir mutasavvıf diyor ki;
"İki bağlı arslan arasındaki tilki gibi olmak lazım."
Şu direğe bir arslan bağlanmış, bir zinciri var, şuraya kadar geliyor. Şu direğe bir arslan bağlanmış, bir zinciri var, buraya kadar geliyor; tilki de burada. Ama bu arslanın yanına biraz fazla yaklaşsa arslan hır diye atlayıp onu parçalayacak, yiyecek. Gelebildiği kadar, zincirinin müsaade ettiği sahaya gelirse arslan onu parçalar.
Bundan korkup bu tarafa fazla kaçsa bu sefer de bu arslan parçalar.
Nerede durması lazım?
İkisinden uzak mesafede, eşit mesafede durması lazım ki o arslanın da yanına yanaşıp tehlikeye girmesin, bunun yanına da yanaşıp tehlikeye girmesin.
Böyle tarif etmiş, hoşuma gidiyor. Tilki ister istemez en uygun yerde durur. Biraz fazla korkup bu tarafa gitti mi oradaki aslan saldırır. Bu tarafa gelir, bu tarafa biraz fazla geldi mi buradaki aslan saldırır, bu tarafa gelir. Sonunda ikisinin de ortasında durur. Gitti. Ne yapsın, can pazarı, ödü patlıyor; ortada durur.
Müslüman ne yapacak?
Müslüman da böyle; beyne'l-havfi ve'r-recâ korku ve ümit arasında dengeli duracak. Bir tarafa fazla yanaştı mı tehlikeli olabilir.
Burada havfullah'ı anlatıyor. Havfullah'a, mehâfetullah da derler. İkisi de aynı kökten, birisi masdar-ı mîmî; mehâfet. Havf da bir mastar; ikisi de "korkmak" demek.
Mehâfet kelimesi Re'sü'l-hikmeti mahâ'fetu'l-lâh, "Hikmetin başı Allah korkusudur." sözünde geçiyor.
Havfullah da çok kere, kelime olarak, tâbir olarak karşınıza gelir.
Abdullah hazretleri burada diyor ki enfau'l-havf, "Havfın en faydalısı."
Tabi korkacak; korku lazım insana.
Allah'tan korkmadan olur mu?
Bir insan korkmazsa günaha dalar. Herkes yakasına yapışır;
"Utanmıyor musun sen, Allah'tan korkmuyor musun, bunu nasıl yaptın?" der.
Tabi Allah'tan korkacak ama korkunun faydalısı var, zararlısı var.
Enfaul havf, "Korkunun en faydalısı nedir?"
Mâ hâcezeke ani'l-measî. "Seni günahlardan men eden, kesen, engelleyendir. Seni günaha bırakmayan, günaha salıvermeyen, günahla aranı kesip engelleyen korkudur."
Ve atale minke'l-huzne alâ mâ fâtek. "Ve senin elinden kaçırdığın eski kıymetli zamanların, yapacakken yapamadığın güzel ibadetlerin hakkındaki mahzunluğunu arttıran korkudur."
Demek ki korku, insan üzerinde iki vazife görecek.
Bir; korku onu meâsîden yani isyanlardan alıkoyacak, isyan ettirmeyecek.
Measî, ma'siyet kelimesinin çoğuludur. Ma'siyet de masdar-ı mîmîdir.
Ne demek?
"İsyan" demek.
Masiyet veya isyan, birisi mastar, birisi masdar-ı mîmî; başında mim olan mastar. Çoğulu meâsî; "isyanlar, masiyetler, günahlar" demek.
Korku ne yapacak?
Bir; seni Allah'a isyanlardan alıkoyacak.
İki; eskiden elinden kaçırdıklarına karşı duyduğun üzüntüyü, mahzunluğu arttıracak. Çırpınacaksın, üzüleceksin, diz döveceksin;
"Ah, vah! Geçen ömrümü boşa geçirdim; geçen senemi, geçen günümü, bu günümün sabahını boşa geçirdim." diyeceksin.
Geçmiş için; geçmişteki yapamadığın güzel şeyler, değerlendiremediğin zamanlar için, içinde hüzün olacak. Üzüleceksin, mahzunluk olacak. Korku da bu mahzunluğu kat kat artıracak, uzatacak.
Demek ki eskiyi, kaçırdığını düşünüp de üzülmek Abdullah Efendi'nin hoşuna gidiyor; bunu teşvik ediyor. Hakikaten de olması lazım.
Tabi biz onu tasdik edecek makamda değiliz ama doğru olduğunu anlıyoruz. Çünkü insan eskiden kaçırdığına çok hayıflanınca, çok üzülünce şimdi kaçırmamaya çalışır, daha dikkatli olur.
Geçen sene ne yaptın?
Hayır işledin mi, ömrünü güzel geçirdin mi, Allah'ın iyi kulu oldun mu, yüksek mertebelere ulaştın mı, iyi bir hâle kavuştun mu, ahlâkını düzelttin mi, âmâl-i sâliha, hayrât-ü hasenât, ibâdât-ü taat işledin mi? Ramazan'da orucunu tutmuş muydun, son on gününde itikâfa girmiş miydin? Vesaire vesaire…
"Ah yapamadım, vah edemedim!"
Tamam! Yapamadığına üzül! Çünkü o zamanı iyi geçirememişsin belki onun cezasını çekeceksin.
Belki yapmadığın sevaplardan dolayı kritik olan durumu fenaya girecek de cezaya uğrayacak insan.
"Allah sizi uğratmasın!" diye "Siz uğrayacaksınız." diyemiyorum.
Bir insan cezaya uğrayabilir. Yapması gereken iyiliği yapmadı, iyilikleri eksik kaldı; cennete gidecekti gidemez, cehenneme düşer, yanar. Fırsatı değerlendiremedi, sevapları işleyemedi, kendisini düzeltemedi, ahlâkını güzelleştiremedi. Ona üzülecek. Diz dövecek, ah vah edecek.
Tamam, eskiye üzüldün, başka ne yapabilirsin?
Tevbe eder. "Tevbe ya Rabbi!" der.
Tevbenin içinde ne var?
"Ya Rabbi! Ben yaptığıma pişmanım."
Yaptığına pişmanlık var; bir.
"Bir daha yapmamaya niyetliyim. Bir daha o günahı yapmamayı istiyorum; kararım o. Bir daha işlememeye azm ü cezm ü kast ettim yâ Rabbi!"
Niyetim öyle, yapmayacağım; iki.
İşte o korku; eskinin hüznünü, mahzunluğunu, üzüntüsünü arttıran, seni günahlardan alıkoyan, en faydalı korkudur. İşe yarıyor çünkü hiç olmazsa seni günahlara daldırmıyor; eskinin pişmanlığını, yüreğinin ateşini artırıyor. Sen o ateşi içinde hissettikçe; "Bari bu sefer kaçırmayayım." diye ibadete, taate, hayra yöneliyorsun.
Sonra üçüncü bir sıfat; korkunun üçüncü bir işlevi;
Ve elzemeke'l-fikrete fî bakiyyeti umrik. "Geriye kalan ömrün üzerinde düşünmeye seni sevk eden korku."
Kaybettiklerinden dolayı duyduğun üzüntüyü arttıran ve seni günahlardan alıkoyan korku, en hayırlı korkudur.
Bunları yaptın mı üç güzel şeyi yapmış oluyorsun. Günahları bırakmış oluyorsun, eskiye pişmanlık duymuş oluyorsun, gelecek hayatını düşünüyorsun. İyi insan olmanın üç güzel şartını toparladın; artık iyi insan olabilirsin.
"İşte böyle bir korku en faydalı korkudur." dedi.
Kâle ve kâle Abdullah. "Yine aynı râvi rivayet etmiş ki Abdullah el-Antâkî şöyle buyurmuş:"
Vahşetü'l-ibâdi mine'l-Hakkı ev haşet minhümü'l-kulûb velev enîsü bi-rabbihim ve lezîmü'l- Hakka leste'nese bihim küllü ehad.
Vahşetü'l-ibâdi ani'l-Hak. "Kulların Hak'tan bucak bucak kaçmaları, Hak'tan ürkmeleri, Hakk'a yanaşmak istememeleri, Hakk'a karşı soğukluk duymaları." Ev haşet minhümü'l-kulûb. "Gönülleri onlardan soğutur."
Sen Hakk'a karşı soğuk olursan gönüller de sana karşı soğuk olur.
Gönüllerin, başka insanların sana karşı soğuk olmasının sebebi nedir?
Senin Hakk'a karşı soğukluğundur. Duyduğun vahşet duygusu, ürkeklik, istememek, kaçınmak bucak bucak kaçmak duygusu. Senin Cenabı Hak'tan, gerçeklerden böyle çekinmen, sakınman, istememen, yanına yanaşmamak arzun; başka insanların gönüllerini senden kaçmaya senin yanına yanaşmamayı istemeye sevk ediyor.
Onun için seni sevmiyorlar, yanına yanaşmıyorlar.
Velev enîsü bi-rabbihim. "Eğer kullar böyle Hak'tan bucak bucak kaçmasaydı da Rableriyle dostluk kursalardı, ünsiyet etselerdi; beraberliği sevseler, beraber olmayı isteselerdi."
Ve lezîmü'l-Hak. "Hakk'a sarılsalardı, Hakk'ı tutsalardı." Leste'nese bi-him küllü ehad. "Herkes onlarla ünsiyet etmek isterdi, onları severdi."
Eğer insanlar Hak ile ünsiyet etseler, Hak ehli olsalar, Hakk'ı zikretseler, Hakk'ı sevseler, Hakk'ın kendilerini müşahede ettiğini bilseler; Allah'a yakın olsalar ve Hakk'a tutunsalar o zaman herkes, her şey onları sever, her şey yanlarına yanaşır. Kuşlar, geyikler yanına gelir; ürkmez.
İnsanlar gelir, dostluk etmek ister, yanından ayrılmak istemez, sohbetine doyamaz.
"O Allah'a dost olursa, insanlar da ona dost olur. O Allah'ın dostluğundan soğuk durursa, uzak durursa, insanlar da onu sevmez." diyor.
Hakikaten insanlar, Allah'ın sevgili kullarını seviyor. Üzerinden asırlar geçtiği halde unutmuyor. Yunus Emre'yi, Mevlânâ'yı, Gazâlî'yi, Ahmed-i Yesevî hazretlerini, Eşrefoğlu Rûmî'yi, Hacı Bayrâm-ı Velî'yi, İbrahim Hakkı Erzurûmî hazretlerini unutmuyor.
Neden?
Onlar hayatlarında Allah dostu idiler, Allah'ı seviyorlardı. Herkes onları hayatlarında iken sevdi; vefatlarından sonra da sevmeye devam ediyor. Eserlerinden seviyor. Eserlerini bilmese bile seviyor.
İçinizden kaç kişi Ahmed-i Yesevî hazretlerinin ilahilerini, hikmetlerini okudu. Okumamışsınızdır ama seversiniz.
Kaç kişi Gazâlî'nin eserlerini okudu?
Kaç kişi Yunus'u tam okudu?
Okumasa bile Allah sevdi mi kullar seviyor. Çünkü hakkında hadî-i şerîf var.
Eğer Allah bir kulu severse gök ehline buyururmuş ki; "Ben bu kulumu seviyorum; siz de sevin." Gök ehli yer ehline derlermiş ki; "Allah bu kulu seviyormuş, biz de seviyoruz; siz de onu sevin."
Onun için Allah dostu olanları yeryüzündekiler de sever, göktekiler de sever, her şey, herkes sever.
Kâle ve kâle Abdullahi. "Aynı râvi yine dedi ki."
Enfeu'r-recâi mâ sehhele aleyke'l-amele li idrâki mâ tercû.
Recâ "ummak" demekti; havf'ın mukabili. Allah'a karşı ümitli olmak, Allah'ın rahmetine ereceğine dair hüsn-ü zan, insanın içindeki ümitlilik, iyimserlik.
Recânın en faydalısı hangisidir?
Mâ sehhele aleyke'l-amele li idrâki mâ tercû. "Umduğu şeye nail olmak, elde etmek için çalışmayı, amel-i sâlih işlemeyi sana kolaylaştıran ümit; en faydalı ümittir."
Ne anladık?
İnsanı amel-i sâlih işlemeye teşvik eden ümit, en hayırlı ümittir. Amel-i sâlihten koparan, gevşeten ümit, zararlı ümittir.
Eğer sen; "Allah bana rahmet eder." diye umup da gevşiyorsan o ümit zararlı.
"Allah bana rahmet eder inşaallah." diye ümit edip de aşk ile şevk ile daha güzel namaz kılıyorsan; daha çok ibadet ediyor, daha çok zikrediyor, daha çok hayır yapıyorsan; "Umduğuma, Allah'ın vereceğini tahmin ettiğime nail olmak için daha çok çalışayım. Cennete girecek insana gevşeklik yakışır mı?" diyerek daha çok çalışıyorsan işte bu ümit en faydalı ümittir.
Seni amel-i sâlih işlemeye teşvik ediyorsa faydalı ümit. Amel-i sâlihten gevşetiyorsa yaptırmıyorsa zararlı.
Neden?
Amel-i sâlihi terk etmek felaket de ondan.
Asıl mühim olan senin kulluk etmen, amel-i sâlih işlemendir. Onu yaptıran ümit güzel; onu yapmakta gevşeten ümit kötü.
"Ümit iyidir veya ümit kötüdür." değil; ümidin sonucuna göre.
Ümit sende hangi duyguyu uyandırıyor; daha çok ibadet etmeyi uyandırıyorsa iyi, gevşekliği uyandırıyorsa fena!
Birisi geldi sana müjdeledi:
"Harem-i şerîfte, Kabe-i Müşerrefe'de bir de Ramazan'da bir çok insan namaz kılıyor, ibadet ediyor, itikâfa giriyor. Bunların içinde en iyisi sensin." dedi.
"Çok şükür Ya Rabbi, elhamdülillah! Madem bana böyle bir iltifat geldi. Ben de Rabbime daha candan ibadet edeyim." deyip secde ediyorsan, şükrediyorsan tamam, güzel.
Ama bir de; "Tamam öyleymiş ya, boş ver!" diyorsa, gevşiyorsa, o zararlı.
Ne yapacak insan?
Sonuna kadar amel-i sâlihi hiç bırakmayacak; mühim olan o.
Kâle ve süile Abdullah. "Aynı râvi Abdullah el-Antâkî'ye şöyle sorulduğunu rivayet etmiş:"
Bi-mâzâ elzemü'l-Hakka fî ahvâlî? Fe-kâle bi-insâfi'n-nâsi min-nefsike ve-kabûli'l-Hakkı mimmen hüve dûneke.
Tabi bu kitabın vaazının dinlenmesinin zevki biraz da Arapça'yı bilmeye bağlı. İnsan Arapça'sını okuduğu zaman da bu sözlerin güzelliğini anladığı için Arapça bildi mi bu vaazdan daha çok hoşlanır. Arapça bilmiyorsa biraz zorlanabilir.
Abdullah'a sormuşlar:
Bi-mâzâ elzemü'l-Hakka fî ahvâlî. "Her hâlimde, tasavvufî hallerimin her birisinde, ne yaparak Hakk'ı tutabilirim. Hakkı elden bırakmamayı nasıl başarabilirim? Her hâlimde Hakk'ı tutmam ne ile mümkün olur?"
Buyurmuş ki;
Bi-insâfi'n-nâsi min-nefsike ve kabûli'l-Hakkı mimmen hüve dûneke.
Bi-insâfi'n-nâsi min-nefsike. '"İnsanlara kendi nefsinden hakları ne ise onu tamamen vermekle, bencillik edip de onlara insafsızlık yapmamakla."
Senden yana insanlara yapabileceğin her türlü hayrı, iyiliği yapmak. Onların hakkını vermek. Haklıya hakkını vermek. Senden yana bir kusur olmaması; senin bencilliğinden dolayı onların hakkının bir kısmını vermekten geri durmamak. İnsanlara karşı hakkını verici olmak.
Etrafındaki insanlara; hizmet edene, arkadaşlık edene, senin çevrende durana, seninle merhabası, komşuluğu olana, herkese, senden yana ona verilebilecek kadar, verebildiğin kadar, her şeyi vermekle ve bir de senden mertebesi, yaşı, tecrübesi, mevki makamı az da olsa bir insan, bir Hak söz söylediği zaman kabul etmekle; devamlı Hakk'ı tutabilir.
Ne yapacaksın?
İnsanlara karşı adaletli olacaksın. Senden aşağılardan birisi de bir hak söz söylese kabul edeceksin. Tabi büyüğü söyleyince; "Dedem söyledi; babam, hocam, şeyhim söyledi." diye herkes dinliyor. Senden aşağıdaki kişi söylüyor; taleben, oğlun, torunun söylüyor.
Küçük çocuk, dedesinin karşısına çıkıyor;
"Dede! Sen yalan söylemeyin demedin mi? Telefonda niye yalan söylettin?" diyor.
"Sus, edepsiz! Dedeyle böyle konuşulur mu?"
İyi ama çocuk doğru söylüyor.
Sen çocuğa; "Yalan söyleme!" dedin, telefonda; "Dedem evde yok." dedirtiyorsun.
Çocuk geliyor, söylüyor:
"Öyle şey olur mu, yalan söylememek lazım değil miydi?"
"Sus, karışma, bana akıl öğretme!"
"Bırak akıl öğretsin. Senden aşağıda da olsa Hakk'ı söyleyince kabul et!"
İşte o zaman olur. Bütün ahvalinde Hakk'ı tutmak öyle olur. Senden aşağıdaki de Hakk'ı söylese kabul edeceksin. Bir de insanlara karşı yapman gereken görevler neyse onu sonuna kadar yapacaksın.
Kâle ve kâle Abdullah. "Aynı râvi; 'Abdullah şöyle buyurdu.' diyor:"
İhlâsü'l-ameli eşeddü mine'l-ameli ve'l-amelü ya'cezü anhü'r-ricâlü. "İnsanın yaptığı ibadeti, amel-i sâlihi, sevaplı işi ihlâsla yapmak, o amel-i sâlihi işlemekten daha zor bir şeydir."
Yaptığın hayr ü hasenâtı, amel-i sâlihi ihlâsla yapmak, ameli yapmaktan daha zordur. Ameli yapmak bir mertebe; ameli ihlâsla yapmak daha zor bir mertebe.
Ve'l-amelü ya'cezü anhü'r-ricalü. "Amel-i sâlihi işlemek bile kolay değil. Onu işlemekte bile nice nice er, bahadır, âlim, salih kişiler yapmaktan aciz kalırlar, zorlanırlar."
Bir de ameli ihlâsla yapmak ondan daha zordur.
Halbuki bir çok iyi müslüman bile amel-i sâlihi işlemekten âciz kalır.
Burada bir büyük zâttan o durumlarla ilgili bir itiraf duymuş oluyoruz. İnsanın iyi iş işlemesi kolay değil. Metres tutmuş; "Bırak!" Bırakmıyor. Kötü bir alışkanlığa bulaşmış; bırak diyorsun, bırakmıyor. "Sigara içme!" diyorsun; bırakamıyor.
"Hocam kusura bakma, ıvır zıvır..."
"Bırak şu mereti!" Bırakamıyor. "Şunu yap!" Yapamıyor.
Bazen kendisi de geliyor, soruyor veya mektup yazıyor:
"Hocam! Ben iyilikleri yapmak istiyorum da yapamıyorum."
Kolay değil tabi. İyilikleri yapmak kolay değil. İnsan küçükten, anası babasının yanındayken; zorlukla, kolaylıkla iyilikleri yapmaya alışırsa büyüyünce rahat yapar. Ama küçükten iyilikleri yapmaya alışmazsa büyüdüğü zaman, nefsi direk gibi sağlam ve kuvvetli olduğu zaman o nefsi kırmak çok zor olur.
Küçükten alışırsa olur. Çocuğu küçükten alıştırdın; sabah namazına kalkıyor. Büyüdüğü zaman, delikanlı olduğu zaman, evlendiği zaman, senin yanında yokken de kalkar. Küçükken alıştırmadı; büyüdü, üniversiteye gidiyor. Kalkmaz.
Neden?
Alışmadı. Nefsini yenmek kolay değil.
Ejderhayı, solucan gibi küçükken öldürürsün. Kuvvetlendiği, büyüdüğü, yedi başlı ejderha olduğu zaman kılıcını çekersin, saldırırsın ama yedi başını sana çevirir, ağzından alevler çıkar; yenemezsin.
İnsanın nefsi de yedi başlı ejderha gibidir. Baş edemezsin. Küçükten alıştıracaksın. Çocuklarınızı küçükten alıştırın. Kendinizi küçükten alıştırın. İyi şeyler alışkanlık haline gelirse insan rahatlıkla yapar. Çocuğu kötü şeylerden nefret ettirirseniz ondan kaçar; "İstemiyorum, yapamıyorum." der.
Mesela ben çalgıyı, türküyü sevmiyorum. Ortaokuldayken, lisedeyken ne zaman arabayla bir gazinonun yanından geçsem çalgının, türkünün sesini duydum mu canım sıkılırdı, hoşlanmazdım.
Neden?
Ailemizden aldığımız bir terbiye bu. Kimisi para veriyor da gazinoya giriyor. Bilet alıyor öyle giriyor; o işi severek yapıyor. Ben hoşlanmazdım. Bir şarkıdan, gazinodan, eğlence yerinden vesaire hoşlanmazdım.
Neden?
Bu, küçükten alınan terbiye. Eğer çocuklarınızı küçükten iyi şeyleri yapmaya alıştırırsanız, kötü şeyleri yapmayı sevmeme tarzında yetiştirirseniz rahat edersiniz.
Bilin ki iyi şeyleri yapmak kolay değil, kötü şeylerden vazgeçmek kolay değil.
"Anam babam beni yetiştirmemiş. Ben kendim uyandım. Babam hala namaz kılmaz, içki içer, eğri yolda."
Madem sen sonradan düzeldin; nefsini yenmek için tedbirlere riayet edeceksin.
Nefsi yenmek için tedbirler, tasavvufun içindedir. Tasavvufun içinde tedbirler vardır. İnsanın nefsini terbiye etmesi için onlara riayet etmeye çalışması lazım.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve âlihî ve selleme teslîmen kesîrâ buyuruyor ki;
"Ey delikanlılar, ey gençler, evlenin!"
Bekâr durup da günah işlemeyin; evlenin. Evlenemezseniz, evlenme imkânınız olamazsa o zaman oruç tutun.
Demek ki oruç tutmak, aç durmak bir tedbirmiş. Abdestli gezmek, az uyumak, az konuşmak bir tedbirdir. Olur olmaz her insanla konuşmamak, her toplantıya gitmemek, biraz uzlet veyahut iyi, salih insanların meclisine devam da bir tedbirdir. Zikir bir tedbirdir.
Bu gibi tedbirlerle hareket edince insan Allah'ın izniyle nefsinin arzularını yenebilecek kuvvete ulaşır.
Hepimizde bu nefsin kuvveti vardır. Sende de, bende de, onda da vardır. İnsanın bu nefsin kuvvetini, nefsi yenebilmesi lazım.
Bu nasıl olur?
Mutlaka bir eğitimle olur. Sen sanırsın ki nefsi yenebileceğim. O nefsi yenmek, haramla karşılaştığın zaman belli olur. Şimdi belli olmaz. Caminin içinde belli olmaz. Haramla karşılaştığın zaman belli olur. Bakarsın ki nefsi yenmek zormuş.
Hadi bakalım harama bakma, haramı söyleme, sinirine hâkim ol, haram işi yapma! Haramı dinleme zevkli de olsa, hoşuna da gitse, canın da istese günahlı yere gitme.
İşte bunları tutmak için çalışmak lazım. Bu nefse yüz vermemek lazım. Nefse yüz verdiniz mi sizi yerden yere çalar, günahlara düşürür, âhirette mahcup duruma getirir.
Allah-u Teâla Hazretleri cümlenizden razı olsun. Cümlenizi Peygamber Efendimiz'in sevgisine, şefaatine, iltifatına nail eylesin. Peygamber Efendimiz'in has ümmeti olmanızı nasip eylesin. Dünya ve ahiretin her türlü tehlikelerinden koruyup, dünya ve ahiretin her türlü hayırlarına erdirdiği kullarından eylesin. Firdevsi Âlâda Peygamber-i Zişan’ımıza cümlenizi komşu eylesin. Cennet nimetleriyle mütena'ım eylesin.