Eûzübillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm
El-Hamdülillâhi rabbi'l-âlemîne hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh. Kemâ yenbeğî li-celâli vechihî ve li-azîmi sultânih.
Ve's-salâtü ve's-selâmü alâ seyyidinâ ve senedinâ ve mededinâ Muhammedini'l Mustafa. Ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi ihsânin ilâ yevmi'l cezâ.
Emmâ ba'd:
Aziz ve muhterem ve sevgili kardeşlerim!
Çok kıymetli bir âlimin; Ebû Abdirrahman es-Sülemî'nin -rahmetullâhi aleyh ve kaddesallâhu rûhahû- yazmış olduğu çok değerli, mümtaz bir kitap olan Tabakâtu's-sûfiyye’sini okuyoruz. Yani tasavvuf büyüklerinin hayatlarını ve mübarek fikirlerini toplamış, böyle bir eser meydana getirmiş bu büyük âlim. Ve bu eseri çok kıymetli bir Mısırlı profesör de çok güzel dipnotlar, ilaveler, açıklamalar yaparak neşre hazırlamış. Bu Türk dilimize henüz tercüme edilmemiş bir kaynak eser olduğu için; tasavvuf konusunda en salahiyetli, en meşhur, en büyük, en kıymetli şahısların sözlerini ve fikirlerini buradan öğrenebiliriz diye bu kitabı okuyoruz.
Muhterem kardeşlerim!
Dost seçmek çok önemli.
Tabi kimi seçmeli?
Tek cevabı, Allah'ın sevdiği insanı seçmeli.
"Kiminle dost olayım hocam?"
Allah'ın sevdiğini tahmin ettiğin, Allah'ın seveceğini tahmin ettiğin huylara sahip insanları dost edin.
"Niye?"
Sen de onlardan olursun; o da seni Allah'ın sevdiği yola çeker, sevaplı işler yaparsınız.
Eğer yanlış dostlar edinirsen...
"Hocam, çok seviyorum, mahalleden arkadaşım, askerlikten tanıyorum, akrabam."
İyi, güzel ama iyi insan değil.
Ne yapar?
"Hadi gel, bugün seninle şuraya gidelim, felekten bir gün çalalım." der.
"Yak bir sigara, benden." der.
"Gel bu akşam kafayı bulalım, parasını ben vereceğim." der.
Seni şaşırtır. Kötü arkadaş zarar verir, iyi arkadaş fayda verir.
Hatta büyüklerimiz demişler ki;
"Kalbi kasvetli olan, uyanık olmayan, gönlü kara olan insanın kalbinin kasveti bile insana tesir eder. Öyle bir insanla oturduğu zaman bile insanın rahatı kaçar."
Kalbi uyanık, nurlu olacak. Öyle insanla dostluk insana fayda verir. Ama millet öyle yapmıyor. "Komşuyuz." diye ahbaplık ediyor, "Askerlikten tanıştık." diye ahbaplık ediyor, iş yerinden ahbaplık ediyor, bilmem nereden ahbaplık ediyor.
Kötü arkadaş, insanı çok büyük felaketlere sürükler. Bundan sakınmıyor, çekinmiyor. Hâlbuki arkadaşı iyi seçmek lazım; çok önemli. İyi arkadaş seçmeye çok dikkat etmek lazım.
İnsanın bir arkadaşı artarsa, derecesi bir yükselir; ama iyi insanı seçmeli. Konuştuğu zaman ilminden istifade edeceğin, hareketlerine baktığın zaman ahlâkından örnek alacağın, sana hıyanet etmeyen, vefasızlık etmeyen, senin iyiliğini isteyen kimseyle arkadaş ol. Öteki insanlarla arkadaş olma; sana bir yerde bir zarar verir.
Tabi o insanları ne yapacağız; ayrı. O çeşit insanları da ıslah etmek için çalışırsın, konuşursun, gelirsin, gidersin, ama ne olduğunu bilirsin, araya mesafe koyarsın; o ayrı.
Ama buradaki samimi dost, neden?
Bu iyi insan, bu başka.
Büyük Selçuklu imparatoru Sultan Sencer, meşhur, bizim tarikat büyüklerimizden Ebu'l-Hasen-i Harakânî hazretleri yanına geldi mi ayağa kalkarmış; o şeyhimizi kendi tahtına oturturmuş, kendisi önünde diz çökermiş.
O şeyhimizi tahtına oturturmuş; o da ona nasihat edermiş:
"Bak Sencer, aklını başına topla. Şöyle yap, böyle yap. Şöyle yap, böyle yap." dermiş.
Tabi Sultan'ın sarayına devam eden çok alim, fâzıl insan var.
Bugün de Suud'a gidersen Suud'da Suud kralının sarayına davet edilen, gelen, giden, kralın koluna girdiği alimler filan var. Her zaman çok meşhur insanları alır getirirler; büyük şahısları büyük yerlere götürürler.
Öteki alimler, büyük şahıslar sultana demişler ki;
"Efendim, bu zâtı alıyorsun, tahtına oturtuyorsun, çok iltifat ediyorsun da, bizim ne eksiğimiz var? Biz daha çok kitap yazmışız, biz de müderrisiz, bizim de kavuğumuz var, sarığımız var, cübbemiz var."
Sultan cevabında güzel söz söylemiş:
"Bakın, siz ben ne söylersem 'Eyvallah efendim' diyorsunuz, beni tasdik ediyorsunuz. Bana itiraz etmiyorsunuz, dalkavukluk yapıyorsunuz. Ama bu yanlış olan şeyi yüzüme söylüyor, beni azarlıyor, beni doğru yola çekmeye çalışıyor; onun için buna hürmet ediyorum."
Aferin! Sultan da büyük insan ki nasıl hareket edeceğini biliyor. Dalkavuklar insanı mahveder.
Hz. Ömer radıyallahu anh demiş ki;
"Samimi dost, insanın ayıbını söyleyebilecek. Ayıbını söylemiyor, senden çekiniyor; o tam dost değil!"
Söylemesi lazım. Çünkü sen o ayıpla yaşadıkça zarar ediyorsun. Onun söyleyebilmesi lazım. Tabi insanda dostun söylediği ayıbı da hazmedecek ahlâk olması lazım.
"Vay, sen benim ayıbımı bir söyledin, iki söyledin, üç söyledin." diye alakayı kesiyor, ahbaplığı bozuyor. Ondan; "Ahbaplık bozulmasın." diye kimse kimseye bir şey söyleyemiyor. Aradan kara kediler geçiyor, ondan sonra ahbaplık bozuluyor; o da fena!
Evet, dostlarla bir arada olmak iki…
Neleri sayıyoruz?
İnsanın gözünü gönlünü şenlendiren, içini ferahlatan, kalbini rahatlatan şeyleri sayıyoruz değil mi?
Dostlarla beraber olmak bir; yaptığı işin âşikâr, sevaplı olduğunun belgeli, delilli olması, iki.
Ve's-sıkatü bi'l-ideh. İdeh, "vaad" demek. "Vaade güvenmek."
Allahu Teâlâ hazretleri kullarına neler vaad etmiş?
Sevdiği kullara, mutî kullarına, mü'min kullarına gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, kimsenin hatırana hayaline sığmayan güzel şeyler vaad etmiş, cenneti vaad etmiş, cennet içinde nimetleri vaad etmiş, neler neler vaad etmiş… Allah'ın vaadlerinin hak olduğuna, iyi bir kul olduğu zaman Allah'ın o nimetlerine, ikramlarına ereceğine insanın güveni tam olacak.
Bizim fakültede bir mesai arkadaşımız vardı; öldü gitti. Biraz da benden bazı dersler gördüğü için ben onun hocası durumuna geçtim; o benim talebem durumuna geçti. Yaşça benden büyüktü ama cenazesi oldu da bir iki söz söyledim, hayret ettim:
"Acaba öyle mi?" diyor.
İnancı yok. Âhirete inancı yok.
"Acaba öyle mi ki?"
İyilik yapmışsa Allah u Teâlâ Hazretleri iyiliğinin mükâfâtını verir.
Anlatıyor; "Annem çok fedakârdı, çok kahır çekti, bizi yetiştirdi, şöyle çalıştı, böyle çalıştı." "Tamam, iyiyse bu iyiliklerinin mükâfâtını cennette görür inşaallah.." filan diyorum da, içinde güveni yok, inancı yok; herkes inanamıyor.
İnanmak ve Allah'ın vaadinin hak olduğuna inanıp da sağlam durmak, o insana güç veriyor.
Müslüman niçin şehit oluyor? Meşekkatli işlere Allah rızası için girenler niçin giriyor?
Allah'ın vaadine inandığı için giriyor.
Sabah namazına niye camiye geliyor?
"Camiye gelmek sevap" diye.
Niye aç kalıp oruç tutuyor?
"Oruç tutmanın sevabı var." diye.
Niye kesesinden paraları çıkarıp harcıyor?
Herkes para biriktirmek için birbirini yerken, rüşvetler alırken, bu hacı efendi niye paralarını böyle hayrât u hasenâta sarf ediyor?
Allah'a güveniyor, Allah'ın vaadine güveniyor da ondan. İçi serin, rahat, harcıyor. Harcadıkça zevk duyuyor. Harcadıkça da Allah veriyor; işin o tarafı da ayrı. Harcadıkça da Allah ona daha çok veriyor. Hiç ummadığı yerden...
Falanca yerdeki arsasına piyango vuruyor, çok kıymetleniyor, milyarlar oluveriyor. Ötekisinin de, çalıp çırpan adamın da arsasına bir bela geliyor, belediye istimlak ediyor, değerinden çok düşük fiyata elinden çıkıp gidiyor.
Allah ile oyun olmaz. Allah, kendisinin yolunda yürüyeni taltif eder; kendisinin emrine aykırı hareket edenin de cezasını verir.
Bizim kardeşimiz çıkarmış, külliyetli bir para vermiş hayra. Ertesi gün baba dostu birisi yolda karşılamış:
"Gel buraya. Ben senin amcan sayılırım, babanın arkadaşıyım. Siz daha gençsiniz; külliyetli miktarda paraları hayra vermişsiniz, ne o?" demiş."
Kendisi hayra vermiyor da bizim hayra veren insanı "Toy, delikanlı, parayı hayra verdi." diye hayırdan vazgeçirmeye çalışıyor.
Adam ihtiyacından fazlasını veriyor, ne olacak ama öyle söylemiş. O da aksakallı, iyi, leb demeden leblebiyi anlayan zeki de bir arkadaş. Demiş ki;
"Amca, biliyorsun, 'Babanın arkadaşıyım.' dedin, babam öldü, gitti. Âhirette sevap lazım. İnsan ölüveriyor, ne yaparsa âhirette onun faydasını görecek." deyince, ötekisi de zeki, ne demek istediğini şıp diye anlamış:
"Beni ölümle tehdit etme!" demiş.
Söylediği laftan alınmış.
"İnsan ölüveriyor, sen de ölüverirsin, sen de hayrını hasenâtını ölmeden evvel yap." demek istemiş.
Yaşlı yanlış, çocuk doğru söylüyor. Yaşlının kafası yanlış, delikanlınınki doğru.
Şimdi o arkadaşımız yine zengin, parayı verdiği halde yine zengin, fakirleşmiş değil ki. Ama o "Hayrı niye yaptın?" diyen adamın, o şehrin merkezinde, göbeğinde çok büyük bir arsası varmış; bir istimlaka uğramış, belediye otopark yapacakmış, hadi bakalım, ayıkla pirincin taşını, değeri sıfıra inmiş. Normal fiyatla orada, yüz misli fazla edecek. Belediye o parayı verir mi, vermez, istimlak etmiş, otopark olmuş gitmiş.
Sen Allah yolundan "Zengin olacağım, kurnazlık yapacağım." diye esirgersen, Allah bu taraftan eksiltir. Sen "Allah yoluna hayır yapacağım." diye verirsen, Allah öbür taraftan daha fazlasını verir.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem söylüyor:
"Vallahi! Sadakadan, zekâttan mal eksilmez. Allah kat kat fazlasını verir."
Aklı olan buna güveniyor.
es-Sikatü bi'l-ve’di; "vaad-i ilâhiye güvenmek."
"Sen buna güveniyor musun?"
"Vallahi hocam, Peygamber Efendimiz söylediyse doğrudur."
Ama yutkunuyor, hâlâ güvenemiyor.
Güveneceksin! Allah'ın sözü haktır, Resûlü'nün sözü haktır. Güveneceksin! Korkma, yürü; sen de görürsün. Güvenemiyor, veremiyor, titriyor; "Hocam, çocuğum şöyle olacak, bu böyle olacak.." bir sürü hesaplar, vesaireler…
Ve'l-muâyenetü li'l-gâyeh. "Gayeyi de gözleriyle ayan beyan görmek."
O da insanın gözünü gönlünü şenlendirir.
Bir şeyler yapıyoruz, yaptığımız zaman sıkıntı ama sonunda gaye, sonuç güzel olacak. Sıkıntıyı gözümüz görmüyor, içimiz şen oluyor. Tahsil görüyoruz, geceleri sabahlara kadar uyumuyoruz, "Çocuk adam olsun." diye çoluk çocuğumuza masraf yapıyoruz. Biz her gün işe gidiyoruz, yaz-kış demiyoruz, paltomuzu sarınıyoruz, atkımızı boynumuza doluyoruz, çizmeleri ayağımıza geçiriyoruz, "Para kazanalım, sonuç iyi olsun." diye çalışıyoruz.
Sonuç iyi olduğu zaman meşakkat insanı yıldırmıyor, gözü görmüyor, iyi şeyleri yapıyor. Uhrevî sevapların da, gayenin de, sonucun da güzel olduğunu gördü mü, gözleriyle müşahede etti mi, o zaman gönlü şen olur, gözü hoş olur, içi rahat olur; ufak tefek şeylere aldırmaz insan. Çok güzel.
"İnsanın içinin şenliği, güzelliği bu dört şeydendir." diye dört şey saymış. Dördü de güzel:
Yaptığın şeyin gerçekten sevap olduğunu ayan beyan bileceksin, onu yapacaksın. İyi insanlarla dostluk edeceksin. Allah'ın vaadine güveneceksin. Müsterih olacaksın, yürüyeceksin.
Dağıstan'dan iki misafirim vardı; çocuk, genç ama bir yerden kendisine himmet geliyor:
"Çok acı bir haber geldi. Otel odasında perişan oldum. Yanımda sanki birisi elimi tuttu, okşadı; “Üzülme! Bu üzülecek şey değil, Allah sana yardım edecek dedi. Ben hata ettim, uyuyan arkadaşıma seslendim; 'Kalk, bak bu adam benim elimi tutuyor, teselli ediyor.' diye. Tabi o elini çekti, gitti, kayboldu." diyor.
Hata etti, uyandırmasaydı konuşma, ahbaplık daha devam edecekti.
Ha yani Allah yardım ediyor. İyi oldu mu, Allah kullarına yardım ediyor. Ama bu şahsa yardım nereden geliyor?
Demiş ki;
"Yâ Rabbi! Sen benim kalbimi Yahyâ aleyhisselam'ın kalbi gibi tertemiz kalp eyle."
Allah'tan temiz kalp istiyor, iyi kulluk etmek için iyilik istiyor; Allah da yardım ediyor. İyi niyetli olduğundan yardım ediyor.
Semi'tü Ebe'l-Kâsımi, İbrâhîme'bne Muhammedi'bni Mahmeveyhi en-Nasrâbâziyye yekûlü: Semi'tü Ebâ Muhammedin Abderrahmâni'bni Muhammedi'bni İdrîse, el-Hanzaliyyi'r-Râziyye, yekûlü: Semi'tü Aliyye'bne Abdirrahmâni'z-Zâhide, yekûlü: Kâle Ahmedu'bnü Âsımini'l-Antâkiyyü.
İşte bu adamların rivayetiyle müellife kadar gelen rivayetle, Ahmed b. Âsım-ı Antâkî hazretleri demiş ki:
Enfau'l-akli mâ arrafeke niama'llâhi Teâlâ aleyke ve eâneke alâ şükrihâ ve kâme bi-hilâfi'l- hevâ.
Şimdi insanların aklı var değil mi?
Aklı hepimiz seviyoruz, akıllı olmayı istiyoruz. Birisini sevdiğimiz zaman, "akıllı adam" diyoruz ve kendimiz de akıllı olmaya çalışıyoruz. Akıllı olmak iyi bir şey, hepimizin istediği bir şey. Herkesin de bir aklı var.
Dünyada yaşayan herkesin bir aklı var. Kumarhanede masanın başına oturup da oraya para basanların da kendine göre bir aklı mantığı var, top oynayanların da, piyango bileti alanların da, hacca, umreye gidenlerin de, hırsızlık yapanın da, rüşvet yiyenin de bir aklı mantığı var.
Herkesin bir aklı var ama her akıl kıymetli değil. Akıl nasıl olacak; onu tarif ediyor.
Enfau'l-akli. "En faydalı olan akıl, aklın en faydalısı."
Herkesin bir aklı var ama herkes kârda değil, herkes hayatını güzel süremiyor, herkes başarılı insan olamıyor, herkes Allah'ın sevdiği noktaya gelemiyor. Kimisi hapiste çürüyor, kimisi ömrünü çürütüyor, kimisi vücudunu çürütüyor, kimisi âhiretini mahvediyor.
Ne iyi akıl hangisi? En faydalı akıl hangisi?
Ahmed b. Âsımini'l-Antâkî hazretleri tarif ediyor;
Mâ arrafeke nieme'llâhi teâlâ aleyke. "Allah'ın sana vermiş olduğu, senin üzerindeki nimetlerini sana bildirten akıl." Ve eâneke alâ şükrihâ. "Ve bu nimetlerin şükrünü yapmakta sana yardımcı olan akıl."
Allah'ın nimetlerini sana hatırlatıp bildirten, bu nimetlerin şükrünün ödenmesinde sana yardımcı olan; Ve kâme bi-hilâfi'l-hevâ. "Hevâ-i nefsin karşısına dikilen akıl."
Faydalı akıl bu.
Neden?
İnsan bunu yaparsa cennetlik olur da ondan. Dünyada evliyâ olur, âhirette de cennete gider.
Bunu yapmazsa ne olur?
Dünyada da âhirette perişan olur.
Nasıl tarif etti aklı?
Peygamber Efendimiz'in hadîs-i şerîfleri var; onu söyleyeyim de oradan bu sözün güzelliği daha iyi ölçülebilir. Peygamber Efendimiz şöyle diyor:
el-Keyyisü.
Zeki insan kimdir?
Men dâne nefsehû ve amile limâ ba'del-mevt. "Nefsini zapt u rapt altına alıp da âhirete hazırlanandır."
Ve'l-ahmaku.
Aptal adam kimdir?
Men etbaa nefsehû hevâhâ. "Nefsini, hevasının peşine takıp sürükleten." Ve temennâ ale'llâhi'l-emâniyyeh. "Allah'tan da ümit eden, 'Allah bana şunu verir, bunu verir, Gafûr'dur, Rahîm'dir.' diyendir.”
Ahmak o.
Akıllı kim?
Âhirete hazırlanan, nefsinin karşısına çıkıp, nefsine uymayan.
Ahmak kim?
Nefsine uyup da Allah'tan bekleyen, bekle ki gele, bekle ki ola..
Bu hadîs-i şerîfi hatırladıktan sonra bu sözü daha iyi anlarız.
En faydalı akıl hangisidir?
"Allah'ın senin üzerindeki nimetlerini sana bildiren, o nimetlerin şükrünün edasını yapmakta sana yardımcı olan ve nefsin hevasının karşısına dikilen akıldır."
"Nefsinin hevası" ne demek?
Biliyorsunuz insanın içinden bir şey geliyor; içinde nefsi var. Hepimizin içinde nefs-i emmâremiz var, nefis var. Terbiye edilirse gelişiyor, mutmainne oluyor.
Nefis, "hevâ-i nefs" dediğimiz arzuları, istekleri bize içimize doğdurtuyor, içimizden söylüyor.
Ne istiyorsun bugün?
"Valla bugün hiç bir iş yapmak istemiyorum."
Ee.. Ne olacak?
"Yan gelip yatacağım."
Elini şöyle koyuyor, ayaklarını dikiyor, niye?
"Canım çalışmak istemiyor." diyor.
Haa bak, nefsinin hevası o gün ona çalışmak istetmiyor.
"Ee ders?!.. Valla bugün futbola gideceğim."
Niye?
"Canım çok futbol oynamak istiyor."
İnsanın içinden gelen duygular, istekler var:
"Canım şunu çekti, şunu yapmak istiyorum."
İyi şeyler var, kötü şeyler var, daha kötü şeyler var. Günahlar var; günahların daha kötüsü var.
"Hemen canım istiyor ki kalkayım şu adamın kafasını kırayım."
Aman haa, dur! Ne yapıyorsun? Bunu yaparsan felaket tabi. Nefis insana neler söyletir, neler istetir.
Bunların adı nedir?
Hevâ-i nefs; nefsin hevesleri, istekleri, içinden gelen arzuları. İnsan bunun karşısına çıkacak. Çünkü nefis, insana kontrolsüz şeyler teklif eder.
Kontrol nereden?
Akıldandır. Akıl kontrol eder.
Yani, içinden ne geliyor bugün?
Birisi geldi bana bir şeyler söylüyor. Biz hocayız ya çok enteresan şeylerle karşılaşıyoruz.
"Hocam, bazen içime öyle bir intihar etmek arzusu düşüyor ki burnumda buram buram tütüyor, canım çok istiyor; kendimi öldürmek istiyorum." diyor.
Anlayabiliyor musunuz?
İnsan ölmek istemez, ölümden korkar da, hastalık tabi. "Canım çok istiyor." diyor.
"Aman, sen şu şu zikirleri yap, yalnız durma, abdestsiz gezme. Bunları şeytan yapıyor. Sakın sen o içinden gelen sese, söze tâbi olma!" dedim.
İçinden hevâsı, hevâ-i nefsi bak neler istetiyor, intiharı istetiyor. İnsan intihar etti mi ebediyen cehenneme gider. İntiharı istetir, zinayı istetir, kumarı istetir, eğlenceyi istetir, her şeyi istetir. Nefis bu.
Bunu kim kontrol edecek?
Akıl kontrol edecek.
Akıl kontrol edecek ama nasıl akıl kontrol edecek?
Git bir Amerikalı'ya sor, git bir İngiliz'e sor, hadi bakalım ne diyecek?
Bir psikiyatri profesörü vardı. Bizim gençler bunalıma düşüyorlar. Delikanlı 18 yaşına geliyor, 20 yaşına geliyor. Delikanlı bir Müslüman çocuk. Anası babası dindar, Müslüman. Delikanlı..
Delikanlı ne demek?
Deli kan.
Bu çocuk niye deli oluyor yani?
Akıllı da niye deli oluyor?
Haa bulüğ çağına erdiği için içinde çeşitli arzular beliriyor, evlenmek arzusu beliriyor. Kızda da oluyor, erkekte de oluyor. Evlenmek arzusu beliriyor. Çeşitli arzular var. Deli kan; kanı cıvıl cıvıl kaynıyor, yerinde duramıyor.
Şimdi tabi kendisini tutuyor. Haram, günah, harama bakılmaz, günaha varılmaz; kendisini tutuyor. Tutunca tabi sıkıntılar başlıyor; kolay değil.
Yani büluğ çağının problemleri vardır; kızlar için de problemleri vardır, erkekler için de problemleri vardır.
Kız durup dururken ağlamaya başlar.
"Kızım ne oldu, niye ağlıyorsun?"
"Bilmem, ağlıyorum."
Neden?
Çalkantılı bir çağ.
"Niye ağlıyorsun kızım, işte yemeğini yedin, karnın tok, sırtın pek, ev kaloriferli, her şey var."
Ağlıyor, problemli!
Şimdi psikiyatriste gidiyorlar; adamın dinden imandan nasibi yok, Allah'tan korkusu yok, utanması yok. Flörtü tavsiye ediyor. "Flört et, geçer." diyor.
"Ya ben günahtan kaçıyorum, bu hastalığa ondan düştüm. O zaman ben sana hiç gelmezdim. Bu hastalığa düşmemin sebebi günaha düşmemek, haram işlememek; Allah yasaklamış."
Doğru düzgün bir doktorsan, çare olarak onu görüyorsan hiç olmazsa; "Evladım, bir an önce evlen. Evliliğini geciktirme, şöyle güzel bir Müslüman mütedeyyin hanımla evlen, yuva kur." de.
Peygamber Efendimiz oruç tutmayı tavsiye etmiş, abdestli gezmek var, zikir var, vesaire var da, ne tavsiye ediyor?
Günahı tavsiye ediyor.
İngiliz'e sorarsan başka şey tavsiye eder; Amerikalı'ya sorarsan başka şey tavsiye eder.
Bunların akılları var mı?
Var ama İngiliz aklı, cahil aklı.
Aklın hayırlısı nedir?
Şeriatin ahkâmını bilen ve ona göre insana yol gösteren akıldır.
Bak burada ne diyor?
Enfau'l-akl. "Aklın en faydalısı, en güzeli; sana Allah'ın nimetlerini bildiren ve onların şükrünü yapmaya yardımcı olan, sevk eden akıldır."
Allah'ın üzerimizdeki nimetleri nelerdir?
Allah'ın nimetlerini saymakla bitiremeyiz. En büyük nimeti, Müslüman olmamızdır. Müslümanız ya, lâ ilâhe illallah, Muhammedu’r-Rasûlullah diyoruz ya, bu öyle büyük bir nimet ki...
Buna sahip olmayan insanları tanıyorum; Japon tanıyorum, Çinli tanıyorum, Avrupalı tanıyorum; yerli malı dinsizleri, sonradan olma dinsizleri, anadan doğma dinsizleri tanıyorum.
Hepsini gördük; profesörünü tanıyoruz, talebesini tanıyoruz, hepsini biliyoruz. Yani en büyük nimet; mü'min olmak!
Sen candan inanabiliyor musun? Namazını kılabiliyor musun? Allah'ın varlığına, birliğine kalbinden tam mutmain misin?
Bu çok büyük bir nimet. Müslüman olmak çok büyük bir nimet. Bundan büyük nimet olmaz!
Ondan sonra sıhhat nimeti var, akıllı olmak nimeti var. Deli değiliz, akıllıyız ki zincire bağlamıyorlar, hastaneye tıkmıyorlar, iğneyi basmıyorlar. Elhamdülillah aklımız yerinde, sıhhatimiz yerinde.
Elhamdüllilah memleketimiz, şehrimiz huzur içinde. Doğu Anadolu'dakileri düşünüyoruz; mesela köyden köye gidemiyor. Akşam vaktinde gelsin, böyle bir yatsı namazında bir yerde vaaz dinlesin de, ondan sonra öteki köye minibüse binsin de gitsin, gidebilir mi?
Gidemez heralde. Eh bu da bizde, burada bir nimet işte. Huzur içinde, her tarafta ışıklar yanıyor, istediğimiz yere gidiyoruz. Fırınlarda ekmekler var çeşit çeşit, pastanelerde çeşit çeşit gıdalar var, gezilecek yerler, ilim meclisleri var, okunacak kitaplar var, çeşit çeşit nimetler…
Nimetleri bilirsen nimetlerin şükrünü eda edersen Allah seviyor.
"Bu nimetleri Allah bana nasip etmiş, çok şükür elhamdülillah!"
Şükretmeyi Allah seviyor. Şükredenin nimetini arttırıyor. Şükrettikçe, "Çok şükür." dedikçe nimet fazlalaşıyor.
Onun için nimetleri bildiren akıl ve o nimetlerin şükrünü de yaptırmaya, yapmaya yardımcı olan akıl, en iyi akıl!
Nimetlerin şükrü nedir?
Cüneyd-i Bağdâdî Efendimiz'in tarifi çok güzel:
"Allah'ın nimetlerini yiyip de ona isyan etmemektir."
Şükür bu. Hem Allah'ın nimetini ye iç...
Bu akşam sofrada neler vardı? "Kaymaklı kadayıf, baklava, etli sütlü, tatlı tuzlu, börek çörek, kebab, dolma, sarma vardı."
Ee tamam, yedin; sonra?
Şükür nedir?
Allah'ın nimetlerini yiyip de ona âsi olma durumuna düşmemektir. Şükür odur.
Tabi ibadetini yapacak, hayrını hasenâtını yapacak. Allah para vermişse parasından fukaraya yardımcı olacak. Allah'ın emrettiği hizmetleri insanlara götürecek. Zekâtını verecek, sadakasını verecek.
Bir de, “kâme bi-hilâfi'l-hevâ”; hevâ-i nefsin karşısında sağlam duracak. Akıl ona yardım edecek; "Aman, hevâ-i nefsine uyma, tâbi olma, nefsin arzularına dizgin vur, onlara uyma!" diyecek ve yaptıracak.
Hevâ-i nefse uymamak; tasavvuf bu. Tasavvufun en önemli işlerinden birisi bu.
Çünkü Müslümanların çoğu, günah işleyen insanların çoğu, günahı bilmediğinden, cahillikten yapıyor değil. Biliyor ama nefsine hâkim olamadığından yapıyor; bile bile yapıyor, utana utana yapıyor. Sonra pişman da oluyor.
Bilerek yapıyor, neden?
Kendisini tutamıyor. O fena işte! Hem kötülüğün kötülük olduğunu bilmek hem de yine kendisini tutamayıp o kötülüğü yapmak. O çok fena! Biliyorsun, bir işe yaramıyor; yine kötülüğü yapıyorsun. Fena..
Ne olması lazım?
İnsanın nefsini yenecek bir güce, kuvvete sahip olması lazım.
Bu nasıl olur? İnsanın nefsini yenmesi, yenecek bir kuvvete sahip olması nasıl olur?
Çok önemli bir şey. Birçok kimse bu hastalıktan muzdariptir. Sizin içinizde de öyledir, dışarıdakilerde de öyledir. Birçok insan bu sıkıntıdadır.
"Hocam günahı biliyorum ama yine yapıyorum. Günah olduğunu biliyorum, yapmamam gerektiğini düşünüyorum; şeytan beni aldatıyor, nefsim beni aldatıyor, yine yapıyorum."
Kuvvetli olmak lazım. Yenilmemek lazım.
Bu nasıl olur?
Bu tasavvufî eğitimle olur. Tasavvuf onun için gerekli. Yani bilmek yetmiyor; bildiğini uygulayabilecek bir hâle gelmek gerekiyor. Tasavvufun ilaçlarını kullanmak, tavsiyelerine uymak gerekiyor. O zaman insan nefsini yenebilir. Allah'ın lütfuyla, yardımıyla oluyor. Allah'ın yardımını yanına alır o zaman nefsini yenebilir, o zaman doğru yolda gidebilir.
Onun için tasavvufî emirlere sımsıkı sarılmak lazım aziz ve muhterem kardeşlerim!
Allah u Teâla Hazretleri cümlenizden razı olsun. Cümlenizi Peygamber Efendimiz'in sevgisine, şefaatine, iltifatına nail eylesin. Peygamber Efendimiz'in has ümmeti olmanızı nasip eylesin. Dünya ve ahiretin her türlü tehlikelerinden koruyup, dünya ve ahiretin her türlü hayırlarına erdirdiği kullarından eylesin. Firdevs-i Âlâ’da Peygamber-i Zişan’ımıza cümlenizi komşu eylesin. Cennet nimetleriyle mütena'ım eylesin.