Eûzübillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm
El-Hamdülillâhi rabbi'l-âlemîne hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh. Kemâ yenbeğî li-celâli vechihî ve li-azîmi sultânih.
Ve's-salâtü ve's-selâmü alâ seyyidinâ ve senedinâ ve mededinâ Muhammedini'l Mustafa. Ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi ihsânin ilâ yevmi'l cezâ.
Emmâ ba'd:
Aziz, muhterem ve sevgili kardeşlerim!
Çok kıymetli bir âlimin; Ebû Abdirrahman es-Sülemî'nin -rahmetullâhi aleyh ve kaddesallâhu rûhahû- yazmış olduğu çok değerli, mümtaz bir kitap olan Tabakâtu's-sûfiyye’sini okuyoruz. Ebû Abdirrahman es-Sülemî tasavvuf büyüklerinin hayatlarını ve mübarek fikirlerini toplamış, böyle bir eser meydana getirmiş. Ve bu eseri çok kıymetli mısırlı bir profesör de çok güzel dipnotlar, ilaveler, açıklamalar yaparak neşre hazırlamış. Henüz Türk dilimize tercüme edilmemiş bir kaynak eser olduğu için tasavvuf konusunda en salahiyetli, en meşhur, en büyük, en kıymetli şahısların sözlerini ve fikirlerini buradan öğrenebiliriz diye bu kitabı okuyoruz.
Tefakkaha alâ Ebî Sevrin. "Fıkhı Ebû Sevr isimli alimden öğrenmiş."
Tefakkaha, tealleme gibi, yani "İlmi, Ebû Sevr isimli zâttan öğrendi"
O kimmiş bakalım, okuyalım.
İbrahimi'bnü Hâlidi'bni ibni'l-Yaman Ebû Sevrini'l-Kelbiyyü'l-fakîh.
Fıkhı ondan öğrendi ya, bu da fakihmiş.
Ehadü'l eimmeti'l müctehidîn. "Müçtehit imamlardan bir tanesi. Sıradan değil; müctehid imamlardan, ictihat makamına çıkmış büyük fakihlerden birisiydi."
Kâne min eimmeti'd-dünyâ. "Dünyanın imamlarındandı."
Kâle anhü Ahmedi'bni Hanbel.
Ârifühû bi's-sünneti münzü hamsîne sene. Ahmet b. Hanbel bu müctehid imamı, yani Cüneyd hazretlerinin hocasını, yani fıkıh öğrendiği kimseyi methetmiş.
Ne demiş?
"Ben onu elli seneden beri sünnet-i seniyyeye tam bağlı bir insan olarak biliyorum" demiş.
Ve hüve indihî fî salâhi's-Sevri. "Benim nazarımda o Süfyân-ı Sevrî kadar büyük bir alimdir" demiş.
Süfyân-ı Sevrî de bir başka imam, başka müçtehit. Hatta biliyorsunuz; Süfyân-ı Sevrî hazretleri; Hanefî, Malikî mezhebi gibi mezhep kurmuş. Ama onun mezheplerinin taraftarları zamanımıza kadar gelmemişler. Yani Hanefîler, Şafîler kadar yayılmamış.
Bizim şimdi bahsettiğimiz Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri, iyi bir hocadan fıkıh öğrenmiş. Sonra;
Ve kâne yüftî fî halkatihî. "Onun dersinde, halkasında fetva verirdi"
Halkatihî hû zamiri de Ebû Sevr'e gidiyor. Ebû Sevr büyük fakih, camilerde onun halkasında -halka halka otururlardı, ilmi öyle öğrenirlerdi- fetva verirdi.
Cüneyd-i Bağdâdî, bütün insanların dillerinde kabul görmüş, methedilmiş bir insanmış. Herkesin kıymetini bildiği, övdüğü, sevdiği bir zâtı muhteremin hayatını okumaya başladık. Hayatı ile ilgili bilgileri aldık.
Nihavent aslındanmış. Nihavend'i de Hz. Ömer zamanında İslâm orduları hicrî 19 veya 20 yılında fethetmişler. Oralıymış ama kendisi Irak'ta Bağdat'ta doğmuş. Demek ki soyu oradan; Bağdat'a gelmiş, yakın yerler. Bağdat'a gelmiş, orada çok büyük alimlerden ilim irfan öğrenmiş; hem tasavvufu hem fıkhı öğrenmiş.
Bu çok güzel, çok önemli. Çünkü dinin aslı fıkıhtır. İnsan onu öğrendi mi tasavvufta şaşırmaz. Fıkıh olmazsa tasavvuf yolunda şaşırır, zındıklaşır, zındıkça sözler söylemeye başlar. Onun için diyorlar ki;
Men tasavvefe bi gayri fıkhın tezandaka. "Kim fıkıh bilgisi olmadan tasavvuftan dem vurmaya başlarsa mutasavvıflık taslarsa zındıklaşır"
Neden?
"Ben evliyâyım" der, "Şöyle oldu, böyle oldu" der ve rüyasında da bir şeyler görür. Rüya delil değildir. Bu iş oyuna gelmez. Bilmem ne der, bilmem ne der... Kendisi de sapar, başkalarını da sapıtır.
Bir de şeyhefendi diye, kavuğu var, cübbesi var herkes hürmet eder. Bir şehre gitmiştim. Dediler ki; oranın şeyhlerinden birisi kitap yazmış. "Eee verin bakalım tasavvuf hakkında ne demiş" dedim. Kitabını edindik. Kitabının bir yerinde diyor ki; "mürit şeyhine imamlık yapamaz." Niye yapamasın. "Geç" der yapar. Bizim hocamız çok talebesine, "geç önde namaz kıldır." demiştir. Emredince büyüklerimiz ne diyorlar "el emru fevkal edeb." Tabii sen edeben O'na imamlık yapmaya kalkmayacaksın. O nerede sen nerede... Ayağının tozu olamazsın ama "geç" diyor "başüstüne". Edep taslamaya gerek yok. Emir tut bakalım bir sebebi vardır. Ya abdesti sıkışıktır, ya başı dönüyordur, yarı yolda namaz kalmasın istiyordur, ya seni yetiştirmek istiyordur. Bir sebebi vardır. Evliyanın işine karışılmaz ki. Hocamız cennet mekan (rahmetullahi aleyh) bana hayatında "kürsüye çık, sana selahiyet veriyorum oku" dedi. Ramuz el ehâdis kitabını O'nun hayatında çok okudum. Ölçmek için bazen karşıma geçti dinledi. Bazen evden mikrofondan dinledi. Bazen cuma namazlarından evvel mihrapta oturup öyle vaaz ederdik.
"Git sen konuş" derdi.
"Başüstüne" derdim. Gözüne görünmeyeyim kaçayım da emretmesin diye kaçmak isterdim.
El emru fevka'l edeb. Git deyince gitmek lazım. Adam diyor ki; "mürit şeyhine imamlık yapamaz" Yapar yaa.
Peygamber Efendimiz hastalandığı zaman Ebubekir Sıddık imamlığa geçti. Peygamber Efendimiz, arkasında namaz kıldı. Ebu Bekir Sıddık, Peygamber Efendimiz'den üstün demek değil. Hasta, bir sebebi var. Yetiştirmek için olur, öğrensin, alışsın diye olur vesaire vesaire. Sebepli olur, sebepsiz olur ama hikmetli olur. Adam tutturmuş olmaz! Olur diyorlar. Münakaşa çıkmış. Fıkıh da buna bir mani yok. İlmihal kitapları onu yazmıyor. Sen nereden yazdın. Kavuklu şeyh oldun diye fıkhın ahkamını değiştirmeye hakkın mı var. Kim oluyorsun sen. Müctehid misin? İmamı Azam mısın? İmamı Şâfi misin? Onlar "olur" diyor. Bu cesareti nereden alıyor. Kavuğundan, cübbesinden alıyor. Öyle oyun yok, öyle yağma yok. Din onun veya bunun malı, oyuncağı değil. Dinin bir aslı vardır. Kur'an-ı Kerim vardır, hadisi şerif vardır, fıkıh vardır. İnsan onu bilirse cümle cihanın meth ettiği bir büyük zat olur. Onu bilmezse rezil rüsvâ olur. Dini ahkamı bilmiyor, bir de ısrar ediyor inadından da dönmüyor.
"Delilin nedir?"
"Ee olmaz. Keşfen, kerâmen böyle gördüm."
Keşfin, kerametin başına çalınsın. Orada da hata ediyorsun. Büyük evliyaullahlar senin dediğin gibi dememiş. Büyük fakihler böyle dememişler. Onlar önlerine birilerini geçirip, namaz kıldırmışlar. Misallerle bunun önemini anlatmaya çalışıyorum.
Tûfiye senete seb'ın ve ti'sîne ve mieteyn. Ne zaman ölmüş. Araplar rakamları söylerken; birler hanesi, onlar hanesi, yüzler hanesi olarak söylüyorlar. Biz nasıl söylüyoruz. En büyüğünden başlayıp geriye doğru; yüzler hanesi, onlar hanesi, birler hanesi olarak söylüyoruz.
Şu senede ölmüş. Seb'ın ve ti'sîne ve mieteyn. Ne demek? Yedi, doksan ve ikiyüz. Biz ne deriz? 297'de ölmüş deriz.
Türkçe öyle, arapça böyle.
Arapça'da fiil öne gelir.
Kâle Resûlullah.
"Dedi Resûlullah"
Biz ne diyoruz?
"Resûlullah dedi." Biz faili öne alıyoruz, fiili daha sona bırakıyoruz. Araplar fiili öne alıyor, faili sonra getiriyor. Dil böyle, değiştirecek değiliz ya!
297 senesinde vefat etmiş.
Yevme neyrûzi'l halîfe. "Halifenin neyruz gününde" ölmüş.
Neyruz ne demek onu da bilmiyorum. Tahta geçme günü müdür? Kutlama günü müdür? Nevruz gibi ama herhalde "tahta geçtiği gün, kutlama günü" gibi bir şey olsa gerek.
Yevme's-sebt, "Cumartesi günü" vefat etmiş.
Ve kîle tüveffiye fî âhıri sâatin min yevmi'l-cüm'ati. "Ve denildi ki; Cuma gününün en son saatlerinde öldü."
Mübarek Cuma gününde öldü.
Ve düfine fî yevmi's-sebt. "Cumartesi günü defnolundu" deniliyor.
Semi'tü Ebe'l-Haseni'bni Miksemin min yezküru zâlike. Kitabı yazan alim; "Ben Ebu'l-Hasan b. Miksem'in böyle dediğini duydum" diyor.
Her şeyi nereden aldığını söylüyor.
Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri; hadis okumuş, hadis rivayet etmiş, hadis râviliği de yapmış. Bu kitabı yazan alimin metodunu biliyorsunuz. Hayatını anlattığı kişinin öylede bir huyu da varsa oradan da bir hadis alıp söyler. Şimdi burada da diyor ki;
Ve esnede'l-hadîs. "Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri hadis de isnad etti, hadis de rivayet etti."
"Birisinden hadisi aldı, yazdı daha aşağıya onu rivayet etti. Hadis rivayet zincirinde kendisi hadis râvilerinden alıp vericilik, nakilcilik yaptı." Bu işi de yaptı.
Haddesenâ Muhammedü'bnü Abdullahi'l-Hâfız. "Hafız Muhammed b. Abdillah bildirdi ki;" Bunun hayatı hakkında bilgi var.
Kimmiş?
İmâm-ı ehli'l-hadîsi fî asrihî, "Zamanında hadis ilminin önderiymiş."
Bu Sülemîye; bunu anlatan zât-ı muhterem Nisaburluymuş. Hafız demek, hadis hafızı demek. Hadiste şu kadar bin hadisi bilene "hafız" derler, sıradan insana "hafız" demezler.
Kuran hafızı başka, hadis hafızı başkadır. Hadis hafızlığı, Kuran hafızlığından çok daha zordur. Kuran hafızı bulunur; aramızda da birkaç tane vardır. Bu gün Türkiye'de Hadis hafızını belki bir tane bile bulamayız. Zor! Bu öyle bir zât imiş.
Neymiş?
Ve'l müellifü fîhi kütübü'lletî lem yüsbak ilâ mislihâ. Hâkim en Nisâbûri öyle hadis kitapları yazmış ki; yer mübarek, ilim mübarek herşey güzel mâşallah.
Haddesene'l-Cüneydü'bnü Muhammed. O da; "Bize Cüneyd bildirdi." demiş. Mekke'deki alimden...
Ebu'l-Kâsım sûfi. "Sûfi olan Ebu'l-Kâsım Cüneyd-i Bağdâdî bize bu hadisi nakletti." demiş.
Haddesene'l-Hasenü'bnü Arafe. "Arefe oğlu Hasen, Cüneyd-i Bağdâdî'ye söylemiş."
Bu şahıs 257 senesinde vefat etmiş, 120 sene yaşamış; mübarek uzun ömürlüymüş. Bu hadisi Cüneyd-i Bağdâdî'ye nakleden adam 120 yıl yaşamış.
Ve kâlû anhü innehû sıkatün. "Güvenilir bir hadis alimiydi." diyorlar; bu da öyle. Cüneyd-i Bağdâdî'ye bu hadisi rivayet eden kimse.
Haddesenâ Muhammedü'bnü Küseyyirini'l-Kûfî. "Kûfeli Küseyyir oğlu Muhammed ona söylemiş."
O da Kûfeliymiş, Bağdat'a gelmiş bir kimseymiş, orada hadis ilmi öğretmiş; "Onun ilmi konusunda beis yok, anlattıkları zararsız, iyi" diye hadis alimleri değerlendirme yaparlarmış.
An Âmiri'bni Kaysini'l melaai. "O da bu zâttan duymuş."
An Atiye. "O da Atiyye'den duymuş."
An Ebî Saîd. "Bu Ebû Said."
Ebû Saidini'l-Hudrî radıyallahu anh. "O da O'ndan duymuş."
Kâle Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem. O demiş ki: "Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:"
İhzerû firâsete'l-mü'min. "Mü'minin ferasetinden sakının, korkun."
Fe inne yenzuru bi nûrillâhi teâlâ. "Çünkü o, Allahu Teâlâ hazretlerinin nuruyla bakar. Baktığı zaman onun ferasetinden korkun; öyle gizli kalacak sanmayın, ciğerinizi okur" demiş.
İşte bu âyetteki el-mütevessimîn, "'Feraset sahibi kimseler' demektir." diye izah etmiş. Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri, işte bu hadîs-i şerîfi rivayet etmiş.
156. sayfanın sonuna geldik.
Bu hadisle ilgili benim kulağımda kalmış olan bir menkıbeyi nakledeyim:
Cüneyd-i Bağdâdî rahmetullah aleyh vaaz veriyormuş. Vaaz verirken camide adamın birisi gelmiş, demiş ki;
"Ey Üstaz, ey imam, ey efendi!
Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuş ki:
İttekû firâsete'l mü'min diye de geçiyor.
Buradaki rivayette ihzerû diye geçiyor.
Resûlullah böyle buyurmuş;
"Mü'minin ferasetinden korkun. Çünkü o, Allahu Teâlâ'nın nuruyla bakar. Baktığı yeri görür, basiret gözüyle bakar, gizli şeyleri anlar."
Bu ne demek? Bu hadis sahih midir?" diye sormuş. Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri şöyle mütebessim bakmış:
"Hadi bakalım, şimdi kelime-i şehâdet getir, mü'min olma zamanın geldi!" demiş.
Adam müslüman kıyafetliymiş ama gayrimüslim, Mecusî imiş. Camiye gelmiş; kıyafeti, tavrı müslüman. Müslüman gibi geliyor, hocaya soru soruyor. Hoca da gülüyor.
Hocaların hocası Cüneyd-i Bağdâdî de diyor ki;
"Hadi bakalım, kelime-i şehâdet getir, artık müslüman olma zamanın geldi!"
İki keramet gösteriyor:
Bir:
"Ferasetiyle adamın müslüman elbisesinde mecusi olduğunu görüyor."
İki:
"Onun artık Mecusîlikte zamanının bittiğini; ondan sonra imana geleceğini biliyor."
"Hadi bakalım müslüman ol, müslüman olma zamanın geldi." diyor.
Ne yapıyor?
Mü'minin feraset sahibi olduğunu bizzat gösteriyor.
Hadisin manası neydi?
"Müslümanın ferasetinden kork. Çünkü o, Allahu Teâlâ'nın nuruyla bakar."
Adam o hadisi soruyor ya; bir taraftan da kendisi o mü'minlerden olduğunu gösterip onun mecusî olduğunu söyleyip ona keramet gösteriyor. "O hadis sahihtir, bak öyledir." diye değil. "Ben senin mecusî olduğunu sana söyleyivereyim de mü'minin ferasetle baktığı zaman anladığını anla." diye ona da misal oluyor. Adam da bu kerameti görünce sarsılıyor, kelime-i şehâdet getiriyor, müslüman oluyor.
"Kelime şu mânaya gelir de, şu rivayet etmiştir de, sahih hadistir, zayıf hadistir." vesaire demiyor. O, hadisi soruyor. O da ona;
"Sen kelime-i şehâdet getir; hadi bakalım şimdi mü'min olma zamanın geldi!" diyor.
Menkıbe ile burada bitirelim.
Allah-u Teâlâ Hazretleri cümlenizden razı olsun. Cümlenizi Peygamber Efendimiz'in sevgisine, şefaatine, iltifatına nail eylesin. Peygamber Efendimiz'in has ümmeti olmanızı nasip eylesin. Dünya ve ahiretin her türlü tehlikelerinden koruyup, dünya ve ahiretin her türlü hayırlarına erdirdiği kullarından eylesin. Firdevs-i Âla'da Peygamber-i zişânımıza cümlenizi komşu eylesin. Cennet nimetleriyle mütene'ım eylesin.