Eûzübillâhimineşşeytânirracîm
Bismillâhirrahmânirrahîm
Elhamdülillahi Rabbi’l âlemîne hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh. Kemâ yenbeğı li-celâli vechihî ve li-azîmi sultânih. Ve’s-salâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ ve senedinâ ve mededinâ Muhammedeni’l Mustafa ve alâ âlihi ve sahbihi ve men tebiahü bi ihsânin ilâ yevmi’l cezâ.
Emmâ ba’d.
Aziz ve muhterem ve sevgili kardeşlerim;
Çok kıymetli bir alimin Ebu Abdurrahman es-Sülemî’nin yazmış olduğu çok değerli mümtaz bir kitap olan Tabakatü’s-Sufiyyesini okuyoruz. Yani tasavvuf büyüklerinin hayatlarını ve mübarek fikirlerini toplamış ve böyle bir eser meydana getirmiş bu büyük alim. Bu eseri çok kıymetli bir Mısırlı profesör de neşre hazırlamış. Çok güzel ilaveler, dipnotlar, açıklamalar yaparak. Bu Türk dilimize henüz tercüme edilmemiş olan bir kaynak eser olduğu için tasavvuf konusunda en salahiyetli, en meşhur, en büyük, en kıymetli şahısların sözlerini, fikirlerini buradan öğrenebiliriz diye bu kitabı okuyoruz.
Dördüncü paragraf:
Semîtü ebe’l Fethi Yûsûfe’bne Ömere’z-Zahide bi-Bağdâde yekûlü semîtü Câfere’bne Muhammedini’bni Nusayrin. Yekûlü semîtü’l Cüneyde yekûl. Ebu’l Fetih Yûsufi’bni Ömer ez-Zahid.
Zahid sıfatıyla tanınmış olan bu ravi, Bağdat’ta müellife söylemiş. O da Caferi İbni Muhammed ibni Nusayr’dan işitmiş. O da Cüneyd-i Bağdadi’den işitmiş ki Cüneyd-i Bağdadi şöyle buyurmuş. Cüneyd-i Bağdadi’nin bir sözüne geçiyoruz.
İnnellâhe Teâlâ yehlisu ile’l kulûbi min birrihî hasbe mâ halüseti’l kulûbu bi-ihî ileyhi min zikrihî. Fenzur mâ-zâ hâlete kalbek.
Bu sözleri anlamak, anlatmak çok zor işler. Babayiğit işi anlamak da zor, anlatmak da zor.
İnnellâhe Teâlâ “Hiç şüphe yok ki Allah-u Teâla Hazretleri” yehlisu ile’l kulûbi min birrihî “İnsanların gönüllerine iyiliklerinden ikramları verir.”
Hasbe mâ halüseti’l kulûbu bi-hî ileyhi min zikrihî. Gönüllerin Allah'ı zikretmek hususunda gösterdikleri ihlas ve gayret nispetinde verir.
“Gönül Allah'ı zikrediyor, Allah'la meşgul, o hususta çok halis muhlis ise Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin ikramı da, ona göre çok olur.” demek yani bu.
Gönül gafil olmayacak, gönül Allah'ın zikriyle, fikriyle, duygusuyla, sevgisiyle meşgul olacak. Böyle olursa; Allah'ın ikramı da ona, o nispette çok olur demek. O ölçüde olur demek. O ne kadar çok zikrediyorsa; Allah-u Teâlâ o kadar çok verir.
Fe’nzur mâ-zâ hâlete kalbeke “Onun için sen kalbine nelerin bulaştığına, nelerin karıştığına dikkat et! Gönlüne nelerin girdiğine, gönlünü nelerin meşgul ettiğine onun için dikkat et!
Gönlün Allah'tan başka şeylerle çok meşgul oluyor karışıyorsa halislik kalmıyor, karışıklık artıyor. Ne kadar çoksa o zaman, ikramın o kadar az olacak. İşin o kadar fena. Mahrumiyetin o kadar çok.
Onun için kalbine neler karıştığına dikkat et, karıştırma, sokma, çıkar.
Bak o demin ki şiir gibi;
“Kalbinden mâsivâyı çıkart. Kalbinden, gönlünden çıkart da, Allah'ın tecellisi gelsin.” dediği gibi yani. Bak bakalım kalbine neler karışıyor.
Çünkü Allah'ı düşünmek konusunda, kalbin ne kadar sâfi olursa -Allah'ı zikretmek,fikretmek konusunda kalbin ne kadar çok meşgul olursa, katıksız, karışıksız meşgul olursa- ikram o kadar çok olacak.
Onun için eskiler kalplerini korumaya çok dikkat ederlerdi. Bizim Nakşi Tarikatında da bu çok büyük bir prensiptir. Kalbi korumak! Nigâh-dâş derler bu prensibe. Nigâh-daş; bakmak, gözlemek, korumak demek. İnsan, kalbinin kapısında nöbetçi gibi bekleyecek, yavancıyı içeriye sokmayacak. Sokmam seni diyecek. Ağyârı, kalbine sokmayacak.
Bu ne demek hocam? Edebiyatı bırakalım. Fantezi sözleri bırakalım. Ne demek; senin kalbin Allah'la meşgul olacak, Allah'ın rızasını kazanmak yolunda olacak, Allah'ın rızasına aykırı şeylerle gayen; ana çizgiden sapmayacak. Başka şeylerle meşgul olmayacaksın.
Daha da açık söyleyelim. Şimdi senin bu dünyadaki amacın ne? Yaşamdaki gayen ne? Çalışmalarının hedefi ne? Zengin olmak istiyorsun, deniz kenarında köşk almak istiyorsun, şöyle yapmak istiyorsun, böyle yapmak istiyorsun. Politikaya girmek istiyorsun, mebus olmak istiyorsun, mecliste isen bakan olmak istiyorsun, muhalefetteysen iktidar olmak istiyorsun. Herkesin bir şeyi var. Böyle bir hedefi var. Bak insanın kalbine neler karışıyor? Neler giriyor? Ne olacak? Aslında kalbi Allah'la meşgul olacaktı. Sırf Allah eri olacaktı, sırf Allah ehli olacaktı. Halis, muhlis sırf Allah'ın rızası için çalışacaktı. Aklı fikri Allah yolunda olacaktı. Allah'ın dinine hizmet etmek olacaktı. Allah'ın rızasını kazanmak olacaktı.
Bak şu kalbin kenarından, köşesinden sızıntı olarak içeriye yalan yanlış duygular, fikirler nasıl girmiş.
İşte bak! Kalp korunmayınca, iyi korunmayınca kalbe sızar böyle. Yalan yanlış şeyler, kötü şeyler insanın kalbine sızar. Kalbi bir havuza benzetirsek; havuz büyük bir havuz. Şurada kocaman bir havuz var. Bize içinde temiz su olması lazım. Temiz su lazım! İçeceğiz, herkes içecek. Kalabalık insanlar ondan istifade edecek. Şimdi bu temiz su havuzunun içini pisletmek olur mu? Çöp atmak olur mu? Veya bir takım sızıntıların oraya gelmesine göz yummak olur mu?
Ne diyorlar?
Kuyuları, foseptik çukurundan uzağa açın. Yakınına açmayın. Neden? Yerin altından foseptik çukurunun lağımın suları sızar, senin kuyunun suyuna karışır. Ne oldu o zaman?
Su içilmez hale geldi. Hıfzıs-sıhha Enstitüsü'ne gidiyorsun. Şişenin içindeki suyu götürüyorsun. Kaynamış. Özel şişenin içinde. Alıyorsun kuyudan suyu götürüyorsun. “İnceleyin bakalım bu nasıl bir suymuş” diyorsun. Rapor geliyor. Diyor ki “senin bu suyunun içinde sayılamayacak kadar mikrop var. İçilmeye de yaramaz, kullanılmaya da yaramaz. Ancak bahçe sulama yarar, otomobil yıkamaya yarar. Başka bir şeye yaramaz.” diyor.
Neden?
Sızıntı var. Ben kuyunun suyunu temiz sanıyorum. Tahlile götürüyorum ki ohoo! İçinde neler varmış neler....Ne kadar pislikler varmış. Neden? Sızıntı var. Ha senin temiz su havuzuna; sızıntı girdiği zaman, mikrop geldiği zaman, lağım suyu aktığı zaman, pis su aktığı zaman, içilmediği gibi işte bu gönül de bir havuz gibi. Bunun içine de pis duygu, pis düşünce, pis niyet, pis kötü hedef, gaye girmeyecek.
Niyetin pırıl pırıl olacak. İslam'a hizmet gayesinde olacaksın. Allah'ın rızasını kazanmak niyetinde olacaksın. Kullara iyilik etmek niyetinde olacaksın. Herkesin gönlünü almak duasını almak niyetinde olacaksın. Hayatını, hayırla hasenatla geçirmek niyetinde olacaksın. Helalinden kazanmak niyetinde olacaksın. Helalinden sarf etmek niyetinde olacaksın. Hah! Tamam, temiz, temiz, tamam pislik yok!
Ama falancayı bir kenarda kıstırırsam kafasını kırayım. Filancanın işini arkadan şöyle yapayım. Ayağının altına karpuz kabuğu koyayım. Onu bulamazsam muz kabuğu koyayım. Onu bulamazsam çelme takayım. Onu bulamazsam arkasından kötüleyeyim. Ooo senin kalbinde ne kadar pis şeyler var. Allah o kalbe şey yapar mı?
Kalbine bak bakalım. Kalbini dinle bakalım. Gözünü kapat da içini dinle.
Bak şairin birisi ne demiş? Çok hoşuma giden şiirlerden biri. Bu güzel. Güzel geliyor bana, hoşuma gidiyor.
“Nasıl sığmış benim içim dışıma.
Baktıkça hayret ediyorum.”
Ne güzel söz bak. Allah Allah. Şu bizim içimiz, şu bizim küçücük dışımıza nasıl sığmış ya? İçimiz ne kadar büyük. Göözümüzü kapattığımız içimizde neler var. İç alemimiz ne kadar sonsuz genişlikte! Dışımız da bu kadar işte. Hesaplasak, biz kaç santimetreküpüz? Kaç litreyiz? Bir fıçının içine -ağzına kadar dolu bir fıçının içine- sok bizi, taşan suyu ölç. İşte o kadar litreyiz. Kaç litre gelir bir insanın hacmi? Elli litre, altmış litre, yetmiş litre gelir. Ama bizim içimiz ne kadar geniş ya? Benim içim dışıma nasıl sığmış. Allah Allah! Baktıkça hayret ediyorum.
Dünyalar dar geliyor bakışıma, içimi seyrediyorum. Aferin! İyi iş yapıyorsun. İçini seyrediyorsan iyi. Sen de seyret bakalım içini. Sen de bir kalbine teveccüh et bakalım. Kalp deyince millet burası sanıyor. Ben de böyle işaret ediyorum ya alışmışız. Kalp deyince burası sanıyor millet. Şu kadarcık bir et parçası sanıyor. Yahu mandada da var. Seninkinden daha büyük. Koyun da var, tavuk da var, kuş da var. O değil maksat. Gönül! İç hali. O başka bir şey. Yani kalp kelimesi seni şaşırtmasın. Maksat, o et parçası değil. İç alemi.
Hah! Sen de içini seyret, sen de içini dinle, sen de gözünü kapat. Sen de biraz kendini hesaba çek, sen de biraz içinde nelerin olduğunu gözle. Kötü şeyler varsa sil. Deterjanla mı sileceksin ne yapacaksın. Benim kalbim temiz diyenlere sor. Gel bakalım ya! “Sen şu kalbi nasıl temizledin, bana da öğret de. Omo mu kullanıyorsun, persil mi kullanıyorsun. Tursil mi kullanıyorsun? Cam sille mi siliyorsun? Nasıl temiz oluyor” diye sor. Kalbi temiz olacak insanın. Nasıl olacaksa onu şey yapsın.
Bir de nigâh-dâş. Al eline silahı, kalbinin kapısında bekle. İçeriye, kötü şeyleri sokma!
Kötü şey gelir. Nereden gelir? Nefisten gelir insanın gönlüne kötü şeyler şeytandan gelir.
Şeytanı biliyor musun?
Yok görmedim hocam. Biliyorum ama yarım yamalık biliyorum.
Nefsi biliyor musun?
Nefsi de bilmiyorum.
Nefsi de öğren, şeytanı da öğren, düşmanı da öğren, dostu da öğren. Şu kalbinin kapısında dur da içeriye kötü şeyleri sokma be adam. Evine pis adam alıyor musun? Sarhoşu alıyor musun? Berdüşü alıyor musun? Hippiyi alıyor musun evine?
Allah saklasın. Tövbe tövbe. Alır mıyım? Almam!
İçki alıyor musun?
Tövbe tövbe. Olur mu? Almam!
Tamam. Kalbinin evinin de kapısında dur kötü
kötü şeyleri sokma, tertemiz tut, koru, kolla.
Bu nedir?
Nakşi tarikatının prensiplerinden birisidir. Nakşiyim diyen kaç kişiye sor bakalım? Kaç tanesi bunun, Nakşiliğin prensibi olduğunu biliyor. Kaç tanesi biliyor, sor bakalım!
Bin tane nakşi üzerinde istatistik yap. Kalbini kollayıp, bekleyip, gözleyip, içine kötü şeyleri sokmamak konusunda nöbet tutmak hususunu biliyor mu, bilmiyor mu sor bakalım.
Bilmez! Bilmez çünkü zahire takılmışız; işin iç yüzünü öğrenmemişiz. Araştırmamışız, anlamamışız. Tasavvuf nedir? Anlamamışız. Nakşilik nedir? Anlamamışız. Nakşiliğin prensipleri nedir? Anlamamışız.
Bizim Müslüman şahıslardan bir tanesiyle bir yerde, bir ziyarette beraberdik. Bunlar hapse tıkıldılar bir ara. Kim olduğunu da söylemiyorum. Senesini de söylemiyorum. Maksadım olaylardan ibret almak.
Hapse tıkıldı. Müslüman mütedeyyin yüksek mevkiden bir insan. Hapse tıkıldı. Sakalıyla hapse tıkıldı. Suçu Müslüman olmak. Yani arsızlık, yüzsüzlük, edepsizlik filan değil! Müslüman olduğu için hapse tutuldu. Hapiste de on, on beş tane Müslüman insan varmış.
Orada hapiste bir ekip olmuşlar. Onu anlatıyor dün. Şimdi biz dini kitapları açtık, okumaya başladık. Dini kitapları okuyoruz, hadis okuyoruz.
Öteki Müslüman arkadaşlar da oturuyorlar. Hazır fırsatı bulmuşuz, ben hocayım onlar da dinleyince okuduk. Hapiste İslam'la alakası olmayan insanlar da var. Onlar da uzaktan uzağa bizim konuştuklarımızı dinliyorlar. Dinlemişler, dinlemişler, dinlemişler, dinlemişler de ne kadar sürdüyse bu dersler, sonunda;
“Hoca, hoca” demiş bir tanesi. (O komünistlerden bir tanesi. Azılı. Sonra ölmüş o.)
Azılı komünistlerden bir tanesi; “Hoca hoca senin bu anlattıkların doğruysa İslam adaleti emrediyor, zulmü yasaklıyor, helal lokmayı emrediyor. İnsanın, insanı istismarını engelliyor. Bunlar, bunları hep okudu ya. Hoca, anlattı, okudu, anlattı. Onlar da uzaktan dinlediler. “Hoca hoca” demiş. “Hocam demiyor” diyor. Hocam dese, hocam demiyor. “Hoca hoca eğer senin bu anlattıkların doğruysa ya siz komünistsiniz demiş, ya da biz Müslümanız.”
Ya siz komünistsiniz ya da biz Müslümanız.
Müslüman -o hoca- onu nereden okudu? Hadis kitabından okudu. İslam'ın geçimle, kazançla, helal lokmayla, adaletle, insafla, merhametle, yardımla ilgili hükümlerini nereden okudu?
Din kitabından okudu. Hadis kitabından okudu. Kuran'dan okudu. O Müslümanlık olduğuna göre;
bu adamların, zavallıların aradıkları İslam! Özledikleri İslam! Ama sanıyorlar ki komünizmle gerçekleşecek. Öyle sanıyor. Öyle söylemiş.
“Hoca hoca sizin bu söyledikleriniz doğruysa ya siz komünistsiniz. Ya biz Müslümanız.”
Onlar komünist olmadığına göre siz İslam'ı özlüyorsunuz. Kominizmi, İslam sanıyorsunuz. Komünizm İslam değil! Komünizm Rusya'ya mutluluk getirmedi. Çin'e mutluluk getirmedi. Demir perde gerisindeki ülkelere mutluluk getirmedi. Orada da istismar oldu. Orada da ezme oldu. Orada da öldürme oldu. Orada da insanın kıymeti bilinmedi. Orada da partililer, işçileri istismar ettiler. Orada da kapitalizm gibi zulüm devam etti. Bitmedi!
Sen bir şeyler özlüyorsun. İşte o özlediğin, İslam'da! Millet bunu bilmiyor. Komünist de bilmiyor, devletin yöneticileri de bilmiyor. Devletin yönetimini elinde bulunduran yönetimine yön verenler de bilmiyor.
Kökten dinci aman Allah'ım!
Kökten dinci nedir?
Canavar mıdır? Yol kesici midir? Haydut mudur? Cani midir? Gaddar mıdır? Aarşist midir?
Kökten dinci aman Allahım!
Kökten dinci dediğin; işte şu cami cemaati veya öteki cami cemaati Müslüman. Kur'an'a inanmış Allah'ın rızasını kazanmak isteyen insan.
Düşman!
Neden?
Amerika kökten dincilere düşman, İngiltere kökten dilcilere düşman.
Ya sen onları ne örnek alıyorsun?
İngiltere'nin ipiyle suya inilir mi? İngiltere var Sırbistan'ı destekliyor boyuna Boşnakların aleyhinde. Onların adaletten insaftan ne nasibi olur ya? Sen onlara ne bakıyorsun. Bizimki de onun ağzıyla, onun kafasıyla, onun gözüyle hareket ediyor. Rejimin düşmanı.
Bunlar gelirse rejimi yıkarlar.
Ya İngilizlerle savaşırız belki ama sen ne korkuyorsun. Arnavut hani lobyaya tabancayı çekmiş, güm güm güm güm atmış ya.
“Ben senden kaçıyorum. Gene bu sofrada da mı karşıma çıktın” diye. Yanındaki pelte titremeye başlamış.” More. Benim sana bir kastım yoktur. Benim düşmanlığım buna.”
Bir hikaye var. Fasulye yemekten Arnavut bıkmış demiş ki:
“Fasulye olmayan, başka yemek olan bir diyar yok mu? Oraya gideceğim” demiş vedalaşmış. Arnavutluk'u terk etmiş. Yolda giderken bir handa oturmuş. Gelsin yemekler. Yemek listesi gelmiş. Adını bilmediği bir sürü yemek. İşte lobiya tamam. Ondan sonra pelte, halize, bilmem ne...
“Tamam lopya olsun, palize olsun, salata olsun, yumurta olsun. Şu kadar ekmek olsun”
Gelmiş önüne, masaya konmuş. Şimdi bu lobya nedir diye merak ediyor. Gelen yemekler tamam. Pelte buraya kondu tamam, muhallebi. Pelte burada. Bir de bakmış ki lobya diye karşısına gelen, tabakta ki yemek gene fasulye.
Halbuki Arnavutluğu fasulyeden dolayı terk etti. Kızmış piştovunu çekmiş. Fasulyeyi kurşunluyor. Brav, brav, brav, brav, brav...
Tabii masa karışmış, ortalık karışmış. Buradaki pelte de başlamış titremeye.
“More demiş sen ne korkuyorsun? Benim hıncım buna. Ben ona ateş ediyorum. Sen ne titriyorsun?” Pelte titriyor.
Bizimkilerin korkusu. Ya bizim korkumuz bizim kızgınlığımız, emperyalistlere! Bıktık istismarlarından, yalanlarından, hilelerinden
dolanlarından...Bosna'da, Hersek'te, Keşmir'de, Kafkasya'da, Orta Asya'da, Afrika'da...Bıktık. Bizim düşmanımız. Onlara sen ne korkuyorsun? Sen peltesin ya. Sen korkma. Sana düşmanlığımız yok.
Allah affetsin. Cami kürsüsünde fıkra anlatılır mı bilmiyorum ama İslam'dan yanlış korkuyorlar. Müslümanı yanlış tanıyorlar. İslam'ı yanlış tanıyorlar. Onun için bu yanlışlıklar oluyor.
Biz kendi işimize bakalım. Bizim yolumuz elhamdülillah sağlam. Biz Allah'ın rızasını istiyoruz. Biz güzel şeylere sahip olmak istiyoruz. Kötülüklerden sıyrılmak, kurtulmak istiyoruz.
Bunun için ne lazım?
Çalışmak, çabalamak lazım!
Gayret etmek lazım. Gayretsiz olmuyor. Gayret ederek olacak. İnsan gönlüne sahip olacak, gönlünü bekleyecek, kalbine kötü şeyler sokmayacak. İyi insan olmaya çalışacak, kamil insan olacak da kamil insanların çoğalmasıyla çalışmalarının birikmesiyle alem düzen bulacak. İnsanlık kurtulacak. İnsanlığın selameti İslam'da.
Çağımız buhranda kurtuluş İslam'da. Çok güzel! Çağımız buhranda, kurtuluş İslam'da. Çok doğru!
Allah-u Teala hazretleri bizi, sevdiği has mümin kamil kullarından eylesin. Allah-u Teâlâ hazretleri cümlenizden razı olsun. Cümlenizi Peygamber Efendimiz’in sevgisine, şefaatine, iltifatına nail eylesin. Peygamber Efendimizin has ümmeti olmanızı nasip eylesin. Dünya ve ahiretin her türlü tehlikelerinden koruyup, dünya ve ahiretin her türlü hayırlarına erdirdiği kullarından eylesin. Firdevsi âlâ da Peygamber-i zîşanımıza cümlenizi komşu eylesin. Cennet nimetleriyle eylesin mütene’ım eylesin.