Eûzübillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm
El-Hamdülillâhi rabbi'l-âlemîne hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh. Kemâ yenbeğî li-celâli vechihî ve li-azîmi sultânih.
Ve's-salâtü ve's-selâmü alâ seyyidinâ ve senedinâ ve mededinâ Muhammedini'l Mustafa. Ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi ihsânin ilâ yevmi'l cezâ.
Emmâ ba'd:
Aziz, muhterem ve sevgili kardeşlerim!
Çok kıymetli bir âlimin; Ebû Abdirrahman es-Sülemî'nin -rahmetullâhi aleyh ve kaddesallâhu rûhahû- yazmış olduğu çok değerli, mümtaz bir kitap olan Tabakâtu's-sûfiyye’sini okuyoruz. Ebû Abdirrahman es-Sülemî tasavvuf büyüklerinin hayatlarını ve mübarek fikirlerini toplamış, böyle bir eser meydana getirmiş. Ve bu eseri çok kıymetli mısırlı bir profesör de çok güzel dipnotlar, ilaveler, açıklamalar yaparak neşre hazırlamış. Henüz Türk dilimize tercüme edilmemiş bir kaynak eser olduğu için tasavvuf konusunda en salahiyetli, en meşhur, en büyük, en kıymetli şahısların sözlerini ve fikirlerini buradan öğrenebiliriz diye bu kitabı okuyoruz.
Semi'tü Ebâ Osmân yekûlü:
(Ebû Osman şöyle de buyurmuş)
"Lâ yekmülü'r-racülü hattâ yesteviye kalbühû fî-erba'ati eşyâ. Fi'l-men'i ve'l-atâi ve'l-izzi ve'z- zülli"
Ebu Osman-i Hîrî; kişinin kalbi, gönlü şu dört şey karşısında eşit olmadıkça o insan kâmil insan olamaz buyurmuş.
Dört şey müsavi olacak. Bu dört şey müsavi olmadıkça o insan kâmil insan olamaz. Kusurlu, nâkıs insan olur.
O dört şey nedir?
"Fi'l-men'i ve'l-atâi"
Kendisine bir şey verilse de verilmese de.
"Ve'l-izzi ve'z-zülli"
İzzette, itibarda olsa da, zillette idbarda olsa da.
Hepsi eşit olursa, insan o zaman, kâmil insan olur. Olmazsa kâmil insan olamaz.
Bu ne demek?
Bazı insanlar vardır. İyi, güzel, vaziyeti iyi gidiyor. Gidişi güzel, tatlı halleri hoş görünüyor. Ama Allah başına acı bir olay getiriyor, adam değişiyor, fıttırıyor, raydan çıkıyor, yoldan çıkıyor.
E ne oldu mübarek? Her şey baklavalı, börekli, kaymaklı, kadayıflı iken iyiydi de şimdi ne oldu böyle değiştin, raydan çıktın, yoldan çıktın?
Bu da kader. Allah verdiği zaman iyi de, vermediği zaman mı fena, öyle şey olur mu? Verse de vermese de, zenginlik de olsa fakirlik de olsa her halde insanın kulluğunu muntazaman götürmesi lazım. Sarsılmadan, dosdoğru götürmesi lazım, bozmaması lazım.
Allah'a karşı olmuyor da bazen kullara karşı da böyle hatalı davrananlar oluyor:
"Ve in u'tû minhâ radû ve in lem yu'tav minhâ izâhüm yeshatûn"
Sadakallâhu'l-azîm
Peygamber Efendimiz zamanında bazı fakirler varmış. Efendimiz'in etrafında bekleşiyorlarmış. Gelen hediyelerden, sadakalardan (Efendimiz herkese dağıtırdı) kendilerine verilirse memnun olurlarmış, verilmedi mi kızarlarmış.
E ne kızıyorsun, bu senin hakkın mı?
Değil.
Geçen sefer Resûlullah sana verdi. Bu sefer de şu fakire veriyor. Bırak da biraz kardeşin istifade etsin. Onun da canı var.
Geçen sefer sana verilince o kızdı mı?
Kızmadı.
E bırak da bu sefer ona versin.
"Ve in u'tû minhâ radû"
Efendimiz sadakadan, zekâttan, hediyeden, kendisine gelen ikramlardan verirse razı, hoş, memnun oluyorlarmış. Verilmediği zaman hop ayağa kalkıp kızıyorlarmış, bozuluyorlarmış.
Bu ne?
Bu nâkıslık alâmeti.
İyi Müslüman böyle yapmaz. Allah verse de vermese de kulluğunu muntazaman götürecek. Resûlullah verse de vermese de ona karşı ümmetliğini muntazam götürecek. Resûlullah değil de diyelim bir arkadaş.
"Ben ona hediye verdiğim zaman, onu evime çağırdığım zaman; buyur dediğim, ikram ettiğim, ziyafet çektiğim zaman iyiydik de hocam, bir kaç defa evime çağırmadım, öbür arkadaşları çağırdım veyahut bir kaç sefer ona hediye vermedim. Geçen bayram vermişim de bu bayram vermemişim. Herifin yüzü değişti"
Olur mu?
Olmaz.
Herkese maktu maaş gibi her zaman her şey verilmez ki. Verilse de verilmese de insanın davranışlarının hediyeye bağlı olmaması lazım.
Bilmem bu sözler açıkladı mı?
İyi bir Müslüman bu gibi durumlarda çizgisini saptırmaz. Verilse de verilmese de, izzet durumunda da zillet durumunda da muntazam yürümeye devam eder.
"İzzet durumu" ne demek?
"Kıymetli olmak" demek.
"Zillet durumu" ne demek?
"Hor olmak" demek.
İzzetli, itibarlı olduğu zaman da, hor olduğu zaman da, insan bir kere Allah'a karşı kulluğunu güzel yapacak, değişmeyecek.
"Fakir oldum" diye Allah'a ibadetini mi terk edecek?
"Sen ona zenginlik verdin de bana vermedin" diye arayı mı bozacak?
Olmaz!
Peygamber Efendimiz'e karşı da öyle. İzzet, itibar olduğu zaman iyi yapacak da, olmadığı zaman ara bozacak, olmaz!
Sevgi onlara bağlı olmamalı. Arkadaşlar arasında da öyle. Tekkede de öyle...
Şeyh efendi bazen birisine bir sebepten bir şey verir, ötekisine vermez.
"Bak ona verdi de bana vermedi!"
Hadi, aralar bozuldu, olmaz! Bazen bazı kimselere; kalbi yumuşasın diye veriliyor. Mesela İslâm'da zekâtın bir bölümü, islâm'a ısındırmak için verilmiş.
"El-müellefetü kulûbihim"
Kalpleri İslâm'a ısındırılmak için verilmiş.
Bazı kimselere zekât ayrılıp verilmiş.
Neden?
"İslâm'a ısınsınlar, İslâm'ı sevsinler" diye.
Mekke'nin fethinden sonraki gazalarda, savaşlarda elde edilen ganimetlerin çoğunu Peygamber Efendimiz yeni Müslümanlara verdi de Medine'de kendisine çok destek olmuş olan, çok sevdiği yakınlarına vermedi.
Neden?
Yenilerin gönlü ısınsın diye.
Yoksa, çok verdiğini çok seviyor, az verdiğini az seviyor, hiç vermediğini hiç sevmiyor diye değil.
Nitekim fitne oldu, bazıları Resûlullah'ın aleyhinde dedikodu yaptı. Resûlullah Efendimiz kalktı, çok dokunaklı bir hutbe okudu, herkes ağladı.
Demek ki iyi bir Müslüman; verilse de verilmese de, izzette de olsa zillette de olsa iyiliğini devam ettirir, bozmaz. Bu gibi ârızî sebeplerden dolayı ahbaplığı bozmaz. Buradan belli olur.
"Şu dört şey onun gönlünde eşit olmadıkça bir insan, kâmil insan olamaz"
Verilmesi verilmemesi, izzetli durum, zilletli durum. Aşağı mertebe, yukarı mertebe. Her durumda aynı olması lazım. Dervişlik işte bu! Bolluk zamanında, verme zamanında, herkes herkesi sever. Asıl vermediği zaman sevmek mühim.
"Hocam ben ibadetlerimden zevk almıyorum"
Alma, bazen insan ibadetlerden zevk almaz. Sen ibadeti zevk almak için mi yapıyorsun?
Hayır, Allah emrettiği için yapıyorsun. Zevk alsan da, almasan da yapacaksın; onun da başka tadı var. Şeytan bazen zevk aldırmaz, bazen zevk bir sebepten kaçar. Tasavvufta bu gibi meseleler, ince meseleler.
Kâle ve semi'tü Ebâ Osmâne yekûlü: "Salâhu'l-kalbi fî-erba'ati hısâl, fi't-tevâdu'i li'llâh, ve'l-fakri ila'llah ve'l-havfi mina'llah ve'r-recâi fi'llâh"
Yine Ebû Osman'dan aynı râvîler işitmiş ve müellife nakletmişler ki; İnsanın kalbinin doğru bir kalp olması, gönlünün temiz bir gönül olması salâhü'l-kalbi dört şeydedir.
İnsanın kalbinin temiz, iyi, Allah'ın sevdiği, pırıl pırıl nurlu bir kalp olması dört şeyledir. İnsanın içinde dört şey olacak.
"Fi't-tevâdu'ı li'llah"
"Allah için mütevazı olacak. Tevazu huyuna sahip olacak. Kibirli, burnu havada olmayacak. Mütevazı olacak.
Bu tevazuyu neden yapacak?
Allah rızası için. Allah rızası için mütevazı olacak. Mütevazı olursa kalbi, gönlü güzel olur.
Sonra;
"Ve'l fakri ila'llah"
Allah'a karşı muhtaçlığını hissedici olacak. Bana her şeyimi Allah veriyor; Rabbime sonsuz ihtiyacım var diye düşünecek.
Kul; "O'nun hiçbir şeye ihtiyacı yok, benim ibadetime ihtiyacı yok, ama ben ona muhtacım" diye Allah'a bağlılığını, Allah'ın ikramına ihtiyacı olduğunu bilecek.
Bunu anlayamamışsa, iyi bir gönül sahibi değil, iyi bir seviyede değil, iyi bir Müslüman değil. Tevazu sahibi olacak, kibirli olmayacak. Her şeyden büyük Allah olduğunu bilecek, Allah'ın huzurunda mütevazı olacak, Allah'a muhtaç olduğunu bilecek, her şeyin Allah'tan geldiğini, gelmezse çok fena olduğunu bilecek; iki.
"Ve'l-havfü mina'llah"
Allah'tan korkacak.
Neden?
Korkmazsa şımarık olur. Şımarık olunca Allah hakikaten ona bir ceza verir. Allah'ın gazabına uğrar, bir şamar yer; o zaman aklı başına gelir. Onun için korkacak! Korkacak da hareketlerine, düşüncelerine, yaptığı işlere dikkat edecek; "Aman!" diyecek. Aman ummadığım bir yerde ayağım kayıp da Allah'ın kahrına, gazabına uğramayayım! Diyecek, korkacak.
Korkmuyor.
Günahkârların hepsi Allah'tan korkmadığı için günah işliyor; korksa yapamaz. Polisten, mahkemeden, kanundan, devletten korkuyor; yapabileceği pek çok şeyi korku belasına yapmıyor. Komşuyu dövecek, şu malı alacak, şu kanunsuzluğu yapacak, şu işi yapacak ama korktuğundan yapmıyor.
Bu dünyanın bu saydığım şeylerinden korkuyor da kâinatı yaratan mülkün sahibi Allah'tan korkmuyor. Korkmadığı için de günahı işliyor. Polisten, hapisten, idamdan korktuğu için adam öldürmüyor; öldürmekten kaçınıyor.
Elinde tabanca oluyor; korktuğu için ateş etmiyor. Ama Allah'tan korkmadığı için günahı işliyor, olmaz! Allah'tan korku olacak. İnsanın içinde Allah korkusu olacak. Hakikaten korkacak.
Neden?
Ya sevmezse... Bilmiyorsun ki garantin yok ki. Peygamber Efendimiz bile ömrünün sonuna kadar nasıl yaşamış, nasıl sabahlara kadar ibadet etmiş, nasıl yalvarmış, tazarrû ve niyazda bulunmuş, nasıl secdelerde sabahlara kadar gözyaşı dökmüş.
Neden?
Allah'tan korkmak lazım. Korkuyor da ondan.
Ne zaman karşıdan bir sarı bulut gelse (fırtınanın alâmeti) koyu bulutları görse Peygamber Efendimiz'in benzi sararırmış; hemen Allah'a dua etmeye başlarmış.
Neden?
Kur'ân-ı Kerîm eski kavimlerin öyle bazı fırtınalarla helak olduğunu bildiriyor da ondan. Korkuyor. "Acaba ümmetimden bazı kimselerin yaptığı kusurlardan dolayı ümmetime bir azap gelir mi?" diye hemen duaya başlarmış.
Korkmak lazım. Üçüncüsü korku.
Dördüncüsü;
"Ve'r-recâi fi'llâh"
Allah'tan da ümitli olacak.
Yine de korkacak ama "Rabbim erhamü'r-rahimîn'dir, affeder, lütfuna bizi de erdirir inşaallah, cehenneme atmaz, cennetine sokar" diye ümidi de olacak.
Ümit de çok kıymetli bir şey, güzel bir duygu. Ümit oldu mu insanın yüzü gülüyor, sıkıntıları göğüsleyebiliyor.
Onu bir senelik kahra tahammül ettiren çiftçinin ümidi değil midir? Bir sene kahır çekiyor; tarlanın, iklimin zahmetini çekiyor. "Bir sene sonra mahsul alacağım" diye ümidinden o kadar sıkıntıyı çekiyor.
Talebenin talebelik kahrını çekmesi; "Bitireceğim, mezun olacağım, diploma alacağım, iyi bir iş kuracağım" diye değil midir?
Bir ümitten dolayı insan o sıkıntıları çekiyor. Onun gibi insanın içinde ümit duygusu olması lazım. Ümidini yitirmemesi, kaybetmemesi lazım.
Bir insanın ümidi kaybolursa ne olur?
Bir insan ümidini kaybetti mi çöker. Perişan olur, çok fena olur, hayatının tadı kalmaz. Hayatı zehir gibi olur. Hiçbir şey yapamaz.
Şair ne diyor?
Kalbim emelsizlerin karanlık yürekleri gibi yastan ve pastan.
İnsanın gönlü kararır, yas ve pas olur. Yas, üzüntü olur, pas tutmuş gibi olur, ışıl ışıl olmaz. Ümit lazım!
Özetleyelim:
İnsanın gönlünün arzu edilen, makbul bir gönül olması için mübarek evliyâullahın gönülleri gibi pırıl pırıl, nurlu bir gönül olması için kaç duygu olması lazımmış?
Dört duygu olması lazımmış:
Bir; Allah'ın huzurunda mütevazı olacak, kibirlenmeyecek. Hiç kimseyi hor görmeyecek, Allah'ın indinde kimin makbul olduğu belli olmaz. Allah'a kabadayılık yapamaz tabi; Allah'a karşı kibirlenecek değil ki. Mü'min Allah'a karşı kibirlenmez de yaradılana karşı da kibirlenmez. Çünkü Allah'ın kimi sevdiğini bilmez.
Onun için Yunus Emre'nin şu sözü güzel:
Yaradılanı hoş gör, Yaradan'dan ötürü.
Bazen otobüs şoförleri, kamyon şoförleri de arabalarının arkasına çok dokunaklı şeyler yazıyorlar. "Hor görme garibi" filan diye.
Öyle; hor görmemek lazım, belli olmaz, bakarsın Allah onu seviyordur. O bakımdan Allah'ın huzurunda tevazu sahibi olacak, mütevazı olacak; kibirli, kendini beğenmiş olmayacak.
Allah'a muhtaçlığını bilecek, o ihtiyacı hissedecek:
"Ben sana muhtacım, her şeyim senden geliyor yâ Rabbi!" diye Allah'a öyle bağlanacak; iki...
Allah'tan korkacak, Allah'tan ümidi olacak. Korkusu da ümidi de olmazsa fena! İkisi birden olması lazım.
Buna ne diyorlar?
Beyne'l-havfi ve'r-recâ olmak. Mü'min, "korku ile ümit" arasında olacak. İkisine de sahip olacak, ikisine de eşit mesafede olacak.
Bir paragraf daha okuyalım.
Ve semi'tühû yekûl. "Aynı râvi demiş ki 'Bu Ebû Osmân-ı Hirî şöyle diyor:'"
"El-muvaffaku men lâ yehâfü ğayra'llah ve lâ yercû gayrah ve yü'sirü rıdâhü alâ hevâ nefsih"
Muvaffak ne demek?
Muvaffak; "Allah'ın lütfettiği, tevfîkini refîk ettiği, tevfîkât-ı samedâniyesi'ne mazhar ettiği, yardımcı olduğu iyi kul" demek.
Muvaffak kimdir?
Üç sıfatını sayıyor:
"Men lâ yehâfü ğayra'llah"
"Allah'tan başka kimseden korkmayan.
Bir.
"Ve lâ yercû ğayrahû"
Başkasından da bir şey beklemeyen.
Başkasından da bir ümidi yok; efe yani! Allah'tan gayrısından korkmuyor, başkasından da bir şey beklemiyor.
"Acaba şu bir şey verir mi, acaba şöyle söylersem darılır mı, kızar mı, kırılır mı?" demiyor.
Bir şeyden beklentisi yok.
"Ve yü'sirü rıdâhü alâ hevâ nefsih" Allah'ın rızasını hevâ-i nefsi'ne tercih edendir.
Kendisinin bir isteği var, arzusu var. Hevâ-i nefsi var.
"İnsanın hevâsı" ne demek?
"Nefsinin arzuları" demek.
"Nefsin arzuları" nelerdir?
Nefsin arzusu yemektir, içmektir, uyumaktır, keyiftir, eğlencedir, zevktir, safadır, yan gelip yatmaktır. İşte böyle. Mülakat yap, herkese; "Canın ne istiyor?" diye sor bakalım. İşte bunlar nefsin istekleri. Sonsuz istekleri vardır ama esas itibariyle ciddi işlere yanaşmaz; rahatını, eğlenceyi sever. Ve insanı da oraya çekmeye çalışır.
"Nereye gidiyorsun arkadaş, ders var"
"Vallahi çok yoruldum, biraz uzanacağım"
"Yahu hadi bugün gel, vaaza gidelim"
"Yahu arkadaşlarla eğlence yerine eğlenmeye gidecektik, bu pazar gitmeyivereyim."
İnsanın hevâ-i nefsi, insana hoş gelen şeylerdir. Allah'ın rızası ise bazen zor, zahmetli şeydir. Cihad, oruç, hac, namaz zordur. Kazancını ayırıp fukaraya zekât vermek, elinden para çıkarmak zordur. Sabretmek, şükretmek zordur. Ama Allah bunları seviyor. Allah'ın sevdiği zor gelse de, nefis istemese de yapacak. Nefsinin istediği Allah'ın isteğine aykırıysa nefsinin istediğini susturacak, engelleyecek, Allah'ın istediğini yapacak. Hakiki dervişlik budur! Nefsinin istediğinin aksini yapmak.
Bir insan böyle olunca ne olurmuş?
Allah'ın tevkîfinin refîk olduğu hayırlı, mübarek kullardan olurmuş. Veyahut "Allah bir insana yardım ederse böyle bir insan olur" demek.
Bu da Allah'ın yardımıyla; meseleye oradan da bakalım.
Her işin sahibi Allah mı?
Her gücü kuvveti veren Allah mı?
Allah bir insana yardım ederse o zaman O, Allah'tan gayrısından korkmaz, kimseden bir şey ummaz, kendi nefsinin arzusunu tutmaz da Allah'ın yolunda gider. Bu da Allah'tan bir nasiple oluyor.
O nereden olur?
Allah bana da böyle yardım etsin ama ne yaparsam olur?
Edebe riayet edersen, edepli kul olursan Allah böyle yapar. Edebe riayet etmezsen, edepsiz kul olursan bunlardan mahrum olursun.
Her şeyin aslı edeptir. Allah'a karşı edepli olursan böyle olursun. Edepsiz olursan yardımını çeker. Allah tevfîkini refîk etmeyince de kul belasını bulur.
Allahu Teâlâ hazretleri cümlemizi tevfikât-ı samedâniyesi'ne mazhar eylesin.
Allah-u Teâlâ Hazretleri cümlenizden razı olsun. Cümlenizi Peygamber Efendimiz'in sevgisine, şefaatine, iltifatına nail eylesin. Peygamber Efendimiz'in has ümmeti olmanızı nasip eylesin. Dünya ve ahiretin her her türlü tehlikelerinden koruyup, dünya ve ahiretin her türlü hayırlarına erdirdiği kullarından eylesin. Firdevs-i Âlâ'da Peygamber-i zişanımıza komşu eylesin. Cennet nimetleriyle mütene'ım eylesin.