Eûzübillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm
El-Hamdülillâhi rabbi'l-âlemîne hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh. Kemâ yenbeğî li-celâli vechihî ve li-azîmi sultânih.
Ve's-salâtü ve's-selâmü alâ seyyidinâ ve senedinâ ve mededinâ Muhammedini'l Mustafa. Ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi ihsânin ilâ yevmi'l cezâ.
Emmâ ba'd:
Aziz, muhterem ve sevgili kardeşlerim!
Çok kıymetli bir âlimin; Ebû Abdirrahman es-Sülemî'nin -rahmetullâhi aleyh ve kaddesallâhu rûhahû- yazmış olduğu çok değerli, mümtaz bir kitap olan Tabakâtu's-sûfiyye’sini okuyoruz. Ebû Abdirrahman es-Sülemî tasavvuf büyüklerinin hayatlarını ve mübarek fikirlerini toplamış, böyle bir eser meydana getirmiş. Ve bu eseri çok kıymetli Mısırlı bir profesör de çok güzel dipnotlar, ilaveler, açıklamalar yaparak neşre hazırlamış. Henüz Türk dilimize tercüme edilmemiş bir kaynak eser olduğu için; tasavvuf konusunda en salahiyetli, en meşhur, en büyük, en kıymetli şahısların sözlerini ve fikirlerini buradan öğrenebiliriz diye bu kitabı okuyoruz.
Bunları kafanıza, gönlünüze yazın, unutmayın. "Hoca güzel şeyler söyledi; ama unuttum." demeyin. Unutacaksanız yazın, unutmayacağınız bir hal sağlayın.
"İki çeşit sabrı kendim de öğreneceğim, çoluk çocuğuma da öğreteceğim. Ben kendimi Allah'a beğendirmeye çalışacağım, Allah'ın sevdiği işleri yapacağım, kulların beğenisi, alkışı, pohpohlaması önemli değil. Allah'ın rızası önemli." diyeceğiz.
Kâle ve kâle Ebû Osmân: Aslu't-taallüku bi'l-hayrâti kısaru'l-emel.
Mübarek ne güzel sözler söylüyor! Hayatının hülâsasını, ahlakın en güzellerini bir cümleye sığdırmış. İstifade edebilsek bu sözler büyük hazine.
Aslu't-taallüku bi'l-hayrâti kısaru'l-emel.
İnsanların hayır hasenât yapması nedendir?
Bilin bakalım; insan neden hayır hasenat yapar?
Cami yaptırır, koşturur, hayır yapar, sadaka verir, sevaplı işlere fedakârca katlanır, atılır.
Neden?
Kısaru'l-emel'den olur bu.
Kısaru'l-emel ne demek?
Kısaru'l-emel, "emelin kısa olması."
İnsan, emeli kısa olduğu zaman hayırlara yapışır.
"Hocam, anlamadık, emelin kısa olması ne demek? Kısaru'l-emel'in zıddı nedir?"
Tûlu'l-emel, "insanın emelinin uzun olması."
Peki tûlu'l-emel ne demek? Kısaru'l-emel ne demek?
"Anlat hocam da; tulu'l-emel fenaymış, kısaru'l-emel güzelmiş. Anladım ki insanın emeli kısa olunca hayırlara yapışıyormuş, hayır çok yapıyormuş. Ne demek bu?"
Muhterem kardeşlerim!
Kendi kendinize bir sorun. Şöyle gözünü kapat kendine bir sor; ne zaman öleceğini tahmin ediyorsun, aklına ne zaman ölecekmişsin gibi geliyor?
"Ben şöyle düşünüyorum; 'doksanı geçsem' diye de temenni ediyorum, canım da istiyor."
Sen de öyle, ötekisi de öyle ama belki biraz sonra ölecek; belki zelzele olacak, duvarın altında kalacak. Belki araba çarpacak. Olmasın da, olanlar hep öyle oluyor. Kalp krizi geliyor, bir şeyler oluyor; abisi duruyor, kardeşi ölüyor. Anası duruyor, bebek ölüyor; dedesi duruyor, torun gidiyor; bu işler belli olmuyor.
Kendisini çok yaşayacak sanan insan, tûl-u emel sahibidir.
"Yaşarım ben. Kaç yaşındayım? Yirmi beş yaşındayım. En aşağı elli yıl yaşasam yetmiş beş, belki seksen olurum."
Elli yıllık bir emeli var. Uzun ama doğru değil.
Tûl-u emel; emelinin, ümidinin uzun olması. Tahmininin çok uzaklara kadar uzanması insanı gevşetir, gaflete sürükler.
Yarın öleceğini düşünse ne yapar?
Bugününü sevaplı geçirmeye çalışır, tevbe eder.
Yarın ölecek adam günaha gider mi?
Yarın askere alacaklar, Şırnak'a gidecek, askerlikte ön saflarda dağlarda gezecek.
Bu adam ne yapar? Bu akşam gidip içer mi?
İçemez.
Neden?
Ümidi yok; "Belki ölürüm." diye düşünüyor.
Emeli kısa oldu mu; "Çabuk öleceğim galiba, yakında öleceğim galiba." dedi mi hayır yapar. Halbuki hayır yapınca da ömrü uzar. Bu da esrâr-ı İlahî.
Esrâr-ı İlahî ne demek?
Esrâr-ı İlahiyye; "Allah'ın sırları, kaderin sırları." Peygamber Efendimiz'den biliyoruz; bu esrarı biz bilemezdik, Peygamber Efendimiz diyor ki;
"Sadaka, hayır hasenât ömrü uzatır. Akrabayı ziyaret etmek, sıla-i rahim ömrü uzatır.
Tanıdığım bir kimse var, "kendisi reklam istemez" diye isim söylemeyeyim; yoksa biz reklam ederiz. Adam hasta, üç beş çeşit hastalığı var. Belki "Kötü hastalık mı?" diye korkuyor. Çok büyük hayırlar yaptı, arsalar verdi:
"Ölmeden şu Kur'an kursunu görsem. Şu binaları bir yapsanız." dedi, bizi sıkıştırdı, vakfımızı sıkıştırdı, binalar yükseldi. Daha ölmedi, ölmez.
Ama hayrı neden yapıyor?
Yakında öleceğini tahmin ettiği için yapıyor; elli yıl daha yaşayacağını düşünse son beş yılda yapmayı düşünür. Kırk beş yıl daha hayırları tehir eder. Kırk beş yıl değil, kırk dokuz yıl tehir eder. Kırk dokuz yıl değil, kırk dokuz yıl on bir ay tehir eder. Son bir ay içinde yapmaya çalışır.
İnsanoğlunun tûl-u emeli arttı mı gevşer, hayırları yapmaz. Öleceğini sandı mı hayır hasenâta koşturur. Çok güzel, bak ne kadar güzel yakalamış.
İnsanların hayırlara yapışması, yakında öleceğini düşünmesindendir, emelinin kısalığındandır, yoksa yapmaz. Bu insanoğlu pazarlıkçıdır. Biz nekes, cimri, pinti, hesapçı, menfaatçi mahluklarız. "Ölmeden evvel yapalım da âhirete sevapla gidelim." deriz, "ölmek uzakta" diye düşünürsek yapmayız. Huyumuz böyle...
İnsanoğlu ne diyor?
İnnehû kâne zalûmen cehûlâ.
İnsanoğlu nasıldır?
Zalûm.
"Hocam zalimi biliyoruz da zalûm ne demek?"
Zalûm; "çok zalim, zalimin şiddetlisi" demek. İnsanoğlu çok zalimdir. Görmüyor musun Sırpları; nice nice zalimler var, görmüyor musun?
"Cehûl ne demek hocam? Cahili biliyorduk da cehûl ne demek?"
O da "fevkalâde cahil" demek, "şeddeli cahil" demek, "çok cahil" demek.
İnsanoğlu hem çok zalimdir hem çok cahildir. Bu gerçekleri bilmiyor. İşte bu gerçekleri bilse, sabrın gerektiğini bilse, kendisini Allah'a beğendirmesi lazım geldiğini bilse, tûl-u emelin çok tehlikeli olduğunu bilse…
Bunları bilmiyor. Çok cahil, bir de çok zalim…
İmtihan yaklaştığı zaman ibadetini yapar; imtihanı kazanınca boş verir.
"Hani ne oldu kerata? İmtihandan evvel ne kadar sofulaşmıştın sen ya!"
"İmtihanlar bitti hocam, sınıfı geçtik, diplomayı aldık."
"Allah sana lazım değil mi? Allah'ın rızası biraz sonra lazım değil mi sana? Şimdi niye günahlara sapıyorsun?
İmtihan mevsimi değil! Dokuz ay sonra imtihan mevsimi gelsin. O zaman yine sofulaşacak. Öyle şey olmaz! Allah öyle kulu sevmez. İstikrarlı kulu, devamlı kulu sever.
Anladık mı?
Bu da önemli bir şey.
Muhterem kardeşlerim!
Ne kadar yaşayacakmışız?
Belki bir dakika, belki bir saat…
Yarına çıkar mıyız?
Allah yardım ederse belki çıkarız. Belki de çıkamayız. O zaman hemen şu camiden çıkmadan önce hayır yapalım.
"Aman Hakyol Vakfı'nın ilgilileri, şuraya sandık koyun."
Bu akşam sandık dolar.
Neden?
Biraz bu konuyu anlattık da ondan.
"Ya yarın ölürsem hakikaten ya, Allah Allah dur bakalım, hiç bunu düşünmemiştim, ya bu gece ölüverirsem, en iyisi ben bu geceden şu cebimdeki paradan Hakyol Vakfı'na bir hayır yapayım da sevap olsun."
Bak, korkunca yapıyor. Korkmayınca yapmaz. Emeli uzadı mı, tûl-u emel sahibi oldu mu yapmaz. "Çoluğuma çocuğuma lazım, sonra yaparım." bilmem ne, şeytan aldatır.
Şeytanın oyunlarını biliyor musunuz?
Hani güreşçilerin oyunları var: Künde, salto atmak, köprü kurmak, tuşa getirmek. Hepsini bilmiyorum da bazı güreş oyunlarını duyuyoruz.
Şeytanın oyunları nedir?
İnsanı minderde yere yatırıp sırtını bastırıp da tuşla yenmek için şeytanın oyunları nelerdir?
Oyunlarından bir tanesi tehir ettirmektir. Tehir! Hayrı tehir ettirmek, şeytanın bir oyunudur.
Çanakkale'de Gümüşhaneli hocamızın halifesi vardı: Çırpılarlı Ali Hoca Efendi. Çırpılarlı Ali hocaefendi yani evliyâullahtan; kerametlerini herkes biliyor, ermiş. Allah lutfetmiş iyi kul olmuş; evliyâdan biliyoruz. Dedemin de hocası, babamın da hocası; ben de seviyorum. Çırpılar'a gittik, anma toplantısı yaptık.
Adamcağız İstanbul'da medresede okumuş, mübarek zât. Resmî vazife kabul etmemiş, devlet memurluğunu, altıncıkları, paracıkları reddetmiş. Kendi memleketine gitmiş, kendi helal arazisinde cami yaptırmış; yirmi dört odalı medrese yaptırmış.
Yirmi dört oda nereye sığar?
Kocaman bir cami, yirmi dört odalı bir medrese kolay sığmaz; yapılması kolay olmaz. Talebe yetiştirmiş, babamı yetiştirmiş. Bir sene okumuş, okutmuş; sonra medreseler kapatılınca onun da kapısına kilit vurulmuş, babam da dönmüş.
"Şimdi ne olmuş hocam? Hikâyenin sonunu merak ettik."
Medreseler kapatılınca yıkılmış, arsa haline gelmiş. Köylüler arsayı götürmüşler, Tarım Bakanlığı'na vermişler.
Hakkın yok muhtar efendi, hakkın yok! Sen Çırpılarlı Ali Hoca'nın mülkünü, medresesini, arazisini oraya buraya veremezsin. Vakıfla oynarsan Allah da senin canına okur; veremezsin!
"Hocam ben kendim tek başıma yapmadım, ihtiyar heyetiyle yaptım."
Vakıfla oynayamazsınız! O adamcağız kendi bahçesine, kendi parasıyla medrese yapmış, hocalık yapmış, talebe okutmuş, Bayramiç müftüsü olmuş, cami yaptırmış; sen onun hayrını kapattırıyorsun, kilitlettiriyorsun, yerini de başkasına veriyorsun. Veremezsin ki! Bu, hırsızlık gibi bir şey. Yapamazsın!
Oraya gittik, "Bu hatayı telafi edelim, bu medreseyi yeniden yapalım." dedik. -Ben Çırpılarlı Ali hocaefendiyi seviyorum ya.- "Medreseyi yeniden yapalım." istedik. Oradan birisi de heveslendi, "Tamam." dedi.
"Burası artık Tarım Bakanlığı'na verilmiş; ben sana şurada başka yer vereyim, siz orada yapın." dedi.
Arkadaşlar gitmiş, yer güzel, tamam, oraya biz bir Kur'an kursu yapacağız. "Ruhu şâd olsun." diye bir hayır yapacağız. "Namı yürüsün." diye, "Kabrine sevap yağsın." diye...
Arkadaşımız gelmiş, arkasından telefonla aramış; "Ben çoluk çocuğumla konuştum, razı olmuyorlar, vermiyorlar."
Şeytan hayrı yaptırmaz, ilk başta söz vermişti sonra caydırdı.
Neden?
Şeytan; insanın hayır yapmasını engelletir, geriye bıraktırır.
Peygamber Efendimiz; "Bir insan bir hayır yapıyorsa şeytanın elli oyunundan yakayı kurtarıp öyle yapar." diyor.
Hayır yapmak kolay değil; paracıklar keseden kolay çıkmıyor. Tam çıkacağı sırada şeytan bir vesvese veriyor, hayrı yaptırmıyor. Ama öleceğini bilirse amansız bir hastalığa düşerse yapar. Şifa istediği zaman yapar.
Neden?
Başı sıkıştı da ondan. Makbul değil ki! Sen sıhhatliyken yap da ben senin mert bir insan olduğunu, iyi bir insan olduğunu anlayayım.
İşte bunlardan ibret alacağız. Bizde de bu huylar vardır. Herkesin içinde, kafasında bu huylar dolaşır.
Hayrı yapan kolay mı yapıyor?
Birisi bir hayır yaptı, bir ev verdi; evinde kıyametler kopmuş. Annesi kızmış, karısı kızmış, çocukları kızmış. Ama kendisi söylüyor: " O hayrı yaptıktan sonra işime bereket geldi, ticaretim güzelleşti."
Şimdi kaç tane apartman sahibi olmuş; bir de deniz kenarında yalı sahibi olmuş.
Neden?
Sen Allah'ın imtihanını kazanırsan Allah da sana yardım eder.
"Yardım edeceği ne malum?"
Sen tereddüt edersen, şüphe edersen o zaman cimriliğe devam et. İşte bu bir cesaret. O hayrı yapana veriliyor, yapmayana verilmiyor. Cân-u gönülden yapana veriliyor. Birisi tarlasını verdi, vermek istedi; evinde kıyamet koptu. Kadınlar, kızlar, çocuklar; "Biz orayı şöyle yapacaktık da, böyle yapacaktık da." dediler.
Hayır yapmak zor!
Ama muhterem kardeşlerim!
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyuruyor ki;
Tesaddak ve ente sahîhun sahîhun. "Sen sıhhatliyken içinde cimrilik duyguları kıvranıp dururken hayrını yap, sıhhatteyken yap. Vefat zamanına kadar bu hayırları yapmayı geriye bırakma. Öleceğin zaman, can hulkuma, boğaza dayandığı zaman, boğazda gargara başladığı zaman can çıktı çıkacak; "Şuradaki tarlamı Kur'an kursuna verin, falanca yerdeki dairemi filanca vakfa verin, filancayı da şuna verin, hayrım olsun!" dersen geçmiş ola!
Peygamber Efendimiz; "O zamana tehir etmeyin." diyor.
O mallar zaten senin elinden çıkacak, başkasının olacak.
Te'mülü'l-bakae. "Mal seninken, yaşayacağını umuyorken, daha uzun zaman kalmayı ümit ederken, daha ölmeyi düşünmediğin zaman hayrını yap." diyor.
Son zamana tehir etme, yapamazsın. Zaten şeytan fırsat vermez, tehir ettirir; insan yapamadan gider.
İşte bu şeytanın oyunu; şeytanın insanı tuşa getirme oyunlarından bir tanesi. Şöyle omzunun arkasından bir salto atar, insanı küt diye tuşa düşürür. Şeytan usta bir güreşçi; şeytanla kolay güreşilmez. Allah'a sığınmak lazım, Allah'a dayanmak lazım, ibadet etmek lazım…
Kâle ve kâle Ebû Osmân. "Aynı râvi yine sözlerini nakle devam ediyor."
Ne demiş?
Ente fî sicnin mâ tebi'te murâdeke ve şehevâtike fe-izâ fevvazte ve sellemte isteraht. "Sen kendi muradına, kendi isteklerine, kendi arzularına, kendi şehvetlerine tabi olduğun zaman hapistesin."
"Nerede hapisteyim hocam?"
Duygularının hapsi altındasın. Mânevî bakımdan hapistesin.
Ne yapıyorsun, gününü nasıl geçiriyorsun?
Şehevâtının peşinde, muratlarının, isteklerinin peşinde geçiriyorsun. Sen hapistesin hür değilsin, mahpussun.
Ne zaman hür olacaksın?
Fe-izâ fevvazte ve sellemte isteraht. "İşlerini Allah'a havale ettiğin zaman, Allah'a teslim olduğun zaman rahatı bulursun."
Nefsine tâbi olmayacaksın, Allah'a teslim olacaksın.
"Nasıl teslim olayım hocam, 'Allah'a teslim oldum.' ne demek?"
Allah'ın kitabını okuyacaksın, uyacaksın. Teslim olmak o. Allah'ın buyruğunu, emrini tutacaksın. Allah'ın hükmüne razı olacaksın, yasağından kaçacaksın.
"Nefsim istemiyor, canım çekmiyor."
İşte onu yeneceksin; yenersen iyi olur.
"Muradının, şehevâtının peşinde koşarsan sen nefsinin ve şeytanın esirisin. Sen mahpussun, hapistesin."
Ne yapacağız?
Allah'a teslim olacağız.
"Yâ Rabbi! Ben senin kulunum. Sen ne istiyorsan bundan sonra onu yapmaya razı oldum. –Ebû Osmân-ı Hîrî hazretlerinin sözünü çok isabetli buldum.- "Bundan sonra kendi arzumu değil, senin emrini tutacağım." diyeceğiz.
Allah'ın emri ne?
Kur'an, şeriat, Peygamber Efendimiz'in hadîs-i şerîfleri…
Peygamber Efendimiz kendisi konuşmuyor; Allah'ın emirlerini bize bildiriyor. Resulullah'a uyacaksın, Kur'an'ı öğreneceksin, emrini tutacaksın, başlayacaksın:
Bismillâhirrahmânirrahîm,
el-Hamdü li'llâhi rabbi'l-âlemîn er-rahmâni'r-rahîm mâliki yevmi'd-dîn. İyyâke na'büdü ve iyyâke nesta'în.
"Bu ne demek?"
"Ancak sana ibadet ederiz, ancak senden yardım isteriz."
Allah Allah! Ancak Allah'tan yardım isteyeceksin. Uygula bakalım; Fâtiha'yı bir uygula da ben senin müslüman olduğunu göreyim. Adam daha Fâtiha'yı uygulamıyor, uygulayamıyor, Allah'a teslim olamıyor. Sadece Allah'tan isteyemiyor. Oradan bekliyor, şuradan bekliyor; beklediği yerlerden de hiçbir şey gelmiyor, umduğu dağlara da kar yağıyor, ayazda donuyor kalıyor. Ayazda kalıyor üşütüyor. Kafayı üşütüyor ondan sonra bir şey oluyor. Allah yardımcınız olsun!
Bu din çok inceymiş demek ki insan bu büyüklerin hayatını okuyunca anlıyor.
"Ben müslümanlığın böyle olduğunu duydukça hayretle görüyorum hocam."
İşte böyle. İşler böyle ince, hayatın mânevî tarafı bu kadar hassas.
Kâle ve kâle Ebû Osmân, "Aynı râvi yine demiş ki:"
ez-Zikrü'l-kesîrü en tezkirehû fî zikrike lehû inneke lem tasıl ilâ zikrihî illâ bihî ve bi- fadlihî.
Muhterem kardeşlerim!
Allahu Teâlâ hazretleri Kur'ân-ı Kerîm'de buyuruyor ki:
Yâ eyyühe'l-lezîne âmenü'z-küru'llâhe zikren kesîrâ. "Ey iman edenler!"
Nerede iman edenler?
Hepimiz iman etmişiz, değil mi?
Âmentü bi'llâhi ve melâiketihî ve kütübihî ve rusülihî ve'l-yevmi'l-âhiri ve bi'l-kaderi hayrihî ve şerrihî mina'llâhi te'âlâ ve'l-ba'sü ba'de'l-mevtü hakkun.
Tamam, hepiniz mü'minsiniz; sizlere hitap ediyor.
Yâ eyyühe'l-lezîne âmenû. "Ey iman edenler!"
Üzküru'llahe zikren kesîrâ. "Allah'ı çok zikredin."
Zikrediyor musun? Tesbihin var mı? Allah'ın adını anıyor musun?
Şair nasıl söylüyor, nasıl alay ediyor. Orhan Veli'nin bir şiiri var:
Yazık oldu Süleyman Efendi'ye.
Ayakkabısı vurmadığı zaman
Allah'ın adını anmazdı.
diyor.
Demek ayakkabısı vurduğu zaman; "Ay Allah, Allah Allah!" diyor. Ama ayağı acıdığından diyor; Allah'ı zikretmek için demiyor.
"Ay Allah, ayağım çok acıdı!"
"Fiyakalı olsun." diye ayakkabısını dar almış. Sıkınca o zaman; "Allah Allah!" diyor.
"Ayakkabısı vurmasa Allah'ın adını anmazdı." diyor Orhan Veli, ondan sonra "Yazık oldu Süleyman Efendi'ye." diyor.
Tabi yazık olur, Allah'ı anmayan insana yazık olur.
Tabi o bunları "Şairlik olsun." diye söylüyor da ben de burada alıyorum. Şimdi tam yeri gelmişken söylüyorum.
Evet, çok zikredeceğiz.
Yâ eyyühe'l-lezîne amenü'zküru'llâhe zikren kesîrâ. "Ey iman edenler! Allah'ı çok zikredin."
Tasavvuf karşıtları şimdi hapı yuttu mu?
Yuttu.
Mosmor oldular mı?
Simsiyah oldular.
Neden?
"Allah'ı çok zikredin!" diyor.
Ebû Hureyre radıyallahu anh'in bir ipi varmış. Üstünde iki bin tane düğüm varmış, her gece onu çekmeden uyumazmış. Kaç defa çekiyor, onu bilmiyoruz ama "Bir defa çekiyorsa iki bin defa 'Allah' diyor. İki defa çekiyorsa dört bin, beş defa çekiyorsa on bin defa zikrediyor." demektir.
Demek ki zikri çok yapmak için kendisine ipten bir alet yapmış. O zaman torna yok. Böyle güzel tesbihler, fiyakalı kuka tesbih, sedef tesbih, âlâsı, ustanın elinden çıkmışı, güzeli, pahalısı yok.
Bir tesbih kaç milyara satıldı vesaire. Elmaslısı, bilmem falanca padişahın tesbihi...
Ebû Hureyre radıyallahu anh Efendimiz ne yapmış?
İpi almış düğüm yapmış, düğüm yapmış, düğüm yapmış. İki bin tane düğüm. Yarıya böldü mü bin eder, dörde bölerse beş yüz eder. Çok zikretmişler.
İslâm'ı bu sahabe-i kirâm mı daha çok biliyor, şu bizim zamanın çok akıllıları mı?
Sivri akıllılar var, tasavvufa karşı, tesbihe karşı. Bak, Allah "Çok zikredin." diyor. Şimdi mosmor oldular.
Ebû Hureyre radıyallahu anh'in da tesbihini duydular, daha morardılar, şimdi siyaha doğru gidiyorlar.
Neden?
Eğer insan, dinini Kur'an'dan, hadîs-i şerîflerden öğrenecekse o zaman keyif kalmaz, nefis kalmaz. Kur'ân-ı Kerîm; "Çok zikredin." dediği halde zikirden hoşlanmıyor, zikretmek zoruna gidiyor, zikrin karşısına çıkıyor.
ez-Zikrü kesîr en tefkirahû fî zikre lehû. "Zikr-i kesîr, O'nu O'nun rızası için zikrettiğin zaman hasıl olur. Sen zikrullahı Allah rızası için, Allah aşkıyla, Allah muhabbetiyle yapıyorsan o zaman olur."
İnneke lem tesıl ilâ zikrihî. "Çünkü onu zikretmeyi sen elde edemezsin, zikretmeye ulaşamazsın, o makama gelemezsin."
İllâ bihî. "Ancak Allah yardım ederse."
Ve bi-fadlihî. "Allah'ın yardımıyla..."
Şimdi bu adam zikretmiyor, tesbihe karşı, tasavvufa karşı; neden?
Zikretmek, Allah'ın fazl u keremiyledir, Allah'ın sayesindedir, yardımıyladır.
"O olmayınca yapamaz." diyor, bak.
Yaptırmaz Allah.
Neden yaptırmaz?
Rızası için yapmıyor da ondan.
Sen Allah rızası için, Allah'ı sevdiğinden, Allah'a kul olduğundan yaparsan o 'çok zikretmek' o zaman olabilir. O zaman aşk gelir, şevk gelir; Allah ağzına tat verir, ibadeti tatlı tatlı yaparsın.
Dağlar ile taşlar ile çağırayım Mevla'm seni.
Çağırayım ne demek?
"Zikredeyim." demek.
Dağlar ile taşlar ile,
Çağırayım Mevla'm seni,
Seherlerde kuşlar ile
Çağırayım Mevla'm seni.
Sahralarda ahu ile,
Deryalarda mahi ile,
Mahi "balık" demek, ahu "ceylan" demek.
Derviş olup yâ Hû ile,
Çağırayım Mevla'm seni.
"Gece gündüz seher vaktinde, zikrullah âşıka ne güzel eğlence!" diyor.
Onu yaşamayan insan söyleyebilir mi?
"Zikrullah seher vaktinde dervişe ne güzel, ne hoş eğlence!" diyor.
Zikri nasıl sevdiklerini anlayabiliyor musunuz?
Kaymaklı kadayıf gibi, baklava börek gibi, helva gibi nasıl hoşlarına gittiğini...
"Ne hoş eğlence!" diyor.
Seher vakti ne zaman?
Geceleyin saat üç dört; senin benim horul horul uyuduğumuz zamanda kalkıyor, abdestini alıyor, edeple namazını kılıyor, gözlerinden yaşlar döküyor, yalvarıyor. Eline tesbihi alıyor; "Allah" diyor, zikrediyor. Ondan sonra imsak vakti, sabahın vakti geliyor; uyanık.
Müezzinler ilk ezanları okumaya başlıyorlar, Şimdi kalmadı ya, köyde falan oluyor, horozlar ötüyor, başlıyor. Horozlar ilk öttüğü zamanda işte sahur vakti olduğunu anlıyorsun. Ondan sonra kuşlar biliyor bu işi, horozlar biliyor.
İnsanlar Allah'ı bilmezse, Allah yoluna gitmezse hiçbir şeyi bilmezler.
Aziz ve muhterem kardeşlerim!
Allah cümlemize yardım eylesin, cümlemize tevfîkini refîk eylesin. Cümlemizi yolunda daim, zikrinde kaim eylesin, ibadetine müdavim eylesin. İçimize ibadetinden soğukluk vermesin. Namazdan, niyazdan, ibadetten soğukluk çok kötü bir şey. O, kötü bir işaret, "Kırmızı lamba yandı." demek, "alarm" demek. İbadeti sevmiyor, namazı sevmiyor, zikri sevmiyor, Kur'an'ı sevmiyor, camiyi sevmiyor, hocayı sevmiyor, İslâm'ı sevmiyor, müslümanı sevmiyor, hacıyı sevmiyor…
Ooo! Patlayacak şimdi; adam Çernobil santrali gibi patlayacak, bitmiş. Hiçbir şeyi sevmiyor, mahvolmuş. O çok kötü bir alamet, farkında değil. Kimbilir ne günahlar işledi de ondan oluyor. Ne haramlara battı, ne gıybetler etti de nelerden sonra o hâle geliyor. Allah cümlemizi günahlardan korusun. Yolunda daim, zikrinde kaim eylesin, ibadete müdavim eylesin aziz ve sevgili kardeşlerim!
Allah-u Teâla Hazretleri cümlenizden razı olsun. Cümlenizi Peygamber Efendimiz'in sevgisine, şefaatine, iltifatına nail eylesin. Peygamber Efendimiz'in has ümmeti olmanızı nasip eylesin. Dünya ve ahiretin her türlü tehlikelerinden koruyup, dünya ve ahiretin her türlü hayırlarına erdirdiği kullarından eylesin. Firdevsi Âlâda Peygamber-i Zişan’ımıza cümlenizi komşu eylesin. Cennet nimetleriyle mütena'ım eylesin.