Eûzübillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm
El-Hamdülillâhi rabbi'l-âlemîne hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh. Kemâ yenbeğî li-celâli vechihî ve li-azîmi sultânih.
Ve's-salâtü ve's-selâmü alâ seyyidinâ ve senedinâ ve mededinâ Muhammedini'l Mustafa. Ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi ihsânin ilâ yevmi'l cezâ.
Emmâ ba'd:
Aziz, muhterem ve sevgili kardeşlerim!
Çok kıymetli bir âlimin; Ebû Abdirrahman es-Sülemî'nin -rahmetullâhi aleyh ve kaddesallâhu rûhahû- yazmış olduğu çok değerli, mümtaz bir kitap olan Tabakâtu's-sûfiyye’sini okuyoruz. Ebû Abdirrahman es-Sülemî tasavvuf büyüklerinin hayatlarını ve mübarek fikirlerini toplamış, böyle bir eser meydana getirmiş. Ve bu eseri çok kıymetli Mısırlı bir profesör de çok güzel dipnotlar, ilaveler, açıklamalar yaparak neşre hazırlamış. Henüz Türk dilimize tercüme edilmemiş bir kaynak eser olduğu için; tasavvuf konusunda en salahiyetli, en meşhur, en büyük, en kıymetli şahısların sözlerini ve fikirlerini buradan öğrenebiliriz diye bu kitabı okuyoruz.
Ve mâ ekserü'n-nâsi velev hareste bi-mü'minîn. "Ey Resulüm, ey Muhammed-i Mustafa'm, ey benim habibim! Tasalanma, telaşlanma; bu işin usulü böyle. Sen ne kadar arzu etsen, çırpınsan, uğraşsan da insanların çoğu inanmayacaklar."
Ekseriyeti gidecek, tapınılacak başka şeyler bulacak. Öküze tapıyor.
Öküze tapılır mı?
Allah aşkına söyleyin, bir mantığı var mı, zavallı hayvanın nesine tapacaksın? Derisini kösele yapıyoruz, çanta yapıyoruz. Etini yiyoruz; kıyma yapıyoruz, köfte yapıyoruz, yağsız tarafından çiğ köfte yapıyoruz. Kayserili kardeşlerimiz pastırma yapıyor.
Bunun neresine tapacaksın?
Boynuzuna mı, tırnağına mı, kemiğine mi, nesine tapacaksın?
Hindistan'ın nüfusu bir milyara yaklaşıyor. Öküze tapıyor. Hocam, Amerikalılar, Avrupalılar neye tapıyor? Bunlar çok ileri, uzaya gidiyor. Onlar da haça, puta tapıyor. Onlar da yanlış. Bak ne kadar yanlış şeylere tapıyorlar. Onun için aklını kullanacaksın. Kullanırsan cennete girersin. Allah'ın rızasını kazanırsan, Allah'ın sevgili kulu olursan cennete girersin. Aklını kullanmazsan, öküze taparsan, haça taparsan cehenneme gidersin; bu kadar basit.
Bak ne demiş?
"İnsan evliyâ oldu mu birr ü takvasından dolayı ibadetleri terk eder."
Öyle şey olur mu?
Peygamber Efendimiz terk etmiş mi?
Peygamber Efendimiz halsiz kaldığı zaman bile Ebû Bekir Sıddîk bir kolunda, Hz. Ali Efendimiz diğer kolunda hasta hasta camiye gelmedi mi? Ebu Bekir Sıddîk Efendimiz'e; "Namazı sen kıldır." demedi mi?
Peygamber Efendimiz en son anına kadar; "Su getirin, abdest alacağım." diyerek abdest alıp namazını kılmadı mı?
Kıldı. "Evliyâullah ibadetleri terk eder." diye kim çıkarıyor?
"Ben evliyâ oldum, ibadete lüzum yok!"
İbadet ölüme kadar lüzumlu. Ölüme kadar devam. En son güne kadar; eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlühû deyinceye kadar ibadet edeceğiz.
Neden?
İbadet güzel de ondan, namaz güzel de ondan.
"Namaz gözümün bebeği, gözümün nuru, gönlümün süruru, ciğerimin köşesi."
Namaz güzel, oruç daha güzel. İtikâf daha da güzel; hac daha da güzel; cihad daha da güzel; Allah yolunda cihad etmek, şehit olmak en güzeli. Bunlar güzel şeyler; anlayana.
Ve ma ekserü'n-nâsi velev hareste bi-mü'minîn.
İnsanların çoğu anlamaz; ne yapalım?
Mü'min olmayacaklar.
Anlayan kurtulacak. Anlayamayan kurtulamayacak. İmtihanı kazanan üniversiteye girecek. Kazanamayan bir dahaki seneye kalacak.
İbadetler çok mühim. Abdestli gezeceksiniz, namazları camide kılmaya çalışacaksınız, ibadetleri severek yapacaksınız. Allah'ın sizi gördüğünü bilerek yapacaksınız. Allah'ı görüyormuş gibi yapacaksınız.
Kahire'de Mısırlı imam ne dedi?
"Yönünüzü kıbleye dönün. Gönlünüzü de Allah'a döndürün."
Namaza duruyorsun, yönünü Kâbe'ye çeviriyorsun, kalbini nereye döndüreceksin? Cenâb-ı Mevlâ'ya döndüreceksin. Allah'ın huzurunda olduğunu bileceksin, el pençe divan duracaksın, utancından ayaklarının ucuna bakacaksın.
Cenâb-ı Rabbü'l-âlemîn'in huzurundasın. Heybete bak, manzaranın güzelliğine, işin derinliğine, ehemmiyetine bak, insan sevincinden uçar.
Hayırdır inşallah! Geçen gün cumhurbaşkanı bana son model bir araba ile bir adam göndermiş, elinde kocaman bir davetiye zarfı var. "Çankaya'daki köşküme buyurun. Beraber çay, kahve içelim." demiş. Ben de kalktım gittim. Çay kahve içtik, döndük.
Böyle bir şey olur mu?
Şimdiye kadar hiçbirinize böyle bir haber, böyle bir davet geldi mi?
Nerede?
Öyle kolay mı? Çankaya Köşkü'ne herkesi çağırırlar mı?
Çağırmazlar.
Allah celle celalühû çağırıyor. Seni divanına, huzuruna çağırıyor.
"Ey kulum! Benim huzuruma gel." diyor.
Sen de "Allahuekber" diyorsun, Allah'ın huzurunda duruyorsun. Allah'ın huzurunda öyle durulur; duruyorsun. Asker olsan "hazır ol" da duracaksın. Ama Allah'ın huzurunda el pençe divan duruyorsun, boynunu büküyorsun, sübhâneke okuyorsun, hamd okuyorsun. Öyle derin mânası var ki.
Ondan sonra dışarıya çık, övün:
"Kâinatı yaratan, âlemlerin Rabbi Allah, beni divanına çağırdı, ben de gittim divanına durdum." Övünebildiğin kadar övün. Ne devlet, ne nimet, ne saadet! Mirac. "Namaz mü'minin miracı."
Sen bu namazı nasıl kılmazsın? Bu davete nasıl kulak tıkarsın? Nasıl sırt çevirirsin? Olur mu? "Aman! Rabbim beni çağırınca hemen varayım." diye abdestli gezeceksin. Çağırmadan gideceksin. Camiye erken gelmenin sevabı daha fazla. Abdestli gezeceksin, ibadetini yapacaksın. "On bir ayın sultanı Ramazan gelsin." diye bekleyeceksin. Orucunu aşk ile şevk ile tutacaksın. Teravihe aşk ile şevk ile gideceksin. Kur'an'ını aşk ile şevk ile okuyacaksın.
Senin kalbin yok mu? Sen aşk nedir bilmez misin? Muhabbet nedir, duymadın mı? Muhabbet denilen o tatlı baldan hiç tatmadın mı?
Kimisi kazanlarla muhabbet balına batmış. Kimisi muhabbet deryasına dalmış. Gözü aşkullahtan, muhabbetulllahtan başka bir şey görmüyor. Senin bu güzel sevgiden hiç mi nasibin, hiç mi haberin yok?
Peki sen neleri seviyorsun?
Amerikalı artistleri seviyorsun; bıyığını, saçını, tuvaletini, tavrını, edasını, sedasını. Arabanın şu markasını, kulüplerin falancasını, elbisenin şu çeşidini. Neleri seviyorsun, şu gönlünü nelere bağlıyorsun da âlemlerin Rabbinin sevgisine ulaşamıyorsun. Şu insanoğlunun gafletine, cahilliğine bak. Nerelerde oyalanıyor da asıl sevilecek yeri bulamıyor.
Allâhümme heb lenâ ma'rifeteke ve muhabbeteke ve rıdvânake'l-ekber.
Semi'tü Ebe'l-Hüseyni'l-Fârisiyye yekûl. "Ebû Abdurrahman es-Sülemî; Ebû Hüseyin el-Fârisî'nin şöyle dediğini işittim.' diyor." Semi'tü Ebâ İshâke'd-Diyneveriyye yekûl "O da Ebû İshak ed-Diyneverî'den şöyle dediğini işitmiş." Süile'l-Cüneyd. "Birisi Cüneyd-i Bağdâdî'ye soru sormuş:"
Çok dikkat edin! Bir söz insanı kurtarır, cennete sokar, uyanmasına, evliyâ olmasına vesile olur. Cüneyd'e sordular. Bu kitap öyle bir hazine. Onun için okuyoruz.
Futbol oynatsaydık, eğlence olsaydı stadyumlar dolardı. Millet bu işlerin kıymetini bilmiyor. Ne yapalım, Allah'ın nasibi.
Meni'l-ârif. "Ârif kime denir?"
Kelime mânasından, lügat mânasından söyleyelim. Ârif arefe den ism-i fâil. Arefe "bilmek" demek, ârif de "bilen" demek.
Mârifetullaha ârif olan, Allah bilgisini bilen, Allah'ı bilip tanıyan demek.
"Ârif kimdir?" diye soruyorlar.
Ne demek istiyorlar?
"Hakiki ârifin sıfatları nasıl olur, hakiki ârif nasıl olur?" bunu anlamak istiyorlar.
Fe kâle: Men lem ye'sirhü lahzuhû ve lâ lafzuhû.
Kısa bir söz ama aklınızı toplarsanız bu söz hepinizi evliyâ yapabilir. Evliyâ olmanın sırrı bu.
Ârif kimmiş?
"Ârif; sözü ve gözü kendisini esir etmemiş insandır."
Sözü bir insanı esir eder mi?
Gözü, bakışı insanı esir eder mi?
Eder.
Ağzını tutamaz, çenesini kapayamaz. Lambur lumbur konuşur. Sanki söz söylemenin kararı kendisine ait değil. Sanki sözünün esiri; ileri, geri konuşur. Mâlâyânî konuşur, hatalı konuşur, küfür konuşur, kalp kırıcı konuşur, günahlı konuşur, boş konuşur, gevezelikle konuşur. Konuşur da konuşur.
Sözünün esiri, dilinin esiri. Sanki dili efendi; kararı o veriyor, bu onun peşinde sürükleniyor. Halbuki kendisine hakim olması; konuşulacak yerde konuşması, konuşulmayacak yerde susması lazım. Yalan yanlış söylememesi, doğru konuşması lazım. Ölçerek biçerek konuşması, ölçüsüz konuşmaması lazım. Sevap kazanacak sözleri söylemek, günah kazandıracak sözlerden kaçınmak lazım.
Söz çok önemli. Bu iki dudağın arası insana çok günah kazandırır veya çok sevap kazandırır. İnsanları ekseriyetle cehenneme sokan şey, şu iki dudağı arasıdır; dilidir, konuşmasıdır.
İnsanoğlunun cehenneme neden girdiğinin istatistiğini yapalım: Melekler veya Zebaniler durdursun; "Bir insan cehenneme neden giriyor?" diye sorsun.
Acaba cehenneme ekseriyetle neden giriyorlar?
"Ne bileyim?"
Sen bilemezsin de Peygamber Efendimiz biliyor, söylüyor.
Ekserü mâ yüdhilu'n-nâse'l-cennete takva'l-lâhi ve hüsnü'l-huluk. "İnsanları ekseriyetle cennete sokacak olan şey Allah korkusudur, takvâdır ve güzel huydur. İnsanları en çok cehenneme sokan şey de; dili ile namussuzluğudur. İki dudağı arası ile iki bacağı arasıdır. Ekseriyetle cehenneme sokan onlardır."
Dili ile tenâsül uzvudur. Dili ile günaha girer, cehenneme girer. Tenâsül uzvu ile haram işler, günaha girer, cehenneme girer. Ekseriyetle onlardan girer.
"Ârif kimdir?"
"Sözünün ve bakışının esiri olmayan insandır."
Bakışına hâkim olacak, harama bakmayacak. Diline hâkim olacak, günah söylemeyecek.
Anladınız mı?
"Anladık."
Tabii anlarsınız, anlaşılmayacak gibi değil, çok açık. Ama buradaki zorluk anlamakta değil, uygulamakta.
Anladın ama dışarı çıkınca uygulayacak mısın?
Dervişim bana mektup yazıyor; "Hocam elinizi öperim, ayağınızı öperim."
Ayağımı da öpüyor! Tövbe tövbe! Elimi bile öpme, istemem! Elimi de öpüyor, ayağımı da, ayağımın altını da, dizimi de öpüyor. Öyleleri var:
"Elini öperim, ayağını öperim, dizini öperim."
Öpme, lüzum yok. Allah sevsin seni! Ben bir şey öptürmek istemiyorum. Sen Allah yolunda yürü kâfi.
Mektup yazıyor, diyor ki;
"Hocam her şey iyi, güzel de ben yazın gözüme sahip olamıyorum, hâkim olamıyorum."
Gözünün esiri!
"Ben yazın gözüme hakim olamıyorum! Çare ne?"
Çare dervişlik; dervişliği tam uygulamak.
Bizim tasavvufun prensiplerinden birisi, Nakşibendi tarikatinin prensiplerinden bir tanesi, "bakışı ayağının ucunda olmak."
Nazar ber kadem "Gözü yerde yürümek, etrafa bakmamak."
Terbiyeli bir kız gibi yürüyecek, gözüne sahip olacak. Çünkü gözle çok günahlara giriliyor. Gözle zina olabiliyor. Bakışı ile insan zina etmiş gibi günaha girebiliyor. Plajlar var, açık saçık giyinmiş insanlar var, mecmualar var, televizyon var, gazeteler var; hepsi eve giriyor.
"Sen bu gazeteyi neden alıyorsun?" diye soruyoruz.
"Haberler için alıyorum." diyor.
Alma bunu, alma! Baş sayfasında haber var, son sayfasında cehenneme bilet kesiliyor. Son sayfası cehenneme bilet. Bunu eve sokma.
"Ben oralara bakmıyorum."
Dört beş tane mecmua çıkarıyoruz, radyomuz var. Buralara gazeteler geliyor. Bir gün oraya konuşmaya gittim. Gazetelerin bazı yerlerini, müstehcen resimler mürekkeple kapatmışlar. İlk alan orayı kapatıyor, ondan sonra haberleri kesiyorlar, okuyorlar. İşte onu almayacaksın. Çünkü günah.
Ankara'da bir hacı amcamız vardı; İstiklâl gazisi, madalyası var. Onlar cihad ettiler, bu memleket kurtuldu; biz ondan rahat yaşıyoruz.
O, "aaah aah!" derdi, rahmetli nur içinde yatsın. Kabri cennet bahçesi olsun. "Biz eve kibrit alırdık. Kibrit kutusunun üstündeki resmi kazıyıp eve öyle sokardık."
"Melekler köpek olan, sûret olan eve girmez." diye hadîs-i şerif olduğundan kutunun üstündeki resmi kazır; ondan sonra eve getirirlermiş. Kibriti çakacağız, ocakta odun yanacak, kibrit lazım. O zaman kibrit kutuları uzunmuş, üstü resimli olurmuş. Üstündeki resmi kazıyıp öyle sokarlarmış.
Şimdi evin içindeki resimlerin haddi hesabı yok. Allah saklasın! Burada anlatılması mümkün değil.
Neden?
Mecmua geliyor, gazete geliyor, televizyon var vesaire.
Ârif; "Sözü ve bakışına esir olmayan insandır. Sözü ve bakışı kendisini esir edememiş olan, sözüne ve gözüne hâkim insandır."
Evliyâlık sarık, cübbe, tespih değilmiş; palavra, edebiyat değilmiş. Evliyâlık günaha girmemekmiş; gözü ile harama bakmamak, dili ile haramı söylememekmiş. Hakiki, büyük alimler evliyâlığı böyle anlıyor. İşi şekilden öze doğru indirmemiz; özü anlamamız lazım.
Semi'tü Ebe'l-Abbâs Muhammede'bne'l-Hasani'bni'l-Haşşâb yekûl. "Ebû Abbas Muhammed b. Hasan el-Haşşâb'dan işittim."
Haşşab, "oduncu" demek. Haşab, "odun" demek. "Ahşap bina" diyoruz.
Ne demek?
"Odundan, tahtadan yapılmış" demek. Haşşâb "oduncu" demek. Bak âlime; odunculuk yapıyor.
Neden?
Helal kazanacak, kimseye yük olmayacak da ondan.
Yekûlü semi'tü Ca'fere'bne Muhammedin yekûl. "O da Cafer b. Muhammed'den işitmiş." Semi'tü'l-Cüneyde yekûl. "O da Cüneyd-i Bağdâdî'den şu sözü işitmiş:" İn emkeneke ellâ tekûne âletün beytike illâ hazefen fe'f'al ve kezâlike kânet âletü beytihî. "Eğer evinin içinde eşya olarak, alet edevat olarak bir testiden başka bir şey olmamasına güç yetirebiliyorsan öyle ol!"
Kendisinin evinin eşyası da öyle idi. Mübareğin evinde bir testi vardı; o kadar.
Neden?
Su testide durur, bezde durmaz; başka çaresi yok.
Bir testi olacak.
Başka?
Başka bir şey yok.
Büyük bir âlim bu. Onlar böyle imiş, tavsiyesi de böyle.
"Evinde testinden başka eşya olmamasına güç yetirebiliyorsan öyle yap."
Bizim evlerdeki dolaplar, gardıroplar, şifonyerler, tuvalet masaları, misafir odası, büfeler, biblolar, çanaklar, çömlekler, levhalar, halılar, ibrikler, billurlar, avizeler, kesme kristal kap-kacaklar… Allah bizi affetsin.
"Güç yetirebiliyorsan evde yalnızca bir testin olsun, başka bir şey olmasın." diyor.
Peygamber Efendimiz'in evi nasıldı?
Dolmabahçe sarayı gibi miydi? Topkapı Sarayı gibi miydi? Çankaya Reisicumhurluk Köşkü gibi miydi? Yoksa Versay sarayı gibi mi?
Nasıldı Peygamber Efendimiz'in evi? Eşyası ne kadardı?
Fâtıma Anamız'ın eşyası ne kadardı?
Hz. Ömer'in hırkası nasıldı? Atlastan mı idi, ipekten mi? Nasıldı bu mübâreklerin âletleri, eşyaları?
Biz ne yapmışız?
Muhterem kardeşlerim!
İsrafa dalmışız, gösterişe batmışız. Nimete boğulmuşuz. Öbür tarafta Müslümanlar aç; cihad ediyorlar. Atacak mermileri yok, tüfekleri yok. Konuşacak cihazları yok.
Allah bizleri gaflet uykusundan uyandırsın. Sevdiği yollara sevk etsin.
Allah-u Teâla Hazretleri cümlenizden razı olsun. Cümlenizi Peygamber Efendimiz'in sevgisine, şefaatine, iltifatına nail eylesin. Peygamber Efendimiz'in has ümmeti olmanızı nasip eylesin. Dünya ve ahiretin her türlü tehlikelerinden koruyup, dünya ve ahiretin her türlü hayırlarına erdirdiği kullarından eylesin. Firdevsi Âlâda Peygamber-i Zişan’ımıza cümlenizi komşu eylesin. Cennet nimetleriyle mütena'ım eylesin.