Eûzübillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm
El-Hamdülillâhi rabbi'l-âlemîne hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh. Kemâ yenbeğî li-celâli vechihî ve li-azîmi sultânih.
Ve's-salâtü ve's-selâmü alâ seyyidinâ ve senedinâ ve mededinâ Muhammedini'l Mustafa. Ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi ihsânin ilâ yevmi'l cezâ.
Emmâ ba'd:
Aziz, muhterem ve sevgili kardeşlerim!
Çok kıymetli bir âlimin; Ebû Abdirrahman es-Sülemî'nin -rahmetullâhi aleyh ve kaddesallâhu rûhahû- yazmış olduğu çok değerli, mümtaz bir kitap olan Tabakâtu's-sûfiyye’sini okuyoruz. Ebû Abdirrahman es-Sülemî tasavvuf büyüklerinin hayatlarını ve mübarek fikirlerini toplamış, böyle bir eser meydana getirmiş. Ve bu eseri çok kıymetli Mısırlı bir profesör de çok güzel dipnotlar, ilaveler, açıklamalar yaparak neşre hazırlamış. Henüz Türk dilimize tercüme edilmemiş bir kaynak eser olduğu için; tasavvuf konusunda en salahiyetli, en meşhur, en büyük, en kıymetli şahısların sözlerini ve fikirlerini buradan öğrenebiliriz diye bu kitabı okuyoruz.
Kâle Resulu Ebû Osmân. "Aynı râvi, Ebû Osman'a şöyle bir soru sorulduğunu söyledi:"
Mâ alâmetü's-saâdeti ve'ş şekâve? Fe-kâle alâmetü's-saâdeti en tütîa'llâh ve tehâfe en tekûne merdûdâ ve alâmetü'ş-şekâveti en ta'siya'llâhe ve tercüve en tekûne makbûlâ.
Müthiş bir mâna, korkunç bir mâna…
Yani buna hepiniz uykunuz varsa bir tarafınıza iğne batırın çimdirin, uykunuzu dağıtın, bunu iyi dinleyin, bu çok mühim.
Uykunuz geldiyse, gündüz çok yoruldum, biraz da bilmem ne falan dün gecede uyumamıştım. Bas cimciği dizine hoplattır kendini dinle.
Ebu Osman'a sormuşlar:
"Saadetin ve şekâvetin alameti nedir?"
Saadet ne demek, şekâvet ne demek?
Saadet; insanın saîd insan olması; şekavet insanın şakî insan olması demek.
Saîd insan nedir?
"Cennetlik insandır, cennet yolunun yolcusu insandır."
Şakî insan kim?
"Cehennem yolcusu insan demektir, Allah'ın sevmediği durumda olan insan" demektir.
Saîd insan; "Allah'ın sevdiği yolda yürümekte olan, cennete doğru giden, cennetlik olacak insan" demek. Şakî insan da; "Cehennemin yoluna giden, cehennemlik olacak insan" demek.
Şakî'nin çoğulu eşkiyâ gelir. Türkçe'de eşkiyayı kullanıyoruz. Saîd'n çoğulu da süedâ gelir.
Efendim veya asıl saadet ve şekâvet nerede belli olacak?
Mahkeme-i Kübrâ'da.
Bir insan cennetlik ise emme'l-lezîne süidû ve fi'l-cenneti hâlidîne fîhâ mâ dâmeti's-semâvâti ve'l-ard, saîd insanlar zümresindense cennete girecek, ebediyen orada kalacak. Şakî insanlardan ise cehenneme atılacak, cayır cayır yanacak.
Sonuç orada, Mahkeme-i Kübrâ'dan sonra. İnsan saîd mi, şakî mi? E neden? Sonuç orada, burada değil.
Hayat imtihanı devam ediyor da ondan. Dur bakalım daha iki soruyu yapamadın ama daha öteki soruları belki yaparsın, belki sınıfı geçecek not alırsın. Daha belli değil, dur bakalım, hele bir hayat bitsin.
Hayat bittiği zaman da yetmiyor. Bazı insanlar kabre günahlı olarak girecek; arkasından anası, babası, çoluğu çocuğu, arkadaşı, dostu hayır hasenât yapacak, onun ruhuna gönderecek, günahları azalacak, azalacak belki kalmayacak. Belki derecesi yükselecek; böyle durumlar da var.
Sadaka-i câriye ne demek?
Adam camiyi yaptırdı, vefat etti.
"Kim yaptırdı bu camiyi?"
"Falanca hacı efendi."
"Nerede? Bir göreyim, 'Aşkolsun, güzel yaptın.' diyeyim."
"Sizlere ömür, şu kadar sene önce öldü."
"Bu köprüyü kim yaptırdı?"
"Hocam sorma üç asır önce filanca yaptırmış, çoktan öldü"
"Bu efendim çeşmeyi kim yaptı?"
Bunlar çalıştığı müddetçe onu yaptırana sevap gitmiyor mu?
Gidiyor.
Demek ki daha hesap kapanmamış. Daha hesap kapanmayınca işin sonucu tam belli olmaz. Tam sonucu Mahkeme-i Kübrâ'dan ilam alındığı zaman olacak. İlamı aldı, defteri solundan verildi, hesabı görüldü; bu cehennemlik.
Atın bunu cehenneme! İşte bak bu şakîlerden!
Mahkeme-i kübranın sonucu olan belgeyi, ilamı aldı, kitabı sağından verilmiş; cennetlik. İşte bu saîd. Saîd demek "cennetlik", şakî "cehennemlik" demek.
Bir insan bu dünyada saîd mi şakî mi, onun alameti nedir?
Diye bu zata soruyor şimdi birisi. Bak cevaba uyuyorsan yine bir cimcik daha at kendine dinle cevabı.
Alâmetü's-saâde. "İnsan’ın saîd olmasının alameti." En tütîallah. -Muhatabına hitaben söylüyor. "Saadetin alâmeti 'Allaha itaat etmendir." Ve tahâfe en tekûne merdûdâ. "Yine de Allah'ın huzurundan kovacağı merdûd bir kul olmaktan korkmandır."
Saadet budur, saîdlik budur. Hem Allah'a itaat edecek hem de 'ya Allah kabul etmezse, ya cehenneme düşersem, ya mahkemede, işin sonunda durumum fena olursa!' diye korkacak; saîdlik alameti budur.
Ve alâmetü'ş-şekâve. -Şakîlik alametine gelince o nedir?- "En ta'siyellâh, Allah'a isyan etmendir; isyanda, günahta, ma'siyette efendim koşturmandır." Ve tercüve en tekûne makbûlâ. "Yine de Allah indinde makbul bir kul olacağına ümit beslemendir."
Şekâvet bu.
Anladınız mı?
Herkes böyle yapıyor. Bu devirde herkes şakîlik tarifinin içine girecek kafada, zihniyeti yanlış. Bu Ebû Osman-ı Hîri isimli mübarek âlime göre çoğu hapı yutacak.
Hatta Camideki insanlar bile ne düşünüyor?
Hem isyan ediyor hem "Allah beni affeder." diyor. Faiz yiyor musun? Yiyor. Müslüman mısın? Müslüman ama yiyor yine.
Birisi malını sattı, bir arkadaşımızdan külliyetli miktarda para aldı. Bizim ahbap, arkadaş, akrabadan birileri de nasihat ettiler:
Sakın helal paranı haram yere yatırıp da efendim, tarla satmaktan helal kazanç elde etti bu helal kazancını sakın harama döndürme diye nasihat ettiler.
Adam nasihati tuttu mu?
Hayır.
Parayı götürdü, faize yatırdı. Külliyetli bir miktar olduğundan da her ay biraz para geliyor. Adam çatır çatır faizle yaşıyor. Koca göbekli, sakalı var mı yok mu hatırımda değil. Efendim Sabah akşam çalışmıyormuş da; muzır, parazit bir insan oldu. Tam Allah'ın istemediği insan. Nasihat tutmuyor ama Müslüman. Babasını tanırdık, kendisini tanırdık. Bak yine de; "Allah gafûrdur, rahîmdir." der.
Olmaz!
Allah'a isyan edip dururken, O'nun makbul kulu olacağını ummak yanlış bir zihniyet. Allah'a itaat edeceksin, itaat üzere olacaksın ama yine de; "Acaba Allah beni reddeder mi?" diye korkacaksın.
Bu korkma nedir? takvâdır. İnsan takvâ ehli olursa imtihanı başarır. Takvâ ehli olmazsa, korkmazsa, günahta ısrar eder, hayırları yapmazsa hakikaten şakî olur; alamet bu. Onun için bu ölçüyü iyi öğrenin, iyi anlayın.
"Şakîliğin, saîdliğin, alâmeti nedir, cennetlik veya cehennemlik olmanın alâmeti nedir?"
"Cennetlik olmanın alâmeti; hem Allah'a itaat etmen hem de itaat ettiğin halde; 'Acaba Allah beni reddeder mi, kabul etmez mi, Allah'ın sevmediği bir kul olur muyum?' diye korkmandır."
Bu iyi alâmet.
Cehennemlik olmanın alâmeti nedir?
"Hem Allah'a isyan edip hem de; 'Allah affeder canım, gafûrdur, rahîmdir.' demektir."
Dışarıdaki bir sürü günahkâr böyle diyor. Hem günahları işliyor.
Hem de; "Allah gafûrdur, rahîmdir." diyor.
İyi ama ya cezalandırırsa?
Çünkü cezalandıracağı şeyleri yapıp duruyorsun. Allah hem gafûrdur, rahîmdir, hem de azîzün zü'ntikâmdır. Gaflete düşme, şeytanın oyununa gelme. Çok mühim bir ölçü. Bunu hiç unutmayın, herkese de anlatın. Çok kimse anlamak istemez, işine gelmez. Çünkü birçok kimse hem günaha devam etmek istiyor hem de Müslümanlığı bırakmak istemiyor. İşin aslı bu!
"Müslümanlığı bırak!"
Yo "Bırakır mıyım? Elhamdülillah Müslümanım."
"Günahı bırak!"
"Onu bırakmam hocam, isteme benden, bırak günahı işleyeyim."
Benden ne diye müsaade alıyorsun? Allah yasaklamış; ben müsaade etsem ne olacak, etmesem ne olacak?
Bazı ilerici, modernist hocalar var, müsaade ediyor. "faiz yiyebilirsin." Modernist.
Yirminci yüzyılda faiz, ribâ haram değilmiş, biranın alkolü azmış bilmem vesaire. Hepsi masal, efsane, yalan dolan! Kendisi de faiz yiyor da ondan sana "ye" diyor, haberin olsun. Kendisinin de bankada hesabı var, kendisi de yiyor, halka onun için söyleyemiyor.
Aklımızı başımıza toplayalım. Allah'ın ahkâmını Allah koyuyor. Allah'ın koyduğu ahkâmı kullar kaldıramaz. Allah'ın yasakladığı şeye bir kul kalkıp da "helal" diyemez. Allah'ın helal kıldığı bir şeye de birisi kalkıp "haram" diyemez. Dese boşuna gider. Âlemlerin Rabbi öyle demiş; başkası ne derse desin!
Ankara'da bana birisi geldi; kravatlı, ütülü giyimi kuşamı düzgün, yakışıklı, beyefendi bir kişi. Müfettiş, yüksek mevkili bir kimse.
Dedi "Benim kızım sizin talebeniz." dedi.
"Pekâlâ, tanıştığımıza memnun olduk, hoş geldiniz." evimize geldi kızımızın damadımızın evine
Bizim kız sizi çok seviyor, çok sayıyor."
"Allah razı olsun. Allah da onu sevsin."
"Başını örtüyor da söyleyin başını açsın; yoksa tahsili yarım da kalacak."
"Bak şimdi olmadı!" dedim.
"Baş örtme emrini ben vermedim ki 'Başını aç.' diyeyim. Ben kim oluyorum? , Allah'ın âciz nâçiz bir kuluyum. Allah 'ört' demiş."
Efendim şey yapacak. Tahsil bilmem ne.
"Sen dedim müfettiş misin?"
"Evet."
"Hukuk ve adalet adamısın; bu yapılan haksızlık.
Sen de uğraş! Haksızlardan yana çıkıp da efendim kızının başını açtırmaya çalışacağına, haktan yana ol! Bu yüzyılda kimsenin giyimine, kuşamına bu yüz yılda karışılmaz. Üstelik "Bunu inancından dolayı yapıyor, Allah emrettiğinden yapıyor." de, anlamayanlara anlat.
Sen kravatlısın, iyi giyimlisin, kuşamlısın, sinekkaydı traşlı, dalgalı saçlısın, yakışıklısın, güzelsin. Sen anlatırsın, ben anlatamam; ben o kadar yakışıklı değilim. Ben sakallıyım, kara yüzlüyüm, kara gözlüyüm, kara sakallıyım, çember sakallıyım. Ben anlatamam ama sen anlatırsın sen müfettişsin.
Son söze geldik. Kâle ve kâle Ebu Osmân. Aynı Ravi demiş ki: "Ebû Osman şöyle buyurmuş:"
Bu zatı muhteremin son sözü vakitte yaklaştı zaten ondan sonra başka bir zatı muhteremin hayatı başlıyor.
Men sahibe nefsehû sâhibehû bi'l-ucûb ve men sahibe evliyâa'llah vüffika li'l-vüsûli ile't-tarîki ilallâh.
Men sahibe nefsehû bi'l-ucub. "Kim kendi nefsiyle, nefsi emmâresi ile hoş olursa, dostluk ahbablık ederse nefsi emmaresi ile dost olursa o zaman ucub sahibi olur, kendini beğenmiş insan olur, kötü huylu olur."
Ucub, hicâb-ı tevfîktir; Yani "Allah'ın tevfîkât-ı samedâniyyesinin gelmesini engelleyen bir mânidir."
İnsan ucub sahibi, kendini beğenmiş olmayacak.
Ben neyim ya? "Sen benim hayatımı bir dinlesen, başarılarımı bir bilsen, duvara astığım diplomaların sayısını bir görsen, ne oldum bir bilsen, ayağımı öpersin!"
"Sen çok fenasın, ucub sahibi, kendini beğenmiş bir insansın. Arkadaş sen mahvolmuşsun, hapı yutmuşsun!" arkadaş!
"İyi ama ben şöyle yaptım, böyle yaptım."
"Allah seni ıslah etsin."
Nasıl olacak?
Yumuşak olacak.
Ve men sahibe evliyâallah. "Kim Allah'ın sevgili kulları, evliyâsı ile ahbaplık ederse, onların yanında olursa, o zaman." Vüffika li'l-vüsûli ile't-tarîki ilallâh. "Allah'a kavuşma yolunu bulması mümkün olur."
"Evliyâullah ile ahbaplık eden, Allah'a giden yolu bulmaya muvaffak olur; kendi nefsine göre başına giden ucuba düşer."
"Ben okudum tahsilim var."
Kimisi böyle diyor.
"Ben ilahiyatı, Hukuk fakültesini veya bir başka fakülteyi bitirdim. Kur'an'ı da, Arapça'yı da bilirim." diyor.
Kendi kendisiyle ahbaplık ediyor.
O zaman ne olur?
İyi olmaz, kötü olur.
Evliyâullah ile ahbaplık eden, Allah'ın yoluna girmeye muvaffak kılınır. Kendi Kendini beğenip kendi nefsiyle dost olan, hicâbı kesici ucub derdine düşer, mahvolur.
Bilmem anlatabildim mi? Bunlar, kısa zamanda anlatması zor konular.
İnsanın ne yapması lazım?
Kendisinin hatalı olabileceğini düşünmesi lazım.
Siz düşünürsünüz. Çünkü siz esnafsınız, tüccarsınız, talebesiniz.
Siz düşünürsünüz. Sizin birazcık efendim tevazu gösterme imkânınız var.
Ya bir de diplomalarınız olsaydı ne olacaktı? Ya Doktor olsaydınız, ihtisas yapmış olsaydınız? Ya bir Yardımcı doçent olsaydınız veya hakiki doçent olsaydınız? Bir de profesörlük makamına çıksaydınız, ne yapacaktınız?
O zaman hapı yutmuştunuz.
"En çok ben biliyorum." falan diyecektiniz.
İyi ki eksikliğinizi biliyorsunuz; hata yapabileceğinizi düşünüyorsunuz. Kendisini tam sanıp da kendine güvenen, nefsine esir olan, nefsiyle ahbaplık eden ucuba düşer, mahvolur. Tevfîkât-ı samedâniyyeden mahrum kalır.
Evliyâullaha ittibâ eden, onlarla ahbaplık eden, Allah'a giden yolu bulmaya muvaffak kılınır. Çünkü orada tevazu vardır.
Hem üniversite profesörü hem de gidiyor, bir mürşid-i kâmile bağlanıyor, muvaffak olur. Allah tevfîkini refîk eder. Ama kendi başına giderse yolu bulamaz.
O zaman yol kapandığı için yolu bulamaz. Bu zat böyle diyor ben demiyorum.
Ebû Osman-ı Hîri hazretleri diyor; ben demiyorum. Yalnızca Arapçasını tercüme ediyorum, size anlatıyorum; o kadar. Bizim vazifemiz ancak bildirmek.
Biz de biliyoruz ucubun kötü olduğunu ama bu senin edanda bile ucub var. Sen daha anlamamışsın. "Anlamışım " sandığın şeyi bile anlamamışsın. Yumuşacık olacaksın, mütevazı olacaksın, yanılma ihtimalin olduğunu, haddini bileceksin, tabii olacaksın.
Mahallede horoz çok olursa sabah erken olurmuş. Öyle olmaz! Herkes haddini bilecek. Allahu Teâlâ hazretleri ibadetlerimizi, taatlerimizi kabul eylesin...
Allah-u Teâla Hazretleri cümlenizden razı olsun. Cümlenizi Peygamber Efendimiz'in sevgisine, şefaatine, iltifatına nail eylesin. Peygamber Efendimiz'in has ümmeti olmanızı nasip eylesin. Dünya ve ahiretin her türlü tehlikelerinden koruyup, dünya ve ahiretin her türlü hayırlarına erdirdiği kullarından eylesin. Firdevsi Âlâda Peygamber-i Zişan’ımıza cümlenizi komşu eylesin. Cennet nimetleriyle mütena'ım eylesin.