Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!
Kur'an-ı Kerim meali sohbetlerimizin ikincisine başlıyoruz. Allah-u Teàlâ Hazretleri Fâtiha'dan başlayıp Kur'an-ı Kerim'in sonundaki Muavvizeteyn'e kadar izahları sıhhatle afiyetle yapmayı, tamamlamayı nasîb eylesin.
Bu ikinci konuşmamda, Kur'an-ı Kerim üzerine açıklamalara başlamadan önce, bazı ön bilgileri sizlere sunmayı düşünüyorum.
Kur'an-ı Kerim, yeri göğü yaratan, insi cinni var eden, alemlerin rabbi Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin kelâm-ı kadîmidir. Bu bakımdan son derece önemlidir, konu son derecede ciddîdir.
Allah-u Teàlâ Hazretleri lütfuyla, keremiyle, rahmetiyle, insanoğlunu yarattığı zamandan beri rehbersiz, irşadsız bırakmamıştır. İlk insan Adem aleyhisselam, aynı zamanda ilk peygamberdir.
Asırlar boyunca insanoğulları var oldukça, yaşadıkça, onlar doğru yolu görsünler, bulsunlar, iyi kulluk yapsınlar; birbirleriyle insânî münâsebetleri güzel olsun, hem dünyaları hem ahiretleri ma'mur olsun diye, Allah-u Teàlâ Hazretleri nice mübarek kullarını, seçkin kullarını, yüksek kullarını, pür-nûr mübarek kullarını peygamber göndermiştir.
Bu peygamberlerin evveli Hazret-i Adem Atamız aleyhisselam'dır. İbrâhim aleyhisselam o mübarek peygamberlerin tanıdıklarımızdan. Kur'an-ı Kerim'de hakkında bilgiler verilen mübareklerinden birisidir. Nuh aleyhisselam, sevdiğimiz peygamberlerimizden bir tanesidir. Mûsâ aleyhisselam, Hârun aleyhisselam sevdiğimiz peygambelerdendir. İsâ aleyhisselam sevdiğimiz peygamberlerdendir.
İslâm o kadar güzel ki, bütün insanlığı kucaklıyor. Bütün insanların büyük çoğunluğunun inandığı mübarek kimselerin mübarek olduğunu, kutsal olduğunu, iyi olduğunu bildiriyor ve biz onları seviyoruz. Ne kadar güzel. Mûsâ aleyhisselam'ı seviyoruz, İsâ aleyhisselam'ı seviyoruz. Mûsâ aleyhisselam'a indirilen vahiylere, İsâ aleyhisselam'a indirilen vahiylere iman etmişiz. Ne kadar güzel!
Bu peygamberlerin sonuncusu ahir zaman peygamberi, efendimiz, serverimiz, önderimiz Muhammed i Mustafâ sallallahü aleyhi ve sellem'dir.
Ama başka dinlerin mensupları hem birbirleriyle çekişme içindeler, hem de bizim peygamberimize inanmadıkları için çok büyük bir hatâ işlemiş oluyorlar. Çünkü Adem aleyhisselam'ı yaratan ve asırlar boyu nice peygamberler gönderen Allah-u Teàlâ Hazretleri, en son peygamber olarak, ahir zaman peygamberi olarak Peygamber-i Zîşânımızı göndermiş ve bundan önceki peygamberlere inen melekler de ona da inerek, vahiy yoluyla Allah'ın emirlerini, yasaklarını getirmiştir.
İşte bu çeşitli vahiy şekilleriyle Cebrâil aleyhisselam vasıtasıyla peygamberimiz, ahir zaman nebîsi Muhammed-i Mustafâ sallallahü aleyhi ve sellem Efendimiz'e de Kur'an-ı Kerim'i cedde cedde, Arapça tâbiriyle nücûmen, yâni zümre zümre, küme küme 23 yılda, Allah-u Teàlâ Hazretleri indirmiştir. Bugün bizim kullandığımız milâdî tarihe vuracak olursak, 610 tarihinden Efendimiz'in vefat ettiği 632 tarihine kadar, Kur'an-ı Kerim'in inmesi devam etmiştir.
Böylece vahyin şiddetine dayanılması, Efendimiz'in gönlünün kuvvetlenmesi, hükümlerinin, konularının iyi anlaşılması, ayetlerinin ezberlenmesi ve hayata geçirilip uygulanması da kolay olmuştur. 23 yılda indirilmesi büyük bir hikmettir.
Tabii hemen hatırlatalım, 610'la 632 arası 22 eder ama, milâdî sene ile hicrî sene arasında fark olduğundan, birisi 365 gün birisi 354 gün oduğundan, 11 günlük fark böyle senelerce birikince, ikisi arasında yıl farkı meydana getiriyor. Hicrî 23 yılda indirilmiş, yâni 40 yaşında peygamberlik gelmiş, 63 yaşında irtihâl-ı dâr-ı bekà eyleyinceye kadar vahiy devam etmiştir Peygamber Efendimiz'e.
Biliyorsunuz vahiy denilen olay, başkalarının da görebildiği, hissedebildiği şiddetli bir olaydır , insanın duyularını zorlayan şiddetli bir olaydır. Bir kere vahiy geldiği zaman Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem Efendimiz'e, arı vızılıtısına benzeyen bir ses duyulurdu. Bunları bilmek önemli, zamanımızın insanları bunları daha iyi anlarlar.
Peygamber Efendimiz'e değişik bir hal gelirdi. Terlerdi, mübarek terleri anlında boncuk boncuk görünürdü. Meselâ devenin üzerinde iken vahiy gelse, deve bu vahye dayanamaz ve çökmek zorunda kalırdı. O dayanıklı, kuvvetli çöl hayvanı deve yere çökerdi.
Bir başka olay benim dikkatimi çekmiştir. Peygamber Efendimiz ashabı ile topluca sıkışık bir vaziyette otururken vahiy geldi. O zaman Peygamber Efendimiz'in dizinin değdiği bir kişi çok ızdırab çekti ve sanki dizi ezilecek, dağılacak, parçalanacak gibi oldu.
Yâni bu vahiy denilen, Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin Cebrâil aleyhisselam'la Peygamber Efendimiz'e gönderdiği ahkâmın gelişi, böyle çevreyi de etkileyebilen bir şekilde olurdu, görülebilen bir şekilde olurdu.
Biliyorsunuz Kur'an-ı Kerim sûrelerden, sûreler de ayetlerden meydana gelmiştir. Müstakil bir varlığı olan Kur'an-ı Kerim parçalarına ayet denilir Bu ismi hep duyduk. Kur'an-ı Kerim ayetleri diye duymuşsunuzdur. Kur'an-ı Kerim ayetlerine, bu küçük parça, harf veya kelime gruplarına ayet denilmesi, Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin bizzat kendisi tarafındandır. Âl-i İmran Sûresi'nin baş tarafında Allah-u Teàlâ Hazretleri buyuruyor ki: (Hüvellezî enzele aleykel-kitâb) "O Allah'tır ey Rasûlüm, senin üzerine bu Kur'an-ı Kerim'i indiren.. (Minhü âyâtün muhkemâtün) Bu indirilen ayetlerin bir kısmı muhkem ayetlerdir. " Muhkem, tahkim edilmiş, kuvvetli, mânâsı hemen, âşikâr anlaşılabilen, kendisinden hüküm çıkarılabilen ayetlerdir. (Ve uharu müteşâbihât) "Bir kısmı da insanların anlayamayacağı esrarlı, rumuzlu ayetlerdir." diye bildiriliyor.
Buradan anlıyoruz ki, Kur’anı Kerimin indirilen Kur'an-ı Kerim'in bu küçük parçalarına ayet ismini veren bizzat Allah'u Teàlâ Hazretleri'dir. Çünkü burada (minhü âyâtün muhkemâtün) buyuruluyor (Ve uharu müteşâbihât) buyuruluyor.
Bu Kur'an-ı Kerim ayetleri çoklukla ibretli, hikmetli anlamlı bir cümledir. Bizim cümle sözünden anladığımız dilbilgisi kurallarına göre bir cümledir. Fakat bazan anlamı iyi anlaşılamayan rumuzlu, müteşâbih birkaç harf de ayet olabilir. Meselâ böyle ayetlerden, sizin de hemen hatırlayacağınız bazılarını söyleyeyim: Elif, lâm, mîm Hemen Kur'an-ı Kerim'in ilk süslü baş sayfasında, Fâtiha ile Bakara sûrelerinin olduğu sayfada, hemen Bakara Sûresi'nin ilk ayeti nedir? Elîf, lâm, mîm; üç tane harf... Sonra meselâ: Hà, mîm... Meselâ: Tâ, hâ... Meselâ: Yâ, sîn... Meselâ: Kâf, hâ, yâ, ayn, sàd... Ayn, sîn, kàf… Tà, sîn, mîm...
Bunlar birer harf grubudur; iki harf veya daha fazla harftir. Nedir mâhiyeti ? Esrarlı, bazı duyumlar, bazı rivayetler var. Ama sonuç itibariyle harftir ve ayettir.
Demek ki ayet, en küçük böyle rumuzlu harfler olabilir. Bunlara hurûf-u mukattaa deniliyor. Tek tek böyle söylenen harfler, bir cümle, bir kelime değil yâni. Bunlar da ayet olabiliyor. Esrârını, rumûzunu Peygamber i Zîşânımız sallallahü aleyhi ve sellem Efendimiz biliyor. Ama herkes bilmiyor.
Ashabdan bazı kimseler müteşâbih ayetleri, bazı izahlarda bulunarak açıklamışlarsa da, çoğu da esrarını muhafaza etmektedir.
Bazen ayet-i kerime bir tek kelime olur. Meselâ: (Er-rahmân); bu bir ayettir. (Allemel-kur'ân) "Kur'an-ı Kerim'i öğretti." ikinci ayetidir Rahmân Sûresi'nin. Meselâ: (Elkàriah) bir kelime.Meselâ: (Ved-duhà) birinci ayettir, (Vel-leyli izâ secâ) ikinci ayettir. Meselâ: (Elhàkkah) bir kelime. Meselâ: (Sümme nazara) "Sonra baktı." Burda iki kelime var. Meselâ:(Müdhâmmetân) Uzatmalı, medli tek bir kelime Rahmân Sûresi'nde. Meselâ Fâtiha'da: (Elhamdü lillâhi rabbil-àlemîn) bir ayet, (Errahmânir-rahîm) bir ayet.
Demek ki, ayet ille cümle olacak diye bir kural yok. Bazen ayet bir tek kelime olabilir, hattâ rumuzlu birkaç harf olabilir. Bazen de bir çok kelimeden veya cümleden oluşan uzun bir cümleler topluluğu olabilir. Meselâ Ayetel-Kürsî bir ayettir. Okuduğumuz zaman, bayağı uzunca.. biliyorsunuz.
Sonra Kur'an-ı Kerim'in en büyük ayeti, bir büyük sayfa tutan, tek bir sayfa tutan Ayet-i Müdâyene'dir. Bakara Sûresi'nin sonunda, Amenerrasûlü'den bir sayfa önceki ayet-i kerimedir. Borçlanmanın ahkâmını, borçluların, alacaklıların bunu nasıl tesbit edeceğini bildiren uzun bir ayettir. Şahitler tutulacak, şahitler iki tane olacak. Eğer şahitlerden bir tanesi erkek olursa, o zaman iki tane kadın şahit daha olacak. Şahitler tehdit edilmeyecek, baskı altında olmayacak. Uzun uzun izahat, bir tek ayette yapılıyor.
Ayetlerin birbirinden ayırım işaretleri vardır, fasılaları vardır. Fasıla fasleden, yâni ayıran demektir. Kur'an-ı Kerim basmalarında ve yazmalarında, bazen buralara ayetin numarası yazılır. Kaçıncı ayet olduğunu bilmek bakımından, o da iyi bir şey.
Ayetlerin sayısı, tabii böyle önemli, büyük konularda, çeşitli bu kadar hacimli bir kitabın ayetlerinin sayımında alimlerin görüşlerinde bazı küçük değişiklikler olabilir. Bizim kendi din tarihimizde, Orta Asya'dan Ortadoğu'ya, Hindistan kıtasına, Osmanlı bölgesine, bugünkü Türkiyemize kadar ehl-i sünnet ulemasının kullandığı Kur'an-ı Kerim baskıları ve yazmalarında ayetlerin sayısı, bugün okuduğumuz Kur'an-ı Kerim'deki numaralamaya göre 6236 ayettir.
Bazı arkadaşlara soruyorum, "Kur'an-ı Kerim kaç ayet?" diye; "6666" diye, dört tane altıyı sıralıyorlar. Bu doğru değildir, gerçekleri yansıtmıyor. Kur'an-ı Kerim'in ayet sayısı 6236'dır.
Biliyorsunuz inen ayetler, tarifleri kolay olsun diye çeşitli yönlerden sınıflandırılmışlardır. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem Efendimiz zamanından beri yapılan bir bölümleye göre, ayetler Mekkî ve Medenî olarak ikiye ayrılır. Hangileri Mekkî sayılır, hangileri Medenî sayılır diye farklı izahlar var.
Ama kuvvetli görüş, yaygın görüş hicretten önce inen ayetlere Mekkî ayetler denir. Hicretten önce Peygamber Efendimiz henüz daha Medine-i Münevvere'ye hicret etmemiş, Mekke'de. Mekkî zaten Mekkeli demek. Hicretten sonra inen ayetlere ise Medenî denir, yâni Medine-i Münevvereli demek ama, ille bu ayetlerin Medine-i Münevvere'de inmesi şartı yoktur. Hicretten sonra inmiş olan ayetlere, Medine'de inmese bile Medenî, yâni Medine-i Münevvere bulunma devresinde inen ayetler denilmiştir.
Mekkî ayetlerin özellikleri, daha ziyade imana yönelik, kısa cümleli, heyecan dolu ayetlerdir. Medine-i Münevvere devresine ait ayetler ise, uzun ve hüküm bildiren; beşerî, siyâsî, ictimâî, ticârî ahkâmı bildiren, emir ve hüküm ayetleri oluyor diye biliyoruz.
Kur'an-ı Kerim'in ayetlerinde önemli olan bir başka mesele de, Kur'an-ı Kerim'in bu ayetleri Kur'an-ı Kerim'de Peygamber Efendimiz'e nüzul, iniş sırasına göre sıralanmamıştır. Sıra ilâhî emre ve işarete göredir ve tevkıfîdir; yâni keyfî veya tarihî değil, tevkıfî sırası vardır.
Bu şu demektir. Bir ayet-i kerime kümesi, birkaç ayet-i kerimeden ibaret bir vahiy geldiği zaman Peygamber Efendimiz bu gelen vahiylerin, ayetlerin nereye konulmasını gerektiğini, hangi ayetin arkasına, hangi sûrenin içine konulması gerektiğini bildirmiştir; öyle oraya konulmuştur.
Biliyorsunuz, ayetlerden oluşan daha büyük Kur'an-ı Kerim bölümlerine sûre denilir. Eskiden şehirlerin etrafına müdafaa için duvarlar yapılırdı, bunlara sur denirdi. Sûre kelimesi de bununla ilgilidir. Sur demektir veya yüksek mevkî, şerefli menzile anlamına alınmıştır. Yâni bu sûreler şerefli olduğundan Kur'an-ı Kerim diyoruz, ayet-i kerime diyoruz. Kerim; soylu, asil demek... Sûre de bir müstakil Kur'an bölümü olmak şerefinden dolayı bu ismi almıştır.
Bir de Arap dilini bilenler, tarihini inceleyenler aşinâdır meseleye. Bir çok kavram hayattan alınmıştır, somut şeylerden alınmıştır. Sonra soyut kavramlara isim olmuştur. Meselâ netîce diyoruz, sonuç mânâsına. Netîce aslında, Arapların deve yavrusuna verdikleri isimdir. Devenin doğurduğu yavruya netîce denir, doğmuş mânâsına netîce denir. Ordan sonuç anlamına kullanılmış. Sonuç kavramı için neticeyi biz de kullanıyoruz. "Bu işin neticesi..." diyoruz. Deve yavrusu demek değil tabii; sonucu demek.
Ayet, gözle görülen büyük alâmet demek. Büyük binalara, konak filân gibi çarpıcı binalara da ayet denir. İnsanın aklını etkileyen büyük olaylara da ayet denir. İşte bu büyük binâlara ayet denildiğinden, Kur'an-ı Kerim'in o parçalarına ayet ismi verildiğini düşünürsek; sur da şehri temsil ediyorsa; demek ki sûreler şehirler gibi, ayetler de o şehirdeki şerefli konaklar gibi... Bu mânâlardan düşünülerek Kur'an-ı Kerim'in küçük parçalarına ayet denmiş, büyük kısımlarına, kümelerine sûre denmiş oluyor. Böyle bir benzetmeden çıkmış olabilir.
En küçük sûre üç ayetten müteşekkildir inna a’tayna ke’l kevser . Kevser Sûresi, Asr Sûresi üç ayettir. İhlâs Sûresi dört ayettir. En büyük sûre de, hemen Fâtiha'dan sonra (Elif, lâm, mîm.) diye başlayan Bakara Sûresi'dir. O da 286 ayettir, elli sayfa kadar devam eder. Yâni sûrelerin de muhteviyatları, hacimleri farklıdır, kimisi büyüktür, kimisi küçüktür. Bunlar da yine emre göre, ilâhî işarete göredir.
Bu sûrelerin içine, Peygamber Efendimiz gelen ayetleri, "Şu sûrenin falan yerine yerleştireceksiniz! Şu, şuraya konulacak!" diye açık ve kesinlikle bildirmiştir.
Meselâ ilk inen ayetler, Peygamber Efendimiz Hıra Dağı'nda iken İkra Sûresinin ilk ayetleri ilk defa indi. Vahiyle ilk defa orada karşılaştı Peygamber Efendimiz, Cebrâil aleyhisselam'ı o devrede gördü. İlk inen ayetler İkra Sûresi'nin tamamı değildir, başındaki beş ayettir.
Bismillâhir-rahmânir-rahîm (İkra' bismi rabbikellezî halâk. Halekal-insâne min alâk. İkra' ve rabbükel-ekrem. Ellezî alleme bil-kalem. Allemel-insâne mâ lem ya'lem. Bunlar inmiştir, ama sûre bunlardan ibaret değildir. Aşağı doğru devam eder, aşağıda secde ayeti vardır. Onlar sonradan indiği halde, Peygamber Efendimiz şunun arkasına şöyle yerleştireceksiniz dediği için, oraya yerleştirilmiş ve böylece birkaç zamanda inen ayetler bir sûre teşkil etmiştir.
Bunların önemi çok büyüktür. O bakımdan Kur'an-ı Kerimin açıklaması yapılırken, ayet kümeleri, mânâ bakımından bir küme, birlik teşkil eden ayetler izah edilir. Ama sûrenin devamında bir başka konuya geçebilir, sûrenin devamında konu değişebilir. Yâni ille bir sûrenin bir konuya ait olması diye bir durum mevcut değildir.
Peygamber Efendimiz ve ashab-ı kiram sûreleri birbirlerinden ayırmak için, birbirlerine anlatmak için sûrelere isimler vermişlerdir. Bazen bu isim bir tanedir, bazen müteaddit, pek çok isimleri olabilir bir sûrenin. Meselâ el-Bakara Sûresi diyoruz, meselâ er-Rahmân Sûresi diyoruz. Bu isimler, ya sûrenin içindeki önemli konulardan dolayıdır. Meselâ, Bakara Sûresi'nde Benî İsrâil'in Allah-u Teàlâ tarafından kesilmesi emredilen bir kurbanı, ineği kesmekteki tereddütleri anlatıldığından Bakara Sûresi denilmiştir.
Bir inek kurban kesilecekti. Çünkü çevresindeki kavimler ineğe tapıyorlardı. Kesilmesi lâzım ki, onun Allah'ın bir yaratığı olduğu ve insanların hizmetinde olduğu, tapınmaya lâyık olmadığı anlaşılsın diye. Ama o zaman Benî İsrâil onu kesmekte zorlanmış. Çünkü kalıntılar var eski inançlarından.
Allah-u Teàlâ Hazretleri kesilmesini buyurmuş, Mûsâ aleyhisselam kesilmesini emretmiş Onun için, 286 ayetlik o sûreye Bakara Sûresi denilmiş. Yâni bu ineğin kurban edilmesi olayının anlatıldığı sûre demek oluyor. Halbuki bu elli sayfalık, ikibuçuk cüzlük Kur'an-ı Kerim sûresinde, çok değişik konular da vardır... Kur'an-ı Kerim'de bu surelerin isimleri demek ki konusuyla ilgili olabilir. Başladığı ilk kelime ile ilgili olabilir.
Meselâ Tebâreke Sûresi diyoruz, tebârakellezî biyedihil-mülk diye başladığı için. Aynı sûrenin Mülk Sûresi diye de adlandırılması vardır. Meselâ imanı bütün sâfiyetiyle anlattığı için, katıksız, hâlis muhlis imanı anlattığı için Kul huvallàhu ehad Sûresi'ne İhlâs Sûresi denmiştir. Kevser anlatıldığı için, (İnnâ a'taynâ kel-kevser) diye başlayan sûreye Kevser Sûresi denmiştir. Ondan sonra, meselâ Kul hu vallah, Kul eûzü birabbil-felak, Kul eûzü birabbin-nâs; bu üç sûreye Muavvizât denmiştir. Sondaki iki sûreye Muavvizeteyn denmiştir.
Bunlar Kur'an-ı Kerim deki sûre başında ayrı bir çerçeve içine, başlık çerçevesi içine yazılır. Ve bu çerçeve içindeki bu isimler Kur'an-ı Kerim'den değildir. Yâni Kur'an-ı Kerim'in o bölümünün bilinmesi içindir. Burada sûrenin adı, âyet sayısı, Mekkî veya Medenî oluşu yazılmıştır ama bilgi olsun diye yazılmıştır. Yâni vahiy olduğu için değil.
Meselâ: (Sûretül-Bakarah) "Bakara Sûresi... (medeniyyetün) Medine devresine ait ayetlerden müteşekkil bir sûre. (Ve hiye sittîn ve semânine ve mietâni ayeh) O ikiyüzseksenaltı ayettir." diye başlıkta bunlar yazar. Tabii her başlığın ille bunları yazsın diye bir mecburiyeti yok. Sadece sûre ismini yazıp, öylece geçen baskılar da vardır. Bu bizim kullanmış kullanmakta olduğumuz Kur'an-ı Kerimlerdeki durumu söylüyorum. O başlıklar Kur'an-ı Kerim'den değildir.
Kur'an-ı Kerim ayetleri hazerde veya seferde, yâni şehirde otururken veya seyahat halindeyken veya savaş halindeyken, nerde inmişse derhal o zamanda yazılmıştır. Peygamber Efendimiz'e vahiy gelince, vahiy kâtipleri onu hemen Efendimiz'in emri üzere yazıya geçirmişler ve hemen ezberlemişlerdir. Arapların o zekâsı, hafıza kuvvetiyle bir anda aşk ile, şevk ile, inen ayetler ezberlenmiştir. Böylece Kur'an-ı Kerim hafızları çoktu Peygamber Efendimiz'in zamanında.
Hazret-i Ali Efendimiz meselâ vahiy kâtiplerinden birisiydi. Yâni vahiy geldiği zaman yazanlardan, yazıyı bilen bir büyüğümüz. Meselâ İstanbul'da kabri bulunan Ebû Eyyub El-Ensârî vahiy kâtiplerinden biriydi ve hafızdı aynı zamanda. Sonra bu hafızlar -o zaman kurrâ deniliyor- kurra kıraat ilminde maharet kazanmış hafızlar savaşlarda şehid olmaya başlayınca, bir tehlike belirdi. "Bunları bilenler azalırsa o zaman tehlike olur." diye Ebûbekr-i Sıddîk Efendimiz radıyallahu anh zamanında ilmî bir heyet kuruldu ve Kur'an-ı Kerim bir cild haline, bir mushaf hâline getirildi heyet tarafından. Halka da okununarak, herkes tarafından tasvib gördü.
Sonra Hazret-i Osman radıyallahu anh zamanında bu ana nüshadan, yâni bir cilt haline getirilmiş Kur'an-ı Kerim'den yeni nüshalar yazılarak, genişleyen İslâm diyarlarına, çeşitli vilayet merkezlerine bu Kur'an-ı Kerimler gönderildi. Bunlar hâlen elimizde bazıları mevcuttur, müzelerde muhafaza edilmektedir. Meselâ Hazret-i Osman Kur'an-ı Kerim okuyordu, o sırada şehid edilmişti. Şehid edilirken kanlarının sıçramış olduğu Kur'an-ı Kerim nüshası bile, o kan izleriyle şu anda müzede elimizdedir. Bizim Topkapı Emânât-ı Mukaddese dairemizde... Ne mutlu, ne güzel! Hazret-i Ali Efendimiz tarafından yazılı bir Kur'an-ı kerim nüshası vardır; bu çok büyük bir mutluluk vesilesi.
Çünkü Kur'an-ı Kerim hiç bozulmadan yazılmış ve tâ Peygamber Efendimiz'in zamanından bu zamana kadar korunmuştur. Çünkü Allah-u Teàlâ Hazretleri, kendisi vaad etmiştir,
Bismillâhirrahmânirrahîm: (İnnâ nahnü nezzelnez-zikra ve innâ lehû lehàfizûn.) "Kur'an-ı Kerim'i biz indirmekteyiz, biz indiriyoruz, biz indirdik ve onu biz koruyacağız."
Yâni kıyamete kadar Kur'an-ı Kerim korunacak, ahkâmı bilinecek. Tâ ahir zaman geldiği zaman, yâni dünyanın bozulması, kıyametin kopma zamanı geldiği zaman, hadis- i şeriflerde bildiriliyor ki, "Kur'an-ı Kerim ayetleri böyle vızıldayarak uçacak." deniliyor. Bu bir hakikat de olabilir. Yâni Allah-u Teàlâ Hazretleri kâdirdir. Kur'an-ı Kerim'in ayetleri bozulmuş olan insanlığın arasından çekilip alınacak. Ya da Kur'an-ı Kerim'in ahkâmına hiç kimse kulak asmamağa, Allah'ın emirlerini dinlememeğe başlayacak diye bir işaret de olabilir.
Yâni Kıyamete kadar Kur'an-ı Kerim'in korunacak. korunacağı Allah tarafından bildirilmiş, Bu Kur'an-ı Kerimler ilkönce ellerindeki mevcut malzemeye yazılmıştır. Ashâb-ı kiramın elinde bez varsa beze, deri varsa deriye; meselâ geniş bir hayvan kürek kemiği varsa, kürek kemiğinin -düz olduğu için- üstüne; çeşitli böyle kağıt diyebileceğimiz üzerine yazılabilen malzeme varsa, onlara yazılmıştır.
Eski yazılar eski Kur'an-ı Kerim nüshalarında yazılar kûfî dediğimiz köşeli yazılardır. Bir de Hicaz kûfîsi veyahut, ma'kılî yazı ile yazılmıştır o zamanın en eski metinleri. Tabii o metinlere baktığımız zaman şimdiki Kur'an-ı Kerimlerde gördüğümüz harf noktaları ve harekelerin olmadığını görürüz. Onları okumak mütehassısların işidir. Herkes okuyamaz. Te üstte iki noktalıdır, se üç noktalıdır, cim ortasında bir noktadır. Bunları bulmuşlar ve kullanmışlardır. Bunları icad etmişler ve kullanmışlardır.
Tarihteki eski mushaflara baktığımız zaman, onların sayfa büyüklükleri ve bir sayfada bulunan satır sayısı çok değişiktir ve farklı farklıdır. Sonradan bunların tarih boyunca düzene sokulduğunu gözüyoruz. Yazı düzene girmiştir. Eskiden de güzel yazılar vardır, sonradan da ama, yazılış düzene girmiştir. Ve tecrübeye dayanarak tertip mükemmelleştirilmiştir.
Okunma ve ezberlenme kolay olsun diye de Kur'an-ı Kerim çeşitli bölümlere bölünmüştür. Kur'an ı Kerim'in kendisi bir çerçeve içine alınmış, bunlar çerçevenin dışında gösterilmiştir. Meselâ Kur'an-ı Kerim otuz cüze ayrılmıştır. Otuz cüz. Meselâ Amme cüzü diyoruz, Amme Sûresi'yle başlayan bu otuzuncu cüzdür. Fâtiha'yla başlayan ilk, birinci cüzdür.
Bu otuza ayırmak neden olabilir? Yâni her gün bir bölümü okunsun da bir ayda tamamlansın, otuz günde Kur'an-ı Kerim okunması tamamlansın diye otuza bölmüşler. İlerde hadis-i şerifleri okuyacağım, sohbetimin sonunda. Bazen yedi bölümlü Kur'an-ı Kerimler vardır. Şimdiki Kur'an-ı Kerimlerin bir yerinde yedi tane bölüm işaret edilmiştir. Bu yedi bölüme menzil denilir. Bu da bir haftada okunmak maksadıyla bir bölümlenmedir.
Bizde bu otuz cüzden her cüz 4 rubûa ayrılmıştır. Rubu', biliyorsunuz, çeyrek demek, dörtte bir yâni. Böylece Kur'an-ı Kerim'de yüz yirmi rübu' var bizim [elimizdeki baskılarda.] Ayrıca sayfalara bakarsak, yâni bir okuma bütünlüğü, anlam bütünlüğü olan ayetler tamamlandığı zaman bir ay işareti konmuştur. "Kur'an-ı Kerim'i eğer imam namazda okuyorsa işte burada anlam tamam oluyor, burada rükû edebilir." diye rüku' kelimesinin son harfi olan ayından gelmiş olabilir. Veyahut da aşr dediğimiz sözün ayınından gelmiş olabilir.
Araplara gelince, meselâ son Kur'an-ı Kerim baskısı, hacılar hac ve umre yaptığı zaman dönüşte veriyorlar. Onlar otuz cüz bölümlenmesini kullanıyorlar, ama her cüzü iki hizbe ayırıyorlar. Yâni böylece Kur'an-ı Kerim'de atmış tane hizb var, onların bölümlenmesine göre. Her hizbi de dört parçaya ayırıyorlar. O zaman her birinin şöyle: rubuu hizb, nisfu hizb, selâsetü erbaa hizb. diye geçiyor. Yâni ilk çeyrek, yarım, ikinci çeyrek,üç çeyrek ve tamamı olmak üzere. Böylece tabii atmış hizbi dörtle çarparsak iki yüz kırk tane hizb var. O da bir bölümleme.
Demek onu ezberlemekte filân öyle bölümlemeyi uygun görmüşler. Onların Kur'an-ı Kerim çalışması, okuma âdetleri öyle. Ayetler içlerinde anlam bakımından okurken nerede durulursa iyi olur, nerede durulursa mânâ bozulur, nerede durmak câizdir, nerede durmamak lâzımdır? diye duraklamaya yerlerinin vasfını belirten işaretler de taşırlar. Bunlar meselâ; ( م ) mim mutlaka durulması gereken yerdir, (ط ) tı durulabilen yerdir, (ج) cim câiz olan yerdir; ama (لَا ) lâ durulmaz. (ق) Kaf ve ( ) kıf gibi şeyler vardır... Çeşitli duraklama işaretleri kullanılmıştır. Bunlara hurûfu secâvendiye deniliyor. Bunlar da Kur'an ı Kerim'in güzel okunması, anlam bütünlüğü içinde okunması bakımından faydalı işaretlerdir.
Okunuş hatalarını engellemek için med ve kasır işaretleri de kullanılmıştır bizim bu zamanda kullandığımız Kur'an-ı Kerimlerde. Aynı harflerle yazılan heceler bazen uzun, bazen kısa okunur. Bunu Arapça bilenler kendileri çıkartırlar ama Arapça bilmeden Kur'an-ı Kerim okuyanlar için böyle bir işaret gerekmiştir.
Meselâ (أُولَئِكَ ) ülâike'de elif, vav, lâm, hemze kürsüsü, kef vardır. Eliften sonra vav olduğu halde burda "ûlâike" okunmaz, "ülâike" okunur, elif kısa okunur. Böyle bir âdet. Onun için bunun üstüne kısa okunacak diye bir kasır işareti vardır. Ama ona benzeyen var meselâ, ( أُولَاتِ حَمْلٍ ) ulâti haml, yâni “hâmile olan hanımlar” mânasına gelen. Orda أُولَاتِ حَمْلٍ ulâti haml meselâ kısa. Bazı uzun olan yerde de med işareti kullanılmıştır. Bunlara da med ve kasır işaretleri diyoruz.
Baskı hatalarını engellemek için, keyfî baskılar, ticârî baskılar yapılıp da Kur'an-ı Kerim'in ciddiyetine halel gelmesin diye, bozuk nüshalara yer vermemek için, tedkîk-i mesâhif heyetleri kurulmuştur. Kur'an-ı Kerimleri tedkik eden heyetler. Bunlar çok titizlikle çalışmışlardır. Yâni en küçük bir işaret bozukluğunu, hareke bozukluğunu dahi hemen düzelttirirler, bastırtmazlar ve onu piyasaya sürdürmezler. Mühür vururlar. Bu da Kur'an-ı Kerim'e saygıdan kaynaklanan bir titizliktir.
Bir de Kur'an-ı Kerim'in hattının, yâni yazısının çok güzel yazılması meselesi vardır. Osmanlılar aşk ile şevk ile bu işi yapmışlardır, geliştirmişlerdir. Bizde meselâ en çok tutulan Kur'an-ı Kerimler, Kayışzâde Hâfız Osman tarafından yazılmış Hâfız Osman hattı diyoruz. Sonra Kadırgalı Hasan Rızâ Efendi diyoruz. Bunların yazıları çok beğenilmiştir.
En makbul, hafızların kullandıkları nüshalar, baskılar, med ve kasırlı, âyet ber kenâr meşhur hattatlar tarafından yazılmış nüshalardır. Âyet ber kenâr ne demek? Yâni Kur'an-ı Kerim'in safya satırlarının düzenli tutulması, ayetin yarıya dek kesilip öbür sayfaya taşmaması, sayfanın sonunda bitirilmesi hususundaki titizliği gösterendir. Yâni ayetler öyle sayfalardan taşmıyor. Sayfa sonunda bir istisnâsıyla bitiyor demektir.
Bizim, ben yakın zamanda basılmış Kur'an-ı Kerim nüshalarına da bakıyorum. Genç hattatlar içinde de -Allah razı olsun, bana kendi yazdıklarını hediye edenler de vardır Çok güzel yazanlar, çok başarılı hattatlar vardır. Uluslararası ödül kazanmış olanlar vardır, Allah razı olsun.
Hind alimleri, yâni Hind kıtası, Pakistan, Doğu Afganistan, Hindistan... Oralarda yetişmiş çok büyük alimler tarih boyunca dinî ilimlere çok emek sarfetmişler. Oralarda çok değerli, tertipli, böyle yan mâlumâtı, takviye edici mâlumâtı çok güzel verilmiş mealler yazılmış, güzel baskılı Kur'an-ı Kerimler görüyorum. Onlardan bazıları kütaphânemde var. Çok güzel oluyor. Baskıları gayet güzel. Fakat onların yazıları bizim alıştığımız, gözümüzün sevdiği yazı üslûbundan farklıdır. Bizimkiler sanki bize daha zârif, daha ince, daha kıvrak, güzel yazılmış gibi geliyor.
Suud'da basılan son nüshalar bizim geleneksel bazı işaretlerimizi kullanmadıkları için, bizim halkımız tarafından okunurken bazı zorluklar çıkartabiliyorlar. Meselâ meddi gösteren çekme işareti dediğimiz işaretler onlarda yoktur. Meselâ: (Sümme leâtiyennehüm) "Aaa" uzatılmasını, biz bir çekme işareti yaparak, "leâtiyennehüm" okuturuz. Ama onlar bunu koymuyorlar, lâmelif'in üstüne bir hemze yerleştiriyorlar. Hemzeden sonra elif uzatma yapacak diye, tabii lâm da olduğu için, hemzeyi de oraya yerleştirmek kolay olmadığından onu "leâtiyennehüm" okumakta zorluk çekiliyor. Bir çekme işâreti kullanmıyorlar.
Ama onlar hatt-ı Osmânî dediğimiz, yâni Hazret-i Osman zamanında, kelimeler hangi harflerle yazılmışsa aynen o harflere riayet ederek Kur'an baskısına önem vermek bakımdan daha titiz davranmışlardır. Bizimkilerde, hatt-ı Osmânî'ye ilâve bazı harfler ekleyerek okumayı kolaylaştırmak düşünülmüştür. Onlarda buna Hatt-ı Osmânî’ye bu Hafız Osman Hattı demek değil Hazreti Osman zamanında ki ana nüshalardaki yazılışa uygunluk titizliği daha güzel bir şeydir.
Dünyanın çeşitli ülkelerinde çeşitli Kur'an baskıları oluyor. Bazıları da kafayı karıştırmak için, kendi fasit fâsık, fâcir itikadlarına uygun olarak bazı kelimeleri çıkartarak Kur'an baskısına kalkışıyorlar, çeşitli iddialarla, yeni bir takım şeylerle. Tabii Kur'an konusunda dinleyicilerin, müslümanların titiz olması lâzım! Mühürlü, güzel Kur'an-ı Kerim nüshaları kullanmaya çalışmaları lâzım! Alimlerin tavsiye ettiği Kur'an-ı Kerimleri okumaları lâzım.
Ayetler, bir takım olaylar, hadiseler üzerine nâzil olmuştur. Yâni ayetin tarihini bilmek bakımından, ne oldu da onun üzerine ayet indi? Bunları bilmekte büyük fayda vardır. Bu işin sebeplerine esbâb-ı nüzûl denir. Yâni ayetin nüzul sebebi.
Alimler Kur'an-ı Kerim'in anlaşılmasında fevkalâde faydalı olan bu bilgileri dikkatle toplamışlardır. İslâm tarihi içinde, Kur'an tarihinin bir bölümüdür bu esbâb-ı nüzul. Bu konuda büyük müstakil eserler yazmışlardır. Müfessirler de ayetin hangi sebeple indiğini anlatmışlardır.
Tabii ayetin özel bir sebeple, bir hadise üzerine inmiş olması hükmünün genelliğini engellemez. Yâni hüküm umûmîdir, çünkü emir umûmîdir. Ama "şu olay üzerine inmiştir" deyince, daha iyi anlaşılır Kur'an-ı Kerim ve bazen de yanlış anlama engellenir.
Nitekim Ebû Eyyûb el-Ensârî Efendimiz'in de bulunduğu bir savaşta kahramanlardan bir tanesi düşmana saldırdı, çarpıştı çarpıştı, şehid düştü. Arkadan bakanlar da dediler ki: "Bak bu kendisini doğrudan doğruya tehlikeye attı. Kendisi şehid oldu. Halbuki Kur'an-ı Kerim'de: (Velâ tülkû bieydîküm ilet-tehlükeh) 'Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın!' buyruluyor." deyince Ebû Eyyub El-Ensârî, hem vahiy kâtibi, hem hâfız, hem Peygamber Efendimiz'in mescidinde imamlık yapmış, hem Medine valiliği yapmış büyük zât olduğu için hemen bu yanlışlığı düzeltti. Dedi ki: "Ey insanlar, ey camaat! Biz Peygamber Efendimiz zamanında bu ayetten bu mânâyı çıkartmıyorduk. Bu ayet-i kerimenin baş tarafında, 'Mallarınızı Allah yolunda sarfedin! Onları cimrilik yapıp, elinizi sıkıp da hayırdan, hasenattan geri bırakmayın kendinizi! Böylece kendinizi malınızı Allah yoluna vermemek sûretiyle tehlikeye atmayın!' Çünkü o Allah yoluna sarfedilmeyen mallar cehennemde kızdırılıp insanların yüzlerine, yanlarına, sırtlarına yapıştırılıp öyle azap görecekler." diye izah verdi.
Demek ki iniş sebepleri hakkında bilgi sahibi olmak, ayetin kelimelerinden çıkabilecek başka anlamları engelemekte faydalıdır. Onlar önemlidir. Onun için müfessirler onları yazmışlardır.
Kur'an-ı Kerim'in sayfa çerçevesinin, yazı çerçevesinin dış tarafında, yanında bazı güzel işaretler vardır, süslü... Bunlar neyi gösterir? Cüz başlarını gösterir. Kaçıncı cüzün başlangıcı orada yazar. Veya cüzün içindeki bölümlenmeleri, rubu'ları yâni, çeyrekleri gösterir. Bir de secde ayetlerini bildiren işaretler vardır. Orada ( ) secde diye yazar. İçerde de secdenin sebebi olan ibareler çizgiyle belirtilmiştir. Bunlara dikkat etmek lâzım. O secde ayetlerinde secde etmek gerekiyor. Kur’an-ı Kerîmin yazısı görünüşüyle ilgili bu bilgileri bilmek lazım geliyor
Kur’ân-ı Kerimin incelikleri Kur’an-ı Kerimin Okunması lazımdır. Kuranı Kerimin okunması çok lüzumludur müslümanlar için çok büyük bir ibadettir çok yüksek bir zikirdir. Kur’an-ı Kerimi okumak zikirdir ve çok sevaplıdır.
Peygamber sallallahü aleyhi vesellem efendimiz pek çok teşviklerde bulunmuştur. O hadisi şeriflerin bir kısmını okumak istiyorum. Önceden söyleyeyim Kuranı Kerimin yüzüne bakmak bile sevaptır. İnsan okuma bilmese bu Allah’ın kelamı diye yüzüne baksa sevap kazanır
Biliyorsunuz aşiret reisi imiş ama okuma yazma bilmiyormuş Osman-ı Gazi. Osman Gazi diyoruz aslında sıfat olması dolayısıyla Osman-ı Gazi demek lazım. Orhan-ı Gazi demek lazım veya Gazi Osman Gazi Orhan demek lazım.
Osman-ı Gazi hazretleri şeyh Edebâlî’nin evine misafir gidince duvardaki bu asılı duran şey nedir diye sorunca demişlerki ; “Bu Allah’ın kelamı Kur’an-ı Kerim’dir” Bunun üzerine sabaha kadar uyumamış elpençe divan durmuş. Ama onun sebebiyle Allah’ın hoşuna gittiği için bu edebi bir rüya görmüş. Göbeğinden bir ağaç çıkıyor, dalları gökyüzünü tutuyor, kocaman bir şey Ben efendim bir rüya gördüm deyince senin neslinden çok büyük bir devlet meydana gelecek ve cihana hakim olacak rüyayı tabir eylemiş.
Kuranı kerime saygının çok faydası var. Allah adı yazılıymış bir kağıtta yerde yolda onu görmüş bir eşkıya yol kesen bir harami Bu allahın kelamı diye almış onu yerden basılmasın diye yıkamış uygun yere bir duvar deliğine kovuğuna koymuş o gece rüyada sen bizim ismimize hürmet eyledin bende senin cismini mübarek eyledim. Sana iman nasib eyledim!" diye Allah-u Teàlâ Hazretleri'nden böyle bir rüya görmüş böyle bir hitâba mazhar olmuş. Rüyada böyle bir iltifat görünmüş kendisine. Ondan sonra da büyük bir evliya olmuş.
Yâni Kur'an-ı Kerim'i sevmek, Allah'ın ismini sevmek, hürmet etmek dahi insana çok sevap kazandırır. Kur'an-ı Kerim'in yüzüne bakmak çok sevaplıdır. Sırf yüzüne baksa bile sevap kazanır insan.
Babasının yüzüne, anasının yüzüne baksa sevap kazanır. Kur'an-ı Kerim'e baksa sevap kazanır. Kâbe-i Müşerrefe'ye baksa sevap kazanır. Saygıyla, sevgiyle, muhabbetle, "Bu bana dinimi öğretiyor." diye, hocasının yüzüne baksa sevap kazanır. Deryaya baksa, denizin enginliğini düşünüp "Sübhânallàh, tebârekâllàh!" diye Allah'ın birliğini düşünse, sevap kazanır.
Kur'an-ı Kerim'in değil okunması, bakılması bile sevaptır. Ama okunduğu zaman, sevap çok daha fazla olur. Hattâ Allah-u Teàlâ Hazretleri her harfine on hasene verir. Peygamber Efendimiz diyor ki: "On sevap almak kelime için değildir. Elif lâm mim denildiği zaman; elif'e on, lâm'a on, mim'e on..." Yâni her harfine onar onar hasene veriliyor. Hasene de büyük sevap... Allah, insanın bir hasenesini lütfuyla, keremiyle kabul ederse, o sebeb-i duhûl-u cennet olur.
O bakımdan Kur'an-ı Kerim tilâvet ve kıraatine -tilâvet-i Kur'an, Kur'an-ı Kerim okumak; kıraat, o da okumak. İkisi de kullanılıyor- çok önem vermemiz lâzım ve okumaya müdâvim olmamız lâzım! Harflerini öğrenip okumamız lâzım!
Kur'an-ı Kerim okunurken tertîl ile okunur. Tertîl ile okumak Kur'an-ı Kerim'in kendine mahsus bir güzel edâ ile okumaktır. Sahabe-i kiram öyle okumuşlardır. Peygamber Efendimiz öyle okumuştur. Yâni Kur'an-ı Kerim düz bir konuşma gibi, bir nutuk gibi okunmaz. Bir güzel edâ ve sedâ ile okunur.
Lahn-i Arab üzere okunması, yâni Arap'ın üslûbuna, şîvesine göre okunması, hüzünle okunması; ehl-i kitâbın kendi kitaplarını okudukları gibi değil de, daha böyle bir ciddî, vakarlı, dokunaklı şekilde okunulması, hattâ okunurken ağlanması tavsiye buyrulmuştur.
Şimdi bu sohbetimin sonunda buna benzer hadis-i şeriflerden bir kaç tanesini okumayı düşünüyorum teberrüken. Kur'an-ı Kerim'in başından okunup sonunda bitirilmesine, yâni 114 tane sûre vardır, - demin sure sayısını söylemeyi unuttum - 114 sûreyi okuyup, Fâtiha'dan başlayıp Kul eùzü birabbin-nâs'de bitirmeye “Hatm” denilir. Hatm mühür demek. Yâni bir şeyi tseriyi, diziyi amamlayıp, sonra onu bağlamak, mühürlemek mânâsına geliyor.
Kur'an-ı Kerim'in hatmi çok sevaptır. Peyamber sallallahü aleyhi ve sellem : (İnde külli hatmetin da'vetin müstecâbeh) buyurmuştur. "Hatim indirildiği zaman yapılan dualar makbul olur." diye bir müjdedir bu. Onun için, o zaman el açıp hatim duası yapıyoruz. Çünkü o zaman dualar makbul.
Kur'an-ı Kerim'in hatmini tavsiye etmiştir Peygamber Efendimiz. Bu hususta tavsiyeleri, meselâ her ayda bir hatim indirilmesi tavsiyesi vardır. Kur'an-ı Kerim bizim bölümlememizde otuz cüz olduğuna göre, her gün bir cüz okumak demektir. Arabî aylara göre 30 gün çeken aylarda otuz günde, 29 gün çeken aylarda da en sonuncuda iki cüz okuyarak otuz günde bitirmek olabilir. "25 günde bitirilsin!" tavsiyesi vardır, adamına göre... "20 günde bitirilsin! 15 günde bitirilsin! 10 günde bitirilsin!" diye tavsiyesi vardır.
Yedi günde bitirme hızlı okuyabilen bazı hafızlar için güzel bir usüldür. İşte o zaman, bir günde okunan miktara menzil deniliyor. Hind baskıları, Pakistan baskıları bu yedi günlük yerleri işaret etmişlerdir. Çünkü onlarda buna riayet eden alim çok... Sonra üç günde okuma vardır. Yâni bir günde on cüz okuyarak. Ondan daha hızlı okumayı Peygamber Efendimiz mânâsı anlaşılmaz diye, yâni takip edilemez diye tavsiye buyurmamıştır.
Ama menâkıbdan biliyoruz, Bayezid-i Bistâmî Hazretleri ks otuz yıl yaya haccetmiş, her gün de bir hatim yapmış. Günde bir hatim yapacak kadar hızlı okuyabiliyor.
"Biz şimdi ne yapalım?.. Sayın dinleyicilerimiz ne yapsın?" denilecek olursa; ben diyorum ki, bunlardan ibret alalım, utanalım, kendi halimize bakalım! Hiç olmazsa Kur'an ı Kerim'in günde bir sayfasını okuyalım! Bu bir safyasını okurken de mânâsını, mealini meal kitaplarından, tefsir kitaplarından takib edelim. Böylece hiç olmazsa bir senede bir hatim tamamlayalım diye tavsiye ediyorum.
Allah-u Teàlâ Hazretleri içimize aşkını, şevkini versin. Kur'an-ı Kerim'e saygı ve sevgi versin. Kur'an-ı Kerim'e sımsıkı sarılarak güzelce okumayı, ahkâmını anlamayı, ahkâmına uymayı nasib eylesin.
Allah-u Teàlâ Hazretleri tevfîkini refîk eylesin. Cümlemizi iki cihanda aziz ve bahtiyar eylesin. Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!