es-Selâmu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh.
Allah'ın rahmeti, bereketi, selâmı, ihsânı, ikrâmı, her türlü güzel şeyler üzerinize olsun. Allah sizlere nasîb eylesin.
Bugün, Kur'ân-ı Kerîm'in ikinci sûresi olan; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Medîne-i Münevvere'ye hicret ettiği zaman ilk inen sûre; -tabii Medine'de ilk inen sûre olmakla beraber, buna rağmen içinde en son inen âyet de mevcut - Kur'ân-ı Kerîm'in zirvesi, çok mühim bir sûre; Kûfiyyûn, Kûfeli İslâm alimlerinin, mütehassıslarının kanaatine göre 286 âyet olan; çok nurları ihtiva etmesi dolayısıyla "en nurlu" mânasına gelen ez-Zehrâ ismiyle isimlendirilen ve içinde bakara yani Benî İsrâil'in, yahudilerin kesmeleri gereken kurbanı kesmekte nasıl tereddütler geçirdiklerini anlatan kıssa da olduğundan, o kıssanın sebebiyle el-Bakara ismi [verilen;] veyahut da [içinde] Âyetel-Kürsî olduğundan, o da çok mühim bir âyet-i kerîme olduğundan, el-Kürsî sûresi denilen sûrenin birinci âyetine Allah'ın lütfuyla, izniyle, Allah'a sığınarak, Allah'ın ismiyle, Allah'tan yardım dileyerek başlıyoruz.
Alimlerin çoğunun kanaatine göre, bu mübarek sûrenin birinci âyet-i kerîmesi Elif, lâm, mîm'dir. Bu birinci âyettir. Elif, lâm, mîm... Bu kadar. Yani bir "elif" harfi, bir "lâm" harfi, bir "mim" harfi; bu bir âyet-i kerîmedir. Ve böylece üç harf yapışık, bitişik olarak bulunduğu halde, elif kendinden sonra gelen harfle bitişmez ama lam ile mim bitişmiştir. [Bir kelime gibi yazıldığı halde] ayrı ayrı okunur; bir kelime gibi okunmaz. Tek tek okunduğu için buna kat' edilerek, kesilerek, kesik kesik okunan mânasına "hurûf-u mukattaa" denilir.
Bu gibi harfler, Kur'ân-ı Kerîm'in 29 sûresinin başında vardır. Misalleri verelim:
İşte bu Elif, lâm, mîm; sonra, Elif, lâm, mîm, râ; Elif, lâm, mîm, sâd; Hâ, mîm; Hâ, mîm, ayn, sîn, kâf; Kâf, hâ, yâ ayn, sâd; Kâf; Sâd; Nûn; Tâ, sîn, mîm; Tâ, sîn gibi şekillerde bu hurûf-u mukattaa yani kesik kesik okunan harflerden ibaret başlangıçlar Kur'ân-ı Kerîm'in 29 sûresinde geçiyor. Bazı sûrelerde bunlar başlı başına âyettir, bazılarında da birinci âyetin başlangıcıdır, başlıbaşına âyet değildir.
Bu hurûf-u mukattaa acaba ne anlama geliyor?
Bu hususta müfessirler yani Kur'ân-ı Kerîm'in açıklamasını yapan büyük mübarek alimler; takvâ ehli, titiz, mübarek din büyüklerimiz çeşitli davranışlar sergilemişlerdir, çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir.
Davranışlarından, davranış çeşitlerinden birincisi; bir kısmı demiştir ki: "Bunlar Allahu Teâlâ hazretlerinin bildiği, 'Allah bilir.' deyip bizim de susmamız gereken remizli işaretlerdir. Biz bu konuda bir şey söylememeyi tercih ederiz." demişlerdir. Çünkü; "yanlış bir şey söylemek tehlikeli olabilir" diye, bir şey söylememeyi, tefsir etmemeyi tercih etmişlerdir. Bu bir davranış şeklidir.
Bazıları da tefsir etmişlerdir, bazı açıklamaları ileri sürmüşler, söylemişlerdir. Bu ileri sürülen açıklamaların bir kısmı, kendilerine gelen rivâyetlerden, hadislerden kaynaklanmıştır. Bir kısmı da kendilerinin bu husustaki tahmin ve görüşlerinden kaynaklanmıştır.
Mesela [bu harflerin] bir mânası olduğunu, mânası hakkında fikir söyleyenlerden bir kısmı; İnnemâ hiye esmâu's-suver. "Bunlar sûrelerin isimleridir." demişlerdir. Nitekim Bakara sûresi'ne bizim Türkiyemiz'de "Büyük Elif lâm mîm" derler... Hâmîm sûresi derler, Yâsîn sûresi diyoruz. Bunlar sizin bildiğiniz, kulağınıza gelmiş olan şeyler. Bunlar sûrelerin isimleridir diyenler var. Evet, böyle başladıkları için, gerçekten de [bazı sûrelerde] isim gibi kullanılmıştır.
Bazıları da demişlerdir ki: Hiye ismün min esmâillâhi teâlâ. "Bunlar Cenâb-ı Mevlâ'nın Esmâ-i Hüsnâ'sından bazılarıdır." İbn Abbas [radıyallahu anhümâ]'dan rivâyet edildiğine göre, Süddî [isimli alim,] İbn Abbas radıyallahu anhümâ'ya; "Hâ mîm ne demek; Tâ sîn ne demek, Elif, lâm, mîm ne demek?" diye sormuş. İbn Abbas buyurmuş ki: Hiye ismullâhi'l-a'zam. "Onlar Allah'ın en büyük isimleridir."
Bir kısmı demişler ki; "Bunlar kasemdir, yemindir."
Bir kısmı demişlerdir ki, bunun şöyle mânası vardır. mesela Ebüd-Duhâ bunu İbn Abbas'tan rivâyet etmiş;
Elif, lâm, mîm ne demek?
Kâle enellâhu a'lemu. 'Ben bu Kur'ân-ı Kerîm'i vahyeden, gönderen Allah'ım." A'lemü. "Her şeyi en iyi, tam mânasıyla bilirim.' mânasını ifade eder." demiş.
Olur mu böyle; elif "ene, ben" demek, "a'lem" lâm mim ile böyle kısa yazmak?
Evet, Arapların âdetleri içinde vardır. Bazen bir tek harfi bir cümlenin, bir kelimenin, bir mânanın ifadesi olarak kullanmışlardır. Arap şairlerinden cahiliye devrinde şiir yazan insanlardan yani Kur'an'den önce lisanda böyle kullanmışlardır, böyle şeyler vardır. Mesela, "elif" dediğin zaman Ahmed'e delâlet eder. Kullanılan bir şey...
İbn Abbas radıyallahu anhümâ'nın böyle rivâyet etmesi, söylemesi bir görgüye, bilgiye, çevredeki kullanışa dayandığı muhakkak. Zâten bu 14 cins harf olan, 29 sûrenin başında bulunan bu çeşitli hurûf-u mukattaatın, bu tek tek harflerin her birinin hangi kelimeye delâlet ettiğini söyleyen alimler de çıkmıştır. " Araplar bunu şurada kullanıyor, bu şu demektir." gibi söyleyenler olmuştur.
Bir kısmı demişlerdir ki: "Bunlar Cenâb-ı Hakk'ın Esmâ-i Hüsnâ'sından bazılarının, bir harfle böylece ifadesidir." Mesela bunu açıklayacak bir izah olarak: "Elif, Allah sözüne delâlet eder. Lâm, Cenâb-ı Hakk'ın Esma-i Hüsnâ'sından "Latîf" sözüne [ismine] delâlet eder. Mîm, "Mecîd" ismine delâlet eder." gibi açıklamalar yapılmıştır. Ayrıca, "Elif Allahu Teâlâ hazretlerinin a'lâullah [olduğuna] yani lütuf ve ikrâmâtına; lâm, Allah'ın lütfuna yani Allahu Teâlâ hazretleri'nin kullarına lütfen verdiği şeylere; mim mecdullâh, Allah'ın mecd ü azametine, şânına delâlet eder." diye izah etmişlerdir.
Bu hurûf-u mukattaatın, böyle tek tek kullanılmasının sebebi hakkında da bazıları demişlerdir ki: "Bunlar bir sûreyi öteki sûreden ayırmak için kullanılmıştır." Ama sûreleri birbirinden ayırmak için zaten Bismillâhirrahmânirrahîm diye bir başlık konuluyor. Her sûrenin başında da yok. Demek ki, bu çok kabul görmüş bir izah tarzı değil.
Bir kısmı da; "Dikkati çekip, merakı uyandırmak için, böyle bir başlangıçla Cenâb-ı Hak başlamıştır ki, dinleyenler pürdikkat, 'Ne diyor, bunun anlamı nedir?' diye zihinlerini derlesinler, toplasınlar." gibi bir şekilde düşünmüşlerdir.
Bazıları da; "Bu harflerin böyle zikredilmesi, işte Kur'ân-ı Kerîm'in Allah tarafından birtakım esrâr-ı ilâhiyyeyi ihtivâ eden bir ilâhî kelâm olarak indirilmesi dolayısıyla, işte böyle bazı işaretleri, esrarı vardır. 'Haydi bakalım, anlayabilirseniz anlayın da görelim!' diye Kur'ân-ı Kerîm'in îcâzını, belâğatını, vecizliğini ve i'câzını; yani mûcize oluşunu, âciz bırakıcılığını, kimse tarafından taklid edilemezliğini, şânına yaklaşılamaz, derecesine çıkılamaz yükseklikte olduğunu gösteren [bir] başlangıçtır." diye izahlar yapmışlardır.
Bazı alimler dikkati çekmişler; bu 29 sûreye böyle hurûf-u mukattaa ile başlanıyor, bu sûrelerin genel özelliği, hepsinin başında Kur'ân-ı Kerîm'in, Allah'ın kelâmının önemi üzerinde durulması... Yani bu hurûf u mukattaatın arkasından, Allah kelâmının, Kur'ân-ı Kerîm'in, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'e inen vahyin önemli olduğunu, hürmet ve dikkat edilmesi gerektiğini gösteren âyetler geliyor. Bu da ilgi çekici bir şey... Yani, "Kur'ân-ı Kerîm'le ilgili hususlarda bakın, ayağınızı denk alın, hürmetinizi takının! Bu Kur'ân-ı Kerîm bu kadar önemlidir." diye, o önemi vurgulayan [bir] başlangıç...
Hakîkaten de bu hurûf-u mukattaat ile başlayan sûreleri düşünecek olursak; bu Bakara'da; Elîf, lâm, mîm. Zâlikel-kitâbü lâ raybe fîh diye devam ediyor. Kitap, yani Kur'ân-ı Kerîm geçiyor.
Başka yerde; Elîf, lâm, mîm. Allâhu lâ ilâhe illâ hüve'l-hayyü'l-kayyûm. Nezzele aleyke'l-kitâbe bi'l-hakkı musaddıkan limâ beyne yedeyhi... Burda da bakınız, yine kitap geçiyor.
Elîf, lâm, mîm.sâd. Kitâbün ünzile ileyke felâ yekün fî sadrike haracün minhü.... Yine burada, Elîf, lâm, mîm, sâd. hurûf-u mukattaattan sonra, kitap, [yani] Kur'ân-ı Kerîm zikri geçiyor.
Elif, lâm, râ, kitâbün enzelnâhu ileyke li-tuhrice'n-nâse mine'z-zulümâti ile'n-nûri. "Sana indirdiğimiz kitap, insanları zulmetlerden nûra kavuşturmak için." diye yine kitap, yani Kitab-ı Kutsî, Allah'ın kelâmı [geçiyor.]
Elîf, lâm, mîm. Tenzîlü'l-kitâbi lâ raybe fîhi min rabbil-âlemîn. Yine hurûf-u mukattaattan sonra, "Kitabın indirilişi şeksiz, şüphesiz alemlerin Rabbindendir." [diye bildiriliyor.]
Hâ, mîm. Tenzilü'l-kitâbi mine'r-Rahmani'r-Rahîm.
Hâ, mîm. Ayn, sîn, kâf. Kezâlike yûhî ileyke ve ilellezîne min kablikellâhü'l-azîzü'l-hakîm. "İşte Allah böyle sana ve senden öncekilere bu tarzda vahyetmiştir." diye hep kutsal kitaptan, Kur'ân-ı Kerîm'den bahseden sûrelerin başında bu harfler var diye, bu harflerin mânasını anlamak hususunda gayret sarfeden bazı alimler buna dikkati çekmişler.
Bir ârif kimse de [ne yapmış!] Çok hoşuma gitti, size [de] nakledeyim. Bu harfler 14 tane harf. Kur'ân-ı Kerîm'in sûrelerin başında tek tek okunan Yasîn, Tâ, Sîn, Mîm, Elif Lâm Mîm, Sâd, Nûn, Kâf gibi tek olarak okunan bu harfler 14 cins harf yani alfabenin harflerinin yarısı kadar. "Bu 14 harf hangi harfler yani hangileri hurûf-u mukattaa olarak kullanılmış?" diye hatırda kalsın düşüncesiyle bir ârif zât bunları şöyle bir ibârede toplamış: Nassun hakîmün kâtı'un lehû sırr. Bu ibare hem sûrelerin başında bulunan hurûf-u mukattaa olan 14 harfi ihtivâ ediyor, içine alıyor hem de biraz da tarif gibi. O bakımdan da güzel, onun mânasını size söyleyeyim.
Nassun hakîmin. "Hikmetli bir belge, nass." Kâtı'un. "Kesin, hikmetli bir nass, hükm-ü ilâhi." Lehû sırr. "İçinde bir sır var. O sırrı ihtivâ ettiği için böyle remizli olarak yazılmış." mânasına da geliyor. Bu nassun hakîmün kâtı'un lehû sırr ibaresinde hem 14 harf yer alıyor hem de bu hurûf-u mukattaatı bir bakıma bize güzel bir şekilde tarif ediyor. En güzel özeti onunla yapmış oluyoruz diye düşünüyorum. Yani bunlar Cenâb-ı Hakk'ın ibretli hükümleridir, hikmetlidir, kesindir ve sırrı, remizleri vardır. Bu remizler üzerinde çeşitli alimler çeşitli çalışmalar yapmışlar, bunun üzerinde kitaplar yazmışlardır.
Hatta ben hatırlıyorum, Ankara'da iken bir zât, Fâtiha sûresi ile Kur'ân-ı Kerîm'in geriye kalan bütün öbür tarafının arasındaki esrârengiz ilişkiler üzerinde çalışıyordu. Bizi de evine davet etti ve bize bazı şeyler sormuştu. Yani Fâtiha'nın her âyetinin, ta birinci âyetinden sonuna kadar Kur'ân-ı Kerîm'in ana şemasını gösterdiğini ve bir yerlerle ilişkisi olduğunu sezinlemiş onun üzerinde çalışıyordu. Bu ilişkileri de bu hurûf-u mukattaat remzediyor diye söylüyordu.
Hâsılı işte bu harfler, böyle esrarlı, hikmetli ama içinde Cenâb-ı Hakk'ın esrâr-ı ilâhiyyesi, remzi, şifresi -şifre kelimesi de Türkçe değil ama burada güzel anlaşılacak diye kullanalım- olan harfler oluyor.
Bu hususta bir de hadîs-i şerîflerden rivâyet var, onu nakletmek istiyorum. Bu hadîs-i şerîfe göre de, bu hurûf-u mukattaanın, tek tek harflerin harf değerlerinin önemli olduğuna dair Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in zamanında Medine'de yaşayan yahudiler bir şeyler söylemişler. Peygamber Efendimiz'in de, onların bu hurûf-u mukattaanın harf değeri yani ebced [hesabı] değeri karşılığına, yorumlamalarına cevabı var. Bu konuda bu hadîs-i şerîfi de okumak istiyorum.
İbn Abbas ve Câbir b. Abdillah b. Rebah'tan rivâyet edildiğine göre rivayet şöyle:
Merra ebû yâsir i'bn-ü ahtab fî ricâlin min yehûd bi-rasûlillâh sallallahu aleyhi ve sellem ve hüve yetlû fâtihate sûreti'l-bakarah: Elîf, lâm, mîm. Zâlike'l-kitâbü lâ raybe fîh. "Yahudilerin hahamlarından, alimlerinden, Medine'deki kabilelerin birisine mensub olan Yâsir b. Ahtab, yahudilerden bir grupla, bir zümre ile beraber, kalabalığın içinde geçiyordu. O sırada Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, bu şimdi başlamış olduğumuz Bakara sûresinin baş tarafını Elif, lâm, mîm. Zâlike'l-kitâbü lâ raybe fîh diye okumakta idi. Onlar da Peygamber Efendimiz'in neler söylediğini dinlediler."
Fe-etâ ehâhu huyeyi'bne ahtab fî ricâlin mine'l-yehûd. "Ondan sonra, yine böyle kalabalık halde kardeşi Huyey b. Ahtab'ın yanına geldi." O da yahudi.
Fe-kâle: Ta'lemûne vallâhi lekad semi'tü muhammeden yetlû fîmâ enzelellâhu teâlâ aleyhi: Elif, lâm, mîm. Zâlike'l-kitâbü lâ raybe fîh. "Biliyor musunuz, vallâhi ben bugün Muhammed'in Allah'ın kendisine indirdiği bu âyetleri okuduğunu duydum." diye yolda geçerken duyduğunu nakletti. Yahudi bunlar, kardeşine söylüyor. Ama kalabalık, beraber gittikleri insanlar var.
Fe-kâle: Ente semi'tehû. Huyey Yâsir'e: "Sen duydun mu lafları?" dedi.
Kâle: Ne'am. [O da,] "Evet, duydum." [dedi.]
Kâle: fe-meşâ huyeyü'bnü ahtab fî ülâike'n-neferi mine'l-yehûd, ilâ rasûlillâh. "Bu sefer Huyey b. Ahtab isimli yahudi zümresiyle, kalabalığıyla beraber Resûlüllah'a geldi. Hepsi birden sallallahu aleyhi ve sellem'in yanına geldiler, dediler ki;
Yâ muhammed! E-lem yüzker enneke tetlû fî mâ enzelellâhu aleyke elif, lâm, mîm. Zâlike'l-kitâb... "Deniliyor ki, sana Allah'ın indirdikleri âyetler arasında sen, Elif, lâm, mîm, zâlikel-kitâb... diye bir şey okumuşsun, okudun mu?.."
Fe-kâle rasûlüllâh sallallahu aleyhi ve sellem: Belâ. "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem 'Evet, okudum.' dedi."
Fe-kâlû: Câeke bihâzâ cibrîlü min indillâh? "Bu sözleri sana Allah tarafından Cebrâil mi getirdi?" diye o yahudi, Peygamber Efendimiz'e tekrar soruyor.
Fe-kâle: Ne'am. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: "Evet Cebrail aleyhisselam getirdi."
Kâlû: le-kad be'asekellâhu kableke enbiyâe mâ na'lemühû beyyene li-nebiyyin minhüm mâ müddete mülkihî ve mâ ecelü ümmetihî ğayruke. "Biz biliyoruz ki, Allahu Teâlâ hazretleri senden önce peygamberler indirdi ve [senin dışında] onlardan her bir peygambere kendisinin ne kadar hüküm süreceğini ve ümmetinin müddetinin ne kadar olduğunu bildirdi." dedi.
Fe-kâme huyeyübnü ahtab fe-akbele alâ men kâne me'ahû ve kâle lehüm. "Ve bu Huyey b. Ahtab kalktı ve o beraberinde geldiği yahudilere dedi ki." el-Elifü vâhidetün ve'l-lâmü selâsûn ve'l-mîmü erba'ûn fe-hâzihî ihdâ ve seb'ûne seneten. E fe-tedhulûne fî dîni nebiyyin innemâ müddete mülkihî ve ecelü ümmetihî ihdâ ve seb'ûne seneh? Etrafındaki insanları caydırmağa çalışıyor. Dedi ki; "Buradaki elif, lâm, mîm'deki elif ebced hesabına göre rakam değeri birdir, lâm 30'dur, mim de 40'tır. Bunun toplamı 71 eder. Siz hükmü ve ümmeti 71 sene sürecek olan bir Peygamberin dinine mi gireceksiniz?" dedi.
Yani caydırmak istiyor. Buradan, bu Elif Lâm Mîm'den 71 rakamını çıkartıyor. Kendisi yahudice, onların âdetlerine, ebced hesabına göre bir mâna çıkarmağa çalışıyor. Böylece etrafındaki kalabalığı Peygamber Efendimiz'e inanıp tâbi olmaktan döndürmeğe çalışıyor.
Sümme akbele alâ rasûlillâh sallallahu aleyhi ve sellem, fe-kâle. "Sonra - bu sözlerle yetinmedi - Peygamber Efendimiz'e döndü;"
Yâ muhammed, hel me'a hâzâ ğayruhû? "Yâ Muhammed! Senin yanında, bu Elif, lâm, mîm'den başka, böyle indiğini söylediğin bir şeyler de var mı?"
Fe-kâle: Ne'am. "Peygamber Efendimiz buyurdu ki: 'Var!'"
Kâle: Mâ zâke? "Nedir o başkası?" dedi.
Fe-kâle. "Peygamber Efendimiz buyurdu ki: Elif, lâm, mîm, sâd." Yani bu hurûf-u mukattaadan bir de Elif, lâm, mîm, sâd var.
Kâle: Hâzâ eskalü ve atvel. "Aaa! Şimdi bu daha ağır ve daha uzun oldu."
el-Elifü vâhidetün, ve'l-lâmü selâsûn, ve'l-mîmü erba'ûn ve's-sâdü tis'ûne. "Elif: 1, Lâm: 30, Mim: 40, Sad da: 90..." Fe-hâzihî ihdâ ve sittûne ve'l-mieh. "Bu 161 sene eder." Bu sefer tabii [Huyey] ilk sözünü kendisi [yalanlamış] oldu.
Hel me'a hâzâ yâ muhammed ğayruhû. "Bundan başka da var mı?" diye bu sefer merakla başka şeyleri kurcalıyor, Peygamber Efendimiz'e soruyor.
Kâle: Ne'am. "Peygamber Efendimiz buyurdu ki: 'Evet, daha da var.'"
Kâle: Mâ zâke. "Nedir o başkası?"
Kâle: Elif, lâm, râ... "Böyle bir de 'Elif, lâm, râ...' var."
Kâle: Hâzâ eskalü ve atvel. "Ooo! Bu daha da ağır ve daha uzun oldu."
"Elif: 1, Lâm: 30, Râ da: 200... O zaman 231 sene eder." dedi.
Fe-hel me'a hâzâ yâ muhammed ğayruhû. Bu sefer; "Bunlardan başka da var mı?" [diye yine sordu.]
Kâle: Ne'am. "Peygamber Efendimiz, 'Evet, var.' [buyurdu.]"
Kâle: Mâ zâ? "Ne var?"
Kâle: Elif, lâm, mîm, râ. "'Elif, lâm, mîm, râ.' var." dedi.
Kâle: Hâzihî eskalü ve atvel. "Bu daha da ağır ve uzun oldu." dedi.
"Elif: 1, Lâm: 30, Mîm: 40, Râ da: 200... Hepsi 271 sene eder." dedi.
Sümme kâle. "Sonra da dedi ki:" Le-kad lebise aleynâ emruke yâ muhammed! "Senin işini biz karıştırdık. Kafamız karıştı, senin işini biz anlayamadık yâ Muhammed!"
Hattâ mâ nedrî e-kalîlen u'tîyte em kesîrâ. "Sana müddet, devlet, şevket ve devam çok mu verildi, az mı verildi, anlayamadık." dedi, demek istedi.
Sümme kâle: Kûmû anhü. Yanındaki kalabalığa, "Haydi kalkın, burdan gidelim!" dedi.
Sümme kâle ebû yâsir li-ehîhi ve li-men me'ahû mine'l-ahbâr. "O ilk duyup da bu Huyey'e bilgiyi götüren Ebû Yâsir, kardeşi Huyey b. Ahtab'a ve yahudi alimlerinden onun yanındaki insanlara dedi ki;
Mâ yüdrîküm le'allehû kad ceme'a hâzâ li-muhammedin küllehû. "Belki bu Muhammed için bütün bu rakamların hepsi birden verilmiştir." dedi.
İhdâ ve seb'ûne, ve ihdâ ve sittûne ve mie, ve ihdâ ve selâsûne ve mietâni, ve ihdâ ve seb'ûne ve mietâni. "Bütün bu evvelki rakamları sayıyor." Fe-zâlike seb'umieh ve erba'un ve selâsûne seneh. "Yediyüz otuz dört sene eder." dedi.
Yani yine rakam, ebced hesabı üzerinde meseleleri götürmeğe çalışıyorlar. Onların âdetleri demek ki.
Fe-kâlû le-kad teşâbehe aleynâ emruhû. "Bu Muhammed'in işine biz şaştık, aklımız karıştı, bir şey anlayamadık. Bu âyetlerden tam bir şey çıkartamadık." dediler.
Ve bu Bakara sûresinden sonra gelecek olan Âl-i İmrân sûresinde Allahu Teâlâ hazretleri âyet-i kerîmede buyuruyor ki;
Hüvellezî enzele aleyke'l-kitâbe minhü âyâtün muhkemâtün hünne ümmü'l-kitâbi ve üharu müteşâbihât.
"O Allah ki sana kitabı, Kur'an'ı indirdi. Bu Kur'ân-ı Kerîm'in içinde bir kısmı muhkem âyetlerdir, onlar kitabın anası, özüdür, aslıdır. Bir kısmı da böyle herkesin kafasının anlayamayacağı, esrârengiz, mânası kapalı, örtülü, şifreli âyetlerdir." mânasına [olan] bu âyet, bu yahudiler, "Aklımız karıştı. Muhammed'in işini az sanıyorduk, iş çoğaldı, çoğaldı; aklımış karıştı." dediler.
Demek ki bu hadîs-i şerîfi göz önünde tutacak olursak, bu hurûf-u mukattaaya, sûrelerin başındaki tek tek okunan bu harflere, rakam değeri olarak değer veren ve bundan da belirli zamanlarda vukû bulacak bazı olayların senesini düşünen insanlar da olmuş. Hattâ Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in devrinde onun karşısına gelmişler, Peygamber Efendimiz'e rakamları söylemişler. Peygamber Efendimiz de, "O kadar değil; şu da var, bu da var..." demiş.
Demek ki Peygamber Efendimiz, "Siz öyle düşünüyorsanız bu da var." [diyor ve onları] ret de etmiyor. Belki hakîkaten rakam değeri de olabilir. Ama şu da var, şu da var deyince, "Ümmet-i Muhammed'in müddeti sizin sandığınız kadar az değil ve bunların hepsi toplandığı zaman çok büyük rakamlar ediyor." diye ifade etmiş oluyor.
Demek ki Kûfiyyûn'a göre Bakara sûresinin [birinci âyeti Elif, lâm, mîm'dir.] Bu âyetlerle ilgili çalışmaları yapan alimlerin bir kısmı Kûfiyyûn, Kûfe şehrinde oturan alimler; bir kısmı Basriyyûn, Basra'da oturanlar; bir kısmı Şâmiyyûn, Şam cihetinde oturanlar; bir kısmı Hicâziyyûn, Hicaz cihetinde oturanlar... Tabii hepsi güzel güzel çalışmalar yapmışlar, görüşlerini, kanaatlerini ortaya koymuşlar. Kur'ân-ı Kerîm üzerinde tefsir kitapları yazmışlar, âyetler üzerinde fikirlerini beyan etmişler. Onların görüşleri arasında tabii farklar da olabiliyor. Çünkü incelemelerden başka başka sonuçlara ulaşmış olabiliyorlar.
Kûfiyyûn'un, Kûfeli olan alimlerin kanaatine göre Bakara sûresinin birinci âyeti Elif, lâm, mîm'dir. Nokta... Bu birinci âyet işte bu kadar böyle esrar-ı ilâhîyeyi ihtiva ediyor. Nice nice mânalara kapı açma durumunda ve nice nice remiz ve işaretleri taşıyor.
Bunu böyle Elif, lâm, mîm diye buyurduktan sonra, ister bu İbn Abbas radıyallahu anhümâ'nın dediği gibi, bu harflerin herbirisi bir kelimeye delâlet etmiş olsun ve "Ben her şeyi bilen Allahım!" diye başlamış olsun ister Esmâ-i Hüsnâ'ya delâlet etsin; birinci âyet-i kerîme böyle başlıyor. Bu hurûf-u mukattaa ile başlayan bütün sûrelerde de, [bu âyetlerin] arkasından Kur'ân-ı Kerîm'in azametini, önemini ifade eden ibareler, mânalar geliyor.
Böylece, bugünkü konuşmamızda hurûf-u mukattaayı Elif, lâm, mîm ile anlatmış olduk. Bundan sonraki dersimizde inşaallah mütebâkî, geriye kalan âyetleri izaha geçeceğiz;
Zâlike'l-kitâbü lâ raybe fîhi hüden li'l-müttakîn üzerinde inşaallah konuşacağız.
Allahu Teâlâ hazretleri bizi hayırlı ilimlerle mücehhez eylesin... Kur'ân-ı Kerîm'i sevip, Kur'ân-ı Kerîm'i öğrenip, derinliğine anlayıp ona göre yaşayan, Kur'ân-ı Kerîm'in emirlerini tutan kullarından eylesin...
Allahu Teâlâ hazretlerinin, Âl-i İmran sûresinin başında demin okuduğum âyetinde de belirttiği gibi, Kur'ân-ı Kerîm'in anası, temelini teşkil eden muhkem âyetler var; arada da böyle bizim bilmediğimiz, belki bizden önceki, bizden sonraki asırlara işaretler veren, belki daha başka şifreler taşıyan, ince mânalar var.
İşte bütün bunlar gösteriyor ki, Kur'ân-ı Kerîm esrârengiz, nice nice olayları, mânaları ihtiva eden, Allah'ın hak kelâmıdır.
Allahu Teâlâ hazretleri nazm-ı celîlinin esrârına cümlemizi âşinâ eyleyip, Kur'ân-ı Kerîm'in mânasını anlayıp, ona uymayı nasîb eylesin. İnşallah öbür âyetlerin izahına devam ederiz.
Allah'ın selâmı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun.
es-Selâmu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh.