es-Selâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtühû!
Allah’ın selâmı, rahmeti, bereketi dünyada âhirette üzerinize olsun.
Bakara sûre-i şerîfesinin 178 ve 179. âyet-i kerîmelerine geldik. Bu âyet-i kerîmeler kısas âyetleridir, kısasla ilgilidir. Önce mübarek metinlerini okuyalım.
Rabbimiz Tebâreke ve Teâlâ buyuruyor ki;
Eûzübillâhimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm.
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ ءَامَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِي الْقَتْلَى الْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَالْأُنْثَى بِالْأُنْثَى فَمَنْ عُفِيَ لَهُ مِنْ أَخِيهِ شَيْءٌ فَاتِّبَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ وَأَدَاءٌ إِلَيْهِ بِإِحْسَانٍ ذَلِكَ تَخْفِيفٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَرَحْمَةٌ فَمَنِ اعْتَدَى بَعْدَ ذَلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ أَلِيمٌ
Yâ eyyühe’llezîne âmenû kütibe aleykümü’l-kısâsü fi’l-katlâ el-hurru bi’l-hurri ve’l-abdü bi’l-abdi ve’l-ünsâ bi’l-ünsâ fe-men ufiye lehû min ahîhi şey’un fe’t-tibâun bi’l-ma’rûfi ve edâun ileyhi bi-ihsân zâlike tahfîfun min rabbiküm ve rahmetün fe-meni’tedâ ba’de zâlike fe-lehû azâbün elîm.
وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيَاةٌ يَاأُولِي الْأَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
Ve leküm fi’l-kısâsi hayâtün yâ uli’l-elbâbi lealleküm tettekûn.
Sadaka’llâhu’l-azîm.
Önce kısaca meâlini Türkçe olarak ifade etmeye çalışayım:
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ ءَامَنُوا Yâ eyyühe’llezîne âmenû. “Ey iman edenler!”
Aslında harfiyyen tercümesi: “Ey o kimseler ki iman ettiler...”
Ellezîne, “o kimseler ki” demek.
Yâ eyyühe’llezîne âmenû. “Ey o kimseler ki iman etmişlerdir, iman ettiler...”
“[Ey] iman edenler!”
كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ Kütibe aleykümü’l-kısâs. “Sizin üzerinize kısas yazıldı.” فِي الْقَتْلَىFi’l-katlâ. “Ölüler, öldürülenler, maktüller hakkında, konusunda üzerinize kısas yapmak yazıldı.” الْحُرُّ بِالْحُرِّ el-Hurru bi’l-hurri. “Hür mukabilinde hür.” وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِVe’l-abdü bi’l-abdi. “Köle mukabilinde köle.” وَالْأُنْثَى بِالْأُنْثَى Ve’l-ünsâ bi’l-ünsâ. “Kadın mukabilinde kadına kısas yapılması yazıldı.”
فَمَنْ عُفِيَ لَهُ مِنْ أَخِيهِ شَيْءٌ Fe-men ufiye lehû min ahîhi şey’un. “Karşı taraftaki müslüman kardeşinden, öldürülenin tarafından kime aftan bir şey bağışlanmışsa, bir kapı açılmışsa, kardeşinden kendisi için bir şey affolunmuşsa, cezada bir af düşünülmüşse...” فَاتِّبَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ Fe’t-tibâun bi’l-ma’rûfi. “Mâruf ile ona ittibâ etmesi boynunun borcu olur.” وَأَدَاءٌ إِلَيْهِ بِإِحْسَانٍ Ve edâun ileyhi bi-ihsân. “Ve iyilikle ona ödemesi gerekir.” ذَلِكَ تَخْفِيفٌ مِنْ رَبِّكُمْ Zâlike tahfîfun min rabbiküm. “Bu hüküm Rabbiniz’den size bir hafifletmedir, kolaylıktır, kolaylaştırmadır.” وَرَحْمَةٌ Ve rahmetün. “Ve acımadır, rahmettir.”
فَمَنِ اعْتَدَى بَعْدَ ذَلِكَ Fe-meni’tedâ ba’de zâlike. “Bu hükme rağmen bundan sonra kim haddi tecavüz eder, sınırı aşar, hükmü çiğner, sözünü tutmazsa...” فَلَهُ عَذَابٌ أَلِيمٌ Fe-lehû azâbü’n-elîm. “Ona çok elem verici bir azap vardır.”
Bu 178. âyet-i kerîme.
179. da şöyle:
وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيَاةٌ Ve leküm fi’l-kısâsi hayâtün. “Sizin için kısas yapmakta hayat vardır.” يَاأُولِي الْأَلْبَابِ Yâ uli’l-elbâbi. “Ey akıl sahipleri!” لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ Lealleküm tettekûn. “Tâ ki bu hükümlere uyup korunmuş olasınız, korunasınız.”
Tabii bu sözlerin böyle kısaca anlatılıp Türkçesinin söylenivermesinden böyle bir derin hukuk meselesinin hemen kavranılması mümkün değil. Hukuk fakültelerinde hukukçular bunun üzerinde haftalarca, aylarca dersler yapar; hocalar talebelere bunu uzun uzun anlatırlar. Böyle çerçeveyi söyledikten sonra biz de açıklamaları kısaca yapalım:
Konu, görüyorsunuz bir öldürme, katletme olayı olduğu zaman, katletmede kısasın müslümanlara bir vecibe olarak, bir mecburiyet olarak, uyulması gereken bir hüküm olarak boyunlarına yazıldığı, müslümanlara emredildiği anlatılıyor. “Kısas yapılacak; hüre hür, köleye köle, dişiye dişi... Kim karşı taraftan kendisi suçlu olmasına rağmen bir affa mazhar olursa, o affedilmesi neye dayanıyorsa ona iyilikle ittibâ etmesi onun boynunun borcudur. Kendisinden diyet talep ediliyorsa onu da güzellikle ödemesi [gerekir.] Böyle olması Ümmet-i Muhammed için Cenâb-ı Hak’tan bir hafifletme ve bir rahmettir, acımadır. Bütün bunlara rağmen bu konuda, öldürmede ve öldürdükten sonraki davranışlarında kim sınırı aşar, geçer, dikbaşlılık eder, dinlemezlik yaparsa ona elim bir azap vardır. Hem bu kısas denilen hukukî muamelede, ey akıl sahipleri sizin için hayat vardır! Bunu yaptığınız zaman nelerden nelerden korunmuş olacaksınız...” denmiş oluyor.
Bir insanın bir insanı öldürmemesi lazım. Çünkü hayat muhterem. Canı Allah veriyor. Kalkıp da birisinin bu canı almaya, cana kastetmeye, can sahibi, ruh sahibi bir kimsenin hayatına son vermeye, -Türkçesi- onu öldürmeye dînen hiçbir hakkı yok. Mâsum bir insanın, suçsuz bir insanın böyle öldürülmesine hiçbir müsaade yok.
Peki, fiilen bu olmuşsa, yani birisi birisini öldürmüşse?..
Evet, hayat muhterem, insanlar kardeş kardeş geçinseler ne iyi olur. Kimse kimseye haksızlık yapmasa... Haksızlığın en fenası, telafisi en zor olanı, mümkün olmayanı, artık ölenin hayatını geri getirmek mümkün olmuyor, en kötüsü de adam öldürmek.
Peki bu olunca ne olacak?
Tabii öldürülenin taraftarları var. Mesela Allah etmesin, onlar nânıma şöyle bir düşünün. “Kendinizi onların yerine koyun.” demiyorum, onların ne düşündüğünü anlamaya çalışın. Babası, kardeşi, kocası, birisi öldürülmüş. Ne yapar?
İntikam hissi duyar; katili eline geçirse parçalamak ister, öldürmek ister, yok etmek ister. “Madem o benim sevdiğim falanca insanı öldürdü, o halde ben de onu öldüreyim!” der. Bu bir [düşünce...]
Peki affetsek? Yani öldürene hiç ceza vermesek? Öldürülen tarafın bu kızgınlığı iyi değil. Tamam, ölen ölmüş, bari bir kişi daha ölmesin. Affetsek?..
Bu cezaların nesi vardır?
Cezaların caydırıcı özelliği vardır, caydırıcılığı vardır. Cezalar niçin oluyor? Cezanın mantığı nedir, mevcut olmasının sebebi nedir?
Cezalar suçların azaltılması içindir. Suçlunun cezalandırılması başkasına ibret olsun, başkası o cezadan korksun, onu yapmasın diyedir.
Şimdi bu kısasın ne olduğunu açıklayalım. Ama bu öldürülenin duygularını anlatmak bakımından tefsir kitaplarında yazılıyor ki;
Eşraftan bir kimsenin bir yakını öldürülmüş. Tabii öldüren taraf bir kabile, öldürülen taraf bir kabile. Bir kişinin öldürülmesi dolayısıyla iki kabile harp mi edecek? Olan olmuş, öldürmüş. Kavgada öldürülüyor, sarhoşken öldürülüyor vesaire... Ne olacak?
Öldüren taraf gelmiş; “Biz bu işten çok pişmanız.” demek istediler herhalde, gelmişler, demişler ki;
“Ne yapalım? Ne istersin? Nasıl telafi edebiliriz bu işi?” diye öldürülenin yakınına, akrabasına sormuşlar.
Cevaba bakın. Demiş ki;
“Üç şeyden birisini isterim. Üç şey söyleyeceğim; ya onu yapın, ya onu yapın, ya onu yapın!”
“Nedir bu üç şey?” diye heveslenmişler.
Diyor ki;
“Bir, öldürülen oğlumu geri getirin!”
Tabii öldürenlerin onu yapmaya imkânı yok. İşte işin en kötü tarafı bu zaten, telafisi mümkün olmayan bir şey. Haksız yere birisi öldürüldü mü, ölen haksız yere gitmiş oluyor ve hayat geri gelmiyor.
“Ya oğlumu geri getirirsiniz...”
Tamam, onu çizmişler, olmayacağını anlamışlar.
“Ya da evimi semanın yıldızlarıyla doldurursunuz.”
Yıldızları bu evin içine doldurmak beşerin imkânı dışında olan bir şey... Öyle bir şey demese de mesela; “Evimi altın gümüş doldurun!” deseydi onu bile yapamazlardı.
“Yıldızlarla doldurun...”
Onu da yapamayacaklar. Sonra, üçüncü olarak demiş ki;
“Bütün kavminizi bana teslim edersiniz, ben de hepsini öldürürüm. Öldürdükten sonra da oğlumun intikamını almış sayılmam. Oğlumun dengi olmaz. Hepsini öldürmek bile oğlumun acısını veyahut kadr ü kıymetinin karşılığını sağlamaz.” demiş.
İşte öldürülenin taraftarlarının babası, annesi, neyse arzuları bu...
Türkiye’de de işte Doğu Anadolu’da, Güneydoğu Anadolu’da duyuyoruz; -Allah akıl fikir versin, kurtarsın.- köyler, kabileler, aşiretler birbirine giriyor, yüzlerce veya onlarca veya müteaddit insan ölüyor.
Tabii bu İslâm’da hiç yeri olmayan bir şey! Bu şahıs hiç suçsuz bir kimseyse, kendi hâlinde, iyi huylu, tatlı dilli bir kimseyse sırf bu kabileden olduğu için veya sırf o aileden olduğu için öldürülür mü?
Mesela beş tane kardeş olur, hepsinin huyları, halleri başka türlü olur. Kimisi ayyaş, serseri, haydut olur; kimisi alim, fâzıl, kâmil olur.
Öldüren öldürülenin yerine kısas edilecek. “Bu taraf öldürülsün.” derse; cana can, [katil öldürülecek.] Başka âyet-i kerîmede de geçiyor, önümüzdeki sûre-i [Mâide’de] gelecek. أَنَّ النَّفْسَ بِالنَّفْسِ Enne’n-nefse bi’n-nefsi. “Cana can...” demek. Burada kadın-erkek, hür-köle diye geçmiş. İleriki âyet-i kerîmede hepsini içine alan kelime kullanılıyor: “Cana can...”. Rüzgâr eken fırtına biçer. Kim ne yapmışsa ettiğini bulur. Öldüren de öldürülür.
Peki bunun bir başka [uygulaması] yok mu?
Yalnız İslâm biraz ileride âyet-i kerîmede de ifade edildiği gibi çeşitli durumlar karşısında çok güzel [çare] getiriyor.
Olan olmuş, ölen ölmüş, hiçbir çare yok mu? Öldüren de pişman... Şu sebeple öldürdü. O geldi, vurdu, derken altına yatırdı, alt alta üst üste... İşte nefsini müdafa etmek... Öldürülen haksız gibi... Ama öldürmemesi lazımdı. Yani bir çare, herhangi bir başka kapı yok mu?
Bir ihtimal; katilin velîsi, vârisi olan kimsenin affetmesi. Doğrudan doğruya “Senin cezanı Allah versin, O’ndan bul! Sen benim yakınımı öldürdün ama ben seni öldürmüyorum; cezanı Allah versin!” diye affediyorsa... Tabii İslâm affetme hakkını getiriyor. Yani insanî olan, hukukta kapalı olan, duvar olan yere bir kapı koyuyor. Kilitli bir kapı ama icabında açılabilen bir kapı koyuyor. Sadece bir duvar örmüyor; “İlle öldürülecek!” demiyor.
E peki “Katiller öldürülmesin. Trafik suçu işleyenler ceza yemesin. Vergi kaçıranlar cezaya çarptırılmasın. Suç işleyenler ceza görmesin.”
Ceza ve mükâfat nizâm-ı âlemin önemli esaslarından birisidir. Toplumlarda tabii ceza olacak. Hiçbir toplum cezasız olmamıştır, mutlaka suçların bir cezası vardır.
Eşrâfın suçlarının uygulanmaması, affedilmesi; zavallıların, masumların, ahâlinin cezalandırılması, o da adaletsizlik. Kim olursa olsun cezalandırılacak.
Cezayı tam kaldırmak, “yapılmasın” demek de doğru değil. “Tam uygulansın” dediğiniz zaman da hukukun önüne bir duvar örüyorsunuz. Meşrû sebepleri hiç o zaman nazar-ı dikkate almamış oluyorsunuz. O da doğru değil.
Kısas... Kısasın ilk adımı; “Öldürülsün! O benim yakınımı öldürdü, binâenaleyh cezasını çeksin!” diyebilir. Bu bir. İkincisi; “Öldürülmesin de Allah cezasını versin, ne yaparsa yapsın. O bir cinayet işledi, biz cana kıymıyoruz.” dese, bu da olabilir. Bu da vârislerinin [bir tercihi.] Tabii Allah affetmek konusunda mükâfatlar verecek. Suçlunun da cezasını âhirette ne ise verecek. Üçüncü bir şekil de; “Affederim ama şartlı affederim.” derse... Yani “Şu kadar mal versin, bu kadar diyet ödesin, şu kadar kan bedeli ödesin.” derse o zaman da olabilir. O da bir kısas. Bu sefer işlemin cezası bu hâle getirilmiş oluyor.
Tabii bu kapının açılması; تَخْفِيفٌ مِنْ رَبِّكُمْ Tahfîfun min rabbiküm. “Rabbiniz’den bir hafifletmedir. Hükmün ağırlığını hafifletmedir, kolaylaştırmadır.” وَرَحْمَةٌ Ve rahmetün. “Ve tarafeyn için, her iki taraf için de bir rahmettir.”
Onun izahını yapacağız.
Bu kısas işte böyle bir şey. İlle “cana can” diye öldürmek değil; karşı tarafın dilediği takdirde affetmesi, dilediği takdirde diyet almak sûretiyle meseleyi kapatması.
Yâ eyyühe’llezîne âmenû kütibe aleykümü’l-kısâsü fi’l-katlâ.
Katlâ kelimesi Arapça’da katîl kelimesinin çoğuludur. Katîl de “maktül” demek. Biz “maktül” diye kullanıyoruz; Araplar katil kelimesini kullanırlar, edebiyatlarında, şiirlerinde geçer: İnne bi’ş-şi’bi’llezî dûne salhin le-katîlâ. “Salh ötesindeki vadide bir ölü var, maktül var.” Böyle şiirlerinde geçer. Katîl, “maktül” mânasına. Faîl bi-ma’nâ mef’ûl derler buna; ism-i mef’ûl mânasına, faîl siygasıyla kelime. Katîl’in çoğulu da katlâ geliyor.
“Maktüller konusunda, öldürülen kişiler konusunda sizin üzerinize kısas yapmak görevi vazife olarak yazıldı. Kısas icrâ etmek boynunuza, omzunuza vazife olarak yüklenildi.”
Allahu Teâlâ hazretleri inananlara, mü’minlere böyle buyuruyor.
Binâenaleyh, kasten öldürünce öldürülecek. Affederse ya da sulh şartlarını ileri sürüp de “Şöyle olursa affederim.” derse, o yapılacak.
الْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَالْأُنْثَى بِالْأُنْثَى el-Hurru bi’l-hurri ve’l-abdü bi’l-abdi ve’l-ünsâ bi’l-ünsâ.
Hür, “serbest, esir olmayan kimse” demek. Abd de Arapça’da birkaç mânaya gelir. Bir mânası; “erkek köle” demek, “köle” mânasına. Burada o mânaya kullanılıyor. Yani “hür olmayan, esir olan” mânasına.
Tabii İslâm’da esas itibariyle müslüman esir edilmez. Müslüman tamamen hürdür. Ama savaşta vesairede esir edilmiş de sonra müslüman olmuşsa ayrı. Hür bir müslüman esir edilmez. Ama esir alınmış bir kimse sonradan müslüman olursa olabilir. Müslüman oldu diye esareti kalkmıyor. Bağışlanırsa veya kendi mükâteb olursa, antlaşma yaparsa esaretten kurtulma yolları gösteriliyor.
Buradaki abd, “köle” demek.
“Hürriyet sahibi olan, hürriyet sahibi olan mukabilinde; köle, köle mukabilinde; kadın, kadın mukabilinde öldürülür.”
Ünsâ, “kadın” demek. Ünsâ; elif-nun-peltek se ve ye ile yazılır. Zükûr ve inâs gibi, ünsâ “kadınlar” demek.
ذَلِكَ تَخْفِيفٌ مِنْ رَبِّكُمْ Zâlike tahfîfun min rabbiküm. “Bu Rabbiniz’den hükümde bir açık kapıdır, bir hafifletmedir.” وَرَحْمَةٌ Ve rahmetün. “Bir rahmettir.”
Binâenaleyh, فَمَنِ اعْتَدَى بَعْدَ ذَلِكَ fe-meni’tedâ ba’de zâlike. “Bundan sonra her kim bu hükümlere riayet etmez de taşkınlık yaparsa...” فَلَهُ عَذَابٌ أَلِيمٌ Fe-lehû azâbün elîm. “O zaman, dünyada kısas edilir, âhirette de cehenneme atılır.”
Şartlara uymadığı için kısas uygulanır, âhirette de yaptığının cezasını bulur.
Bir de doğrudan doğruya af söylenmiyor, âyet-i kerîmenin inceliği; önce kısasın şart olduğu, hak olduğu, yapılabileceği belirtiliyor. Ama sonra bir kapı olarak affedilebileceğine işaret ediliyor. İlk önce kısası söylüyor ki af genişletilip de öldürme işi teşvik edilir gibi bir durum olmasın diye. Ondan sonra af ışığı belirirse, o zaman da affetmeyi teşvik ediyor. Çünkü şer’î cezalar böyle birtakım fırsatlar olduğu zaman mümkün olduğu kadar icrâ edilmez. Çünkü cezada hata etmek masum bir insanı cezalandırmaktan daha ehvendir. Varsın cezada bir hata edilmiş olsun ama masumu cezalandırmak [söz konusu olmasın...]
ادْرَؤُوا الْحُدُودَ بِالشُّبُهَاتِ İdreü’l-hudûde bi’ş-şübühât. [Şüpheli durumlarda hadleri kaldırın!] diye hadîs-i şerîfte geçmiştir.
İslâm hukukunda, şüpheli durum varsa hadd-i şer’î uygulanmaz. Çünkü cezada hataya göre, cezalandırılacak kimseyi bir hukuk yanlışı yaparak cezalandırmamak daha hafif bir şeydir. Mâsum bir kimseyi yanlışlıkla cezalandırmak telafisi olmayan daha kötü bir şeydir.
Onun için ortada böyle şeyler olduğu zaman affetme tarafı ve cezayı o sebepten dolayı uygulamamak tavsiye olunmuştur. Hukukun inceliklerindendir bu.
Tabii bu öldüren kimse için bir hafifletmedir. Ölen kimse de karşı tarafı öldürse sadece nefsinin bir arzusunu tatmin etmiş olacak. Hiç olmazsa diyet olursa maktülün çoluğu, çocuğu vesairesi mağdur edilmemiş olur. Bu da onlar için bir bakıma rahmettir. Çünkü ötekisinin ölmesinden bunlara bir başka fayda gelmiyor. Ama affedilip de şartlarla, anlaşmalarla bunun bir [hak] kazanması onların da lehine olmuş oluyor.
وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيَاةٌ يَاأُولِي الْأَلْبَابِ Ve leküm fi’l-kısâsi hayatün yâ uli’l-elbâb.
Bu kısas işleminin böylece yapılması yazılmıştır. Müslümanların bunu yapması lazım.
“Çünkü ey akıl sahipleri, bunda sizin için hayat vardır!”
Evet, kısas yerine göre adam öldürmektir; ama niye hayat vardır?
Çünkü cezadır, caydırıcıdır. Katil sonunda kendisinin de kısasen öldürüleceğini bildiği için öldürme işlemini yapmaktan geri durur. Ya da başkaları o cezanın şiddetinden dolayı bu çeşit şeylere yanaşmazlar.
Mesela benim bu seyahatlerimde gördüğüm bir durum: Suudi Arabistan’da hiç bizim Türkiye’deki gibi kanlı bıçaklı kavgalar olmuyor. Ya da nispet olarak binde bir oluyor. Halkın terbiyesi, esas itibariyle halkın temayülü sadece bağırıp çağırıp karşısında bir şeyler söylemek; ama yumruk patlamak, dövüşmek olmuyor.
Neden?
Kısas onlarda da var. Yani yumruğa yumruk, dişe diş olduğundan ve bunda hiç müsamaha yapılmayıp uygulandığından ağız dalaşmasından öteye bir şey olmuyor.
Bekliyorlar. Hükmü, yani cezayı bizzat kendisi vermeye kalkmıyor; hâkimi, kanunu, yargıyı bekliyor. Bu önemli bir nokta...
Bu kısasın şiddetinden dolayı bir kişi kısas edilip ölebilir; ama öteki insanlar, toplum böyle bir öldürme işinden uzak duruyor.
Medenî bildiğimiz Avrupa ülkelerini istatistiklerle, sayımlarla, rakamlarla inceleyenler söylüyorlar. Mesela İsveç’te suçluluk oranı çok fazlaymış, intiharlar çok fazlaymış. İsveç’in emniyet müdürü Türkiye’ye gelmiş; “Sizde niye intihar az oluyor, suçlar az oluyor? Bizde haklar verilmiş. İşsiz olduğu zaman devlet para veriyor. İnsanların her türlü aslî ihtiyaçları karşılanıyor. Bizde niye böyle, sizde niye böyle?” diye araştırma yapmışlar. Türkiye’de insanlar daha yoksul olduğu halde, daha çok sefalet çektiği halde intihar olmuyor. Bunun sebebini araştırmışlar. Tabii İslâm’dan... İslâm’da intihar etmek haram olduğundan... Öbür tarafta adam karısına kızıyor, şakağına tabancasını dayıyor, intihar ediyor. Kadın kocasına kızıyor, kendisini trenin altına atıyor, intihar ediyor. Veyahut yutuyor 20 tane hapı, intihar ediyor. Bunu İslâm ülkelerinde imanı kuvvetli insanlar yapmıyor.
Neden?
Çünkü İslâm’da intihar çok büyük günah; ölen cehenneme gidecek. Onun için yapmıyorlar.
“Türkiye’de de intiharlar var.”
Tamam, dinî duygu zayıflayınca, o zaman Avrupalılar gibi, başka insanlar gibi düşünüp intihar eder. Ama intihar edenlerin dindarlık durumları incelenirse, neden intihar ettikleri düşünülürse ve İslâm ülkelerindeki intiharlarla Avrupa ülkelerindeki intiharların sayısı karşılaştırılırsa o zaman iş ortaya çıkıyor.
Bu kısas da öyle... Acı bir ceza ama suç daha acı... Acı suçun karşılığı bu. Bu böyle yapıldığı zaman toplum daha büyük bâdirelerden kurtulduğu için hayat var.
Sonra ceza çok büyük olduğundan insan hayatının kıymeti gösterilmiş oluyor. İnsanın eşref-i mahlukât olduğu, hayatının çok kıymetli olduğu zihinlere iyice yerleştirilmiş oluyor.
Kısasın içtimaî ruhun, toplumsal ruhun, terbiyenin üzerinde daha pek çok etkileri var. Bu çok önemli ve çok büyük bir vecize, çok güzel bir hukuk kuralı.
Araplar eskiden buna karşı, buna benzer bazı sözler de söylemişler. Mesela, aynı kapıya bazen çıkıyor ama bunun kadar güzel değil:
Katlü’l-ba’dı ihyâu li’l-cemî’. “Birkaç kişinin öldürülmesi toplumun diriltilmesidir.”
Veyahut;
Eksiru’l-katle li-yakılle’l-katl. “Öldürmeyi çok yapın ki öldürme azalsın.” demişler.
Bunlar tabii cahiliye devrinin atasözleri... “Millet, toplum korksun, yapmasın.” mânasına...
Yahut da;
el-Katlü enfâ li’l-katli.
Enfâ, burada “nefyedici” mânasına, elif-nun-fe-ye ile. Yani menfaatten, nefi’den gelmiyor; nefyetmekten geliyor. Ayın’lı değil, ye’li.
“[Öldürmek/Kısas] öldürmeyi toplumdan en çok uzaklaştıran, yani katil işini en çok azaltan çaredir.”
Evet, kısas böyle bir hayat sağlıyor, toplumu terbiye ediyor. Ve insanların zihnini yanlış yerlere kaymaktan koruyor.
Tabii [kısas] tamamen öldürmek değil, öldürmekten daha geniş. Mesela yaralamanın karşılığında da kısas var. Ve her öldürmeye de “kısas” denilmiyor. Bu bakımdan aralarında farklar var. Bu kısasta hayat olduğundan bu kelimelerle neyi anlıyoruz?
Çok maddî mânevî, dünyevî uhrevî faydalar olacağını anlıyoruz.
لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ Lealleküm tettekûn. “Tâ ki korunasınız.”
Bu لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ lealleküm tettekûn birçok âyet-i kerîmelerde geliyor. “Tâ ki korunabilesiniz.” demek. Ama nasıl korunmak?
“Kısas yapın ki öldürme işlerinden korunabilesiniz.”
Veyahut;
“Kısası yapın ki bir kısası ihmal ettiğiniz zaman, yapmadığınız zaman hayat hakkınızı, hayatınızı koruyabilesiniz.”
Tettekûn’un mânası, “Hayatınızı koruyabilesiniz.” olabilir. Bu, “Toplumun herc ü mercinden korunmuş olasınız.” mânasına olabilir. Bir de; لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ lealleküm tettekûn daha ziyade; “Âhirette bunu yapmadığınızdan dolayı, Allah’ın emirlerini uygulamadığınızdan dolayı cezaya uğramazsınız. Cehenneme düşmezsiniz, cehennemden korunursunuz. Âhiret hayatında felah bulursunuz. Yani hem dünyada rahat, huzur olur; hem de âhirette Cenâb-ı Hakk’ın cezasına uğramazsınız, felah bulursunuz.” mânasına [olabilir.]
“Tâ ki korunasınız”; “Böyle yaparsanız hem dünyevî hem de uhrevî sevaplara nâil olursunuz.” mânasına geliyor.
Kur’ân-ı Kerîm’deki kısas âyet-i kerîmelerinden [iki] tanesi burada böyle kısası anlatıyor. Önümüzdeki sûrelerde de, Allah nasip ederse, gelecek. Bundan sonraki 180. âyet-i kerîme daha başka bir konuya geçtiği için -vasiyetle ilgili konuya geçiyor, o da hukukî bir konu- inşaallah önümüzdeki hafta onu anlatırız.
Allahu Teâlâ hazretleri hepimize hayatın kıymetini bilmeyi, cana kastetmemeyi; kendi canımızı da başkalarının canını da aziz bilmeyi; medenî, merhametli, şefkatli, hayırhah insanlar olarak yaşamayı; çoluk çocuğumuzu öyle yetiştirmeyi nasip eylesin. Toplumlarımızı, cemiyetlerimizi öldürmeden, kan davalarından, kötü, cezalara uğrayan suçlu insanların çoğalmasından korusun. Toplumsal olarak, kişisel olarak, ailevî olarak her yönden tertemiz, mutlu, bahtiyar olmamızı, dünyada âhirette saadete ermemizi Allah cümlemize nasip eylesin.
es-Selâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh.