es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh!
Aziz ve sevgili dinleyiciler!
Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi, ihsanı, ikramı dünyada âhirette sizlerin ve sevdiklerinizin üzerine olsun. Çevrenizi de aile efradınızı da Allah cennetiyle cemâliyle müşerref eylesin.
Bakara sûre-i şerîfesinin 221. âyet-i kerimesi:
Bismillâhirrahmânirrahîm.
وَلَا تَنْكِحُوا الْمُشْرِكَاتِ حَتَّى يُؤْمِنَّ وَلَأَمَةٌ مُؤْمِنَةٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكَةٍ وَلَوْ أَعْجَبَتْكُمْ وَلَا تُنْكِحُوا الْمُشْرِكِينَ حَتَّى يُؤْمِنُوا وَلَعَبْدٌ مُؤْمِنٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكٍ وَلَوْ أَعْجَبَكُمْ أُولَئِكَ يَدْعُونَ إِلَى النَّارِ وَاللَّهُ يَدْعُو إِلَى الْجَنَّةِ وَالْمَغْفِرَةِ بِإِذْنِهِ وَيُبَيِّنُ ءَايَاتِهِ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ
Ve lâ tenkihu’l-müşrikâti hattâ yü’minne ve leemetün mü’minetün hayrun min müşriketin velev a’cebetküm, ve lâ tünkihul-müşrikîne hattâ yü’minû, ve leabdün mü’minün hayrun min müşrikin velev a’cebeküm, ülâike yed’ûne ilen-nâr, vallâhu yed’û ilel-cenneti vel-mağfireti biiznihî, ve yübeyyinü âyâtihî lin-nâsi leallehüm yetezekkerûn.
Sadakallâhü’l-azîm.
Bu âyet-i kerîme evlilikle ilgi bir âyet-i kerîme: Allahu Teâlâ hazretleri bu âyet-i kerîmede müşriklerle evlenmemeyi emrediyor.
Velâ tenkihul-müşrikâti hattâ yu’minne. “Müşrik kadınları nikâhınıza almayın, kendinize nikâhlamayın; ta ki onlar iman etsinler.”
İman ettikleri zaman nikâhlayabilirsiniz. İman etmedikçe, müşrik olan kadınları nikâhınıza almayın, onlarla evlenmeyin!
Ve leemetün mü’minetün hayrun min müşriketin velev a’cebetküm. “Eğer hüsn ü cemâli, hâl ü etvârı, boyu posu sizi hayran bıraksa bile, hoşunuza gitse bile müşrik bir kadından mü’min bir köle kadın, cariye daha hayırlıdır.”
Müşrik hoşunuza gitse bile, cazibedar olsa bile, sizin hayranlığınızı çeken vasıflara sâhip olsa bile; o müşrik olduğu için, Allah’a imanı olmadığından, şirki olduğundan, iyi değildir. Cariye, hürriyeti bile olmayan bir köle kadın ondan daha hayırlıdır.
Neden?
O mü’min; mü’mince bir yuva kurulacak, yuvada şirk ve küfür olmayacak; herhalde ondan!
Ve lâ tünkihul-müşrikîne hattâ yu’minû. “Müşrik erkeklerin de nikâhını kıymayın, iman etmedikçe!”
İman etmemişlerse onlara kız vermeyin, onları nikâhlamayın! Müşrik erkekleri mü’minlerle evlendirmeyin, nikâhlarını kıymayın!
Ve leabdün mü’minün hayrun min müşrikin velev a’cebeküm. “Sizin, siz erkeklerin hoşunuza gitse bile! Kadının değil; siz erkekler uygun görseniz, evsâfı hoşunuza gitse bile müşrikten, hürriyeti olmayan bir köle mü’min daha hayırlıdır.”
Burada a’cebetküm demeyip de a’cebeküm denmesi; nikâhlanacak kızın kendisini beğenmesi değil, velîsi olan erkekler uygun görseler bile! O devirde, o zamana kadar bunları yapıyorlarmış.
“Bu adam soyludur, sopludur, uygundur, münasiptir; buna kızımızı verelim!” diye beğenip de hoşlarına gitse bile öyle yapmasınlar! Köle bir mü’min, hoşa giden bir müşrikten daha hayırlıdır.
Neden bu ikisi böyle?
Ülâike yed’ûne ilen-nâr. “Evlendirilen müşrik erkek veya müşrik kadın, aileyi cehenneme davet eder. Cehenneme doğru götürür, o tarafa doğru çeker.”
Çünkü mü’min değil, müslüman değil, müşrik.
Vallâhu yed’û ilel-cenneti vel-mağfireti bi-iznihi. “Hâlbuki Allah da cennete çağırır, davet eder ve insanları kendi izn-i ilâhisi ile afv ü mağfiret olma tarafına çağırır. Allah, günahlarının af edilme tarafına, cennete girme tarafına çağırır.”
Allah’ın âyetleri, Kur’ân-ı Kerîm, dininin ahkâmı, Allah’ın izniyle insanı cennete ve afv u mağfiret edilmeye doğru götürür. Hâlbuki eğer Allah’ın emri, ahkâmı dinlenmeyecek, uygulanmayacak olursa; bir müşrik kadınla bir mü’min evlenirse yuva sakat olur. Bir müşrik erkekle bir mü’min kadın evlenirse yuva sakat olur. Bunlar aileyi cehenneme doğru götürürler. Çocukları tehlikeye girer.
Adamın kendisi de tehlikeye girer. Müşrik kadınla evlenmiş olan mü’min adamın kendisi de tehlikeye girebilir, ayağı kayabilir. Mü’min kadın da eğer müşrikle evlendirilecek olursa onun da ayağı kayabilir. Böyle yapmayın! Allah sizi cennete davet ediyor, izn-i ilâhisi ile afv u mağfirete davet ediyor. Allah’ın ahkâmına uyun, demek oluyor.
Ve yübeyyinu âyâtihi lin-nâsi. “Allahu Teâlâ insanlara âyetlerini açıklıyor, âyetleri indirerek ahkâmını açıklıyor.” Leallehüm yetezekkerûn. “Tâ ki durumlarını hatırlasınlar, mü’min olduklarını unutmasınlar, âhiretin önemli olduğunu unutmasınlar, hatırlasınlar.”
Meali kısaca: “Siz ey mü’minler! Müşrik kadınlara heves edip de onlarla evlenmeye kalkmayın! Hürriyeti olmayan mü’min bir cariye bile hür ve cazibedar bir müşrik kadından daha uygundur. Cariye ile evlenin de müşrikle evlenmeyin! Kızlarınızı, velîsi olduğunuz, sözüne sahip olduğunuz hanımları da -kız da olur, dul da olur- sakın mü’min olmayan müşriklere nikâhlamaya kalkmayın! Hoşunuza gitse de, böyle bir müşrikle evlendirmek uygun olmaz. Mü’min bir köle ile evlendirmek daha hayırlıdır.”
Sebep olarak da insanların, yuvaların, doğacak çocukların âhiretlerini mahvedebileceği beyan ediliyor. Bu âyetleri dinleyen müslümanlar, mü’minliklerini ve asıl amaçlarını hatırlarına getirsinler diye Allah âyetlerini açıklıyor.
Asıl amaç nedir?
Dünya bir imtihan yeridir. Asıl amaç, âhirete imtihanı kazanmış olarak gitmektir. Âhirette Allah’ın lütfuna, rahmetine ermektir; kahrına gazabına, azabına ikâbına uğramamaktır. Asıl gözlenmesi gereken hedef budur. İnsanı cehenneme sokacak, Allah’ın kahrına, gazabına uğratacak şeyleri insanların yapmaması lazım, bu durumu hatırlaması lazım!
Bu âyet-i kerîme, görüyorsunuz, müşriklerle evlenmeyi yasaklıyor. Yalnız Mâide sûresinin 5. âyet-i kerîmesinde; bu konuda daha sonra inen bir âyet-i kerîmede müsaade var. Yeri gelince açıklayacağım.
Bu âyet-i kerîmeyle ilgili ibareleri nakledeyim. İbn Kesir tefsirinde diyor ki;
Allahu Teâlâ hazretleri mü’minleri, putlara tapan, müşrik kadınlarla evlenmekten men ediyor. Alimlerin bir kısmı, sadece putlara tapan müşrik kadınlarla evlenmeyi men ediyor, diye düşünüyor. Bunların isimleri şunlar: Mücâhid İkrime, Saîd b. Cübeyr, Mekhul, el-Hasen, Dahhâk, Zeyd b. Eslem, Rebi’ b. Enes ve diğerleri.
Denildi ki; Asıl kastedilen, iman etmemiş olan bütün kimselerle evlenmenin yasak oluşudur.
Bazıları da bu âyet-i kerîmeden şunu anlamışlar:
Bu sadece putlara tapan müşriklerle, Ehl-i Kitab’ın dışındaki müşriklerle evlenmeyi yasaklıyor. Bütün Ehl-i Kitab’dan olanları da içine almıyor, diye beyan etmişler.
İşin sonucu itibariyle İslâm’ın hükmü böyledir. Bu hususta hâdis-i şerifler var. Hâdis-i şeriflerden bir tanesini okuyayım:
Câbir b. Abdullah radıyallahu anh’ten rivayet olunmuş ki Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuş:
نَتَزَوَّجُ نِسَاءَ أَهْلِ الْكِتَابِ وَلاَ يَتَزَوَّجُونَ نِسَاءَنَا
Netezevvecü nisâe ehlil-kitâb velâ yetezevvecûne nisâenâ. “Biz müslümanlar Ehl-i Kitab’ın kadınlarını nikâhımıza alabiliriz; ama onlar bizim kadınlarımızla, müslüman hanımlarla, kızlarla asla evlenemezler!” buyuruluyor.
Bu hadise göre hüküm bu, buyuruluyor.
Hz. Ömer radıyallahu anh ile ilgili bir menkabe naklediliyor:
Hz. Ömer’in zamanında Huzeyfetü-bnü’l-Yemân radıyallahu anh, bir hristiyan hanımla evlenmiş. Talha b. Abdullah da bir yahudi hanımla evlenmiş. Bu ikisine Hz. Ömer sinirlenmiş, öyle şiddetli bir şekilde gazap etmiş ki neredeyse üstlerine saldırmaya kalkacak kadar!
O zaman demişler ki;
“Kızma ey mü’minlerin emîri! Eğer uygun görmüyorsan biz bu aldıklarımızı boşarız!”
Ona da şöyle cevap vermiş:
“Boşamayı kabul edemem! Boşamak nikâhı resmen, şer’an doğru olan bir kimse için yapılır. Boşamasını kabul ettim desem; nikâha da caiz demek olur, öyle değil; ben bunları sizden halife olarak çeker alırım!”
Bu rivayet hakkında İbn Kesir, “Sağlam bir rivayet değil. Çünkü bir de başka sebebi olabilir.” diyor.
Şakîk’tan, başka bir rivayet eklemiş. Bu rivayet de aynı konuyla ilgili:
Tezevvecü huzeyfete yahudiyyeten feketebe ileyhi umer. “Huzeyfetü’bnül-Yemân bir yahudi hanımla evlenince Hz. Ömer ona mektup göndermiş.” Halli sebilehâ. “Onun yolunu aç, boşa!”
Önünü aç, gitsin, demek istiyor.
Feketebe ileyhi. “Onun üzerine Huzeyfetü’bnül-Yemân cevap mektubu yazmış:” E tez’umü ennehâ harâmun feuhalliye sebìlehâ. “Yahudiyle evlenmek haramda mı yolunu açayım diye emrediyorsun?”
Fekâle. “O da cevabında demiş ki;” Lâ ezûmu ennehâ harâmun. “Haram olduğunu sanmıyorum. Haram olduğu için değil.” Ve lâkinnî ehâfu en teâtavul-mü’minâti min hünne. “Mü’min kadınlardan vazgeçilir de onlara rağbet edilir diye böyle bir maslahatı düşündüğüm için uygun görmüyorum.”
Demek ki Hz. Ömer’in hoş görmediği anlaşılıyor.
Ve hâzâ isnâdun sahîhun, diye İbn Kesir, rivayetin sağlamlığını söylüyor.
Abdullah b. Ömer’den de şöyle bir rivayet var:
Ennehû kerihe nikâhu ehle’l-kitâb.
Abdullah b. Ömer Ehl-i Kitab’la evlenmeyi kerih görürmüş, mekruh görürmüş. Ve teevvele.
Ve lâ tenkihul-müşrikâti hattâ yü’minne.
Bu açıkladığımız âyet-i kerîmeyi ileri sürerek müşrik oldukları için Ehl-i Kitab’la evlenmeme kanaatindeymiş.
Ve kâle ibni umer. “Abdullah b. Ömer şöyle dermiş:” Lâ a’lemu şirken a’zama min en tekûle: Rabbühâ îsâ. “Ben bu kadının, ‘Benim rabbim İsa!’ demesinden daha büyük bir şirk tasavvur etmiyorum.”
“Allah müşriklerle evlenmeyi uygun görmüyor. Binâenaleyh evlenilmemesi lazım!” diye buradan, inançlarındaki sakatlıktan dolayı uygun görmediğini Abdullah b. Ömer de beyan etmiş oluyor.
Yalnız deminki hadîs-i şerifte Peygamber Efendimiz’in, “Biz Ehl-i Kitab’ın kadınlarını alırız, onlar bizim hanımlarımızı alamazlar!” demesi neden?
Mâide sûresindeki âyet-i kerîmeden! Oradaki 5 numaralı âyet-i kerîmede Rabbimiz Tebâreke ve Teâlâ, yenilecek yemekleri beyan ederken, “Ehl-i Kitab’ın kestiği yenilir, onların taamları bize, bizim taamlarımız onlara meşrûdur. Çünkü Allah’a inanıyorlar.” diye onları sıraladığı âyet-i kerîmede bir de nikâh konusuna atıfta bulunarak buyuruyor ki;
وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الْمُؤْمِنَاتِ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ إِذَا ءَاتَيْتُمُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ مُحْصِنِينَ غَيْرَ مُسَافِحِينَ
Vel-muhsanâtü minellezine ûtül-kitâbe min kabliküm izâ âteytümûhünne ücûrahünne muhsinîne gayra müsâfihîn “Hür ve iffetli, namuslu Ehl-i Kitab kadınları, sizden önce kendilerine kitap indirilmiş kavimlerden, yahudilerden ve hıristiyanlardan hür ve iffetli olanlar da size helâldır. İzâ âteytümûhünne ücûrahünne muhsinîne gayre musâfihin. “Onların mehirlerini verdiğiniz takdirde, iffetli olarak güzel bir düğünle nikâhla; metres tutmak filan yoluyla, gayrimeşru yolla değil!”
Burada Ehl-i Kitab’ın hanımlarından namuslu, iffetli olanlarıyla evlenme müsaadesi bir maslahattan dolayı, zaruretten dolayı veriliyor. Sadece kadınlarını alma müsaadesi verilmiş oluyor.
Onun için müsaade verilmiş olmakla beraber Hz. Ömer uygun görmüyor. Abdullah b. Ömer de uygun görmüyor. Bazı alimler de beyan etmişler, uygun görmemişler. Çok yerinde değil. Ama Mâide sûresindeki bu âyet-i kerîmede müsaade olduğu için gayrimüslim oldukları halde yahudi ve nasranî hanımlar alınabiliyor; eğer iffetli iseler!
Tabii bu bir [ruhsattır.] İslâm âleminin genişlemesinden, İslâm’ın fütuhatla etrafa yayılmasından ve zaruretlerden dolayıdır. Uygun olan, köle bile olsa mü’mine ile evlenmektir, mü’min hatunla evlenmektir. Ama onun da olabileceğini, Mâide sûresindeki âyet-i kerîme müsaade olarak vermiş oluyor.
Ama bir müslüman kadının hem puta tapanla hem de Ehl-i Kitab’dan, yahudi ve hıristiyanla evlenmesi bil-icma’, icmâ-yı ümmet ile kesin olarak yok!
Neden?
Çünkü İslâm’da evin reisliği, yönetimi erkektedir.
الرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاءِ
er-Ricâlü kavvâmûne alen-nisâ’. [Erkekler kadınlar üzerine hakimdirler.] âyet-i kerîmesi dolayısıyla, evin reisi erkektir, söz ondadır. Fiilen de umumiyetle öyledir; söz erkektedir, onun dediği olur. O bastırır, evlenmiş olduğu hanımı İslâmî vazifelerini yapmaktan alıkoyabilir veyahut İslâm’dan uzaklaştırabilir. Tazyik eder, zulmeder, baskı yapar. Onun için kesinlikle yasak!
Ehl-i Kitab’ın hanımlarını alma müsaadesinin sebebi de; sağlam erkekse, müslüman erkek onu aldığı zaman yola getirme ve onun tesiri altında kalmama ve çocuklarını onun tesiri altında bırakmama imkânı varsa o zaman evlenebilir.
Esas amaç, âyet-i kerîmede de belirtildiği gibi Allah’ın rızasını kazanmak, cennete gitmektir. Allah’ın mağfiretine ermektir. Yoksa âhireti mahvedecek bir evlilik asla uygun değildir.
Ve leemetün mü’minetün hayrun min müşriketin velev a’cebetküm. “Bir mü’min köle kadın, cariye; güzel vasıflara sahip bir kâfir, müşrik kadından sizin için daha hayırlıdır.” demesi, bu âyet-i kerîmenin bu kısmının inmesi hakkında tefsir kitaplarında buyuruluyor ki;
نَزَلَتْ فِي عَبْدِاللهِ بْنِ رَوَاحَةَ
Nezelet fî abdillâhibni revâha. “Bu kısım, bu ibare Abdullah b. Revâha radıyallahu anh hakkında indi.”
Abdullah b. Revâha Medine’de şiir ve edebiyatla temayüz etmiş, itibarlı bir kimseydi.
كَانَتْ لَهُ أَمَةٌ سَوْدَاءُ
Kânet lehû emetün sevdâ’. “Onun bir kara cariyesi vardı.”
Byaz ırktan değil; herhalde Afrika’dan alınma, getirilme, Habeşli veya başka bir şey.
Kânet lehû emetün sevdâ’. “Bir cariyesi vardı. Fegadibe aleyhâ feletamehâ. “Bir gün ona kızmış ve bu cariyeyi tokatlamış.”
Cariyeyi dövmüş, bir tokat patlatmış.
Sümme fezia. “Allah’ın sevmediği bir iş yaptım, diye sonra bundan pişman olmuş ve korkmuş.”
Feetâ resûlallah sallallâhu aleyhi ve sellem feahberehû haberahümâ. “Cariyesiyle kendi arasında geçen olayı Peygamber Efendimiz’e bildirmiş.”
فَقَالَ لَهُ
Fekâle lehû. “Peygamber Efendimiz ona demiş ki;”
مَا هِيَ
Mâ hiye? “Nedir bu kadının durumu, bu kadın ne?”
Abdullah b. Revâha da dosdoğru söylemiş:
Kâle: Tesûmü “Oruç tutar yâ Resûlallah! Ve tusallî. “Namazını kılar.” Ve tuhsinül-vudu’. “Abdestini güzelce alır.” Ve teşhedü en lâ ilâhe illallah. “Ve Allah’tan başka ilâh olmadığına cân u gönülden şehadet eder.” Ve enneke resûlüllâh. “Senin de Allah’ın resûlü olduğuna cân u gönülden şehadet eder.” diye tokatladığı zenci cariyenin evsafını anlatmış.
فَقَالَ يَا أَبَا عَبْدِ اللهِ هَذِهِ مُؤْمِنَةٌ
Fekâle: Yâ ebâ abdillâh, hâzihî mü’mine. “Peygamber Efendimiz o zaman demiş ki;”
“Ey Abdullah’ın babası.” Abdullah b. Revâha, aynı zamanda “Ebû Abdullah” künyesiyle çağrılıyor.
“Ey Abdullah’ın babası, yâ ebâ [Ey Ebû] Abdullah! Bu o zaman mü’min bir kadın!”
“Yapmamalıydın, mü’min kadına böyle yapılır mı?..” demek istemiş oluyor.
O zaman Abdullah b. Revâha’nın davranışına bakın:
فَقَالَ وَالَّذِي بَعَثَكَ بِالْحَقِّ نَبِيّاً
Fekâle: Vellezî beaseke bil-hakkı nebiyyen le u’tikannehâ. “Seni hak ile gönderene, peygamberlik göreviyle görevlendirip ‘İslâm’ı tebliğ et!’ diye seni gönderene yemin ederim ki Allah’a yemin ederim ki onu mutlaka ve mutlaka âzat edeceğim.” Ve le etezevvecennehâ. “Ve onunla mutlaka evleneceğim!” dedi.
Araplar’da görülmüş bir şey değil, köle ile evlenmek onlara çok ayıp gibi geliyor. Örf, töre, çevrenin âdeti böyle!
“Yâ Resûlallah, madem sen, ‘Bu bir mü’mindi, yapmasaydın…’ gibi meyil gösterdin; muhakkak ve muhakkak onu âzat edeceğim! Bir kere kölelikten kurtaracağım, bir de onunla evleneceğim!” dedi.
Evlenmek de büyük bir şeref tabii. Bir köle asil bir kimseyle evlenince çok şeref kazanıyor.
“Evleneceğim onunla!” dedi. Abdullah b. Revâhâ;
Fe faale. “Öyle mutlaka yapacağım, dediği şeyi de yaptı.”
Soylu, itibarlı bir insan!
“Bunu yaptı.”
فَطَعَنَ عَلَيْهِ نَاسٌ مِنَ الْمُسْلِمِينَ
Fe taane aleyhi nâsun minel-müslimîn. “Onun böyle davranışına, müslüman arkadaşları bile müslümanlar bile tarizde bulundular, ta’n ettiler: ‘Yahu böyle şey olur mu?’ Ve kâlû: Nekeha emetehû. ‘Şuna bak, cariyesini kendisine asil kadınmış gibi nikâh etti?’ diye ta’n ettiler, ayıpladılar.”
وَكَانُوا يُرِيدُونَ أَنْ يَنْكَحُوا إِلَى الْمُشْرِكِينَ وَيَنْكِحُوهُمْ رَغْبَةً فِي أَحْسَابِهِمْ
Ve kânu yürîdûne en yenkehû ilel-müşrikîne ve yenkihûhüm rağbeten fî ahsâbihim.
Müşriklerle evlenirlerdi, müşriklere kız verirlerdi, kız alırlardı. Haseb, neseb, asalet duygularından dolayı âdetleri böyle idi. Şimdi bu Abdullah b. Revâha böyle yapınca bu sefer onu ayıpladılar, ta’n ettiler, aleyhinde söz söylediler.
Onun üzerine âyet-i kerîmenin bu kısmı nâzil oldu:
وَلَأَمَةٌ مُؤْمِنَةٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكَةٍ وَلَوْ أَعْجَبَتْكُمْ
Ve leemetün mü’minetün hayrun min müşriketin ve lev a’cebetküm. “Mü’min bir köle, cariye, hoşunuza giden bir müşrikeden daha hayırlıdır.” buyurdu.
Demek ki Abdullah b. Revâha’nın yaptığı daha doğru, Allah ondan hoşnut oluyor, o davranıştan hoşnut oluyor. Halkın arasındaki âdet olan, neseb, haseb, asalet gibi şeylerle gidip müşrik kadını almayı Rabbimiz Tebâreke ve Teâlâ uygun görmüyor.
Tabii bizim bu asırda, yirmibirinci yüzyılda, bugünümüzde insanlarımızın davranışlarında, seçenekleri değerlendirmesinde bunlardan alacakları çok çok ibretler var. Demek ki bir köleyi bile -tokat vurdu diye üzüldü- hem âzat etti hem de eş olarak aldı, şeref bahşetti. Demek ki güzel yapmış. Allah memnun ve razı olduğunu bu âyet-i kerîmeyle bildiriyor.
Demek ki iş beğenmek, soy sop meselesi, cazibedar olması veya birtakım güzel vasıflara sahip olması değil. Vasıfların en güzeli mü’min olmasıdır. Mü’min oldu mu ne âlâ! Namaz kılıyor, oruç tutuyor, abdesti güzel alıyor, Allah’a, Resûlüne inanıyor, ihlâslı, samimi; tamam, o daha hayırlı! Ötekisi müşrike, puta tapıyor, imanı yok; o uygun olmuyor.
Aynı şekilde kızlarınızı da “Soyludur, asildir, zengindir…” gibi hesaplarla müşriklere vermeyin. Çünkü o da uygun değil, o da cehenneme doğru götürebilir. Âyet-i kerîmede, “Kızını ve torunlarını, hoşunuza giden bir erkek bile olsa müşrike verme! Mü’min bir köleye ver, o daha hayırlıdır.” denmiş oluyor.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’den Abdullah b. Ömer [Amr] radıyallahu anh’ın bir hadisini bu münasebetle hatırlayalım, duymuşsunuzdur:
لَا تَنْكِحُوا النِّسَاءَ لِحُسْنِهِنَّ فَعَسَى حُسْنُهُنَّ أَنْ يُرْدِيَهُنَّ وَلَا تَنْكِحُوهُنَّ عَلَى أَمْوَالِهِنَّ فَعَسَى أَمْوَالُهُنَّ أَنْ تُطْغِيَهُنَّ وَانْكِحُوهُنَّ عَلَى الدِّينِ وَلَأَمَةٌ سَوْدَاءُ جَرْدَاءُ ذَاتُ دِينٍ أَفْضَلُ
Lâ tenkihun-nisâe li-hüsnihünne, feasâ hüsnühünne en yürdiyehünne; ve lâ tenkihûhünne alâ emvâlihinne, feasâ emvâlühünne en tutğiyehünne; venkihû hünne aled-dîn. Ve leemetün sevdâu cerdâu zâtü dînin efdal
Hadîs-i şerîfi terceme edelim:
“Kadınları güzelliğinden dolayı nikâhlamayın, güzelliğinden dolayı kadınlarla evlenmeyin! Çünkü güzelliği belki onu şımartır, helâk eder. Mallarından dolayı da onlarla evlenmeye kalkışmayın! Belki malları onları taşkınlığa sevk eder.”
Güzellikleri yoldan kaydırtır, hatalar yaptırtır. Malları kibre düşürebilir.
وَانْكِحُوهُنَّ عَلَى الدِّينِ
Venkihûhünne ale’d-dîn. “Dindarlığı sebebiyle onlarla evlenin!”
Malsız mülksüz, çıplak, siyah bir köle ama dindar bir köle daha üstündür.”
Bunun rivayetinde zayıf râvi var ama bu konuda başka bir hadîs-i şerîf daha var, konuyu takviye ediyor. Sahîhayn’da olan, Ebû Hüreyre radıyallahu anh’ten rivayet edilmiş diğer bir hadîs-i şerîfte Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz buyuruyor ki;
تُنْكَحُ الْمَرْأَةُ لِأَرْبَعٍ
Tünkehul-mer’eti li-erbain. “Bir kadın dört sebepten dolayı nikâha alınabilir. Bir kadınla dört sebepten dolayı evlenilebilir.”
Li-mâlihâ. “Malı dolayısıyla evlenilebilir.”
“Zengin bu kadın yahu!” diye evlenilebilir.
Ve li-hasebihâ. “Soyu dolayısıyla, hasebi nesebi dolayısıyla alınabilir.”
“Bu kadın meşhur filanca aileden, şanlı şerefli bir aileden…” diye alınabilir.
Ve li-cemâlihâ. “Güzelliğinden dolayı alınabilir.” Ve li-dînihâ. “Bir de saliha olduğundan, dindar olduğundan dolayı alınabilir.”
فَاظْفَرْ بِذَاتِ الدِّينِ تَرِبَتْ يَدَاكَ
Fazfer bizâtid-dîni teribet yedâke. “Eli toprak olasıca, sen dindar olanı bulmaya bak!” diye Peygamber Efendimiz karşısındakine böyle bildirmiş.
Demek ki nikâhlamak istediğimiz zaman, bir kız aradığımız zaman, ya kendimiz evleneceğiz diye veya oğlumuzu evlendireceğiz, gelin arıyoruz diye bakarken; ne mala, ne soya, ne güzelliğe bakacağız; öncelikle dindar mı, saliha mı, kuvvetli mü’min mi diye ona bakacağız. Buhârî’de, Müslim’de aynen böyle belirtilmiş.
Bu konuda diğer bir hadîs-i şerîf daha okuyalım. Abdullah b. Ömer [Amr] Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu naklediyor:
الدُّنْيَا مَتَاعٌ وَخَيْرُ مَتَاعِ الدُّنْيَا الْمَرْأَةُ الصَّالِحَةُ
ed-Dünyâ metâun ve hayru metâi’d-dünyâ el-mer’etü’s-sâlihah. “Dünya, istifade edecek nimetlerin olduğu bir yerdir ve dünya metalarının, istifade edilecek nimetlerinin hayırlısı da saliha bir kadındır.”
İşte bunlardan dolayı dindar bir kızla, kadınla evlenilmesi tavsiye ediliyor.
وَلَا تُنْكِحُوا الْمُشْرِكِينَ حَتَّى يُؤْمِنُوا
Ve lâ tünkihul-müşrikîne hattâ yü’minû. “Kızınızı, evlâdınızı veya sözü sizde olan, size sorulup sizden istenen bir kadını; mü’min olmadıkça bir müşrikle evlendirmeyin! Söz sahibi olduğunuz takdirde, babası veya velîsi iseniz; müşrik erkeklerle mü’min kadınları sakın evlendirmeyin!”
Bu konuda başka âyet-i kerîme var. “Bu Mekke’den Medine’ye hicret edip de gelen mü’min kadınları geriye göndermeyin!” diye âyet-i kerîme inmişti. Orada böyle buyruluyordu:
فَإِنْ عَلِمْتُمُوهُنَّ مُؤْمِنَاتٍ فَلَا تَرْجِعُوهُنَّ إِلَى الْكُفَّارِ
Fe in alimtümûhünne mü’minâtin fe lâ terciûhünne ile’l-küffâr. “Onların mü’min kadınlar olduklarını öğrenirseniz, kâfirlere geri göndermeyin!”
لَا هُنَّ حِلٌّ لَهُمْ
Lâ hünne hillün lehüm. “Bu mü’min kadınlar o kâfir kocalara helâl değildir.”
وَلَا هُمْ يَحِلُّونَ لَهُنَّ
Ve lâ hüm yahillûne lehünne. “O kâfir kocalar da mü’min kadınlara helâl değildir.” diye âyet inmişti.
Ama hüküm bu: Mü’min kadın kâfir erkeğe helâl değildir, kâfir erkek mü’min kadına helâl değildir, evlenemez!
Bu sebepten dolayı âyet-i kerîmenin bu kısmında da buyuruluyor ki;
وَلَا تُنْكِحُوا الْمُشْرِكِينَ حَتَّى يُؤْمِنُوا
Ve lâ tünkihul-müşrikîne hattâ yü’minû. “Kızları, kadınları müşrikle evlendirmeyin!”
وَلَعَبْدٌ مُؤْمِنٌ خَيْرٌ مِنْ مُشْرِكٍ وَلَوْ أَعْجَبَكُمْ
Ve leabdün mü’minün hayrun min müşrikin velev a’cebeküm. “Hoşunuza gitse bile onlar yerine mü’min bir köle bile daha hayırlıdır; köle ile evlendirin, müşrikle evlendirmeyin!”
أُولَئِكَ يَدْعُونَ إِلَى النَّارِ
Ülâike yed’ûne ilen-nâr.
Böyle yaparsanız, müşrik kadın alırsanız; veyahut sözü sizin ağzınızdan çıkacak olan, nikâhında velîsi olduğunuz kadını veya kızı müşrikle evlendirirseniz o zaman onlar onu cehenneme götürürler, davet ederler.”
Oturup kalkarken, konuşurken, görüşürken kendi fikirlerini aşılarlar, dünya sevgisini aşılarlar, yanlış işler yaptırırlar. Dünyayı tercih ettirirler, ibadetleri bıraktırırlar, sonuç vahim olur. Âhiretleri mahvolur, harap olur. Böyle yapılmaması lazım!
Alimlerden bir zâtın çok güzel bir kızı varmış. Çok güzel, çok dindar, çok bilgili, çok da zarif, her yönden çok üstün olduğundan namlı bir kızcağızmış. Saliha bir kızcağızmış. Zamanın Emevî halifesi haber gönderiyor, kendi oğluna bu alimin kızını istiyor. Saraya gelin gidecek, halifenin oğluyla evlenecek.
Alim bu haberi alır almaz, hemen talebelerinden iffetli, temiz bir gence demiş ki;
“Gel bakayım buraya, ben sana kızımı nikâhlamak istiyorum!”
“Efendim param yok pulum yok, maaşım yok, fakirim…”
“Olsun.” demiş, salih diye hemen onunla evlendirmiş.
Halife biraz zorlar da baskı yapar, aracılar filan gönderir, oğluna alır diye hemen o gün bir mütedeyyin talebesiyle evlendirmiş.
Bunlar neden böyle yapıyorlar?
Büyük alim, ismi kitaplara geçmiş meşhur bir alim niçin yapıyor?
Kızının âhiretini kurtarmak için! Saraya giderse çalgı var, eğlence var, haram var, belki gaspen alınmış paralar var… İhtiyacından fazla harcadığı ona helâl olmaz. Tabii sarayda bol bol yeniliyor, içiliyor. Kızının oraya gitmesini uygun görmemiş de güzelim kızını fakir bir talebeye vermiş.
Tabii ondan ne türlü hayırlar çıkmıştır kim bilir, ne güzel hâller olmuştur. O evliliği takip etsek belki ne alimler yetişmiştir.
Biliyorsunuz, Hz. Ömer’in de bir menkabesi var, onu da bu vesileyle anlatalım. Dindar insan aranmasını gösteren menâkıptan birisi:
Hz. Ömer halife iken devriye geziyormuş. Gezerken mahalle arasında bir evden, anne kızına sesleniyor:
“Kızım, sütün içine su kat!” diyor.
Dışarıda da tesadüfen Hz. Ömer oradan geçiyor, sesi duyuyor:
“Anne, Halife Ömer; ‘Süte su katmayın, hile yapmayın!’ diye emretmedi mi?”
“Canım kızım, şimdi Hz. Ömer nereden duyacak, nereden bilecek, sen sütün içine suyu kat!” diyor.
O zaman kız diyor ki;
“Hz. Ömer bilmese bile Allah bilmiyor mu? Emîrül-mü’minîne itaat etmek lazım! Katmamız doğru olmaz.”
Hz. Ömer gece o evi işaretliyor, belliyor, hatırında tutuyor. Ondan sonra sabahleyin o eve gidiyor veya haber gönderiyor; o evin kızını -daha boyunu posunu, rengini, yüzünü görmeden; kusuru var mı, yok mu, kör mü, sağır mı neyse hiç araştırmadan- oğluna o kızı istiyor. “Sizin evinizdeki kızı istiyorum!” diyor. Çünkü akşamdan takvâsını duydu.
“Hz. Ömer görmese bile, duymasa bile Allah görmüyor mu, duymuyor mu anne? Süte su katmayalım!” demesinden hoşuna gittiği için kızı oğluna gelin alıyor.
Ah işte hep böyle olsa! Sonra tabii arkasını da o aileden, o güzel hatunla Hz. Ömer’in oğlundan nesil devam ediyor; Emevîlerin meşhur Ömer b. Abdülaziz isimli dindar, takvâ ehli, büyük hükümdarı dünyaya geliyor. Hz. Ömer’in torunu, onlardan doğuyor.
Demek ki çocuklarımızı saliha kimselerle evlendirirsek veyahut da kızlarımızı salih kimselere verirsek bereket olur, sonu hayır olur. Eğer aksi yapılırsa, başka hesaplar yapılırsa; imana, dine, İslâm’a sığmayan dünyevî hesaplar yapılırsa onun sonunda da çok zararlar çıkar, pişmanlıklar olur. Sonunda da âhiretleri mahvolur. Bunu sağlayanlar da sorumluluk altında kalırlar.
Allahu Teâlâ hazretleri her yaptığımız işi rızasına uygun yapmayı nasip etsin. Âhireti düşünüp her işimizi âhireti kazanacak şekilde, imtihanı başaracak şekilde, cennete girip cehennemden âzat olacak şekilde yapmaya muvaffak eylesin.
Tevfîkini refîk eylesin. İmanımızı, ihlâsımızı, irfanımızı kuvvetli eylesin. Bizi yalan yanlış yollara, yanlış tercihlere kaydırmasın. Aklımızı kaydırmasın, gönlümüzü kaydırmasın. Sağlam müslümanlar eylesin.
es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh!