Türk tarihinin Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar uzanan genel seyri içerisinde ulaştığı nokta, Müslüman Türk kadınının cesaret ve kabiliyetinin Anadolu’da müesseseleşerek Bacıyân-ı Rum adlı farklı bir teşkilat kurmasıdır.
Adeta ''kellelerini koltuklarına alarak'' Anadolu'nun İslamlaşması ve Türkleşmesi için çaba sarf eden pek çok Teşkilâtın içinde biri var ki, bir yönüyle benzerlerinden kesin olarak ayrılıyor: Bâcıyân-ı Rûm. Fatma Bacı isminde ve Hacı Bektaş-ı Veli Hazretleri'ne yakınlığı ile bilinen tasavvuf ehli bir kadının önderliğinde kurulduğu düşünülüyor bu teşkilâtın. Özellikle İslamlaştırma çalışmalarına aktif olarak katılması ve asker Teşkilâtında kilit roller üstlenmesiyle, modem anlamda bir ''sivil inisiyatif örgütünün'' belki de en sağlam örneklerinden birini teşkil ediyor.
Bacıyan-ı Rum teşkilatı, Anadolu kadınlarını, gerektiğinde düşmanlara karşı vatan savunmasında eşlerinin yanında mücadele etmesi ve gerektiğinde de kültürde, sanatta, edebiyatta, sosyal ve ekonomik alanlarda kalkınıp gelişmesini sağlamak için teşkilatlanmış. Anadolu Kadınlar Birliği, kadınlar arasındaki yardımseverliğin, konukseverliğin, doğruluk ve merhametliğin gelişmesine katkı sağladığı gibi Türk dilinin, Türk kültürünün ve İslam anlayışının kadınlar arasında yayılmasını da hızlandırmıştır.
Bacılar Teşkilâtı, toplum içinde boşluğu ve eksikliği duyulan bir konuda, kadınların organizasyonu konusunda düşünülerek ortaya çıkmış bir örgüttür. Şüphesiz bu kuruluşta yer alan kadınlar, taraftarlarını belli bir amaçla eğitime tabi tutuyor, onların daha sağlam bir milli ve dinî bünyeye kavuşmalarını sağlıyordu. Faaliyetleri kimsesiz, yoksul, hasta ve yaşlı kadınlar ile sosyal ve ekonomik münasebetler kurularak gayrimüslimlerin arasında yapılmışsa bunun bu kadınlarını arasında ihtidalara sebep olacağını düşünmek gerekir. Kaynaklar bize bu tür münasebetlerin İslamlaştırmaya etkisini gösteren pek çok örnek sunuyor.
Bacıların bu faaliyeti hatıra Mekke döneminde ev ev dolaşarak Kureyşli kadınlara İslam'ı anlatan Ümmü Şüreyk’i getiriyor. O ve benzeri ilk Müslüman kadınların İslam'ın inkişafına sağladığı katkı henüz araştırılmış bir konu değildir tıpkı Anadolu bacıları gibi. İslam’ın kadın kimliği ve toplumsal pozisyonuna dair giriştiği önemli geliştirme adımlarına rağmen tarihin seyri bu istikameti takip etmemiş, Müslümanlar bu konuda Allah Resulünün ve Kur'an'ın açtığı çığıra yeterli katkı sunamamışlardır.
Anadolu Kadınlar Birliği, Ahilerin kadınlar kolu olarak yetim ve kimsesiz genç kızları himayesine almış, onların eğitimlerinden, ev-bark sahibi olmalarından sorumlu olmuşlardır. Bunun dışında kimsesiz ihtiyar kadınların bakımı, genç kızların evlendirilmesi gibi birtakım sosyal hizmetlerde bulunmuşlar, maddi sıkıntı içinde olanlara yardım elini uzatmışlardır.
Anadolu Selçukluları zamanında ortaya çıktığı anlaşılan Anadolu Bacıları'nın, kesin olarak ne zaman ve kim tarafından kurulduğu tespit edilememiş olan yönlerinden biridir. O zamanın sosyo-ekonomik, kültürel ve siyasi şartlarının tabii bir sonucu olarak doğmuş ve Anadolu Ahileri'nin sanki kadınlar koluymuş gibi bir görünüm arz etmektedir. Ahiler, Uç bölgelere göç ettikten sonra Bacıların da bu bölgelerde yoğun faaliyetlerde bulunduklarını görebilmekteyiz.
Bacıların içtimaî hayattaki faaliyet sahasından biri de örgütçülük, dokumacılık ve el sanatlarındaki çalışmalarıdır. Geleneksel Türk kadın el sanatlarının ne kadar çeşitli, kaliteli ve yüksek değerde olduğu çok iyi bilinen bir husustur. Çadırcılık, keçecilik, boyacılık, halı ve kilimcilik, dokuma ve örgücülük, nakışçılık ve çeşitli kumaşların imal edilmesi ve bunlardan giysi yapılması bacıların meşgul oldukları iş alanları olmuştur. Kayseri'de Ahiler tarafından kurulan sanayi sitesinde hanımlara mahsus çalışma yerleri de bulunur ve Bacıyan-ı Rum teşkilatına mensup hanımlar bu sanayi sitesinde el sanatlarını ve mesleklerini icra ederlerdi.
Ahilikte erkeklere ''eline-beline-diline sahip ol'' öğüdü verilirken, Bâcıyân-ı Rûm Teşkilâtı da kadınlara “aşına-işine-eşine sahip ol” öğüdü verilmiştir. Böylece Osmanlı Anadolu'sunda aile temeline dayalı sağlam bir cemiyet hayatı oluşturmalarına katkı sağlanmıştır.
Bâcıyân-ı Rûm mensubu kadınların da zaviye tesis ettiklerini ve bu suretle iskan ve kolonizasyon faaliyetlerine katıldıklarını belirtilmiştir. Kanuni devrine ait Defterî Hakanî kayıtlarında “Kız Bacı”, Sakarî Hatun”, “Hacı Fatma Zaviyeleri” gibi hatun zaviyelerinden örnekler verilmektedir. Günümüzde çokça tartışmaya mahal veren bu zaviyelerin varlığı Osmanlı döneminde kayıtlara geçirilmiş birer meşru faaliyet müesseseleri kabul edilmiştir.
Önemli tarihçilerimizden Fuad Köprülü, Anadolu Bacıları’nın sırası gelince müsellah ve cengaver olan bir kadınlar Teşkilâtı olduğunu katiyetle belirtiyor eserlerinde. Moğol istilası dönemi Selçuklu Anadolu’sunun içinde bulunduğu buhranlı yıllar göz önüne alınırsa bu kuruluşun önemi daha da iyi anlaşılır. Zira Moğolların Kayseri’yi istilası zamanında kaleyi savunanlar arasında Bacılar Teşkilatı'nın mensuplarının da bulunduğu görülmektedir. Ayrıca Dülkadiroğullarının 30.000 silahlı kadın askere sahip olduklarına dair haberde (Köprülü, 1999: 94) bu beylik döneminde kadınların askeri alanda resmen faal olduklarını göstermektedir.
Tıpkı Gaziyan ve Abdalan-ı Rum gibi Bacıyan da ordularla birlikte hatta onlardan daha evvel fütuhata çıkmış ve karşı tarafı daha evvel manen fethetmiş bulunmaktadır. Uc bölgelerde Türkmen aşiretler arasında savaşçı kadınların bulunduğu da kaydedilmiştir. Hiç şüphe yok ki bu kadınlar da Anadolu Bacıları’ndan idi. Osmanlıların kuruluşu sıralarında bacılar abdallarla birlikte aynı saflarda savaşmışlardı. Tıpkı son zamanlardaki Nene Hatunlar, Kara Fatmalar gibi…
Bu nakiller ister istemez Uhud savaşında eşiyle birlikte Resulullah Efendimiz'e kalkan olan Nüseybe binti K’ab ve eşi Zeyd bin Asım’i hatırlatıyor. O savaşa ailece, çocukları ile birlikte katılmışlardı çünkü vaziyet bunu gerektiriyordu. Hz. Nuseybe ve eşi Hz. Zeyd Efendimiz Aleyhisselam'ın önüne geçmiş müşrik darbelerine karşı savaşıyorlardı. Hz. Nuseybe savaşma niyetiyle gelmediği için teçhizatı yoktu. Müslüman ordusu dağılınca Resulullah (SAS.)'ı korumak için bir kılıç buldu, fakat kalkanı yoktu. O sırada kalkanıyla kaçan bir Müslüman'ı gördü ve seslendi: “Kalkanı savaşacak olana ver"
Adam kalkanını hemen elinden fırlattı. Eline kalkanı da alan Hz. Nuseybe ‘yi tutacak yoktu artık, Resulullah’ın dediğine göre nereye baksa Ümmü Ümare’nin savaştığını görüyordu. Şefaatlerini dileriz.