Baharın bütün güzelliği ile hayatımıza dolduğu günlerdeyiz. Tabiatın yeniden dirilişini ve Rabbimizin yeniden ve yeniden yaratma kudretini fert fert müşahede ediyoruz. Şüphesiz bahar günleri bize çok büyük ibret ve tecrübeleri kazandırırlar.
Çiğdem de şu içinde bulunduğumuz yarı sıcak yarı soğuk günlerin baş ve ilk çiçeğidir. Ecdadımız hayatı çiğdemlerle hemen ardında da menekşeler ve lalelerle süslüdür. Onlar renk, çiçek, ot, meyva, taş, tüy... akla ne gelirse her şeye bir mana yüklemişler ve haklarında özel şiirler beyitler, maniler yazmışlardır. Bu sembolik dili kullanarak mürekkep kullanmadan, sevgi, dostluk, hatta küfür, azar dolu, zaman zaman da havadisle dolu mesajlar gönderebilmişlerdir. Çiğdem de o çiçeklerden biri. Ve kendisine mahsus, baharı müjdeleyen bir günü de var, çiğdem toplama günü.
Çiğdem Günü mevsim şartlarına göre Şubat sonu ve Mart başında karların erimesine ve çiğdemlerin çıkmasına göre yapılmaktadır. Çiğdemlerin çıktığını gören çocuklar toplanarak pilava eklenen sarı çiğdem, eflatun çiçekli Ali öksüzü (Ali gülü) ve beyaz çiğdem denilen kardelen toplamaya gitmektedirler.
Baharın müjdecisi olarak çiğdemlerin karlar eriyince çıkmasıyla yapılan kutlamalarda, kulaklarına çiğdem takan kızlar, çömlekten mani çekme yarışması yapmakta, küçük çocuklar ucu sivri bir değneğe çamurdan bir top takıp kırlara çiğdem toplamaya giderler.
Çocuklar, önceden hazırladıkları ucu sivriltilmiş küsküç adı verilen çiğdem kazıklarıyla baharın müjdecisi sayılan çiğdemleri topraktan sökmekle işe başlarlar. Bu sökme işleminde, çiğdem olarak adlandırılan sarı çiçekli türler ile aliöksüz (Yozgat şivesinde: alooğsüz) yada nevruz olarak adlandırılan mor-eflatun çiçekli türler özellikle seçilir. Çiğdemin topraktan sökümü kolay değildir. Toprağın kisli ve kökünün de derinlerde olması sebebiyle zordur. Hatta "her zaman çiğdem çıkmaz, bazen de küsküç kırılır" biçimde atasözü de vardır. Karaçalı tabir edilen ağaçcığın dalı kesilerek dikenlerine toplanan çiğdemlerin soğanları saplanır.
Bazı yerlerde de "çalkı" denilen karaçalının veya iğde dalının dikenlerine yumru kısımlarından iliştirilmekte, çocuklardan biri çiğdem çalkısını taşımakta, “abdal” adı verilen bir diğerinin sırtında toplanan yağ, bulgur, kıyma veya soğanların konacağı heybe bulunmaktadır.
Ev ev dolaşılarak, Mahallenin demir tokmaklı bütün kapıları tek tek çalınır, kapı açılıp da ev ahalisi yüzünü gösterene kadar hep bir ağızdan çocuklar: “Hanım abla yağdan bulgurdan bir şeyler gönder” diye bağırır ve gruptakiler türkü formunda şunları söyler:
Çiğdem geldi kapıya
Yağ gönderin yapıya
Yağ olmazsa bal olsun
Oğlan uşak sağ olsun
Çiğdem çiğdem çiçecik
Ebem oğlu köçecik
Bir verenin kızı olsun
İki verenin oğlu olsun
Ev sahibinin kapıya gelmekte gecikmesi durumunda ise “velihey” veya “Abdalın hakkını gönderin yağdan bulgurdan” nidaları arasında şunlar söylenir:
“Çiğdem sarı ben sarı,
Çiğdeme konmuş bir arı,
Her kapıda bir kocakarı,
Verenin oğlu olsun,
Vermeyenin kedisi ölsün”
diyerek ev ahalisi çocukça uyarılırdı. Mâniyi duyup kapısını açmayan ev sahibine ise:
“Dam başında boyunduruk
Bekleye bekleye yorulduk
Bahşiş verirsen gideriz
Yoksa akşama dek dururuz” mânisini söylerler.
Bütün bu eğlenceli diyalogların sonunda kızı olmasını isteyenler bulgur, oğlu olmasını isteyenler yağ verirler. Çocuklar da hediye verene bir demet çiğdem verirler. Ev sahibi “Allah tekrarını nasip etsin, hoş geldin safa geldin, bu zamana kadar nerelerde idiniz. Allah daim bu günlere eriş- tirsin” diye dualar ederler. Hediye veren kadınlar aldıkları çiğdem demetini yüzlerine sürmekte, yağmur yağmasını talep ettiklerini belirtmek üzere çiğdemleri sularlar ve “Çiğdeminiz kutlu, pilavınız tatlı olsun, Allah yağmurunuzu bol etsin” derler.
Evdekiler de maddi durumlar el verdikçe köylüden toplanan erzak, abdalın sırtındaki torbaya doldurulur. Torba doldukça büyük coşkuya dönüşen çiğdem gezmesi, aşı pişirecek gönüllü evinin avlusunda veya mahallenin en yüksek damında veya açık bir alanda ateş yakıp pilav pişirmeye başlanılır. Herkes evden ekmeğini, kaşığını getirmekte, kurdukları sofrada içine sarı çiğdemleri kattıkları pilavı yerler. Anadolu’da baharın gelişini kutlamak için 6-12 yaş arası çocukların ellerinde çiğdemlerle evleri gezerek yemeklik malzeme toplamalarına "çiğdem gezmesi" denilir. Bu malzemeye çiğdem soğanı katılarak yapılan pilava "çiğdem pilavı" denir. Daha çok Yozgat kökenli olmasına rağmen Sivas ve Kayseri'nin bir kısmında da pişirilen ve Amasya'da da yapılan çiğdem pilavı, yağmur suyu ile demlenmiş çay ile sunulmaktadır.
Yemekten sonra aralarında çiğdem kazanma amaçlı aşık atma oyunu da olan çeşitli oyunlar oynanarak, halaylar çekilerek gün sonlandırılır. Çiğdem gezmesi Mahalleler arası bir yarışa dönüşür. Çiğdemi ilk gören, toplayan ve çiğdem gezmesi yapan mahalle birinci olur, ilk gören kişi ise kahraman seçilirdi.
Topraktan başını uzatır uzatmaz, koyun ve keçi gibi hayvanlar tarafından yenildiği için beyaz çiğdeme halk arasında "öksüzoğlan" adı verilir. Aynı çiçek Bektaşilikte Ehlibeyt’in sembollerinden sayılır. Ve nefis bir halk türküsünde çiğdem ve nevruz şöyle dile gelirler:
Çiğdem der ki ben elâyım
Yiğit başına belâyım
Hepisinden ben âlâyım
Benden âlâ çiçek var mı
Al baharlı mavi dağlar
Yarim gurbet elde ağlar
Nevruz der ki ben nazlıyım
Sarp kayalarda gizliyim
Mavi donlu gök gözlüyüm
Benden âlâ çiçek var mı
Al baharlı mavi dağlar
Yârim gurbet elde ağlar