Le Corbusier 20. yüzyılın en büyük mimarlarından biridir. Gençliğinde çıktığı bir Avrupa seyahatinde nihayet İstanbul’a varır. O zamanki İstanbul genç mimarı çok etkiler. Bu şehir ona göre dünyadaki bütün şehirlere örnek olabilecek bir şehirdir. Bir yazısında ondan şöyle bahseder:
“New York’la İstanbul’u karşılaştırırsak diyebiliriz ki birincisi kıyamettir, ikincisi ise bir yeryüzü cenneti. İstanbul bir meyve bahçesidir, bizim kentlerimiz ise taş ocakları.”
Toplumları toplum yaparak o toplumu kendisi kılan, sahip olduğu değerleri, gelenekleri, inançları, kültürü ve yaşam biçimidir. Bu değerleri geleneklerde ve kültürde bulmak mümkün olduğu gibi mimari de insan eliyle vücut bulan ama insanı yeniden inşa eden niteliği ile bir milletin kimliğine dair her şeyi bir çırpıda gözler önüne serer.
Evlerimiz bizim kendimizle, aile fertlerimizle, diğer insanlarla ve tabi çevreyle olan irtibat ve ilişki biçimlerimizi gösteren müşahhas bir örnektir. Onun malzeme seçiminde bile hikmetli bir tercih vardır. Devlet binaları yahut camiler, medreseler, okullar, hanlar, kervansaraylar kültürümüzde hep taştandır zira bir kalıcılık, ebedilik niyeti ile inşa edilmişlerdir. İnsan ömrü ise mukayyettir, sahibi bunu daimi hatırda tutmalıdır, bundan bizim evlerimiz ahşaptır. Yokluktan değil yani, ahirete hazırlıktan ve tevazudan.
Mütevazı ahşap evlerimizin birbirlerinin manzaralarını kapatmayacak şekilde konumlandırılması, ev içi mahremiyetinin gözetiliyor olması, her evin küçükte olsa bir bahçesinin olması, duvarlara iliştirilen özenle işlenmiş kuş evleri, kendine özgü mesajlar içeren kapı tokmaklarının kullanılması ve örneklerini çoğaltabileceğimiz tüm ayrıntılar Türk evlerinin insana ve çevreye olan özeninin bir göstergesidir.
Bir kere eve çok misafir gelir, evlerimizin planları buna göredir, harem ve selamlıktan müteşekkildir. Evlerimizin iki kapısı vardır haliyle ve misafirler birbirlerini hiç görmeden baş odaya alınırlar. Selâmlıklar, yola daha yakın ve konukların rahat ulaşabilecekleri yerlere yapılmıştır. Harem daireleri ise sokaktan görünmeyecek şekilde geride bahçe içinde inşa edilmişlerdir. Bahçe duvarları da yüksek ve içeriyi göstermeyecek biçimdedir. Ev eğer iki katlıysa ilk katta depo, ahır, samanlık gibi bölümler vardır ve bu içe dönük mimari tasarım evin hanımının mahremiyet gereksinmeleri sonucu şekillenmiştir.
Mahremiyet gereksiniminin sonucu olarak ortaya çıkan bir diğer önemli tasarımda döner dolaplardır. Bu tasarım eve gelen erkek misafirlere yapılacak olan ikramın mahremiyet kuralları içerisinde gerçekleştirilmesine imkan tanımaktadır. Bir merkez etrafında dönebilen raf sistemi iki taraftan kapaklı bir dolap içerisindedir. Bu sayede evin hanımı hazırladığı ikramı bir taraftan rafa koyar ve çevirir. Diğer odadaki ev sahibi ise bu ikramı alır ve misafirlere servis eder.
Odalar arası ilişkilerin sağlandığı bütün kapıların kendisine açıldığı sofa Türk Evi’nin en önemli karakteristiklerinden biridir. Sofalar bir sirkülasyon alanı olmakla birlikte aynı zamanda bir oturma ve toplanma alanıdır. Bu ev modelinde kimsenin yapayalnız ve aileden kopuk olması ihtimali yoktur.
Türk evlerinin odalarında, yaşamla ilgili oturma, dinlenme, yemek hazırlama, pişirme, yemek yeme, ısınma, yatma, çalışma, okuma gibi tüm eylemleri karşılayabilecek donatı bulunmaktadır. Her ne kadar şimdi çalıştığınız yerde uyumanın dikkati toplama mani olduğu söylenilse de eski evlerimizde diğer bütün faaliyetlerimizi bile aynı yerde icra ediyormuşuz.
Oda bir ev fonksiyonlarının neredeyse hepsini bünyesinde barındırmaktaydı Adeta ayrı bir “ev” gibiydi. Bu nedenle, odanın da mahremiyeti önemli bir konuma geliyordu. Sofadan odaya doğrudan girilmez, oda girişinin içeriden kontrol edilebilmesi sağlanırdı. Odaya giriş çoğunlukla iki bölümden oluşur ve iki kez yön değiştirilerek yapılırdı. Bu sayede içeriye giren kişi ilk bakışta odayı tam olarak göremez ve odada bulunanlar da hazırlıklarını yaparak geleni karşılayabilirlerdi.
Odalar daima kare veya kareye yakın dikdörtgen formdaydılar. Binanın arsaya oturuşu hangi şartlarda olursa olsun üst kat odalarda çıkmalarla oda iç mekânının düzgünleştirilmesi yoluna gidilmiş, gerekirse evin cenahı güneşe doğru da döndürülmüştür.
Cephe düzenine büyük bir estetik sağlayan cumbalar şüphesiz yalnızca estetik kaygılarla tasarlanmamıştı. Cumbalar daha çok, sokaktan haberdar olabilmek ve kapıya gelenin kim olduğunu görebilmek için kullanılmıştır. Çeşitli sebeplerle eve cumba yapılamadığı ya da cumba penceresinin kapıyı göremediği durumlarda ise 'kim geldi' pencereleri kullanılmıştır. Kapıya geleni görünmeden görmek ya da evdeyken evde değilmiş iki yüzlülüğü sebebiyle değil, saygısız durumlara düşmemek gayretiydi bu kim geldi pencerelerinin yapılmasının amacı.
Kapılarda çoğu kez iki tür tokmak bulunurdu: tok ses çıkaran büyük olanı erkekler içindi ve içerdeki hanımların toparlanmaları için ikaz niteliğini taşımaktaydı. Çalınan küçük tokmak ise gelenin bir kadın olduğunu haber vermekte ve erkeklerin avluyu boşaltmalarını sağlamaktaydı. İki tokmak ya da halka arasına bağlanan ip "Şu anda evde yokum.", tokmaktan aşağı sarkan ip ise "Evdeyim, kapıyı çalabilirsiniz..." anlamını taşımaktaydı. Bu anlamlarının yanı sıra, evde evlenecek yaşta kız olup olmadığının bile kapı tokmağından anlaşılabileceğini bildirir araştırmacılar.
“En uygun çözümü tabiat bulmuştur” prensibinden hareketle geleneksel mimarimiz doğaya uygun bir yapı tarzıdır. Oysa bugün mesela evlerimizi serinletmek ya da ısıtmak için havayı kirleten, iklimi etkileyen klimalar ve ısıtma sistemleri kullanıyoruz. Yüksek duvarların çevrelediği avlular az güneş alır ve yazın serin olurlardı, gölgelerinden istifade edilen, sesi engelleyen ağaçlarla süslenmişti. Fırınlar avludaydı ve evin içinin serin kalmasına katkı sağlardı. Her bahçede mutlaka bir su kuyusu bulunurdu. Hatta serinletici etki oluşturmak için suyun buharlaşmasından faydalanılır, küçük süs havuzları da evlerimizin bir parçası haline getirilirdi. Bu havuzlar genellikle bulanıktır. Elbette bu bakımsızlık gibi Müslüman Türk ile hiç uyuşmayan bir sebeten kaynaklanmamaktadır. Havuzlar bulanıktır çünkü içinde yaşayan canlıların güvenlik ve savunma güdülerini zayıflatmayacak bir düşüncenin ürünüdürler. Suyun insan psikolojisine müsbet ve rahatlatıcı etkisi de unutulmamalıdır elbette.
Evlerimizin taşlık diye bilinen bir kısımları vardı ve sıcak yaz aylarında yıkandığında serinletici bir etkiye sebep olurlardı. Taşlık denilen bu meydanın bir yüzü, küçük camlardan yapılmış pencereden ışık alırdı. Tabanları mermer, arnavut kaldırım veya kayrak taşından özenle döşenirdi. Arnavut kaldırımlı taşlıklara binek arabaları ve atlar girebilmekteydi. Taşlıklardan direkli ve parmaklıklı sofalara çıkılan merdivenlerin alt başlıklarında, bir-birbuçuk metre tek parça mermer taşın iki yanında yine mermerden yapılmış iki-üç basamaklı birer merdiven bulunurdu. Bunlar binek taşlarıydı. Binek taşlarından sofaya çıkılırken, iki sütun ve başlıktan yapılmış bir kapı bulunurdu. Bunların oluşturduğu bölüme "Niyazlık" adı verilirdi.
Büyük sokak kapısından giren ve ata binmiş ev sahibi veya misafir, niyazlık taşına kadar ilerleyip iner. Ev sahibi evde yoksa niyazlık odasının perdesi kapalıdır. Bu perdenin açık olması ev sahibinin evde olduğu ve konuk kabul edebileceği anlamına gelir. Ev sahibi evde bulunmadığı anda bile, belli konukları kabul eder, çubuk ve kahve sunulur, evin görevlilerinden biri kendisine refakat ederdi.
Bol ağaçlar ve gölgeli yüksek duvarlarla çevresinden arındırılmış bahçelerle insanları evlerine bağlayan güzellikte bir iç dünya oluşturulmuştu. Doğrusu bugünkü kadar dış uyaranın, akıl ve gönül çelen ilgi ve alakaların olmadığı bir dünyada güzelleştirilmeye layık en değerli mekan evlerdi. Göz ve gönüller de en çok ev ahalisi ile alakalıydı. Tıpkı buna işaret eder gibi evlerin komşu arsalara bitişik taraflarında, komşuya bakan cephelerde bu içe dönük hale uygun biçimde hiç pencere bulunmazdı. Pencereler tamamen kendi bahçelerine bakardı.
“İstanbul tipi rüzgarlıklar” ise neredeyse yok olmuş bir uygulamadır. Evin en rüzgar alan yerine camsız bir pencere açılırdı. Buradan gelen rüzgar bütün evi dolaşan bir hava akımına sebep olurdu. Bu serinletici etkiyi artırmak için hava boşluğuna içi su dolu büyük bir çömlek su da konulur. Yüksek ve kubbeli tavanları ile evlerimiz hem psikolojik hem de fiziki ferahlık sağlardı. Hem ev ahalisine hem de tabiata fayda ve güzellik eklerdi.