Anadolu’muzda, renklerin akla hayale gelmedik adları vardır, tıpkı topraklarımızda yaşayan halkın çokluğu gibi. Bu topraklar, insan yönünden nasıl rengârenkse, renklerimiz de hesaba gelmez çokluktadır. Renklerimiz bile tabiatla olan irtibatımızı dile getirir. Mesela altın sarısı, ateş kırmızısı, baklaçiçeği, boncuk mavisi, camgöbeği, çivit mavisi, çivit rengi, deniz mavisi, devetüyü, duman rengi, fare tüyü, fes rengi, fındıkkabuğu, fildişi, keklik ayağı, kiremit rengi, kömür karası, kumru göğsü, kumru tüyü ve daha pek çoğu...
Atalar, bitkilere, hayvanlara, gökyüzüne bakarak çeşitli renk adları üretmişlerdir. Benzetme ve yakıştırma yoluyla yeni renk adları türetirken doğadan hareket etmiş, somut anlatıma yönelmişlerdir. Renklerin, bütün kültürlerde, olduğu gibi bizim kültürümüzde ve İslam geleneğinde de anlamları vardır. Mesela Peygamber’in bir gül görüp, onu öpüp gözlerine bastırıp “kırmızı gül Allah’ın mehabetinden bir parçadır” buyurmuşlardır. Yine Resulullah (s.a.v) Mekke’nin fethi gününde, şehre siyah tülbentle girdiler çünkü siyah Zat’ın rengidir ve gece gibi Kâbe de Zât-ı Ahadiyyet’e işarettir.
Tarihin eski zamanlarından başlayarak, uzun süre beş ana renk olarak kara, ak, kızıl, yeşil ve sarı renkleri temel görmüş atalarımız. Her renge, her toplumda kendi doğalarına uygun olarak bir takım anlamlar yüklenmiştir. Halkların ve kültürlerin renklere yaklaşımı birbirinden farklıdır. Dokumalarda da renkler, çeşitli simgeler ve anlamları ile dokuyucuların dili olmuştur. Türk halılarının dünyada ünlü olmasının sebebi, kırmızı renktir. Türkmen halılarında kırmızı renk, güneşi temsil eder.
Kırmızı (al) renge büyük değer verilmiş ve saygı gösterilmiş, bunu bir halk, ordu ve savaş geleneği haline, bir simge durumuna getirilmiştir. Al ile kızıl renkler birbirlerinden farklı olup, al renk, koyu turuncuya yakın, ateş alevi rengine benzer bir renktir. Kızıl renk ise, açığa yakın, parlak kırmızı renk anlamında kullanılmıştır.
Türk kırmızısı 1670’li yıllarda Avrupa’da üretilmeye çalışılmış ama bir türlü netice elde edilememiştir. Ecdat sırrını öyle kuvvetli vurmuş ki, torunları olarak bugün bizim bile bu rengin orijinal tonunu bulduğumuz söylenemez.
Ecdadımız, devleti temsil eden ak ile halk ve ordu geleneğini temsil eden alı, çok eski çağlardan başlayarak yan yana getirmişlerdir. Ak renk temizlik, arılık, büyüklük ve yaşlılığın, Hunlarda ise ak renk, adalet ve güçlülüğün simgesi olmuştur. Aşiret bayrakları ve özellikle savaşa götürdükleri bayrak, kızıl renktedir. Mavi renk, insanlık tarihinde kutsal sayılan gök ve suyu temsil eder. Gök rengi olan mavi, sonsuzluğu, türeyişi, emniyet ve dinginliği çağrıştırır; dostluk, sadakat, vefa, aydınlık, temizlik ve ruhanilik simgesidir. Camilerimizin özellikle kubbesinde kullanılan mavi, turkuaz, ulûhiyeti temsil eder. Mavi, kırmızı ve ak renkleri Türk kültüründe en çok değer verilen renklerdir. Yeşil renk ise, din, iman ve sonsuzluğu simgelemektedir.
Yer, ağaç, su, ateş, gök ve bunun gibi sekiz unsurun her biri için bir renk simgesi kullanılmıştır. Bu unsurların coğrafi olarak bulunuş yönlerine, bir başka deyişle dört ana yön ve dört ara yöne göre, sekiz ayrı renk verilmiştir. Örneğin, Mete Han ordusunu kurduğu zaman, ordunun bulunduğu her bir taraftaki atların rengi, o grubun bulunduğu yöne göre (Doğu, Batı, Güney, Kuzey gibi) yerleştirilmiştir. Buna göre kara (yağız) atlar Doğunun, ak atlar Batının göstergesi olmuştur. Kara, yas rengi olarak Eski Türkler ’de, Selçuklu devrindeki Türkmenler ’de, Kara Koyunlular ’da, Akkoyunlar ’da, nihâyet Osmanlılar ’da varlığını sürdürmüş bir gelenektir. Orta Çağ’da Semerkant Türklerinde de kara elbiseler yas alâmeti iken, ak elbiseler, hayra alâmeti ifade ederlerdi ki bu yüzden orada görülen tüm elbiseler ak renklidir. Kanuni’nin vezir-i azamlarından İbrahim Paşa, Mısır’da bulunduğu esnada yeniçerilerin kendi aleyhine ayaklandıklarını duyunca derin bir teessüre kapılarak kara elbise giymiştir. Yine Kanunî devrinde İstanbul’a gelen Avusturya büyükelçisi Busbek, Türkler ’in kara renge karşı duydukları nefreti şu şekilde açıklamaktadır:
Türkler, siyah rengi uğursuz sayarlar. Bir adamın siyah esvap giymesi iyi nazarla görünmez. O derecede ki paşalar bizi siyah esvapla görünce çok defalar hayretlerini bildirmişler, hatta ciddi surette şikâyet etmişlerdir. Türkiye’de hiç kimse siyah esvapla meydana çıkmaz, meğerki mühim bir para ziyanına uğramış yahut bazı ağır hastalıklara maruz kalmış olsun. Yeşil renk kibarlık alâmeti telâkki edilmiş, fakat harp zamanında ölüm işareti diye kabul olunmuştur. Beyaz, sarı, mor, kurşunî ve saire daha hayırlı addedilirdi.
Ak sözü ve rengi eski Türk inanışlarında, arılık ve yüceliğin sembolü haline gelmiştir. Bu yüzden ak renkte kurban kesmek, ak kıyafetler giymek âdet haline gelmiştir. Kurban kesme merasimlerine gidilirken yeni beyaz renkli kıyafetler giyilmiştir. Ak renkli giysiler, devlet büyüklerinin özellikle savaşlarda tercih ettikleri giysiler olmuştur ki buradaki amaç kendilerinin diğer askerlerden ayırt edilebilmesidir.
Türkler'in İslâmiyet’i benimsemelerinin ardından kendileri için önemli olan bazı renklerin Müslümanlar tarafından da kullanıldıklarını görmeleri, bu renklerin dinî motif olarak algılanmalarına sebebiyet vermiştir. Zira İslâmiyet’ten önce savaşlarda ak rengi giyen Türk büyükleri ve komutanları, İslâmiyet’in kabulünün ardından yine bazı dinî isteklerle giymeye devam etmişlerdir. Meselâ şehadet mevkiine ulaşmak en önemli arzudur ve savaşta ak giymek kefeni işaret etmesi bakımında şehadeti arzulamanın ifadesidir.
Necmüddin Dâye, beyazın İslâm’la, sarının imanla, koyu mavinin ihsanla, yeşilin itminan (sükûn)’la mavinin ikan (doğru ve kesin bilgi)’la, kırmızının irfanla ve siyahın heyemân (coşkulu aşk ve vecd içinde şaşkınlık)’la ilintisi olduğundan söz eder. Siyah, cevherin nurudur, “görülemeyen, ancak gösteren nur olarak ilâhî Zat’tır”; celâlin rengidir, oysa Allah’ın cemâli kendini başka renklerde gösterir. Ancak Siyah Nur’un ötesi -ve fena hâlinin yaşantısıyla eşitlemenin deneyimi- “zümrüt” dağıdır”, Ebedî ve Ezelî Hayat’ın rengidir.
Renkler, tasavvufta beşerî bağlar, ilişkiler ve âdetler olarak değerlendirilmiştir ki, bu da âlem ve âlemdeki çalışma ve gayreti simgelemektedir. “Tasavvufta renk ve renksizlik deyimleri çok kullanılır. Hâtemi Es'am, ölümün türlerini renklerle ifade etmiştir. Halvetîler’de nefsin emmâre, levvâme, mülhime, mutmainne, râziye, marziye ve kâmile hallerine sırası ile şu renkler tekabül eder: ezrak(mavi), asfer (sarı), ahmer (kırmızı), esved (siyah), ahdar (yeşil), ebyaz (beyaz), bilâlevn (renksizlik). Bu yedi renk yedi nurun rengidir. Nakşibendilere göre de zikirle meşgul olan sâlikin kalbinde sırasıyla kızıl, sarı, beyaz, yeşil ve mavi renkte nurlar zuhur eder. Ölüm denince daha çok, nefsin ölümünü anlayan mutasavvıflara göre, nefsi aç ve susuz bırakmak beyaz ölüm, halkın eza ve cefasına katlanmak siyah ölüm, nefse muhalefet etmek kırmızı ölüm, yama üstüne yama dikmek ise yeşil ölümdür.
“Kur’an’a baktığımız zaman renk kelimesinin karşılığı olarak “sıbga” kelimesini görüyoruz. Sözcüğün Kur’an’da tek başına değil de Allah ismiyle beraber, yani ‘sıbgatullah’ ifadesi ile kullanılmış olması çok anlamlıdır. Bu kullanım, hakiki renk vericinin yalnızca Allah olduğunu çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır:
“Allah’ın boyasından daha güzel boyası olan kimdir? Biz yalnız ona kulluk ederiz.”
Fuzulî de bu manayı beyti ile tekrarlıyor:
Ey göñül âleme aldanma saña reng verir
Hâkdir kim anı geh lâ'l kılar gâh hazef