Uzun yola çıkanların en büyük ihtiyacı rahatça dinlenebileceği bir yer bulabilmektir. Şimdi bu görevi dinlenme ve konaklama tesisleri üstlense de eskiden bu iş için bir su kenarı, bir ağaç gölgesi aranırdı. Gerçi hala yol boyu, alışveriş merkezi benzeri şehirli yerlerden ziyade bir ağaç altında, su kenarında soluklanmayı isteyenler de az değildir. Bu ihtiyaca binaen, Anadolu'nun neresine gitseniz çağıl çağıl çeşmelerle karşılaşırsınız. Bazen bu çeşmelerin musluğu bulunmaz, bir pınar önüne kuruludur zira. Musluk tutmaz. O yüzden çeşmenin önüne bir de yalak yapılır ki etrafta dolaşan hayvancıklar da biriken sudan istifade etsin.
Resulullah Efendimizin “En faziletli sadaka susamışlara su içirmektir” hadisi kültürümüzü ve geleneğimizi bir su medeniyetine tebdil etmiştir. Gerçi su her zaman, her toplumda kutsal sayılmış, medeniyetler su kenarlarında vücut bulmuştur. Ancak hiçbiri o özel su medeniyeti adını sahiplenememiştir. Su medeniyeti denilince akla Anadolu gelir.
Anadolu’ya kulak verdiğimizde duyduğumuz ilk ses “suyun sesi” olur, duymayı arzu ettiğiniz ilk ses de su sesi olur. Biz su ile hayır işler, su ile temizlenir, su ile rahatlar, su ile tedavi olur, su ile ibadet ederiz, suyla yaşarız.
Su kıymettir bizde bir o kadar tevazu demektir. Su gökten “rahmet” olarak indirilmesine rağmen yerin en aşağısında durur, ona nüfuz eder. Börtü böceğe hayat olur, can katar. Ona rağmen mahfiyetin timsalidir. Su deyince yıkıcılık değil, bereket ve can hatırımıza gelir. Onun bu nitelikleri kendisini medeniyetinin yapıcı unsurları arasına alan Anadolu halkının da ahlakına sinmiştir. Anadolu insanı “su gibi aziz” olmayı diler, en makbul dua olarak ikram eder bir bardak su karşılığı.
Ne demektir su gibi aziz olmak: Halk arasında insanın bu dört unsurda kemale ereceği düşünülerek su gibi aziz, hava gibi lâtif, toprak gibi mütevazi ve ateş gibi sıcak olması tavsiye edilmiştir. Halk kültürümüzde “Su bulanmayınca durulmaz”, “Su içene yılan bile dokunmaz”, “Suyun çağlamazından insanın söylemezinden kork” sözleri hep suyun öğrettiklerindendir.
Su dinamiktir, bıkmaz usanmaz. Geriye doğru akmaz, gideceği hep ileri bir nokta vardır, tersine asla çevrilemez.
Her toplumda su kıymetlidir ancak bizde akan su kıymetlidir. Duran su makbul değildir. Bu sebeple dereler, çağlayanlar, kaynak suları sevilir en çok. Hareketlidir akan su, devinim halindedir, canlı gibidir, hem de canlandırıcıdır. Anadolu insanını da zaptetmek zordur, tarih boyunca olduğu yerde durmamış. Hatta Osmanlı kendi ülkesinin içindeki insanları dahi sürekli hareketli olmaya mecbur etmiş. Göçebelik günlerinden kalan aktif hayat ahlakı unutturulmamış.
Kendine mahsus bir ahengi vardır akan suyun, dinleyenleri mest eder, keyiflendirici ve yatıştırıcı bir özelliği vardır. Ecdad, suyun bu özelliğini çok eskiden keşfetmiş, su musıkisini akıl hastalıklarının tedavisinde kullanmıştır. Konaklarda, saraylarda, meydanlarda süslü havuzlarla suyun rahatlatıcı ve canlandırıcı etkisinden faydalanılmış ama sokaklar, köy meydanları musluksuz çeşmelerle şenlendirilmiş herkes suyun onarıcı etkisinden faydalanmış.
Su izzetlidir, kontrol altına alınır belki ama boyun eğdirilemez.
Suyun belki Anadolu halkının iliklerine işlemiş bir niteliği kararlı ve istikrarlı olmasıdır. Bu ahlaktır ki uzun yıllar süren Anadolunun İslamlaşması işini sekteye uğratmadan ve yılgınlığa kapılmadan devam ettirmişlerdir. Nice sert kayalar damlaya damlaya delinmiş, nihai zafer hasıl olmuştur.
Anadolu’da yerden kaynayan ve hasta insanlara şifa veren sular bulunmaktadır. Zemzem suyunun yerden fışkırması öyküsüne benzeyen pek çok efsane üretilmiştir. Birer mucize birer rahmet ile yerden fışkıran bu sular hem sefa hem şifa dağıtırlar.
Su, bir kişinin yaşamında ve bedeni toprağa verilmeden önce en büyük arındırıcısı iken, ölmek üzere olduğu zamanda, imanının sınanmasının aracı haline gelir. Şeytanın, ölüm esnasında susuzluk hisseden kişiye imanı karşılığında su vereceğini söyleyerek kandırmaya çalıştığına inanılır. O yüzden sekerat safhasında bulunan hastanın ağzına su damlatılmasının bu aldanmayı önleyeceğine inanılır.
“Çeşme”, sözlük anlamı olarak, Farsça’da “göz” anlamına gelen “çeşm” sözünden türetilmiştir. Su çıkan kaynak, pınar ve gözlere “çeşm” denilmesi, bunların akıtıldığı küçük yapılara çeşme denilmesine sebep olmuştur. Çeşmeler su mimarisinin en yaygın örnekleri olmalarının ötesinde, her dönemde Türk şehirlerinin en önemli öğeleri arasındadırlar. Selçuklular döneminden itibaren, dinî yapılarla bütünleşik ya da bağımsız bir yapı olarak çeşmelerin inşa edilmiş olduğunu görüyoruz. Susuza su vermenin yolcunun ihtiyacını gidermenin dinimizdeki ehemmiyetine binaen halkımız geçmişlerinin ruhuna hediye olsun diye yol kenarlarını çeşmelerle donatmıştır. Bugün şişe şişesu satılan bir çağda bulunduğumuzdan bu işin kıymetini pek takdir edemez durumda isek de bu imkanın bir an ortadan kalktığını düşündüğümüzde nasıl mübarek bir hayır olduğunu anlamak zor olmasa gerektir.
“Sadaka’nın en faziletlisi su teminidir” (Ebû Davûd, “Zekât”, 41: İbn Mâce, “Edeb”,8) hadisi halkın varlıklılarının kuyular vakfetmesini sağlamıştır. Bu sebepledir ki çeşme yaptırmak, su kuyusu açtırmak, halka suyu ulaştırmak kültürümüzde önemli olan hayırlar olarak sayılmıştır.
Hayır için yol kenarlarına çeşme, yalak yaptırmak, mezarlılara bile sevabı orada yatana bağışlanmış su oyukları açmak, yolların münasip yerlerine özenli küçük çukurlar açarak rahmetin birikmesi ile sokak hayvanları için sulaklar oluşturmak Anadolu irfanının eşi benzeri olmayan inceliğinin ürünleridir. Çeşemelere ek olarak büyük şehirlerimizde ihdas edilen sebillerimiz vardır ki nerde arasak eli boş döneceğimiz birer ikram evi birer nezaket ve hayır köşeleri olarak karşımıza çıkar. Bugün yavaştan canlandırılmaya çalışılan sebillerimiz eskiden bol bol, bardak bardak, su, şerbet ikram eden mekanlardı.
Su o denli makbul ve o derece mümtaz bir rahmettir ki onun tiryakileri vardır. 'Su tiryakileri' denen bu grup su kültürümüzün en renkli ögelerindendir.
1900'lü yıllarda İstanbul'da cadde ve köşe başlarındaki sucu dükkanlarında bardakla kaynak suları satılırdı. Atlı sakalar aracılığıyla membalardan taşınan çeşit çeşit tatlı sular müşterilere sunulur. Uzak memleketlerden kervanlar, gemilerle getirilen suların tiryakileri vardır.
Tattıklar suyun hangi kaynağa, memlekete ait olduğunu hemen anlayan bu su gurmeleri en gözde müşterilerdir. Tadındaki farklılıktan dolayı kaynak sularının fiyatı farklılıklar arz eder. Mesala:
Kırkçeşme, Halkalı, Taksim sularının bardağı 5, Kayışdağı, Camlıca, Taşdelen, Karakulak sularının bardağı ise 10 liradan satılmıştır. İstanbul suları sadece tiryakileri cezbetmez. Şehre yolu düşen yabancıların da dikkatini çeker. Ünlü bir Fransız seyyah 1843 'te İstanbul'a geldiğinde su tiryakilerine dair şöyle bilgiler verir:
''Bu memlekette alkollü içkiler açıkça satılmadığı için tuhaf bir endüstri kurulmuş: Ölçü ile bardak su satanların endüstrisi! Bu tuhaf su evlerinde uzun uzun tezgahlar var ve bu tezgahların üzerinde çeşit çeşit şişeler bulunur. Her şişede az çok aranan bir su var. İstanbul'a içme suyu Valens boruları (Bozdoğan Kemeri 'nden geçen su yolu ) ile gelir. Tatlı suyun kıymetli oluşu yüzünden İstanbul'da bir Su İçiciler Ekolü meydana gelmiştir. Bunlar seçip içtikleri suyun tiryakisi olmuşlardır. Su içim evlerinde muhtelif memleketlerden gelmiş ve muhtelif yıllara ait sular bulunur. Sucu dükkanlarındaki suyun en makbülü Nil suyudur. Fırat suyu biraz yeşil ve sarımtıraktır. Zayıf ve gevşek tabiatlılar için tavsiye edilr. Tuna suyunu ise daha çok enerjik kimseler tercih ederler. Suları yıllara göre de ayırırlar."
"Kirli su yoktur, kirletilmiş su vardır" diyen atalarımızın "Derin su yavaş akar. Dereyi tepeyi sel bilir iyiyi kötüyü el bilir. Suyun yavaş akanından, adamın yere bakanından kork. Su aka aka yolunu bulur. Ayağı suya değmek, Havanda su dövmek, Düğününde kalburla su taşımak, Su akarken testiyi doldurmak, Su testisi su yolunda kırılır" deyimleri suyun geleneğimizdeki etkilerinin dilimize yansımalarıdır. Şiirde ve edebiyatımızın diğer türlerinde de yeri çoktur ama biz Kanuni’nin bir beyitini nakletmekle yetinelim. Der ki büyük Sultan:
"Minnetle koklama gülü al eline sûseni
Geçme namert köprüsünden ko aparsun su seni."