“Server-i
âlem sana âşık olup da, yanarım!
Her nerede
olsam o güzel cemâlin ararım.
Kabe
kavseyn tahtının sultanı sen, ben bir hiçim.
Misafirinim
dememi saygısızlık sayarım.
Her şey
cihanda, senin şerefine yaratıldı,
Rahmetin
bana da yağsa, o ân olur baharım.”
Medine-i Münevvere’ye
ulaştığında, dilinden Mevlana Hâlid-i Bağdadi hazretlerinin bu zarif şiiri
dökülen,
Gönlünü ve
cismini İlây-i Kelimetullah davasına vakfeden,
Peygamber
aşkıyla geçirdiği ömrü, Medine’de nihayete eren;
Kâmil,
ârif, asalet timsali güzel insan… Şeyh Şâmil..
Sevgili
dinleyenler, bizim tarihimiz baştanbaşa, şanla şerefle doludur. Tarihimize
mührünü basmış sayısız kahramanlar, kumandanlar, idareciler, ilim adamları, sanatkârlar,
maneviyat büyükleri, birer masal kahramanı değil, yaptıklarının çoğu tevazu
perdesi altına gizlenmiş gerçek kahramanlardır.
Kuşkusuz tarih,
geçmiş kuşaklardan miras kalmış, mutlu ve aydınlık bir yarını kurmada yol
gösterecek, emsalsiz bir tecrübeler hazinesi. Eğer tarihimizle severek meşgul
olur ve tevazu perdesi altına gizlenmiş kahramanları tanırsak, tarihimiz; binlerce
evliyanın, devlet adamının, kâşifin, âlimin, şairin, sanatkârın, âşık-ı
sadıkların ve filozofun yaşadığı, konuştuğu, öğrettiği, sanatını icra ettiği nadide
bir kültür kaynaktır. Şeyh Şâmil’in
hayatıda, tarihin en şanlı hikâyelerinden biridir…
Şeyh Şâmil,
1797’de Dağıstan’ın Buylank kasabasında dünyaya geldi. Babası, gönüllü olarak
Osmanlı ordusunda hizmet etmiş bir subay olan Denghan Mehmet, annesi Türkmen
beylerinden Pîr Budak Bey’in kızı Gülçiçek Hatun’dur. Babası ona önce Ali
ismini verdi. Küçük yaşta ağır bir hastalığa yakalanan Ali’ye, âdetlerine
uyarak, Şâmil ismini de verdiler ve o isimle çağırmaya başladılar.
Küçük yaşından
itibaren, devrin büyük âlimlerinden dersler aldı. Medrese tahsili yaparak dinî ve
fenni ilimleri tahsil etti. Tefsir, hadis, fıkıh, edebiyat, tarih ve fen
bilgilerini iyi derecede öğrenerek, hem büyük bir âlim hem de gönül sahibi bir
veli oldu.
Osmanlı
dönemi müelliflerinden El-Hac Hasan Şükrü’nün hazırladığı Şemsü’ş Şumus isimli
eser, Mevlana Hâlid-i Bağdadi (k.s.) hazretlerinin hayatı ve halifeleriyle
birlikte menkıbelerini de anlatıyor.
Bu eserde
bildirildiğine göre;
“Şeyh
Şâmil, arkadaşları ile ilim öğrenmek üzere Bağdat’a gidip, Mevlana Hâlid
hazretlerinden ders aldı. Ondan; tefsir, hadis, fıkıh, edebiyat, tarih, fen
gibi zahirî ilimleri öğrenerek, büyük bir âlim; ayrıca tasavvuf ilmini
öğrenerek, hocasının eşsiz teveccühleri ile de büyük bir velî oldu. Mevlana
Hâlid-i Bağdadî hazretleri, bu kıymetli talebesine halifelik de vererek,
Allah-u Teâlâ’ya kavuşmak arzusuyla yanan âşıkların kalplerine bir kıvılcım
sunması için, memleketi olan Kafkasya’ya gönderdi...”
Şeyh Şâmil,
sadece bir din âlimi ve velî değil, aynı zamanda İslam için seve seve canını
ortaya koyan bir yiğit, Kafkasya’nın en iyi silah kullanan ve ata binen
bahadırlarından biriydi. Delikanlılık çağına girdiğinde bileği bükülmez bir
yiğit olduğu anlaşılmıştı. İki metreyi aşkın boyu, geniş omuzları, derin bakışı
ve sarsılmaz imanı ile o, Kafkasya’da yaşayan müslümanların umut kaynağıydı.
Kafkasya’ya
döndükten sonra, Şeyh Mansur’un on yedi sene önce başlattığı hürriyet mücadelesine
katıldı. Mansur’dan sonra Kafkasyalıların başına Gazi Muhammed geçerek imam
oldu. O da gönül sahibi bir velî, şanlı bir yiğitti.
Tarihler 17
Ekim 1832’yi gösterirken, düşmanla girdikleri muharebede liderleri Gazi
Muhammed vefat ederken Şamil de ciddi bir yara alır. Onu baygın halde bulan Gimri
müezzini sırtında taşıyarak o bölgenin meşhur hekimi Cerrah Abdülaziz Efendi’ye
götürür.
Onun dindar
bir kişiliğe sahip olduğunu ve dinin direği olan namaza verdiği önemi, şu
hadiseyle daha iyi anlıyoruz;
Aldığı
yaradan dolayı yirmi beş gün baygın halde yatmış. Uyandığında başucunda duran
annesine ilk olarak; “Anam, namaz vakti geçti mi?” diye sormuştur. Kâinatın Yaratıcısı’na
karşı duyduğu bu mesuliyet hissi, onu daha da olgunlaştıracak ve kendisini
yakından tanıyan Kuzey Kafkasyalılar, bu yiğit insanı başlarına imam
seçeceklerdir...
İmam Şâmil imam,
önder seçildikten sonra, planlı ve düzenli idari yapı oluşturmak üzere vakit
kaybetmeden kolları sıvamış, kısa zamanda muhteşem bir yapılanma kurmuştur.
Yapısındaki
yiğitleri hem din bilgilerinde yetiştirir, hem de askeri eğitimden geçirirdi.
Köylerde bulunan bütün çocukların Kur’an-ı Kerim okumasını sağlar, büyüklerin
de; dini ilimlerinin yanı sıra, zamanın fen bilgilerinde de yetişmesi için uğraşırdı.
“Din
bilgisi olmayan cahillerin düşmana aldanacağını, vatanını koruyamayacağını,
böylece hem dünyada esaret altında kalacağını, hem de ahirette acı azaplara dûçar
olacağını” söylerdi.
Sorumluluğu
altındaki tüm köy, kasaba ve şehirlerde medreseler açtırdı. Kendisi de bizzat
bu derslere katılarak, talebelere dersler verdi. Medrese öğrencileri
derslerinin yanı sıra, askeri konularda da eğitimler aldılar.
Şeyh Şâmil,
hayatı boyunca bir avuç kahramanla, düşman ordusuna karşı kahramanca savaşır.
Girmiş olduğu son mücadelede teslim olmak zorunda kalır. Korunmaya muhtaç kadın
ve çocuklar vardır. Kafkas Kartalı, yapmış olduğu istişareler ve aldığı karar
üzerine; kadınlara, çocuklara ve yerli ahaliye dokunulmamak şartıyla teslim
olmuştur.
Teslim
olduktan sonra, kırk kişilik maiyyetiyle birlikte Petersburg’a götürülür. Orada
on sene esir kaldıktan sonra, Rus Çar’ından İstanbul’a gönderilmesini ister. Bu
isteğin kabul edilmesinden sonra, 1870’te İstanbul’a gelir.
İstanbul’da
büyük bir kalabalık tarafından coşkuyla karşılanır. Sultan Abdülaziz büyük kahramanı misafir eder ve
onu muhabbetle kucaklar.
İstanbul’da
misafir edilen İmam Şâmil, ömrünün geri kalanını mübarek beldelerde geçirmek
ister. Ancak Rusya’dan ayrılırken geri dönmesi şart koşulmuş ve bunun için oğlu
Muhammed Şefiî rehin alınmıştır.
Sultan
Abdülaziz Han, onun mübarek beldelere geçmesine izin verilmesi için Rus Çarına
aracılıkta bulunur ve bu talep kabul edilir. Bundan sonra Şeyh Şâmil mübarek
beldelere gider ve haccını ifa eder.
Aynı
zamanda Mevlâna Halid -i Bağdadî’nin halifesi olan, mücadeleci, dirayet
abidesi, kahraman, büyük dava adamı Şeyh Şamil, 17 Şubat 1871’de Medine-i Münevvere’de
vefat eder.
Vefatından
evvel, Rasûlülullah’ın huzurunda sık sık Halid-i Bağdadi Hazretlerinin şu şiiri
terennüm ettiği rivayet edilir.
“Server-i
âlem sana âşık olup da, yanarım!
Her nerede
olsam o güzel cemâlin ararım.
Kabe
kavseyn tahtının sultanı sen, ben bir hiçim.
Misafirinim
dememi saygısızlık sayarım.
Her şey
cihanda, senin şerefine yaratıldı,
Rahmetin
bana da yağsa, o ân olur baharım.”
Şeyh Şâmil
hazretlerinin cenazesi, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) zevcelerinin ve pek çok
sahabenin de medfun bulundukları, Cennetü’l-Baki kabristanına defnedildi. Allah ondan razı
olsun…