İlke ve Değerlerinden Ödün Vermeden
Özgür Yayın Platformu Olarak Kalsın Diye
İkindi16:55 Akşam20:00 Yatsı21:29 İmsak04:29 Güneş06:05 İşrak06:50 Öğle13:07
Hava - Hava durumuÇok Bulutlu 13°C Nem %76
Türkçe
26 Şevval 1446 24 Nisan 2025 Perşembe
26 Şevval 1446
İMSAK GÜNEŞ İŞRAK ÖĞLE İKİNDİ AKŞAM YATSI
04:29 06:05 06:50 13:07 16:55 20:00 21:29
Giriş Yap

020.Bakara (26 - 27)

Tefsir Sohbetleri

es-Selâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtühû!

Hepinize içten, candan, kalpten sevgiler, selamlar, dualar, hayır temennilerimi arz ederim. Allah hepinizden razı olsun. Razı olacağı şekilde ömür geçirmenizi, sevdiği razı olduğu işleri yapmanızı, kendisine mutî kullar, âbid, zâhid, salih kullar olmanızı nasip eylesin. Huzuruna yüzü ak alnı açık varmanızı nasip eylesin.

Kur'ân-ı Kerîm tefsiri sohbetlerimizde Bakara sûresinin 26. âyet-i kerîmesine geldik. 26 ve 27'yi bugün size sohbetimin konusu yaparak anlatmayı, açıklamayı düşünüyorum.

26. âyet-i kerîme şöyle:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

İnna'llâhe lâ yestahyî en yadribe meselen mâ beûdeten femâ fevkahâ fe-emme'llezîne âmenû fe-ya'lemûne ennehü'l-hakku min rabbihim ve emme'llezîne keferû fe-yekûlûne mâ zâ erâda'llâhu bi-hâzâ meselâ yudıllü bihî kesîren ve yehdî bihî kesîrâ ve mâ yudıllü bihî ille'l-fâsıkîn.

Bu bakara suresinin 26. âyet-i kerîmesi. Bu âyet-i kerîmenin sonu fâsıkîn kelimesiyle bitiyor ya, onun vasıflarını anlatan 27. âyet-i kerîme de buna bağlı. Ellezîne, yani "O fâsıklar ki..." demek. Onlar ki:

Ellezîne yenkudûne ahda'llâhi min ba'di mîsâkıhî ve yaktaûne mâ emera'llâhu bihî en yûsale ve yufsidûne fi'l-ard ülâike hümü'l-hâsirûn.

Sadaka'llâhu'l-azîm.

Bu âyet-i kerîmenin sebeb-i nüzûlü ne? Hangi sebeple bu âyet-i kerîmeler nâzil olmuş, Allahu Teâlâ hazretleri bu âyet-i kerîmeleri indirmiş?

İbn Abbas, İbn Mes'ûd ve sahabeden başka alim kimselerin -rıdvanullâhi aleyhim ecmaîn- bildirmesine göre; daha önce açıkladığımız münafıklarla ilgili âyet-i kerîmelerin sonunda Allahu Teâlâ hazretleri; "Onların misâli, onların temsili bir ateş yakan kimseye benzer." diye bir temsil, bir teşbih, bir benzetme, bir misal veriyordu. Veyahut da, münafıkların durumları;

ev kesayyibin mine's-semâ', gökten yağan bir sağanakta bocalayan bir insanın durumuna benzetiliyordu.

Geçen haftalar anlattığımız, münafıklarla ilgili bu âyet-i kerîmeler inince münafıklar tabii kendileri hakkındaki bu âyetleri, Kur'ân-ı Kerîm'deki kendileri aleyhindeki ibareleri hissediyorlar, onun kızgınlığı içindeler. Öyle bir de iyi anlaşılsın diye misaller verilince, kendileri birtakım benzetmelerle müslümanlara anlatılınca tabii mızıkçılık yapacaklar.

Zaten Mekke'nin müşrikleri de Peygamber Efendimiz'e itirazlar yapıyorlardı. "Kur'ân-ı Kerîm buna inmemeliydi de meşhur, bizim tanıdığımız, hürmet ettiğimiz falanca kimseye inmeliydi." diyorlardı. Veyahut Peygamber Efendimiz'in hâlini tenkit ediyorlardı. "Bu çarşıda pazarda dolaşıyor. Böyle peygamber mi olur? İki tarafında iki melek gezmeli değil miydi? Veyahut bahçesi olmalı, dalından ilâhî meyveleri koparmalı değil miydi?" Böyle kendi akıllarından Peygamber Efendimiz'in bir beşer olmasını hazmedemeyip melekten bir peygamber bekliyor gibi tenkitler yapıyorlardı.

Sonra bir kısmı âyet-i kerîmelere, âyet-i kerîmelerdeki hakikatlere itiraz ediyorlardı. "Allah öldükten sonra insanları diriltecek." deyince, mesela çürük bir kemiği karşısına getirip; "Bunu mu diriltecek Allah?" [diyorlardı.] "Evet, onu diriltecek. Onu yaratmış olan Allah bir başka yaratma ile ölüleri tekrar diriltecek. Ba'sü ba'de'l-mevt olacak." diye Allahu Teâlâ hazretleri bildiriyor.

Böyle çeşitli itirazların içinde bir de Kur'ân-ı Kerîm'in içinde misaller verilince, benzetmeler yapılınca, temsiller yapılınca onlara karşı "Ya böyle şey olur mu?" filan gibilerden itiraz etmeye başladılar. Hem âyet-i kerîmeleri istihfaf etmek, yani hafife almak, önemsememek; hem de gerçekleri çarpıtmak için, hidâyet vesilesi olan sözleri, insanların iyi anlaması için Allahu Teâlâ hazretlerinin lütfuyla, keremiyle, rahmetiyle iyi anlaşılsın diye beyan buyurduğu âyetleri çarpıtmaya, dalâlete yöneltmeye, o noktada kullanmaya, dalâletlerini haklı gösterecek tarzda yamultmaya ve itiraz etmeye kalkıştılar. Kur'an'ı sevmiyorlar, Peygamber Efendimiz'i sevmiyorlar, rahatsızlar. İslâm'dan rahatsızlar, münafıklık ediyorlar.

Böyle deyince bu iki âyet-i kerîme indi. Allahu Teâlâ hazretleri; "Allah hiç şüphe yok ki herhangi bir temsil, teşbih, benzetme ile, teşbih ile misal vererek, mesel ortaya irad ederek, koyarak bir konuyu anlatmaktan çekinmez, korkmaz." mânasına bu âyet-i kerîmeyi inzal buyurdu.

Bazı rivayetlerde, mesela Katade hazretleri rivayet ediyor, başka bir âyet-i kerîmede Allahu Teâlâ hazretleri şöyle buyurdu:

Yâ eyyühe'n-nâs. "Ey insanlar!" Duribe meselün fe'stemiû lehû. "Size bir misal, bir örnek verilecek, iyice dinleyin bakın!" İnne'llezîne ted'ûne min dûni'llâhi. "Allah'ı bırakıp da kendinizin put edinip tapındığınız o varlıklar, o taştan, ağaçtan edindiğiniz tanrılar, bâtıl ilahlar..." Len yahlükû zübâben. "Bir sinek bile yaratamayacak durumdalar, yaratamazlar, yaratamayacaklar! Yaratmasını bekleseniz, isteseniz, böyle bir şey yapacak durumda değiller, yapamazlar, yapamayacaklar!" diye, hani sinek küçük bir mahluktur, sineğin bile yapılamayacağını söyledi.

Sonra Allah'tan gayri varlıkları tanrı edinip, onlara değer verip, karşısına geçip de eğilip, kalkıp, saygı gösterip, kurban kesip tapınanlara; "Onların durumu örümceğin durumuna benzer. Kendisi tarafından kolayca hemen birkaç dakikada yapılabiliyor. Örümcek kendi yuvasını yapabiliyor. İşte en basit ev, en hakir ev. Bozarsın, yine yapar; bozarsın, yine yapar..." [buyuruluyor.]

"Kâfirler o ev yapan örümceğin durumuna benzer." deyince veyahut "Sizin tapındığınız o varlıklar, putlar bir sinek bile yaratamaz!" deyince kâfirler, münafıklar; "Ne biçim şey ya? Artık sinek de örümcek de bahis konusu edilir mi?" gibi Kur'ân-ı Kerîm'le alay etmek, onu istihfaf etmek durumuna geçince bu âyet-i kerîme indi, deniliyor. Çerçeve bu. Yani olayın akışı bu.

Onların itirazlarının ufacık bir mantıklı, haklı tarafı var mı?

Yok. Çünkü o meseller ilâhî gerçekleri, imânî gerçekleri insanlar kolay anlasınlar diye anlatılıyor. Allahu Teâlâ hazretlerinin Kur'ân-ı Kerîm'de bildirdiği o misaller o kadar güzel anlatım vasıtasıdır ki...

Ben mesela edebiyat profesörü olarak ders verirdim. Güzel yazı yazmak, güzel konuşma yapmak herkesin merak ettiği bir husus. Bu hususta kitapları okurlar; işte hitabet sanatı, kitabet sanatı, güzel konuşma sanatı, güzel yazı yazma sanatı... Konuya nasıl girilecek, nasıl derlenip toparlanacak? Bir bilimsel araştırma nasıl olacak? Bunlar önemli şeyler. Bunları anlatırken bütün bilim adamları, yani bu konularla ilgilenen, ilm-i bedi' ve beyanla ve belâgatla ilgilenen insanların hepsinin ittifak ettikleri bir husustur ki; anlatırken misal vermek konunun çok iyi anlaşılmasına yardımcı olur. Misal vermek çok kıymetli bir konuşma unsurudur. Adama anlatırsın, anlatırsın, anlatırsın... Gözlerini kırpıştırır, şöyle bakar gözünün içine... "Bu iyi anlamadı. Dur buna bunu bir misalle anlatayım." dersin, misali verirsin, 'şıp' diye anlar, "Şimdi anladım." der. Misal bu kadar önemli.

Allahu Teâlâ hazretleri de insanlar çok yüksek olan ilâhî gerçekleri, iman hakikatlerini anlasın diye misaller veriyor. Hem de onların dünyasından, insanların kendi çevrelerinden, bildiği şeylerden misaller veriyor. Kendilerinin bildiği şeyleri misal vererek bilmediği şeyleri öğretiyor. Bu misaller eğitimin çok önemli malzemesidir. Eğitimin güzel olması için çok gerekli şeylerdir. Bir kimsenin buna itiraz etmesi çok şaşkın, çok aptalca, çok mantıksız bir itiraz. Tabii misal verme olacak.

Kitaplar anlatıyor ki; eski indirilmiş olan ilâhî kitaplarda, yani Allah'ın peygamberlerine indirdiği kütüb-ü sâlife ve suhuf-u sâlifede [misaller daha çoktu.] Allahu Teâlâ hazretleri bazı peygamberlere sahifeler indirmiş, bazı peygamberlere de kitap indirmiş. Bunlarda misaller daha çoktu. Kur'ân-ı Kerîm histen ziyade akla hitap ettiği için muhkem âyetleri daha çok olmakla beraber bazı âyetlerle böyle misal vererek de konunun iyi anlaşılması sağlanmıştır. Bu misaller yeri geldikçe anlatılacak. Şimdi onun teferruâtına, onların misallerini vermeye girmiyorum.

Allahu Teâlâ hazretleri bu misalleri elbet bir hikmete mebnî kitabına koyuyor. Onların itirazları yersiz... Ve bu 26. âyette buyuruyor ki;

İnna'llâhe. İnne, bir şeyin muhakkak olduğunu, itiraz eden bir insanın itirazının yersiz olduğunu bildiren bir edat. Bir isim cümlesinin başına inne geldi mi, o cümlede bildirilen hakikat "muhakkak öyle" demektir. "Muhakkak ki, gerçekten ki, hiç şüphesiz ki" mânasına geliyor. İnne'nin mânası bu.

İnna'llâhe. "Hiç şüphe yok ki, muhakkak ki Allah..." Lâ yestahyî. "Çekinmez, sakınmaz, korkmaz."

İstehyâ-yestahyî-istihyâen, hayâ kökünden geliyor; "hayâ duygusu duymak, utanma duygusu duymak" demek. Allahu Teâlâ hazretleri utanacak değil ki... İlâhî gerçekleri vahyedip kullarına bildirdiği zaman Allahu Teâlâ hazretleri çekinmez. Bu utanmak insanların bir duygusudur. Bunda da bir benzetme var. Allahu Teâlâ hazretlerinin hiçbir fiili mahlukâtının fiiline benzemez. Fiilleri rubûbiyyetinin şânına uygun tarzdadır. Bu istihyâ da müteşâbih bir kelime.

Allahu Teâlâ hazretlerinin istihyâsı ne demek?

Kul istihyâ ettiği zaman utanıyor, çekiniyor. "Yapamam, utanırım, korkarım..." diye bir sakınması, çekinmesi olduğu zaman kullanılan bir kelime. Allahu Teâlâ hazretleri kulların bu gibi durumlarda yaptığı gibi çekinmez, sakınmaz. Tefsirciler; "Burada 'inkâr etmez' veya 'korkmaz' mânasına kullanılıyor." demişler. İstinkâh kelimesini, havf u haşyet kelimesini kullanmışlar.

"Korkmaz."

Neden kormaz?

En yadribe meselen mâ... "Herhangi bir meseli yerli yerince ortaya koymaktan, karşı tarafın yüzüne 'pat' diye vurmaktan sakınmaz, çekinmez, korkmaz."

Yani misal verecekse verir. Kulları ona itiraz etmeye hak sahibi değiller ki...

Lâ yüs'elü ammâ yef'alü ve hüm yüs'elûn. "Allahu Teâlâ hazretlerinin fiillerinden kimse ona itiraz edemez, sorgu sual açamaz; ama kulların hepsi Allah'ın sorgusuna, sualine mahkeme-i kübrâda mâruz olacaklardır. Allah sorar."

Kulların Allah'a itirazı akılsızlıklarının delilidir. Çünkü Allahu Teâlâ hazretleri her şeyi en güzel yapar, yerli yerinde yapar.

Allah rahmet eylesin, kabri nur dolsun, makamı âlâ olsun... İbrâhim Hakkı-i Erzurûmî, Yunus Emre gibi büyüklerimiz ne güzel söylemişler, neylerse güzel eylediğini; kahrının da, lütfunun da, her işinin hoş olduğunu evliyâullah, mutasavvıfîn, ehlullah ne kadar güzel anlamışlar...

Ey lütfu çok, kahrı güzel

Lütfun da hoş, kahrın da hoş

diyebilmek...

Neylerse güzel eyler...

Vallâhi güzel etmiş, billâhi güzel etmiş, tallâhi güzel etmiş...

demek Allah'ı tanımaktan, Allah'ın fiillerinin güzelliğini söyleyecek olgunluğa erişmekten kaynaklanıyor.

Meselen mâ... Meselen'den sonra mâ gelince, "herhangi bir mesel" demek. Ondan sonra baûdeten geliyor. Mâ'dan bedel oluyor. Yani ne demek?

Mesela bir sinek... Bir sineği misal olarak karşı tarafın anlaması için ortaya 'pat' diye koymaktan Allahu Teâlâ hazretleri çekinmez. Hikmeti vardır, sebebi vardır ki onu öyle misalle anlatmıştır.

Mesel, misal ve misil aynı mânaya geliyor; "örnek" demek. Bir şeyin iyi anlaşılması için misal olarak ortaya sunulan hususa "mesel" deniliyor. Onu ortaya koymaya da Arapça'da "meseli darbetmek, darb-ı mesel" deniliyor. Darb-ı meseli biz atasözü mânasına da kullanıyoruz. Bir şeyin iyi anlaşılması için duruyoruz duruyoruz, "Atalarımız şöyle demiş." diyoruz, herkes anlıyor. Veya Nasreddin Hoca'nın şöyle bir durumda böyle yaptığını söylüyoruz, herkes anlıyor. Veyahut bir şiirin bir mısraını okuyoruz, herkes konuyu anlıyor. İnsan 15 dakika anlatacak kadar konuşsa anlamayacakken onu söyleyince anlıyor.

Allahu Teâlâ hazretleri böyle bir misâli ne isterse ortaya koymaktan istinkâh etmez, çekinmez, korkmaz. Dilerse hiddetinin iktizasıdır, böyle bir misâli verir. Vermiştir de, Kur'ân-ı Kerîm'de böyle misaller vardır. Yeri geldikçe bunları açıklayacağız.

Beûdeten femâ fevkahâ. "Yeri gelir ya bir sinek misal verir, ya da daha onun üstünde bir şeyi misal verir."

"Femâ fevkahâ'da iki mâna var." demişler:

Bir; "Sinek küçük, ondan da daha yukarıda bir misal vermekten kaçınmaz. Yani daha küçük misal vermekten çekinmez." mânasına gelebilir.

İkinci bir anlayış da; onun üstünde, ondan daha büyük bir misal verir. İsterse sinek misâli verir, isterse -farz edelim, söyleyelim- fil misâli verir. "Daha büyük" mânâsı da gelebilir.

Ama tam kelime olarak anlamı; "sinek veya ondan yukarı..." Fevk, "üst" demek. Fevkahâ; onun yukarısında, üstünde. Bu "yukarısında" demek; sinek küçük ya, "o küçüklükte daha ileride, daha ilerisinde" mânasında, ya da "ondan daha büyük" mânasında. Böyle misal zikredebilir, etmiştir, hikmeti vardır.

Fe-emme'llezîne âmenû. Bu durum karşısında iman edenler ne yaparlar?

Fe-ya'lemûne ennehü'l-hakku min rabbihim. "Onlar bilirler ki bu misal Rablerinden bir haktır."

Hak ne demek?

"Sabit olmuş bir vâkıa, bir gerçek" demek.

"Haktır. Yani bu söylenilen misal yerli yerince bir güzel gerçektir. Hiç tereddüde mahal kalmayacak kadar, aklın itiraz etmeyeceği kadar bariz bir gerçektir." derler, bunun böyle olduğunu, Rablerinden bir gerçek olduğunu bilirler. "Bu âyet-i kerîmede birtakım hikmetler var; bu âyet hak, gerçek..." derler, bunu bilirler.

Ve emme'llezîne keferû. "Ama kâfir olanlar ise..." Fe-yekûlûne mâ zâ erâda'llâhu bi-hâzâ meselâ. "'Allah bu misal ile ne murad etti yahu?' derler."

Bu bir soru ama bu gibi sorulara istifhâm-ı inkârî derler, yani inkâr etmek için soru sormak... Bir soruyu insan öğrenmek için sorar. Ona istifham-ı istihzârî derler, yani "Anlatsın da öğreneyim. Cevabını söylesin de bu bilmediğim hususu öğreneyim, anlayayım." diye soru sormak. Mesela;

"Hocam bu kelimenin anlamı nedir?"

Öğrenmek için soruyor. "Bu kelimenin anlamı budur." dersin.

Bir de babası çocuğa soruyor:

"Bunu niye yaptın, böyle yapmak olur mu? Bu yaptığın şey doğru mu?!"

Babası bilmiyor mu onun yanlış olduğunu?

Biliyor.

"Bunu böyle yapmaman lazım!" mânasına, inkâr ifade etsin diye böyle bir soru sorarak meseleyi anlatmak.

İşte bu kâfirler de; "Allah bu misâli ortaya koymakla, bu örneği zikretmekle ne murad etti ya?" diyorlar. Yani istemiyorlar.

Kur'ân-ı Kerîm'e bakarsanız, meselâ kelimesinin üstünde küçük bir mim var. Orada mim, mutlaka orada durulması gerektiğini gösteriyor. Yukarıda öyle mimin olduğu yerde durulmazsa mâna bozulur. Hatta bazen ters istikamete gider. Onun için ille orada durulacak. Bunu bilin. Fe-yekûlûne mâ zâ erâda'llâhu bi-hâzâ meselen yudillü bihî kesîren demeyecek; meselâ'da duracak.

Bu, meselâ'dan sonraki sözün kâfirlerin sözü olmadığını, kâfirlerin sözünün meselâ'da bittiğini, öbür tarafa bağlanmaması gerektiğini gösteren bir secâvend işareti. Bu mimlerin olduğu yerde Kur'an okurken mutlaka duracaksınız.

"İtiraz etmek için, inkâr maksadıyla böyle sorarlar ama..."

Yudillü bihî kesîren ve yehdî bihî kesîrâ. Yudillü'nün fâili zikredilmemiş, okuyan ibareden anlayacak. Yudillu'llâh demek. Yani, "Allahu Teâlâ hazretleri dalâlete düşürür."

Bihî. "Bu verilen misal ile, bu benzetme, bu teşbih ile..." Kesîrâ. "Birçok kimseyi dalâlete düşürür."

Allahu Teâlâ hazretleri bu misâli verir, birçok kimseyi dalâlete düşürür. Kimleri dalâlete düşürür?

Âyet-i kerîmenin sonunda söylüyor:

Ve mâ yudillü bihî ille'l-fâsikîn. "Fâsıkları dalâlete düşürür."

"Fısk u fücûr erbâbını dalâlete düşürür."

Ve yehdî bihî kesîrâ... "O misâlin ne kadar feyizli, ne kadar hikmetli olduğunu mü'minler anlar, ehli iman onunla hidâyet bulur, gerçeği bulurlar. Birçok kimse o misalle aşka gelir, şevke gelir, imana gelir, hidâyete gelir, hidâyete erer."

Allah iyi niyetlileri böylece bu misalle hidâyete erdirir. Kötü niyetlileri de Allahu Teâlâ hazretleri böylece dalâlete düşürür.

Dalâlete düşenleri, istedikleri dalâleti halk eder -kendileri istiyorlar, kaşınıyorlar- dalâlete düşürür. Çünkü her şeyin hâlıkı Allahu Teâlâ hazretleridir. Yeri göğü, ins ü cinni, insanları ve insanların amellerini, icraatlarını, fiillerini halk eden Allah'tır. Kul bir şey halk etmiyor; halk eden Allah'tır, kudret Allah'ındır, dilerse yaptırmaz.

Velev şâe rabbüke le-âmene men fi'l-ardı küllühüm cemîâ. "Eğer Rabbin dileseydi yeryüzündeki insanların hepsi toptan imana gelirlerdi."

Dileseydi böyle yapardı. Ama insanları serbest bırakmış. İnsanları serbest bıraktığı için de dalâleti isteyenlere, kaşınanlara, istihzâ edenlere, alay edenlere; "Madem dalâlet istiyorsunuz!" diye onlara dalâlet verir.

Allahu Teâlâ hazretleri hidâyetin de hâlıkıdır, dalâletin de hâlıkıdır. Hidâyeti isteyen, hidâyeti arayan,

İhdine's-sırâta'l-müstakîm "Bizi sırât-ı müstakîme ilet yâ Rabbi!" diye gözyaşlarıyla, samimiyetle dua eden insana hidâyet verir.

Kaşınıp da, terbiyesizlik, edepsizlik edip de itiraz eden insanları da o edepsizliklerinden dolayı, "Sen istiyorsun, haydi bakalım öyle olsun!" diye, ona da istediği dalâleti verir. Allahu Teâlâ hazretleri onların kendi amellerine göre bu dalâleti veriyor. Allahu Teâlâ hazretlerinin dalâleti halk etmesi, mesuliyet o heriflerin kendisine râci olmak üzere, onların taleplerini yerine getirmektendir. Onlar madem öyle istiyorlar, "Haydi bakalım, dalâleti istiyorsunuz, sizin dediğiniz olsun, cezasını çekersiniz!" der. Sorumluluk onlara ait.

Allahu Teâlâ hazretleri her isteyene istediğini veriyor. Cenneti isteyene cenneti verecek, cehennemi isteyene de cehennemi verecek, onları cehenneme sokacak... Cehennemi istiyor, kaşınıyor, itiraz ediyor, bağırıyor... Kâfir, münkir uğraşıyor, müslümanlara kan kusturuyor... Tabii o zaman o müstehak olduğu, istihkak ettiği dalâleti ona veriyor; rubûbiyyetinin şânından dolayı...

Halbuki bütün insanları fıtrat-ı İslâmiye üzere yaratmıştır.

Küllü mevlûdin yûledü ale'l-fıtrati. "İslâm fıtratı üzere tertemiz yaratılmış olan insanlar sonradan Allah'ın kendilerine verdiği serbestliğe dayanarak her biri bir yola gidiyor. Anası babası onu eğitip istediği kendi yoluna çekiyor.

Fe-ebevâhu yühevvidânihî. "Babası anası onu yahudi yapıyor, kendileri yahudi olduğu için." Ev yünassırânihî. "Nasrâniyse evlâdını nasrânî yetiştiriyor." Ev yümeccisânihî. "Mecûsî ise, ateşperestse ateşperest olarak yetiştiriyor."

Çocuk iyi doğuyor ama o eğitimden sonra okuyor okuyor...

Eğitim çok önemli! Yanlış eğitim çok zararlı!

Allahu Teâlâ hazretleri rahmetinden herkesi fıtrat-ı İslâmiye üzere yaratıyor; ama sonra insanlar kendilerine, evlatlarına, yetiştirdikleri insanlara, milletlerine ve etraflarındakilere bazen büyük zararlar veriyorlar.

Bir insanı serbest bıraktıktan sonra dalâlete düşürüp onu cehenneme atmak, cehenneme sevk etmek Allah'ın rahimliğine, şânına yakışmaz. Zaten Kur'ân-ı Kerîm'de açıkça buyuruyor:

Ve mâ ene bi-zallâmin li'l-abîd. "Ben kullarıma zulmetmiş değilim, edici değilim."

Velâkinne'n-nâse enfüsehüm yazlimûn. "Fakat insanlar kendi kendilerine zulmediyorlar."

"Benim emirlerimi tutmayıp kendi serbestliklerinden faydalanarak küfre sapıp başlarına belayı alıyorlar." deniliyor.

Bundan dolayı; ve mâ yudillü bihî ille'l-fâsıkîn buyurmuş. Bu verilen misalle bazılarının imanı artıyor. "Oh yâ Rabbi! Tamam, anladım!" diye gözyaşlarıyla teslim oluyor, kabul ediyor. Ama ötekiler de; "Ne demek bu ya?" diye dudak büküp, alay edip, hafife alarak davrandığı için onlara Allah gerçekleri göstermiyor. Onlar da sapıyor, belasını buluyor. Fâsık olduklarından dolayı, dalâleti istediklerinden, kaşındıklarından dolayı onları dalâlete sevk ediyor.

Fâsık ne demek?

Fısk...

Bir de lastik markası var; fısk. Tabii İngilizce'de 'ı' harfi yok. 'İ' harfini büyük harfle yazdıkları zaman üstüne nokta koymazlar. Lastiğin markası aslında fisk; ama orada FISK yazılıyor. Dillerde kelimelerin yazılışları bazen böyle yakın olur. Birisinde iyi olan bir kelime öbüründe çok ters bir mânaya gelebilir.

Fısk, lügat mânası olarak "bir yerden dışarıya çıkmak" demek. Caddeden dışarıya çıkmak, delikten dışarıya çıkmak, "huruc" mânasına geliyor fısk. Nitekim yuvasından, deliğinden çıkıp da çuvalın dibini delen, peyniri yiyen, ekmeği yiyen, tahtayı kemiren fareye de Araplar fuveysıka derler. Fuveysıka, fâsıka kelimesinin ism-i tasğîridir; fâsıkçık, yani "deliğinden dışarıya çıkan hayvancık" demek. Fuveysıka farenin bir adıdır. İnsana da "fâsık" denmesi; yani raydan çıkan, yoldan çıkan, asıl yoldan çıktığı için "fâsık" denmiş oluyor. Neden böyle bir kimseye fâsık deniyor?

Çünkü büyük günahı işlediği için, irtikâb-ı kebîreden dolayı. Kebire, "büyük günah" demek, çoğulu kebâir geliyor. Onu irtikâb ettiği zaman Allahu Teâlâ hazretlerinin emri dairesinden dışarıya çıktığı için ona "fasık" deniliyor.

Tabii küçük günah işleyene hemen "fâsık" denmez. Çünkü insanların günahlardan hemen kurtulması çok zor. "Her dem hatadır kârımız." dediği gibi bir büyüğümüzün, büyük bir ârif zâtın; her dem işimiz hata olduğundan... Tabii iyi mü'min, ihlâslı mü'min, hâlis, salih, fâzıl, kâmil bir insanın da hataları da olacağından, küçük günah insanı fâsık durumuna düşürmez. Ama küçük bir günahta ısrar fâsık durumuna düşürür.

"Günah küçük canım... Bırak, mühim değil... Yaparım ben, devam ederim..."

Küçük günahta ısrar etti mi, o da fâsık durumuna düşer. Çünkü;

Lâ sağîrete mea'l-ısrar. "Günahta ısrar edip, devam edip, dönmeyip, vazgeçmeyip giderse insan, o zaman o günahın küçüklüğü kalmaz."

Küçüktü ama sen bu isyanı âdet edindin kendine, devam ediyorsun. Vay edepsiz! O zaman suç büyür. Yaptığı iş küçük ama devamlı yapıyor, vazgeçmiyor. Söylendiği halde bırakmıyor. Sagîrede ısrar etti mi, o zaman sagîrede ısrar kebîre olur, yani büyük günah muamelesine girer.

Peygamber Efendimiz büyük günahları saymış: "Adam öldürmek, yalan söylemek, zina etmek, faiz yemek..." diye sıralamış. Bir masum insana iftira etmek, yalan yere onun şânını lekelemek için bir temiz kadına namussuzluk isnat etmek... Bunlar büyük günahlar. Ama "Küçük günahları da insan devamlı yapmamaya çok dikkat etmeli!" diye bunu bastırarak söylüyorum.

Bu [fısk,] "günahkârlık" demek; fâsık, "günahkâr" demek oluyor.

Neden?

İtaatin hudutlarını aştığı, dışarı çıktığı için. Kelime buradan geliyor, yani "çıkmak" mânasından. Cenâb-ı Hakk'ın iyi taati, iyi kulluğu yolundan, dairesinden dışarı çıktığı için günahkâra "fâsık" deniliyor.

Bu yoğunluk derecesine, kötülüğünün artmasına göre üç mertebededir:

Bir; adam günahın çirkin olduğunu biliyor ama zaman zaman günahı yapıyor. Benim fakülteden mesai arkadaşlarım vardı, sevdiğim kimselerdi. Bana gelirler zaman zaman, "Şu nasıl okunacak hocam?" filan diye sorarlardı. Tabii bizim hâlimiz, durumumuz fakültede mâlum. "Ben de müslümanım elhamdülillah; ama yapamıyoruz, kusurumuzu da biliyoruz filan derlerdi. Edebli insanlar yani. Biliyorum ki namaz kılmam lazım; ama kılamıyorum." Tamam; yaptığı işin kötü olduğunu bildiği halde zaman zaman günahı yapıyor. Bir derece bu...

İki; yaptığı şeyin artık mübtelâsı olmuş, bu işin tiryakisi olmuş. Mesela içkiye mübtelâ olan, artık ayyaşlaşıyor. Afyona mübtelâ olmuş; fena, kurtulması ancak hastaneye yatırılacak, iğneler yapılacak, uzun tedaviler görecek... Yaptığı şeyi zaman zaman değil de artık âdet edinmiş, yapıyor. Bir mertebesi de budur.

Üçüncü mertebesi de; "Yaptığımda ne mahzur var? Ne olacak ya?" diye küçümsüyor, çirkinliğini inkâr ediyor. Bu üçüncü tabaka insanı kâfir eder. Günahı küçümsemek, böyle olmasına rağmen, "Ne olacak, yaparım ben!" demek, omuz silkmek, aldırmamak kâfir eder.

Tabii fâsık bu noktaya gelmedikçe, yani günah işleyen bir insan işlediği günahı önemsemeyen ve hoşgörüp; "Yaparım, ne olacak ya?" mantığına düşmedikçe mü'mindir, imandan çıkmış olmaz. Ama o noktaya geldi mi imandan dışarı çıkar. Ehli sünnete göre, o zaman artık mü'minliği kalmaz.

Bu âyet-i kerîmede; "Ancak fâsıkları Allah bu misallerle saptırır. Mü'minler onun hak olduğunu bilirler, Allah'a teslim olurlar, beğenirler, anlarlar, kalpleri feyiz dolar. Ama fâsıklar itiraz ettiği, dalga geçtiği için onları saptırır."

Buradakiler hangi cins fâsık bunlar? Mü'min fâsık mı?

Hayır. Bu kâfir fâsık. Zaten bunların kâfir olduğunu âyet-i kerîmenin evvelindeki kelimeler de söylüyor:

Ve emme'llezîne keferû. "Kâfir olanlara gelince..." Fe-yekûlûne mâ zâ erâda'llâhu bi-hâzâ meselâ. "'Allah bu misâli vermekle ne kasdediyor, ne murad ediyor ya?' derler."

İşte bu durumda kâfir. Bu mertebede, burada bahsedilenler kâfirler. Çünkü küçümsüyor, Allah'ı tenkit ediyor, Allah'ın âyetini tenkit ediyor. Verdiği misâli anlamıyor da; edebiyattan anlamıyor, belâgattan anlamıyor, sanattan anlamıyor, nükteden anlamıyor, "Ne dedi?" diye itiraz ediyor. Tabii o kâfir...

Bu kâfirlerin vasıflarını bundan sonraki 27 numaralı âyet-i kerîme biraz daha açıklıyor:

Ellezîne. Ellezîne'ye Arapça'da "ism-i mevsul" derler. Yani bir kelimeyi arkasından gelen sıfatlara bağlayan kelime, bağlama vazifesi görüyor. Türkçe'ye "O ki, onlar ki..." diye tercümesi uygun olabilir. İngilizce'de de which, what gibi kelimeler bu mânada kullanılıyor, ism-i mevsul gibi kullanılıyor. Fransızca'da ke'ler kö'ler varmış, ben Fransızca'yı pek iyi bilmem. Türkçe'de de bu üslup yok ama âyetin kelimelerini tam iyi kavrayalım diye böyle tercüme edeceğiz.

"Allah ancak fâsıkları dalâlete saptırır."

Ellezîne. "O fâsıklar ki..."

Bunlar mârife olan bir kelimenin açıklayıcı yan cümleciği olur. Biz Türkçe'de bu yan cümlecikleri derleriz, toparlarız, o açıklanan kelimenin önüne sıralarız. Türkçe'de sıfatlar kelimenin evveline gelir: Beyaz dağ, ak dağ, büyük adam... Türkçe'de sıfatları sıralarız; "şöyle şöyle şöyle olan fâsıklar" diye fâsıklara bağlarız. Arapça'da böyle değil, sıfatlar sonra sıralanır.

"Ancak fâsıkları dalâlete sevk eder."

Ellezîne. "O fâsıklar ki..."

Şimdi o fâsıkların sıfatlarını sıralıyor, fâsıkların sıfatları geliyor:

Yenkudûne ahda'llâhi min ba'di mîsâkihî. "Allah'ın ahdini, Allah'la aralarında olan ahdi, antlaşmayı, sözleşmeyi, söz de verdikleri halde..."

Mîsak; sağlamlaştırmak, tevsik etmek, sımsıkı yapmak.

"Sımsıkı bir şekilde anlaşıp söz verdikleri halde anlaşmalarını nakzederler, anlaşmalarına aykırı hareket ederler."

Demek ki fâsıkların bir sıfatı neymiş?

Ahdini tutmamak, verdiği sözü tutmamak, verdiği sözden ahdini bozarak, cayarak sözüne aykırı iş yaparlarmış. Hem de, hadi bir insana verdiği sözü tutmasalar, bir derece; ama Allah'a verdikleri sözü tutmuyorlar! O kâfir fâsıklar ki, günahı da hoşgören, Allah'ı da tenkit eden, âyetlere de dil uzatan o fâsıklar ki Allah'la olan ahdlerini, söz vermiş oldukları, bağlanmış oldukları halde; "Tamam, evet, kesin." dedikleri halde bozuyorlar. Bir vasıfları bu.

"Onlar ki sımsıkı garantiledikleri, söz verdikleri halde Allah'la yaptıkları antlaşmayı bozarlar, bozuyorlar."

Allah'la yaptıkları antlaşma, "ahd" ne demek?

Bu hususta tefsircilerin yani tefsir ilminde derinleşmiş olan alimlerimizin -rahimehullah- çeşitli rivayetleri, [görüşleri var;] İbn Kesîr gibi, Zemahşerî gibi... Daha önceki devirlere gidecek olursak, sahabenin tefsirle temayüz etmiş, Kur'ân-ı Kerîm'i açıklamalarıyla şöhret bulmuş şahsiyetleri gibi; mesela İbn Abbas radıyallahu anh gibi, İbn Mes'ûd radıyallahu anh gibi... Rivayetler veyahut rivayetin dışında ilmini ve aklını, mantığını kullanarak açıklama yapan dirâyet tefsirleri de var.

Bu, Allah'la ahd nedir?

Allah'ın kullarına emirleri, yasakları, "İtaat edin." diye söylediği şeyler, "Şunları şunları yapmayın." diye söylediği sözler.

Allahu Teâlâ hazretleri kullarına bunları nerede söylüyor?

Kitaplarında. İlâhî kitaplarda. Zebur, Tevrat, İncil, Kur'an, daha önceki peygamberlere indirilmiş, Musa aleyhisselâm'a, İsa aleyhisselâm'a, İbrahim aleyhisselâm'a, Âdem aleyhisselâm'a, Âdem aleyhisselâm'dan itibaren indirilmiş vahiylerinde, kitaplarında, sahifelerinde söylüyor.

Allah kullarına bunu kimler vasıtasıyla buyuruyor?

Seçtiği peygamberleri vasıtasıyla.

Allahu Teâlâ hazretleri kullarından bazılarını peygamber seçiyor. İlk insan Âdem atamız, ilk peygamber. Son peygamber âhir zaman nebîsi, bizim peygamberimiz Muhammed-i Mustafâ sallallahu aleyhi ve sellem. Bunların arasında adını bildiğimiz peygamberler var, bilmediğimiz pek çok peygamber var. Her beldeye, her ülkeye Allah peygamber göndermiş, hakkı onlara duyurmuş. Bizim bildiklerimiz; Nuh aleyhisselam, İbrahim aleyhisselam, Musa aleyhisselam, Harun aleyhisselam, İdris aleyhisselam, Yakub aleyhisselam, Yusuf aleyhisselam... Kur'ân-ı Kerîm'de adı geçen peygamberler...

"Kullarına Allah'ın böyle peygamberleri vasıtasıyla kitaplar indirerek, vahiyler göndererek bildirdiği emirleri, yasakları, tavsiyeleri; işte ahid bunlardır." demişler.

Bu fâsıklar ne yapıyorlar?

Allah'ın kendilerine gönderilen bu emirlerini tutmuyorlar.

Bu bir izah.

Diğer bir izah da şöyle: Ve kâle âharûn. İzah edenlerden bir kısmı da dediler ki; Bel hiye fî küffâri ehli'l-kitab ve'l-münâfıkîne minhüm. "Ehli kitabın kâfirleri ve onların içindeki münafıklar hakkındadır."

Ehli kitap; Kur'an'dan önce, Peygamber Efendimiz'den önce kendilerine peygamber gönderilip kitap indirilmiş insanlar; yahudiler, nasrânîler, hıristiyanlar. Bunların bir kısmı Kur'an'ın Hak kelâmı olduğunu, Peygamber Efendimiz'in Allah'ın âhir zaman peygamberi olduğunu bildiler, imana geldiler. Onlar ehli kitabın mü'minleri... Onlar hakkında Bakara sûresinin başında da âyetler var. Bir de kâfirleri var, Allah'ın bu en son peygamberini ve kitabını kabul etmeyenleri var. Ve bir de bunların münafıkları var. Kendi dinlerinin, kitaplarının gereğini dahi bildikleri halde münafıklık edip, saklayıp yapmayanlar var.

Allahu Teâlâ hazretleri onlara ahdetmişti. "Âhir zaman peygamberi gelecek, ona geldiği zaman itaat edin." diye emretmişti. Peygamberler de onlara bildirmişlerdi. İsa aleyhisselam bildirmişti, Musa aleyhisselam yahudilere bildirmişti. Onlar âhir zamanda bir peygamber geleceğini biliyorlardı; ama geldiği zaman kabul etmediler. Bekliyorlardı, tasdik etmediler. Gördükleri zaman hak peygamber olduğunu anladılar, işi inada döktüler. Derken bir zıddiyete giriştiler.

O halde Allah'ın kendilerine ahdettiği, söz verdiği, antlaşma olarak "Böyle yapacaksınız." diye ahdettiği, anlaşma olarak onlarla anlaştığı, onların söz verdiği hususu yeri gelince yapacakken yapmamış oluyorlar, ahidlerini bozmuş oluyorlar. "Bunlar onlardır." diyenler var.

Ve kâle âharûn: Bel uniye bi-hâzihi'l-âyeh cemîu ehli'l-küfri ve'ş-şirki ve'n-nifâk. "Bu âyette kâfirlerden, müşriklerden, münafıklardan bütün ahâli, bütün insanlar kastediliyor." demişler.

Onlarla Allah'ın ahdi nedir?

Bütün insanların, Amazonlar'daki ormanlarda da olsa, Himalayalar'daki köylerde, dağlarda da olsa, hepsinin Allah'ın varlığını birliğini anlaması lazım! O önüne koyduğu taşın tanrı olmadığını bilmesi lazım. Çünkü onu bir usta yaptı, karşısına dikti. Bir şey istese vermiyor, kıpırdamıyor, konuşmuyor, isteğine cevap vermiyor; âciz şeyler... Heykel, cansız heykel, canlı da değil. Bazıları canlı şeylere tapıyorlar, şu hayvana bu hayvana... Onlar da âciz bir hayvan. O da dünya üzerindeki pek çok öteki mahluklar gibi bir mahluk.

Bütün insanlara Allahu Teâlâ hazretleri ulûhiyetini, vahdâniyetini, yani varlığını birliğini anlayacak meziyetler, âletler, imkânlar vermiştir. Onların hepsi Allah'ı bilmekle mükelleftir. Adeta hepsinin vazifesidir... Hatta Allah mucizeler gönderiyor. Yani mütereddit olan insanlara, münkir olan insanlara bir mucize gönderiyor, birkaç mucize gönderiyor; "Tamam, bu gerçekmiş!" diye anlıyorlar. Musa aleyhisselâm'a "Firavun kavmi iman etsin." diye, "Firavun'un ahâlisi iman etsin." diye nice nice mucizeler ihsan etti. Her seferinde bir bahane bulup inkâr ettiler. Kaç tane mucize gösterdi, mucizelerini inkâr ettiler.

"Budur" diyenler var.

Bazıları da demişler ki;

"Bu âyet-i kerîmede Allah'ın zikrettiği, bahsettiği, o fâsıkların bozdu dediği ahitten maksat, Âdem aleyhisselâm'ın yaratılmasından sonra onun neslinden, sülbünden zürriyetini çıkarttığı zaman, o insanlardan bezm-i elestte aldığı ahittir."

Bismillâhirrahmânirrahîm.

Ve iz ehaze rabbüke min benî Âdeme min zuhûrihim zürriyyetehüm ve eşhedehüm alâ enfüsihim e lestü bi-rabbiküm kâlu belâ şehidnâ en tekûlû yevme'l-kıyâmeti innâ künnâ an hâzâ ğâfilîn.

Ruhlar âleminde Allahu Teâlâ hazretleri bütün Âdem aleyhisselâm'ın neslini, insanları, kendileri hakkında kendilerini şahit ederek; e lestü bi-rabbiküm "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğu zaman; kâlu belâ "Evet yâ Rabbi! Olmaz olur musun; elbette sen bizim Rabbimizsin!" dediler. Ve o zaman ahdetmiş oldular, antlaşma yapmış oldular. Allah'a ibadet edeceklerini beyan etmiş oldular. Sonra tabii kâfir olunca, müşrik olunca, puta tapınca bu antlaşmayı bozmuş oluyorlar. İlk başta hani Allah'ın ulûhiyyetini kabul etmişlerdi, Rablerini bilmişlerdi. Dünyaya gelince o ahdi bozdular. "Bu ahitten maksat budur." demişler.

Bu fâsıklar nedir?

Allah'la kendilerinin yapmış olduğu antlaşmayı bir kere bozmuş olanlardır. "Onlar ki Allah'la yaptıkları antlaşmayı bozdular." Birinci vasıfları bu. O fâsıklar ki Allah'la ahidlerini nakzetmişler, söz verdikleri halde bozmuşlardır. Bir.

İkincisi vasıfları: Ve yaktaûne mâ emera'llâhu bihî en yûsale. "Ve Allah'ın 'bağlanılsın, bağlanın' diye emrettiği, bağlanılmasını emrettiği işleri koparıp kesmişlerdir." Bağlansın dediğini koparıyorlar; bağlamıyorlar, koparıyorlar. İkinci vasıfları bu.

"Buradaki bağlanılmasını emrettiği şey nedir?" diye sorulacak olursa;

Bir; buradan murad, ve sılü'l-erhâm diye Allahu Teâlâ hazretleri sıla-i rahimi emretmiş. Akrabalarını, dayıları, yengeleri, amcaları, babaları takip edecek, soruşturacak, hürmet edecek, yardım edecek, destekleyecek. Sıla-i rahim yapmak bu. Allah; "Sıla-i rahim yapın." diyor.

Sıla-i rahim ne demek?

Rahim, "akraba" demek.

Sıla, "bağlantı" demek. Yani doğumla insanların ilişkili oldukları kimselerle bağını kuracak. Sıla-i rahim yapmak, "o akrabalar ile bağlantısını yapmak" demek. Allah bunu emrediyor.

Sıla-i rahmin ömrü arttırdığı, beldeleri mâmur ettiği, rızkı arttırdığı hadîs-i şerîflerde bildiriliyor. Akrabalara hürmet ve izzet etmek, ona karşı vazifelerini yapmak, her müslümanın bir vazifesi.

Bu adamlar bunu keserler. Tabii kâfir oldukları için, akraba filan da saymıyor. Peygamber Efendimiz'in karşısına çıkan insanların bir kısmı en yakın akrabasıydı. Hatta mesela bir kızının kocası, dünürü, yani damadı... Böyle insanlar bazen karşı çıktı. Amcalarından bazı insanlar karşı çıktı. Bu cilve, Allahu Teâlâ hazretlerinin kaderinin cilvesi... Halbuki akrabalıktan dolayı insaf etmeleri gerekirdi.

Bazıları da demişler ki... Bunun için Katade rahmetullâhi aleyh misal olarak âyet-i kerîme zikrediyor:

Bismillâhirrahmânirrahîm.

Fe-hel aseytüm in tevelleytüm en tüfsidû fi'l-ardı ve tukattıû erhâmeküm Muhammed sûresinde ki âyet-i kerîmesi gibi demiş oluyor.

Bazıları da diyor ki;

Ve kîle: el-Murâd eammu min zâlike. "Bu âyet-i kerîmede kastedilen Allah'ın 'bağlanılsın, bağlantısı canlı tutulsun' dediği şeyi koparmaktan murad daha geneldir, daha umumîdir."

Sadece akrabayla bağlantı değildir. Bütün Allah'ın emrettiği şeyleri yapmak, onu vasletmek demektir; emirlerini tutmamak da kat etmek, koparmak demektir. Allah'ın dediğinin aksini yapmak. Emrediyor, yapmıyor; nehyediyor, yapıyor. Aksini yapmak, işte bu koparmak demektir. Fâsıkların bir vasfı da budur. Allah'ın "bağlayın" dediğini, "bağlansın" dediğini koparmak.

Fâsıkların üçüncü vasıfları, diğer bir vasıfları nedir?

Ve yufsidûne fi'l-ard. "Yeryüzünde fitne fesat çıkartıyorlar."

Bir; Allah'la ahidlerini bozuyorlar, sözlerinde durmuyorlar. İki; emirlerini tutmuyorlar, aksini yapıyorlar. Üç; yeryüzünde fitne fesat çıkartıyorlar.

Yeryüzünde insanlar toplum hâlinde yaşıyor. Toplum hâlinde yaşayınca herkesin birbirine karşı görevleri var, görevleri yapmıyor.

Toplumlar düzenle yürür, kanunla yürür. el-Adlü esâsü'l-mülk. "Egemenliğin temeli adalettir." Adalet olması lazım! Haksızlık olursa, rüşvet olursa, adam kayırma olursa, hırsızlık olursa, zulüm olursa, katil olursa o zaman o toplum çöker.

Çevremizdeki toplumlara baktığımız zaman acıyoruz. Kendi toplumumuzdaki haksızlıklara, içtimâî toplumsal haksızlıklara bakınca üzülüyoruz. "Bu adalete aykırı; insafa, vicdana sığmaz, insan haklarına sığmaz!" diye üzülüyoruz.

Allah'tan korkmadı mı, Allah'ın emrinden, emri dairesinden dışarıya kaydı, raydan çıktı gitti mi bir insan, bir işi de bu oluyor; yeryüzünü fesada veriyor, toplumu bozuyor. İşte kâfirlerin en büyük zararlarından birisi de budur. İşin sonucunda maddî bir hasar ve zarar var, toplum zarar görüyor.

Millet sadece diyor ki;

"Din bir duygu, ona kimse ilişmez."

Hayır! Din toplumun canıdır, toplumun düzeninin kaynağıdır. Sen onu tahrip edersen, yıkarsan, yok edersen toplumu kurutursun. Ağaca su vermezsen, su kaynaklarını, su aldığı, beslendiği köklerini kesersen, dallarını kesersen ağaç kurur.

Ülâike hümü'l-hâsirûn.

Aziz ve muhterem kardeşlerim!

"İşte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir. Asıl hâsirler işte onlardır!"

Bu münafıkların altı tane vasfı var. Bu âyet-i kerîmede dikkatli bir şekilde bakılırsa fâsıkların, münafıkların altı vasfı görünüyor. Bu altı vasfın altısını birden ortaya koyarlar. Eğer ellerine imkân, yönetim gücü, kuvvet geçerse zorbalık, diktatörlük yaparak altısını birden ortaya koyarlar.

Bu fâsık, fâcir, münafık heriflerin altı vasfı nedir?

Bir; İzâ haddesû kezebû. "Konuştular mı yalan söylerler."

Sözleri yalan. Bir insana, sözünün doğru olmasına itimat etmiyor, bol keseden söylüyor, ondan sonra yerine getirmiyor. Bir, iki, üç... Bu münafık, bak yalan söylüyor. Aç gazeteyi, tarihi, eski sayıları karıştır. Söylüyor söylüyor, yalan söylüyor, tutmuyor. Konuştular mı yalan söylerler.

İki; Ve izâ veadû ahlefû. "Vaat ettiler mi vaatlerini yerine getirmezler, vaadinden dönerler."

Antlaşma yaparsın, imza atarsın. Beklersin ki adaletli davransın, sözünde dursun. Durmaz, cayar. Hani ödeyecektin borcunu? Hani şu işi yapacaktın? Hani karşılıklı böyle konuşmuştuk?

Caydı.

Neden?

Allah'tan korkmuyor. Fâsık, münafık, fısk u fücur sahibi, ondan.

Vaat ettiler mi vaadini tutmazlar, hulfederler, vaadinden cayarlar.

Üç; Ve ize'tüminû hânû. "Kendilerine güvenilirse hıyanet ederler."

Güvenci boşa çıkartırlar, güvenilen, kendilerine teslim edilen şeyi bozarlar, hıyanet ederler.

Kasa emanet edilmişse kasadan para çalarlar. Bir memuriyet devredilmişse, "Sen bu dairenin müdürüsün, başkanısın." denilmişse o dairenin canına okurlar. Rüşvet alırlar, görevi kötüye kullanırlar. Ellerine bir fırsat geçti mi deveyi hamuduyla yutarlar. Hamut ne demek?

"Devenin üstüne oturulsun diye konulmuş semer" demek.

Deve zaten kocaman... Adam o kadar aç ki, ağzı o kadar geniş ki, karnı o kadar büyük ki deveyi kaldırıyor, hamuduyla yutuyor!

Güvenildikleri zaman güvenilir, emin insan olmadıklarından güvenmeye liyakat göstermezler, güvene uygun hareket etmezler. Hıyanet ederler, hainlik yaparlar.

Dört; Ve nakazû ahda'llâhi min ba'di mîsâkıhî. "Allah'a karşı vermiş oldukları kulluk sözünü, ahdini bozarlar; emirlerini tutmazlar, yasaklarından kaçınmazlar."

Yani günahkâr olurlar, günahları işleyen, irtikâb eden, umursamayan insanlar olurlar.

Beş; Ve kataû mâ emera'llâhu bihî en yûsale. "Allah'ın 'bağlansın' dediği şeyi koparırlar, 'yapılsın' dediği işi yapmazlar."

Altı; Ve efsedû fi'l-ard. "Yerde de fitne fesat çıkartır, berbat ederler; toplumu, memleketi, ülkeyi, araziyi, çevreyi her şeyi mahvederler."

Ve izâ kâneti'z-zahreti aleyhim. "Ama, eğer kendileri çok güç kuvvet sahibi değillerse..."

Mesela Peygamber Efendimiz'in zamanında; Peygamber Efendimiz kuvvetlendi, müslümanlar çoğaldı, Medine-i Münevvere'ye hâkim oldular. Peygamber Efendimiz'den sonra Hulefâ-i Râşidîn devrinde müslümanlar çok kuvvetlendi. Öyle münafıkların, fâsıkların kaçacak delik arayacakları zaman, devre... Tabii o zaman ne olur?..

"Güç kuvvet kendilerinde değil de onlar kıyıda kenardalarsa..."

Azharu'l-hisâle's-selâs. Üç durumu devam ettirirler." Çünkü ötekileri yapamıyorlar.

İzâ haddesû kezebû. "Konuştukları zaman yalan söylerler. Ve izâ veadû ahlefû. "Vaat ettiler mi vaatlerini yerine getirmezler." Ve ize'tüminû hânû. "Güvenilirse güveni boşa çıkartırlar, hıyanet ederler."

Ülâike hümü'l-hâsirûn. "İşte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir!"

Burada hâsirûn ne demek?

"Hüsrana uğrayanlar" demek.

Çoğul bu. Hüsran Türkçe bir kelime değil.

"Hocam, 'hüsrana uğramak' ne demek?"

Yani zarar edenler, yarar kazanamayanlar. Kâr umduğu yerden kâr, kazanç elde edemeyenler. Kârın da eski Türkçesi assı. Assı elde edemeyenler, ziyan edenler. Ziyan da Farsça'dan geliyor. Tam Türkçesi assı. Assı elde edemeyen, ticarette ütülen, yutulanlar. Eski Türkçe'de ütülmek, "kaybetmek" mânasına geliyor. Yutulmak, ütülmek...

Bunlar işte böyle zarara uğrayanlardır. 

Allahu Teâlâ hazretleri bizi emirlerini tutup da hem dünyada hem âhirette saadete nâil olanlardan eylesin. Hüsrana uğrayanlardan, hâsir olanlardan, o duruma düşenlerden eylemesin. Hem dünyamız mutlu olsun, tatlı olsun, hoş geçsin, huzurlu geçsin, temiz geçsin... "Oh, elhamdülillah kalben rahatım, mutmainim, çok şükür... İşte helal lokma kazanıyorum, çoluk çocuğuma helal yediriyorum. Çok şükür yâ Rabbi! Kimsenin hakkını yemedim, kimseyi üzmedim, kimseye kötülük yapmak istemedim, yapmadım. Elhamdülillah..." diye rahat ederler; hem dünyada mutlu olurlar hem de âhirette Allah cennetiyle cemâliyle taltif eder.

Allah hepinizden razı olsun.

es-Selâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh.

Diğer Kayıtlar
Başlık Eklenme Tarihi Paylaş Oku Ekle Süre Beğen
playlist play 001.Kur an-ı Kerim in Faziletleri 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 34 playlist like
playlist play 002.Kur an-ı Kerim Tefsirine Giriş 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 50 playlist like
playlist play 003.Kur an-ı Kerim Tefsirine Giriş, Besmele 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 50 playlist like
playlist play 004.Euzü Besmele 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 28 playlist like
playlist play 005.Fatiha (1 - 2) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 50 playlist like
playlist play 006.Fatiha (3) 16.04.2020 playlist oku playlist ekle 40 playlist like
playlist play 007.Fatiha (4) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 45 playlist like
playlist play 008.Fatiha (5 - 7) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 53 playlist like
playlist play 009.Bakara Giriş 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 31 playlist like
playlist play 010.Bakara (1) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 30 playlist like
playlist play 011.Bakara (2) 05.11.2019 playlist oku playlist ekle 50 playlist like
playlist play 012.Bakara (3) 05.11.2019 playlist oku playlist ekle 48 playlist like
playlist play 013.Bakara (4 - 5) 05.11.2019 playlist oku playlist ekle 45 playlist like
playlist play 014.Bakara (6 - 7) 05.11.2019 playlist oku playlist ekle 46 playlist like
playlist play 015.Bakara (8 - 10) 05.11.2019 playlist oku playlist ekle 33 playlist like
playlist play 016.Bakara (11 - 13) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 50 playlist like
playlist play 017.Bakara (14 - 22) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 49 playlist like
playlist play 018.Bakara (23 - 24) 16.04.2020 playlist oku playlist ekle 57 playlist like
playlist play 019.Bakara (25) 16.04.2020 playlist oku playlist ekle 39 playlist like
playlist play 021.Bakara (28 - 29) 16.04.2020 playlist oku playlist ekle 46 playlist like
playlist play 022.Bakara (30) 16.04.2020 playlist oku playlist ekle 46 playlist like
playlist play 023.Bakara (31 - 33) 16.04.2020 playlist oku playlist ekle 36 playlist like
playlist play 024.Bakara (34) 16.04.2020 playlist oku playlist ekle 28 playlist like
playlist play 025.Bakara (35 - 36) 16.04.2020 playlist oku playlist ekle 35 playlist like
playlist play 026.Bakara (37 - 39) 16.04.2020 playlist oku playlist ekle 32 playlist like
playlist play 027.Bakara (40 - 43) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 51 playlist like
playlist play 028.Bakara (44 - 46) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 52 playlist like
playlist play 029.Bakara (47 - 48) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 41 playlist like
playlist play 030.Bakara (49 - 50) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 49 playlist like
playlist play 031.Bakara (51 - 54) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 58 playlist like
playlist play 032.Bakara (55 - 57) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 50 playlist like
playlist play 033.Bakara (58 - 60) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 39 playlist like
playlist play 034.Bakara (61) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 42 playlist like
playlist play 035.Bakara (62) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 55 playlist like
playlist play 036.Bakara (63 - 66) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 45 playlist like
playlist play 037.Bakara (67 - 73) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 45 playlist like
playlist play 038.Bakara (74 - 77) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 48 playlist like
playlist play 039.Bakara (78 - 82) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 46 playlist like
playlist play 040.Bakara (83) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 55 playlist like
playlist play 041.Bakara (84 - 86) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 38 playlist like
playlist play 042.Bakara (87 - 88) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 40 playlist like
playlist play 043.Bakara (89) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 38 playlist like
playlist play 044.Bakara (90) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 42 playlist like
playlist play 045.Bakara (91 - 96) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 47 playlist like
playlist play 046.Bakara (97 - 98) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 46 playlist like
playlist play 047.Bakara (99 - 101) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 33 playlist like
playlist play 048.Bakara (101 - 103) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 45 playlist like
playlist play 049.Bakara (104 - 105) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 43 playlist like
playlist play 050.Bakara (106 - 107) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 44 playlist like
playlist play 051.Bakara (108) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 33 playlist like
playlist play 052.Bakara (109 - 110) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 42 playlist like
playlist play 053.Bakara (111 - 112) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 32 playlist like
playlist play 054.Bakara (113) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 49 playlist like
playlist play 055.Bakara (114 - 115) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 51 playlist like
playlist play 056.Bakara (116 - 117) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 46 playlist like
playlist play 057.Bakara (118 - 119) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 40 playlist like
playlist play 058.Bakara (120 - 121) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 46 playlist like
playlist play 059.Bakara (122 - 123) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 31 playlist like
playlist play 060.Bakara (124) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 54 playlist like
playlist play 061.Bakara (125) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 42 playlist like
playlist play 062.Bakara (126) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 44 playlist like
playlist play 063.Bakara (127 - 128) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 37 playlist like
playlist play 064.Bakara (129) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 46 playlist like
playlist play 065.Bakara (130 - 132) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 54 playlist like
playlist play 066 Bakara (133 - 134) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 35 playlist like
playlist play 067.Bakara (135) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 39 playlist like
playlist play 068.Bakara (136 - 138) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 33 playlist like
playlist play 069.Bakara (139 - 141) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 24 playlist like
playlist play 070.Bakara (142) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 37 playlist like
playlist play 071.Bakara (143) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 49 playlist like
playlist play 072.Bakara (144 - 147) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 37 playlist like
playlist play 073.Bakara (148 - 150) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 32 playlist like
playlist play 074.Bakara (151 - 152) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 40 playlist like
playlist play 075.Bakara (153 - 154) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 31 playlist like
playlist play 076.Bakara (155 - 157) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 47 playlist like
playlist play 077.Bakara (158) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 46 playlist like
playlist play 078.Bakara (159 - 162) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 50 playlist like
playlist play 079.Bakara (163 - 164) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 47 playlist like
playlist play 080.Bakara (165 - 167) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 45 playlist like
playlist play 081.Bakara (168 - 171) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 51 playlist like
playlist play 082.Bakara (172 - 173) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 39 playlist like
playlist play 083.Bakara (174 - 176) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 27 playlist like
playlist play 084.Bakara (177) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 61 playlist like
playlist play 085.Bakara (178 - 179) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 29 playlist like
playlist play 086.Bakara (180 - 182) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 37 playlist like
playlist play 087.Bakara (183 - 184) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 40 playlist like
playlist play 088.Bakara (185) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 50 playlist like
playlist play 089.Bakara (186) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 55 playlist like
playlist play 090.Bakara (187) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 66 playlist like
playlist play 091.Bakara (188) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 44 playlist like
playlist play 092.Bakara (189) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 33 playlist like
playlist play 093.Bakara (190 - 192) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 50 playlist like
playlist play 094.Bakara (193 - 195) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 55 playlist like
playlist play 095.Bakara (196) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 57 playlist like
playlist play 096.Bakara (197) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 39 playlist like
playlist play 097.Bakara (198 - 199) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 44 playlist like
playlist play 098.Bakara (200 - 202) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 43 playlist like
playlist play 099.Bakara (204 - 207) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 48 playlist like
playlist play 100.Bakara (208 - 210) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 41 playlist like
playlist play 101.Bakara (210 - 212) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 45 playlist like
playlist play 102.Bakara (213) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 54 playlist like
playlist play 103.Bakara (214) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 40 playlist like
playlist play 104.Bakara (215 - 216) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 42 playlist like
playlist play 105.Bakara (217 - 218) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 33 playlist like
playlist play 106.Bakara (219-220) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 32 playlist like
playlist play 107.Bakara (221) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 38 playlist like
playlist play 108.Bakara (222 - 223) 10.12.2019 playlist oku playlist ekle 47 playlist like
playlist play Ali İmran 92 - Furkan 74 - İnfak, Gıpta Edilecek Kimseler, Sadaka Vermek 19.03.2025 playlist oku playlist ekle 14 playlist like
playlist play Ali İmran 98 - 101 - Hristiyanların Allahın Ayetlerine Tutumları 05.02.2025 playlist oku playlist ekle 28 playlist like
playlist play Bakara 104 - Rahman 1- 4 - Kuranı Öğrenmek, Kıymet Bilmek 05.02.2025 playlist oku playlist ekle 19 playlist like
playlist play Bakara 146 - Hicr 2 -3 - Doğru İnançın Önemi 05.02.2025 playlist oku playlist ekle 19 playlist like
playlist play Hac 73 - 76 - Müminun 14 - İnsanın Yaratılışı Süreci 05.02.2025 playlist oku playlist ekle 37 playlist like
playlist play İnsan 1 - 31 - Dünya Sevgisi 05.02.2025 playlist oku playlist ekle 25 playlist like
playlist play Rahman 5 -13 - Herşeyin Dengeli Olması ve Her Varlığın Secde Etmesi 05.02.2025 playlist oku playlist ekle 25 playlist like
playlist play Tekvir 1-14 - Kıyamet Günü Alametleri, Mahşer Anı, Pişmanlıklar 05.02.2025 playlist oku playlist ekle 31 playlist like
Kabe
Canlı Yayın
Şuan Canlı Yayın
Canlı Yayın
AKRA CANLI
 / 
player image icon close icon
AKRA CANLI
Canlı Yayın
Canlı Yayın Add Icon volume up
 / 
Canlı Yayın
fast rewind
fast forward
Playlist
Bu özelliği kullanabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir
  
Fikrini Paylaş
TAAHHÜTNAME

Hazırlamış olduğum ve sitenize gönderdiğim/ teslim ettiğim, tamamen orjinal ve bana ait olan, projemin/görüntü veya kaydımın, AKRA MEDİA tarafından kendisine ait kablolu/karasal/uydu, şifreli/şifresiz, free/paralı TV, video, DVD, VCD,VHS ,radyo, kaset, sinema ve sair mevcut yada ortaya çıkacak her türlü İşaret, ses ve /veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletim hakkı ve tüm internet siteleri ve sosyal medya platformlarında yayınlamasına, çoğaltma hakkı, yayma hakkı, işleme hakkı ve temsil hakkının kullanılmasına süresiz olarak müsaade ediyorum.

Projemin/görüntü veya kaydımın, bant, CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player, dijital kayıt vb. tüm yollarla kayıt, çoğaltma ve dağıtım haklarını, bilişim veya iletişim ortamında görüntülenmesini, iletilmesini, okunmasını, izlenmesini, dinlenmesini vb. interaktif veya normal CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player vb. şekilde basılarak veya ses kayıtlarının metin haline getirilip kitap olarak piyasaya sunulmasını sağlayacak her türlü materyal üzerine kaydı ile çoğaltılması, kullanılması, işlenmesi, yeniden ve genişletilmiş şekilde sesli, yazılı ya da görüntülü yayın haklarını, bu suretle de çoğaltılarak kullanılması, dağıtılması, pazarlanması vb. fikri, mali ve manevi haklarımın tamamını, programda gerekli görülen değişiklikleri yapma haklarımı bila bedel olacak şekilde, AKRA.MEDİA sitesine ve bu site'nin yetkilisi ve sahiplerine devir ve temlik ettiğimi, beyan, kabul ve taahhüt ederim.

Şehir Seçin
Close