Hocam bu programda Dede Ömer Rûşenî –Aydınlı Ömer Dede- ve peşinden İznikî Eşrefzâde Rûmî Hazretleri. Bugün misafir olacağız.
-Zaten onlar sofrayı açmışlar, dergâhı açmışlar, bahçeyi açmışlar, ravzayı açmışlar ‘buyurun’ diyorlar. Orada bedava, yâni para pul yok. Ne var? muhabbet var. Yirmi dört saat, şimdi var ya hani 7/24 diyorlar. Onlarınki ezelden açık, öyle yâni. Allah onlara o imkânı lûtfetmiş. Açmışlar sofrayı, yazmışlar, söylemişler. Onlar manen diridir. Siz bakmayın fiziken işte doktorlar bakarlar, ‘Bunun kalbi durmuş’ derler. Nasibi olana verirler, olmayan da nasip için gayret eder, etmezse de sabreder, niyaz eder. Bize böyle öğrettiler. Biz de bunları tekrar ediyoruz, bu şekilde naklediyoruz efendim.
Ömer Rûşenî ve İznikî meşhur Eşrefzâde Rûmî çok hoş insanlar. Hacı Bayram-ı Velî’nin müridi ve damadı yanılmıyorsam. On bir sene hizmet ediyor, hiç konuşmuyor, bir gün adını soruyor, “İsmin ne senin?” Diyor ki,“Ben İznikî Eşrefzâde Rûmî Abdullah” “Ne çok konuşuyorsun “Abdullah” desen yetmez mi?” diyor yâni bu kadar. Böyle insanlar bunlar.
Hazretten aşk manzumesi, Ömer Rûşenî’den de tasavvuf manzumesi var. Biri on beşinci asır, öteki de ondan aşağı, yukarı muasır. İkisi de aynı dönemin insanları ve bu toprağın insanları.
Bu topraklar ne güzel topraklar
Bu topraklar İslam medeniyetinin Cenâb-ı Allah tarafından son dönemde lûtfedilmiş toprakları. Bu topraklar, Balkanlar, Bosna falan yâni. Hiç bir yer boş kalmamıştır. Öyledir. Şimdi de dolu da biz görmeyiz. Bizden sonrakiler görürler. Berlin’i görürler, Paris’i görürler, Newyork’u görürler. Neler neler var da. Tabi Allah bazen gösterir bazen göstermez. Kimse bilmez, o bilir. Yunus diyor, “Âlimsin âlim, doğrudur yolum / ağzımda dilim hû demek ister”. Âlimsin âlim bilen demek, doğrudur yolum sırat-ı mustakîm üzereyim. Nasıl anlarsınız? Ağzımda dilim hû demek ister.
Hocam, İnşallah Dede Ömer Rûşenî Hazretleri ile başlıyoruz.
-Bismillah deyip başlıyoruz efendim. Efendim şimdi, Dede Ömer Rûşenî’nin Âsâr’ı Aşk adlı eserinden yine bir tasavvuf manzumesi.
Nedir dense tasavvuf de tezelzül
Huşû meskenet sabr u tahammül
Tasavvuf küllî geçmektir özünden
Dahi incinmemektir el sözünden
Ne incit, ne incin. Efendim incitmemek kolaydır, nazik olursunuz. Nezaket, “Haddeden geçmiş nezaket yâl ü bâl olmuş sana” kimseyi incitmezsiniz. Ama incinmemek öyle midir? Nâdanların sohbetine ister istemez girersiniz, ama incinmeyeceksiniz. O kadar zor bir hadise ki o, incinmemek.
“Efendim benim izzet-i nefsim yok mu” dediğin anda iş biter. Aziz efendiden her defasında söylemiştim yine, bir talebesi kırılmış, üzülmüş. “-Evlâdım nedir?”, “-Efendim incindim, şöyle şöyle söylediler”, “Ne oldu evlâdım?”, “-Efendim izzet-i nefsime dokundu” deyince Hz. Şeyh diyor ki, ”Evlâdım nefsin izzeti mi olur? “. Peki, bu tezelzül müdür, efendim bu zillet midir? hayır, İşte zaten ince çizgi orada. Bu tabasbus mudur? hayır, yâni yaltaklanma mıdır, dalkavukluk mu? hayır, değil. Vakurdur, efendim hizmet ehlidir. Ama nefsin izzeti yoktur. İzzeti olan birisi vardır. İzzeddîn, izzet sahibi Allah’tır. “Dinin izzeti vardır” demiş hazret. Dolayısıyla dahi incinmemektir el sözünden.
Tasavvuf Hakk yolundan çıkmamaktır
Tasavvuf kimse gönlün yıkmamaktır
Tasavvuf az uyuyup az yemektir
Hakk'ın esmâsını çok çok demektir
Bulandırma bulanma sûfi isen
Cefâ vü cevr kılma mûfî isen
Mûfî, bilmiyordum sözlüğe baktım ifa eden demekmiş. Allah’ın emrini ifa ediyorsan kimseye cefa ve cevr kılma. Kendin de bulanma, etrafı da bulandırma. Gider bir laf atarsın orta yere, hiç olmayacak bir şeydir, haydaa millet birbirine düşer. Yahut atmazsın, bir şey alıp bir yere koyarsın, haydaa ortalık birbirine girer. Veya bir yan bakarsın birisine, hadi buyur bakalım. İşte bulandırdın. Kendini de etrafta olan gıllügışten, güftügıdan gönlünü bulandırma, yapabiliyorsan eğer yâni.
Bulandırma bulanma sûfi isen / Cefâ vü cevr kılma mûfî isen, diyor. Ben bu nutkun ilk altı beytini böyle okuduktan sonra bakalım, bu Dede Ömer Rûşenî kimmiş ona bakalım. Dede Ömer Rûşenî’nin doğum tarihini kitaplar yazmıyorlar, ben ne yapayım. Vefat tarihi 1486. Demek ki Fatih’ten sonra, işte Osmanlı tarihinde Bayezid-i Velî devri. 892 de hicri tarih. Dede Ömer Rûşenî Aydın’da doğmuş, Tire ilçesi, Güzelhisar karyesinde. Rûşenî mahlâsını da Aydınlı olduğu için almış. Gençliğinde biraz böyle maceralı bir hayatı var. İşte Bursa’ya geliyor, okumak için medreseye gidecek fakat Bursa’da pek mutlu olamıyor. Hayattan bekledikleri var, eriştikleri var, erişemedikleri var. Bakıyor ki eriştikleri, erişemedikleri dağ dağ gıllügışt “Ben bir halvete çekileyim bakalım, halveti ihtiyar edeyim” diyor, kapanıyor, nas’la ülfeti kesiyor. Uzletteyken kendisine bir kapı açılıyor. Ve diyorlar ki “Sen Karaman’a gideceksin” Karaman’da abisi varmış. Şeyh Alâeddin Halveti. “Onun hizmetine gireceksin”. Şimdi tabi babalık, oğulluk, abilik, kardeşlik efendim neseben, sıhren kolay da, böyle mürid-mürşid olunca daha da bir zor o işler yâni. ‘Bu benim ağabeyim, benden ne farkı var, karındaşım, aynı anneden zuhur ettik ama ona şeyhlik verildi bana verilmedi’ dememiş hazret. Onun hizmetine girmiş ama kısa bir zaman sonra ağabeyi Hz. Halveti diyor ki Alâeddin Halveti, “sen” diyor, “Ömer Bakü’de Halveti’de Pir- i Sâni Seyyid Yahya Şirvani’ye gideceksin. Onun hizmetine gireceksin”. Ve hazret Bakü’ye gidiyor. Seyyid Yahya tarafından bütün seyr ü sülûk tamamlanıyor ve hilafet veriliyor kendisine. Ondan sonra da bir emir alıyor yine şeyhinden, diyor ki “sen artık buralardasın, Aydın’a filan dönmek yok. Gence, Karabağ ve Tebriz’de irşad ile meşgul olacaksın”. Hayatı buralarda geçiyor. Şeyhinin makamından sonra, Seyyid Yahya Şirvani postuna oturuyor. Ama yine Tebriz’de devam ediyor. Fakat kendisi de tarikatta kol sahibi. Rûşenîye kolunu kuruyor. Halvetiye’nin Rûşenîye kolunun kurucusu Dede Ömer Rûşenî. 892 senesinde Tebriz’de vefat ediyor. Tekkesinin haziresine sırlanıyor.
Bu tekkeler acayip yerlerdir, orada vefat eden hazireye gömülür. Adeta bir çekirdek, nucleus oluyor, hani var ya bu atom fiziğinde, cazibe merkezidir orası. Hepsinin belli bir yeri vardır. İstanbul tekkeleri de böyledir. Hazireler o tekkenin manevi kalbidir. Orada atar, tık,tık,tık…tıktık, tıktık. Orada İsm-i Hayy tecelli eder, o hazirelerde. Siz onu ölü gibi görürsünüz. Ama gerçek diriler onlardır. Sıkıldığımız zaman anında yetişirler. Bazen de çok sıkılmadan yetişmezler. Bunun hikâyeleri de vardır. Eserleri de var, Miskinname, Çobanname, Neyname. Bütün bunlardan görüyoruz ki, bu zevat üzerinde Cenâb-ı Mevlâ’nın çok büyük tesiri var. Çünkü aralarında iki yüz sene filan var yâni. Hz. Mevlânâ’nın nefesi bugün de devam ediyor. Ama bunlar üzerinde daha bir hani evtâd-ı erbaa olarak, daha büyük ihtimamla bakıyor bu zevata Hz. Mevlânâ.
İşte biraz evvel Âsâr-ı Aşk ki, bir mânada Miskinname'nin bir başka adı Âsâr-ı Aşk. Orada tasavvuf hakkındaki efendim irşadını bu aziz zatın Ömer Rûşenî’nin görüyoruz. Şimdi Ömer Rûşenî’nin bir de meşhur ilâhisi var, hicaz bir ilâhi bu, daha sonraki zamanda da inşallah onu da okuyacağız.
Bizim büyüklerimizden bir kul-u zat derdi ki, ”Buyruldu ki, mevlid cemiyetinde iki tane ilâhi okunmazsa, o mevlid cemiyeti, mevlid cemiyeti olmaz”. Bir tanesi Hz. Ömer Rûşenî güfteli, Çün doğup tuttu cihan yüzün hüsnün güneşi / Kim ola sevmeye bu vech ile sen mâhiveşi. Hicaz, muhteşem bir ilâhidir yâni. İlâhi vadisinde, mimarideki Süleymaniye Camii gibi bir şeydir yâni. Hele cumhur okunduğu zaman gümbür gümbür o hicazın bütün hakkını verir. Tasannudan zerre bulamazsın, burada ‘efendim bir nota çıkarayım’ mümkün değildir yâni. Kristal ne denir ona? elmas, pırlanta gibi işlenmiştir. Zaten nutuk uzun, Efendimizi övüyor tabi, na’t-ı şerîf bu,
Ve'd-duhâ verdine ve'l-leyl okuram sünbülüne
Rûşenî virdi budur küllü gadâtin ve aşiy, -Makta beyti de böyledir-
Hocam destur olursa burada bir eser arası vermek isteriz.
- Dede Ömer Rûşenî’nin çok mühim bir eseri var. İnşallah onu dinleyeceğiz hep beraber.
Çün doğup tuttu cihan yüzün hüsnün güneşi
Kim ola sevmeye bu vech ile sen mahveşi
Türk ü Kürd ü Acem ü Hind bilir bunu ki sen
Hâşimîsin, Arabîsin, Medenîsin Kureşî
Sen emîre kul olan, her ne kadar müdbir ola
Bende-i mukbil olur misl-i Bilâl-i Habeşî
Dîk-i hikmetde pişirdi çü senin sevgini Hak
Cebrail olsa nola matbahının heymekeşî
Yerdeki da’veti fevt ola gidem deyu göğe
Bağladın beline ey nûr-i bilâ-sâye taşı
Sensin ol püşt ü penah-ı melek ü ins ü peri
Enbiyânın güzeli sevgilisi hûbu hoşu
Üzülüp ırkı Ebû Cehl gibi ebter olur
Sen Ebü’l-Kâsım ile her ki tutarsa güreşi
Lâle benzer ki gül-i rûyuna indirmedi baş
Muğ-i Hindû gibi yandı kararıp içi dışı
Kesilip başın ayakta göriser her ki senin
Yüzün izine sürüp koymaz ayağına başı
Parmağından akıtıp âb-ı revan-bahşı revan
Nice yüz bin kişiden def’ edipsin ateşi
Vedduhâ verdine Velleyl okurum sünbülüne
Rûşenî virdi budur külli gadâtın ve aşiy
Bir eser (hicaz)- Çün doğup tuttu cihan yüzün hüsnün güneşi
Hocam hicazın da mahabbeti de bir başka değil mi?
-Hem ihtişam, hem de hüzün ihtiva eden bir makam hicaz. Burada bestelerin de çok mühim bir rolü var. Bir ilâhi tavrı var, ilâhi bestesi var, ilâhi tarzı var. Sehl-i mümtenî gibi yâni. Çok kolay zannedersin yapılması zordur. Tasannu hiç yer almaz. Ama onun sanatı, o yüce sanattan nasip verilmiştir. Onun sanatı ile sesler dünyası da bize bir haber iletir, intikal ettirir bu ilâhiler. Kulağımızdan girer inşallah gönlümüze yer eder.
Şimdi bu ilâhi, Beylikçi İzzet Bey diye bir zat, almış, ne zaman? Galip devri, onu da okuyalım, Beylikçi İzzetbey’e de bir Fatiha gönderelim. Galip devri bu yâni onsekizinci yüzyıl sonu-ondokuzuncu yüzyıl başları.
Ey cenâb-ı şeh-i Kevneyn-i Resûl-i Kureşî, tahmis ediyor şimdi bunu. Üç tane başa koyuyor. İkisi de Ömer Rûşenî’den. Bu 1800’ler, o 1490’ların sonu. Hadi buyurun bakalım üç yüz sene var arada.
Ey meh-i bürc-i kerem evc-i saâdet güneşi
Câm-ı feyzin giderir dilde gumum-i ateşi - gam ateşlerini söndürür-
Çün doğup tuttu cihan yüzün hüsnün güneşi
Kim ola sevmeye bu vech ile sen mâhiveşi - tahmis nasıl? -
Kesb-i feyz etti kudûmun ile şâhâ dü cihân
Teşnegân olmuş iken cümlesi bî-tâb ü revân
Âb-ı lûtf ü keremin cümleyi etti reyyâ
Parmağından akıtıp âb-ı revân-bahş-ı revân
Nice yüz bin kişiden ref’edübensin ateşi
Hani peygamber. Mübarek, hepsini söylüyor. Efendim neyse bu da uzun da, şöyle aşağıya doğru devam edelim. Tabi dil, Dede Ömer Rûşenî’ye yakın, daha akıcı hale gelmiş, işlenmiş.
Hak Teâlâ seni medh eyledi ins ü meleğe , -âyet-
Çıktı âvâze-i şân ü şerefin tâ feleğe
Ümmet-i rûy-i siyâha ne dahi hisse değe
Yerdeki da’veti fevt ola gidem deyu göğe
Beline bağladın ey nûr-i bilâ-sâye taşı
Mûcizen nutka getirdi senin ey şeh haceri
Cebhe-sâ etti peyinde nice yüz bin şeceri
Verdi can kuşu sana aşk ile bu hoş haberi
Sensin ol püşt ü penâh ü melek ü ins ü peri
Enbiyânın güzeli sevgilisi hûbu hoşu
Bülbül olmuş dil-i izzet şeb ü rûzan gülüne
Kemterin bendeliği lâyık edip bu kuluna
Nâle-i feyzin ile terbiye kıl bülbülüne
Ve'd-duhâ verdine ve'l-leyl okuram sünbülüne
Rûşenî virdi budur küllü gadâtin ve aşiy
İşte medeniyet bu. Üç yüz sene evvel olan şiirle, manzumeyle, aynı ruh hâlini, aynı aşkı aynı şevki, dilde de bir inhiraf yok farkındaysan. Böyle üst üste düşüyor. İşte medeniyet bu. Adam üç yüz sene evvel yaşar, bugün yaşamış gibidir. Beylikçi de 1800. Üç yüz sene geçmiş bizi ne hâle koydu. İşte medeniyet bu. Beylikçi İzzet Bey, biraz evvel baktık. Sultan Mahmud’un ilk yıllarında yaşamış, Sultan Selim Sânî zamanında yaşamış. Efendim Galip’in şiirde arkadaşı. Resmi, beylikçi bir zat. Biraz da bir macerası var hayatında bunu da yazmış işte yâni. Böyle bir adam. Efendim Rûşenî tekrar devam ediyor.
Durur üstünde dağ u taşlar
Ne altından savuşur ne hod işler,
Bir dağ. Taşın altına elini sokar, Türkçesi bu. Benliğinden de bir şey yapmaz. Ne kaçar ne de ‘ben bir şey yaptım’ der yâni.
Yetişen yakar üstünde odunu
Söyündürmez kimesnenin odunu
Ne söger, ne döger, ne buşub kakır
Basar bağrına sevdiğinden ahir
Ser-efgende hâmuş olub oturur
Cefâ vü cevrini halkın götürür
Başı öne eğik sessiz oturur. Ama o oturuş halkın bütün cefasını, cevrini gazabını alır götürür.
Cefâ çekdiği çündür dopdolu genç,
Hazine niye dolu? çünkü o, cefaya talip, kaçan genç, ele girer çekmese renç. Renç kelimesine baktık, eziyet, zahmet, ağır iş demekmiş. Rençber de oradan geliyor. Ağır iş yapan mânasına. ‘Eğer bu cefayı çekmese, bu genç, bu hazine dolmaz’ diyor Dede Ömer Rûşenî.
Tasavvuftan çü yokdur sende dâniş -sende tasavvuftan bir eser yok-
Yürü var bir bilen kişiye danış diyor.
Prof. Dr. Sadetttin Ökten hocamızla beraber tasavvuf mûsikîmiz üzerine sohbetimiz devam edecek. Dinleyeceğimiz eserin ardından buradayız.
Hayıf benim bunca geçen ömrüme
Dervişlik ne güzel sultanlık imiş
Hu dedikçe safa verir canıma
Dervişlik ne güzel sultanlık imiş
Dervişin birisi Bayezid-i Bestam
Dervişlikte buldu derdine derman
Tahtını terk etti İbrahim Ethem
Dervişlik ne güzel sultanlık imiş
Dervişin eline aba biçtiler
Aşk şarabın kana kana içtiler
Cümle sahabeler böyle göçtüler
Dervişlik ne güzel sultanlık imiş
Bakmamış şu dünyanın haline
Padişahlar çare bulamaz ölüme
Var Yunus sen de şükür eyle haline
Dervişlik ne güzel sultanlık imiş
Bir eser (Hüseyni İlahi) Dervişlik ne güzel sultanlık imiş
-Dede Ömer Rûşenî, Beylikçi İzzet bey hepsine efendim fatihalarımızı gönderiyoruz. Hatm-i kelâm eylerken, biz de bütün marifetimizi burada göstereceğiz ya. Bizim de niyetimiz o, biz de varız. Eşrefoğlu Rûmî’den bir aşk manzumesi okuyarak bitirelim.
Cihanı hiçe satmaktır adı aşk,
Ha niye aşk? anlattı ya şöyle yap, böyle yap, cefa çek, dünyadan vazgeç, kendini yok bil, bir sürü bir şey söyledi. Bunlar aşk olmadan olmaz. Terazinin gözüne bu ağırlıkları koy. Ver, ver, ver, ne alacağız? bu dünya metaı almayacaksın. Kul, varlık, kalp, aşk zuhur etmeden bu yolda yürüyemezsin. Ayağına taş batar. Olmaz, gidemez.
Cihanı hiçe satmaktır adı aşk
Döküp varlığı gitmektir adı aşk
Elinde sükkeri ayruğa sunup
Ağuyu kendi yutmaktır adı aşk
Ne diyor? -ele geçeni yersin, dile geleni dersin, sen derviş olamazsın- Ele geçeni yersin demiyor bak. Elinde sükkeri ayruğa sunup / Ağuyu kendi yutmaktır adı aşk.
Belâ yağmur gibi gökten yağarsa
Başını âna dutmaktır adı aşk
Bu âlem sanki oddan bir denizdir, -Galip’te de var bu ateş denizi-
Âna kendini atmaktır adı aşk -ben ateşe düşsem yanarım, İbrahim yanmadı-
Var Eşrefoğlu Rûmî bil hakikat
Vücudu fâni etmektir adı aşk
Eyvallah.
Derviş olan kişiler deli olagan olur
Aşk ne’ydiğin bilmeyen ana gülegen olur.
Gülme sakın sen ana, iyi değildir sana
Kişi neye gülerse başa gelegen olur
Âh bu aşkın eseri her kime uğrarısa
Derdine sabretmeyen yolda kalagan olur
Bir kişi âşık olsa, aşk deryasına dalsa
O deryanın içinde gevher bulagan olur.
Âşık lâ-mekân olur, dünya terkini urur
Dünya terkin uranlar dîdâr göregen olur
Derviş Yûnus sen dahi incitme dervişleri
Dervişlerin duası kabul olagan olur
Bir beste (İlâhi)- Derviş olan kişiler deli olagan olur
Hocam çok feyizli, bereketli oldu. Hem bilgilendik, hem şen olduk, şenlendik.
-Hep birlikte efendim. Bunlar böyledir. Bir neş’e, bir neşat hadisesidir bu muhabbet. “Muhabbet baldan datlı olur” diyor şair. “Doyamazsın demedim mi”. Muhabbet baldan tatlıdır ve datlı olur. Daha vezinli, o Anadolu Türkçesi. “Muhabbet baldan datlıdır veya datlı olur. Doyamazsın demedim mi” diyor.
Eşrefoğlu Rûmî hazretleri de o güzel eserinde ‘men lem yezük’ü dadmayan bilmez’ der. Eski Türkçe ile ifade etmiştir.
Eyvallah teşekkür ediyoruz, hürmet ediyoruz.
-Estağfurullah, rica ederim efendim.