İlke ve Değerlerinden Ödün Vermeden
Özgür Yayın Platformu Olarak Kalsın Diye
Öğle13:08 İkindi16:54 Akşam19:58 Yatsı21:26 İmsak04:33 Güneş06:08 İşrak06:53
Hava - Hava durumuAçık 19°C Nem %49
Türkçe
24 Şevval 1446 22 Nisan 2025 Salı
24 Şevval 1446
İMSAK GÜNEŞ İŞRAK ÖĞLE İKİNDİ AKŞAM YATSI
04:33 06:08 06:53 13:08 16:54 19:58 21:26
Giriş Yap

14.Mail Oldum Bahçesinde Hurmaya, Yunus Emre

Sükunetin Sesi

Hocam Cenâb-ı Yunus’dan ikinci programımız olacak. Hazretin bestelenmiş olan nutk-u şerifleri ile başladık. 

-Bir küçük girizgâh, peki efendim. Bu aşk bahçesinde söylenmiş nutk-u şerîfler bunlar, ilhamatla söylenir bunlar.  Allah dostları da eski, doğru tabiriyle -evliyaullah hazeratı- kendilerine bahşedilen nimetleri diğer insanlara iletmekle vazifelendirilmişlerdir. Hem hâlleri ile hem kavilleri ile, kâl’i ve hâli ile bize de Cenâb-ı Yunus’dan... Yalnız kavillere hâl de giydirilmiştir. Her kavlin bir zâhiri vardır, bir de bâtını vardır. Bu kavilleri onlar hâllerini giydirip söylerler, onun için etkilidir. Yâni gönülden söylenmiş sözlerdir bunlar, gönülden çıkan her sözün bir hâli vardır. Gönülden “ah” ettiğiniz zaman o “ah” mutlaka yerine varır. Ben böyle uzatıyorum ama kusura bakmayın siz. 

Dolayısıyla, Kâşâne-i gerdûn yıkılır, âha dayanmaz, diyor şair. Yâni padişahların kâşânesini bir ah yıkar. Canlar yakanın sanma ki canı dili yanmaz, gönülden çıkan ah, Kâşâne-i gerdûn yıkılır, âha dayanmaz / Canlar yakanın sanma ki canı dili yanmaz. Gönülden çıkan sözler bunlar, onun için burada zaman ve mekân çok fazla mühim değil. Siz de çünkü, siz esasında bu kavle değil o kavlin içindeki ah’a talipsiniz, onu arıyorsunuz o gizli cevher, onun içindeki özü arıyorsunuz siz. Yeni tabirle buna şimdi “tin, tin“ diyorlar. Tin, tin manevi mânayı arıyorsunuz, o rengi arıyorsunuz. Yunus ve diğer Allah dostları, bunlara ‘söyle’ derler söyler, ‘sus’ derler susarlar, böyledir bunların hâli. Bazısına ‘sen hiç söyleme’ derler o susar. Söylese belki divânlar dolacak, ciltler. ‘Sen sus’ demişler susar. Bundan dolayı, ‘yahu ben niye söylemiyorum’ demez. Zaten söylese o Allah dostu olmaz, emir dinler, muhabbetle emeği ittiba eder, muhabbetle tabî olur. 

Evet Cenâb-ı Yunus böyle bir hazret, bunu sözündeki muhabbetten anlıyoruz. Zaten nutk-u şerîfleri biraz peçesini kaldırmaya cüret edersek izin verdiği nispette, kendisi de zaten çıkıyor ortaya ne beyan buyurduğu. İlhamat-ı Rabbânî’de söylenmiş sözler ve tabi arkasında bir mürebbî var, yâni bir şeyh efendi var arkasında,  o ona tâlim etmiş. O ‘şimdi söyle’ demişler, o da söylemiş. Biz de onu dinliyoruz yâni. 

Yunus’da Tapduk Hazretleri…

-Tapduk hazretleri, görünen bilinen Tapduk hazretleri, bilinmeyen kimler var bilmiyoruz onları yâni. Çünkü bu işlerde görünen bir mürşid vardır eyvallah, ona hiçbir itirazımız yok, başımızın üzerine, -baş göz üzerine, diyor yâni Araplar-. Ama bir de görünmeyenler vardır. Böyle nadide kulları Cenâb-ı Allah birçok elle terbiye ediyor.

Hocam çok güzel buyurmuştunuz, aile büyüklerinizden de bahis mevzu olunurken “Görgülü kuşlar, gördüğünü işler”. Okumak, çok sahife karıştırmaktan ziyade, bizzat görmek, hâl ile kâl’in bürünmüş şekli.

-Estağfurullah biz buyurmayız söylüyoruz, naklediyoruz. İrfan başka bir hadise efendim, irfan insandan öğreniliyor, ilim kitaptan öğrenilir. İrfan insandan öğrenilir, irfan âriften de öğrenilir. Ârif var ya ârifan hazeratı, irfan onlardan öğrenilir. 

Bana –buyurdu- demeyin. Hobs’un lafı o. İngiliz feylesof Hobs’un dediği o. Şeyde işte bu kapitalizmde yâni modernitede, rasyonelde ‘insan insanın kurdudur’. Nerde açığı var oradan yakalayayım, onu yiyeyim diye bakar, kendi kalacak çünkü. Ama kendi de dünyada bâkî değil, gel dediğin anda gidiyor, hiç çaresiz. Bizde ufuktur, ondan ne öğrenebilirim, onun hâliyle nasıl hâllenebilirim? Bizdeki usûl budur. İnsan insanın ufkudur bizde. Ufuk nedir? varılmayan bir sonsuzluk. Çünkü her merhalede önümüze yeni güzellikler çıkar. Biz beşeriz, abd’iz biz, -abd- bak üzerinde duruyorum abd, isimler koyarlardı evvelden,  Abdülaziz; aziz’in kulusun. Aziz ne esmâda? onun kulusun. Abdülmecid, Abdülhamid, Abdülsamed gibi isimler koyarlardı. Kulluğu hatırlatır insana, Abdullah çok konurdu eskiden, Abdullah -Allah’ın kulu-, Ubeyd –kulcağızı-  Ubeydullah gibi yâni.   

Biz sonlu varlıklarız ama ufka doğru öyle emir olunmuş, ufka doğru gideceğiz. Necip Fazıl beyin ‘ufuk peygamberi’ var ya hani işte, onu söylüyor yâni. Makam-ı Mahmud,  onun yeri o. Bir ufuk o, o kadar. Neticede bizim şeyimiz insan insanın kurdu değil, ne münasebet insan insanın yardımcısı, hâmîsi, hizmetkârı, hâdimi ve ufku. Hangi güzel hâller varsa onlarla hem ruhumuzu, hem kalbimizi tezyin etmek mecburiyetindeyiz, süslemek mecburiyetindeyiz. Zaten insana da yakışan odur. Biz halifetullahız, yeryüzünde yaratılmış halifetullahız. Bütün bu evren bize musahhar kılınmış, emrimize verilmiş. Gizli-aşikâr, bir kısmı aşikâr, bir kısmı gizli onu bulup çıkarıyoruz. 

Önceki programlarda bestekâr isimlerini zikretmemiştik. “Mevlâm sana ersem” diye başlayan nutk’un bestekârı da Zeki Hâfız Altun.

-Aaa Hâfız Zeki Altun, Zeki amcamız kabri nur olsun, nur içinde yatsın, hem hâfız, hem mevlidhan, hem hâfız-ı Kur’an, hem bestekâr. Çok mühim bir zat hazret yâni, evet efendim.

Mevlâm sana ersem diye
Aşka düşen pervaneyim
Cemâlini görsem diye
Aşka düşen pervaneyim

Gözyaşlarım durmaz taşar
Seller gibi çağlar coşar
Vuslat ümidiyle yaşar
Aşka düşen pervaneyim

Derdinle ağlar inlerim
Aşka düşer hep inlerim
Bülbül şakır ben dinlerim
Aşka düşen pervaneyim

Kevni temaşa eylerim
Nevâyı aşkı söylerim
Sensiz cihanı neylerim
Aşka düşen pervaneyim

-Efendim eyvallah teşekkür ederiz, Bârekallah. Yine fakirin zihnine ve gönlüne düşenlerden başlayacağız. Biz burada bir metin şerhi yapmak durumunda değiliz ama bu nutk-u şerîfi bu mekânda ve bu zamanda duyduğumuz zaman,  hangi kelimeler, hangi kavramlar hangi tecelliyat zuhur etti onu söylemeye çalışacağız.

Aşka düşen pervaneyim / Mevlâm sana ersem diye, diyor. Demek ki, bir pervane benzetmesi metaforu vardır edebiyatta -şem-i pervane-. Bir mum yanar, şimdiki gibi elektrik yok, çok romantik olur yâni mum ışığı,  hâlâ da öyledir romantizm arayanlar mühim yemeklerde mum yakarlar efendim yâni. Pervane de o muma gelir ışığın etrafında döner, cezbeder ışık onu, döner, döner, döner sarhoş olur, muma şem’a temas ettiği anda da yanar yok olur. Bu bir tabiî hadise, bunun hilkatindeki, bunun halk edilmesindeki sırrı bilmiyoruz. Ama Allah dostları bu tabiî hadiseyi alıyorlar o hilkatin sırrına vakıf olmuşçasına bunu bir başka noktada bir mecaz olarak kullanıyorlar. 

Varlık âlemi, işte mum yanıyor ve bir pervane insan. Bir ışık görüyor hayatında, niye? çünkü insanın hayatında ışığa ihtiyacı var. Işığa ihtiyacı olmadan yaşayan varlıklar, -tabi buradaki ışığı manevi mânada kullanıyorum bir cazibe merkezi- insanların emrine verilen diğer mahlûkattır. Onların ışığa ihtiyacı yoktur. Çünkü onların seçme ve terkib kabiliyetleri yok, iradeleri yok. İçgüdü dediğimiz, bir mânada içgüdü değil Cenâb-ı Allah ‘ın onlar için takdir ettiği kaderi onlar yaşamak durumundalar ama insan öyle değil. İnsanın bir ışığa ihtiyacı var. Bu ışığın sahteleri var, hakikîleri var. İşte pervane dediğimiz; yâni ampul var bir de yanan şem var. Şimdi bazı mukaddes mahallerde evvelden kandil veya çerağ uyandırılırdı. O oradaki nurun bir tecellisidir ve o çerağ üzerinde bir manevi hâl zuhur ederdi. 

•Bir aziz, bir türbedar, İstanbul’ da, geçtiğimiz yüzyılda her akşam pir’in başucunda bir kandil uyandırıyor. -O kandilin yağı da bir vakıftan geliyor- Neden? o çerağın ışığında oradan gelip geçenler bir Fatiha okuyorlar. Bu zâhir mi bâtın mı bilmiyoruz. O ışığı hatırlıyorlar, pir’i hatırlıyorlar, yolu hatırlıyorlar, ahireti hatırlatıyorlar, varlığı hatırlatıyorlar, yokluğu hatırlatıyorlar vs. bu işin zâhiri. Hazret rahatsızlanmış, çerağı yine uyandıranlar var. Bir akşam hazret göçmüş. Bakmışlar ki, çerağ da sönmüş, daha dibinde yağ durduğu halde. Bu fizikî bir hadise, yâni birebir olmuş olan bir hadise, mum deyip geçmemek lâzım.

İşte o varlık âleminin pervanesi o cazibeye kapıldığı anda etrafında halekalar çizmeye başlar, ayıklık gidemiyor ondan. Gidemiyor, gidemiyor ve yokluğa var olduğu zaman, yokluğa vardığı zaman bir mânada yeniden doğuyor bir başka âlem içerisinde. ‘Mevlâm sana ersem diye / Aşka düşen pervaneyim / Cemâlini görsem diye / Aşka düşen pervaneyim’ bakın ‘düşen’ diyor, etrafını devreden demiyor. Düştüğü anda şem’a uyandı. Burada manevi merhaleleri kat ederken daha evvel de söylemeye çalıştığımız, gayret ettiğimiz gibi bize söylenenleri bugünün diliyle söylemeye çalışıyoruz. Bize öyle bir emanet tevdi edilmiştir şeklinde ve diyoruz ki buradaki yokluk demek sizin iç âleminizde yokluğa vasıl olmanız yâni dünya ile alâkalı hiçbir şeyi iç âleminizde var kabul etmemeniz. Ama bunun dışardan anlaşılmaması lâzım. “Bu zor bir iş, ben dünyadan elimi eteğimi çektim, çoluk çocukla alâkadar olmuyorum, hanımla uğraşmıyorum, daireye gitmiyorum, dükkânı açmıyorum, ne iş yapıyorsam bunları yapmıyorum, ben inzivaya..”  böyle bir şey yok, siz orda varsınız o dünya kıyl-ü kâl’ini bütün gücünüzle yükleneceksiniz hatta üzerinize vazife olmayan şeyleri de.  Ha bu ne demek, üzerine vazife olan, olmayan şeyler? Şimdi biz ya kanunda ya örfte an’anede veya işte kitapta, yâni normal insan için sıradan insan için bir takım vazifeler var medeni vazifeler var, bunları yapacaksın. Ama Allah dostları üzerlerine vazife olmayan şeyleri bile üzerlerine dert edinirler. Çünkü onlar, onların üzerine vazifedir. Bize vazife değilmiş gibi görünür onlar için öyle değildir, o vazifeler onlara verilmiştir. Bunu yaparken de sadece gülümserler, çok sıkılırlarsa “Aman Yarabbi” derler, üzerindeki yükü o alır. İşte aşka düşen pervaneler, cemâlini görsem diye. 

Şimdi insan dediğimiz varlık bir karşılık görmeden bir gayretin içine girmez. Biz böyle çok egoist mi diyeyim, hodbin mi diyeyim, bencil mi diyeyim varlıklarız, mahlûklarız. Bu maddi de böyle manevi de böyle. Cemâl görmek demek işte yokluğa eriştiğin anda, bu yola girdiğin anda, dönmeye başladığın anda, ateşe yaklaştığın anda cemâli görmeye başlarsın. Bu cemâl öyle hoş bir şeymiş ki, öyle diyorlar yâni, birçok insan da zaman zaman bu cemâlle karşılaşmıştır da ne olduğunu fark etmemiştir. Yâni hiçbir dış etken, dış saik yokken bir huzur hâli, bir sükûnet hâli, lâtif bir hâl. Cenâb-ı Allah bunu her kuluna nasip eder, az veya çok. İşte bu insanlar, yâni pervane olmaya talip insanlar, cemâline sık sık müşerref olurlar. Yandıkları anda da onlar artık cemâl bahçelerindedirler. O bahçede devamlı kalınmaz, gidilir ve gelinir hadise bu.  

Ne diyor, devam ediyor, biraz daha şerh ediyor, Gözyaşlarım durmaz akar, zaten bu hasret, bu cemâl hasreti. Cemâli bir defa fark ettiniz mi, sezdiniz mi hasret başlar. Evvelki şiirde, bir önceki programda, bahçesinde hurma vardı. Hurmayı sevdiğiniz zaman hasret başlar. Hasretin de insan bedenindeki göstergesi gözyaşıdır, istersiniz ama kavuşamazsınız. Hasret gözyaşlarıdır, gözyaşları seller gibi olur. 

Bir büyük, Allah dostu rahatsızlanmış, dervişi huzuruna geldiği zaman efendiyi öyle görünce ağlıyor. “Derviş” diyor, “Gözyaşlarını içine akıt”

Dedik ki, biraz evvel yâni. Biz dedik diyoruz ama bu dediklerimiz bizim duyduğumuz şeylerdir. Onun da altını çizerek söyleyelim bize bugün söylettiriyorlar. Yokluğa talip olan cemâle kabul edilir ama yokluğun dışardan fark edilmemesi lâzım. Gene işe gidip geleceksin, çoluk çocuk derdinle, pabuç aldım, ayakkabı aldım,  işte bayram geliyor harçlık ver. Onların hepsi olacak, hatta daha da çok yüklenecekler, hiç sesin gıkın çıkmayacak ‘eyvallah’ diyeceksin yâni. Çok yüklenirlerse de “Aman Yarabbi” diyeceksin. Yine her zaman için ‘Aman’. O bizim silahımız Aman Yarabbi, Aman Yarabbi. İltica. Gözyaşlarım seller gibi akıyor ama içine akıtacaksın gözyaşlarını.

Yaşlar dökerek belki söner zerresi aşkın                

Ağlatma da yak, hâl-i perişanıma bakma

diyor, Yaman Dede. Uzun bir nutk-u şerîfi Yaman Dede’nin, belki onu da okurum bu programlarda yâni. “Ağlarsam eğer belki söner zerresi aşkın” diyor yâni. Suya, benzin gibi bir şey, diyor, burada hâlet nedir? içerdeki hadise. Evet, Vuslat ümidi ile yaşar, haa dedik ya, bahçeye girer çıkarsın, girdin tadını aldın, çok hoşuna gitti ama çıkartırlar tekrar. Bir daha girerim inşallah dersin. Girer misin? nasip, bilmiyoruz. Burada matematik kat’iyet yok. Hayatın hiçbir yerinde matematik kat’iyet yok.  

Ben işte bir zamanlar Frenk diyarında doçentlik çalışması yaparken, trene biniyorum bir arkadaşı ziyarete gideceğim. İstasyona gidiyorum, yazıyor; ‘saat 10’u 2 geçe tren gelecek buraya’ diyor. Ben de yâni ‘ulan bu tren gelmesin’ diyorum, geliyor kerata tren yâni, ‘10’u 5 geçe kalkacak’ diyor, kalkıyor. Böyle yaşayan bir adamda vuslat olur mu? bu kadar mekanik hayat yâni. Ha oluyor sonra bir anda hiç ummadıkları bir şey çıkıyor, onlar daha da çok şaşırıyorlar. Ya bir hadise oluyor ya bir şey patlıyor, ya bir şey düşüyor, ya birisi ölüyor, onlar daha da çok şaşırıyorlar. E biz Türkler, ne olacak? nasip, ne olacak? kısmet, ne olacak? inşallah. 

Benim bir arkadaşım vardı üniversitede, o zaman biraz spor yapıyoruz, benle beraber spor yapıyor, muhabbet ediyoruz. O da profesör oldu sonra Ortadoğu’da. Ben ona ‘inşallah’ diyormuşum ‘yav yeter artık yâni gitcen mi gitmicen mi? dedi. İnşallah gideriz, diyormuşum ben de. Daha üniversitede okuyoruz, genciz yâni on sekiz-yirmi iki yaşında o zamanlarda. Niye? evden öyle duymuşum çünkü yâni -  İnşallah- .O da hep ‘kesin istiyorum’ diyor, ‘gelecen mi gelmiyecen mi ?’, ‘İnşallah gelirim’ dedim ya kardeşim.

Frenkler daha çok şaşırıyorlar, olacak şey değil, diyorlar ama oluyor. Dünyada olmayacak şey yok ama oluyor. Nasip onun için -vuslat ümidi ile yaşa-. Biz dâima ümit içindeyiz, ümit. Allah’ın rahmetinden ümit kesmiyoruz. Vuslat işte böyle bir hadise. 

Derdinle ağlar inlerim / Aşka düşer hep inlerim / Bülbül şakır ben dinlerim. Bu bülbül dervişan-ı kiram hazeratı, onlar şakıyorlar. Bu da muhib ya dışardan. Dinliyor, hoşuna gidiyor garibin yâni. Bakarsın onun da eline bir asâ verirler, diline lebbeyk öğretirler. O da gider söyler, söylemiş de umumuna hâlini burada tavsif ediyor, kendi hâliymiş gibi tecâhül-ü âriften geliyor. 

Kevni temaşa eylerim, dünyaya bakıyor, hepimiz bakıyoruz, bakmak mecburiyetindeyiz emir var emr-i ilâhi var. Yaratılmış her şeye bakacağız, ibret nazarı ile. Kapitalist öyle bakmıyor, modernist,  ‘ben bundan ne menfaat sağlarım’. Müslüman öyle bakmıyor ‘önce ibret sonra hizmet’ nazarı ile bakıyor. 

Yine büyüklerimiz buyurmuşlardır ki; “Evlâdım ümmet-i Muhammed’in fakiri çok zengini azdır, hastası çok, sağı azdır”. Hizmet için bundan büyük bir imkân olmaz. Bütün insanlığa bakın, önce kendi yakınlarınıza, akraba-i taallukata.  Sonra çoluk çocuktan,  evlâd ü ıyâlden vs. Mahalle, köy, kasaba, şehir, ümmet bitmez. Şimdi yapıyoruz elhamdülillâh. Ne işi var? diyorlar, filan kıtada bu insanların? hizmete gidiyor adam, orada su yokmuş, su çıkarıyor. Türkiye’de su var ne yapsın yâni, böyle. 

Sonunda da, Nevâyı aşkı söylerim, bülbül ya,  Sensiz cihanı neylerim. İşte şah dize, şah mısra burası. Sensiz cihanı neyleyim. 

Yine şöyle bir zat, bir eve misafir oluyor, izaz ü ikram mükemmel, sofralar, kalacaksa yatak yorgan, banyo yapacaksa her türlü hizmet var ama ev sahibi yok. Cennet ve cemâli fakire böyle anlatmışlardı. Biz tabi nasıl anlıyoruz hayatımızdan örnek verilmesi lâzım bize. Biz öyle mücerred şeyleri anlayamayız. Ev sahibi yok ama hizmet mükemmel. İşte o hizmet   ”la teşbih cennet” ama cemâl yok. Sensiz cihanı neyleyim, diyor yâni. Bence de bu kadar yeterli nutk-u şerîf üzerinde. İnşallah hep onunla cihanımız olsun. 

Biliyorsunuz biz iki cihan üzere yaratıldık. Efendimize “Dü cihan serveri” derler. Neticede bu cihanda da Cenâb-ı Allah’ın tecelliyatı ile inşallah müşerref olalım ama öbür tarafta da inşallah onun cemâlini temaşa eyleyelim. Biz lâyık olamayız o lûtfedecek, o kadar. 

Bir eser- Mevlâm sana ersem diye / Aşka düşen pervaneyim

Gelin gidelim efendim Allah yoluna
Feryad edelim efendim Allah yoluna
Bir yılı bir gün efendim gelecek o gün
Süregel yüzün efendim Allah yoluna

Derdine düşme efendim yolundan şaşma
Hiç şerik koşma efendim Allah yoluna 
Yunus’un sözü efendim kül olmuş özü
Kan ağlar gözü efendim Allah yoluna                                              

-Evet, gelelim, gidelim efendim Allah yoluna. Tabi sırat-ı müstakim, tarik-i müstakim belli. Efendimizin tebliği, ashabının ve efendimizle beraber ashabı ile paylaşılan hayat, efendimizin sünneti ondan sonraki İslam âlimleri hem maddi ve manevi istikamette fıkhı vs. Bir büyük yol belli bir medeniyet tasavvuru diyelim. Bir de birey, insan var. Vazifesi, bu tebliğe kulak veriyor. Anlıyor, duyuyor, biliyor, anlıyor ne olduğunu ‘Allah yoluna gidelim’ diyor ama görüyor ki; Allah yoluna gitmek Bağdat Caddesi’nde yürümek kadar kolay değil. Orada da yürümek zor ya, bu çok zor daha zor. Ama içinden bir ses her ne kadar nefs-i emmârene hoş gelmiyorsa da ‘sen buraya gitmek mecburiyetindesin’ diyor. İşte bu hasretle beraber kul, bir büyük ikilem karşısında. Bu ikilem bir bütünlüğe dönüşebilir mi? tabi ki dönüşür. Ama başlangıçta ikilem var. Dünya ve ahiret, dünya ve o, dünya ve din. Hele modern hayatta, malûmunuz modernite dünya üzerine kurulmuş bir medeniyet tasavvuru. Yâni varlık zaman ve mekân bu dünya ile sınırlı, öte hakkında bir şey söylemez. Öteye ait düşünceler bilgiler, hassasiyetler, duygusallıklar yine modernitenin akıl süzgecinden geçirilerek ne kadar gerekirse o kadar ortaya konulur. Böyle bir hayat yaşıyoruz. Daha eski zamanlarda gelmiş olsaydık bu ikilem mevzu bahis olmayacaktı. Mesela ikiyüz sene evvel gelmiş olsaydık, dünyayı bu kadar hissetmeyecektik. Neticede bizim bir feryadımız var ama bu feryat her zaman söylemeye çalışıyorum; bugün anladığımız mânada insanları rahatsız eden, bağırıp çağıran, huzursuz eden, kendi iç dünyamızın sıkıntılarını insanlara deklare eden bir feryat değil. Bu feryat, içsel bir feryat olmak mecburiyetinde. Çünkü feryat kalbî bir hadisedir. 

Şeyhülislam Yahya diyor ki; 

Neler çeker bu gönül / Söylesem şikâyet olur. 

Dünyada rahat yok. Neler çeker bu gönül söylesem şikâyet olur. Şikâyete dahi izin yok. Onu söylüyor size, onu söylemek mecburiyetindeyim.

Süregel yüzün efendim Allah yoluna, evet bu feryatla başlıyor hadise ama buradaki süregel kelimesi - yüz sür, ayrıl- mânasına değil. Yüz sürmek demek ne demek? eşiğini öpmek, yüz sürmek. Yâni ‘ben bütün varlığımla sana teslim oldum’ demek. ‘Sana bağlıyım, senin emrine ittiba ediyorum, itaat ediyorum ve bunu yaparken büyük bir gönül hoşnutluğu içerisindeyim’. Feryat böyle bir hadise. İnsan dediğimiz varlık bu dünyada ezelde verdiği sözün ve ahd’in hazzı ve hasreti içerisinde. Hepimizde bu feryat var. Bazen bastırırız, bazen bastıramayız. Hayatın gergin olduğu zamanlarda bastıramayız, bu feryat bütün insanlarda vardır. Çünkü onlar ruhlar yaratıldığı zaman, onlar da ‘evet’ demişlerdir. Batılı insan, modern insan, -bu feryadın en fazla gerildiği zamanlar, ne zaman? akşam saatleri- bu feryadı duymazdan gelmek için kulağına bir tıkaç tıkar, yâni alkolle ferah bulur,  bulmaya çalışır. Unutmak ister ama unutamaz. 

Evet diyor ki Cenâb-ı Yunus, Derdine düşme efendim, neyin? dünyanın. Bu çok güzel bir şey. Dünya derdi bitmez arkadaş. Doğduğumuz zaman başlar, niye? süt isteriz anne memesi, basarız feryadı ciyak ciyak. Dünyada dert bitmez, ölene kadar da bitmez. Allah muhafaza, ezandan rahatsız oluyorlar, havaya ihtiyaç var nefes alamıyor, oksijene ihtiyaç var tüp getiriyorlar o da yetmiyor vs. Diyor ki, ‘dünya ile dertlenme, dünya ile dertlenmeyin’. 

Yine fakirin başından geçen bir hadise size de defaatle söylemişimdir, trafik çok şey, ben dedim ‘bu tarafta oturan insanların hiç aklı yok mu? bu trafiğe katlanıyorlar, beri tarafta otursunlar’ biraz kapalı anlatmaya çalışıyorum. Sonra sen öyle mi dersin, ‘hadi bu tarafta otur’ bakalım dediler bana. Tabi ki trafik meselesi bu hadise olalı yirmi sene oldu. Sonra arz ettim huzurda, bir dua etti. Bir kelime ‘Allah sana o trafiği hissettirmesin’ dedi, bitti. Aynı trafiği gene çekiyorsun ama hissetmiyorsun.

‘Dertlenme’ diyor, -dünya derdi yok- demiyor bak. Medrese-i Yusufiye gibi. Mahpus düşüyorsun Mısır’da ama o seni irşad ediyor, o mahbes. Dünya derdi bitmez, öyle yüklenir ki bazen seni yolundan saptırır, ‘amaaan be’ dersin, ‘aman be deme’ diyor, yolundan şaşma, istikamet, istikamet, istikamet.

 “Müstakim ol Hazreti Allah utandırmasın seni” diyor Diyarbakırlı Saîd Paşa, Müstakim ol Hazreti Allah utandırmaz seni. “Sen usandırmazsan eli el de usandırmaz seni”. Hepsi aklımda değil, “Müstakim ol Hazreti Allah utandırmaz seni” diyor. Ha müstakim olmak için, biz kendi başımıza kalsak müstakim olamayız. Eskilerin dualarından gene ‘Yarabbi bizi bize bırakma’. 

Şer isteriz, halk etmezse şer’i yapamayız, -ona bir şey yok-. Hayır isteriz halk etmez hayrı yapamayız, -ona sevap var-, müjde. Niyete göre diyor, hayır yaparsak, hayrı halk ederse on sevap var. Şerri de halk ediyor istediğini yap verdim sana diyor. Ona bir günah var mücâzat var.  Ama istikamet, dünya hâli öyle ki ‘öfff be’ dedirtir adama. O hâle düşürmesin Cenâb-ı Allah inşallah yâni. O hâle düşürmesin. Çünkü dünya hâli öyle bir hâl, hele bu zamanda. 

Yunus ‘un sözü efendim Kül olmuş özü / Kan ağlar gözü efendim Allah yolunda. Yunus’un özü yâni kalbi malûm kâbetullah, kalp kül olmuş. Tabi burada yeni yazıyla yazıldığı için bu kül, hangi kül bunu bilemedim. Eski harfle yazılmış olsa, ‘kef, vav, elif ‘ soba külü yâni ateşin külü anlaşılacak. Gene bir mâna var, yanmış, yanmak bitmiş, kül hâline gelmişsin, varlık yok olmuş. İkincisi -cüz’ün küll’ü- küllî cüz’i var, orada da ‘ kef, lam‘ iki mâna da güzel.  Yunus’un sözü efendim,  kül olmuş özü, yâni Yunus kendi hâlini artık deklare ediyor. Öyle oldu, böyle oldu, şöyle gitti, gittim, geldim, odun getirdim, şunu yaptım, bunu yaptım… özüm, diyor bunu söylerler. 

“Bugün Nuri imam oldu uyan gelsin bu meydane” diyor. Çünkü ona söyle diyorlar. İnsanlar baksınlar, ibret alsınlar. ‘Bu anlattığım şeyler hikâye değil, esâtir değil bak oluyor’ diyorlar yâni. Ha nasıl anlayacağız? hep söylemeye çalışıyorum, baktığınız zaman ‘ya bu nasıl bir adam’ dersiniz hiç bir şey bilmiyorsunuz, adama bakıyorsun onun vechinden bir güzellik neşroluyor.  İhtiyar birisi kara kuru bir şey yâni ama bakıyorsun tebessüm ediyor. Etmiyor. Hâlinden, tavrından Cenâb-ı Allah bir güzellik neşrediyor onu bütün insanlar algılar. Yunus da diyor ki; Yunus’un özü kül olmuş, yanmış, yok olmuş bitmiş yahut da küll’le birleşmiş, küllî ile birleşmiş vâhidle birleşmiş ama gözü hâlâ kan ağlıyor. Niye, tabi içten birleşmiş ama niye kan ağlıyor? çünkü ya tekrar ayırırsa. Garanti yok. Ya tekrar ayırırsa -Aman Yarabbi-, yâni gözü kan ağlıyor ‘Aman Yarabbi’ diyor yâni, ‘beni ayırma’. Böyle nutukları da var Cenâb-ı Yunus‘un. ‘Ayırma beni senden’ diyor yâni. Bu hayat boyunca böyle bir hadise,  gider ve gelir, gider ve gelir. Bilmiyoruz nasip bu diyoruz. Evet efendim, bu nutk-u şerîfi de isterseniz burada bağlayalım. 

Bir eser- Gelin gidelim efendim Allah yoluna / Feryad edelim efendim Allah yoluna

Milk-i bekâdan gelmişim fânî cihânı neylerem
Ben dost cemâlin görmüşüm hûr ü cinânı neylerem

Vahdet meyinin cür'asın ma'şûk elinden içmişem 
Ben dost kokusun almışım müşk-i Hutan'ı neylerem 

İbrâhim'im Cebrâil'e hiç ihtiyâcım kalmadı
Muhammed'im dosta gidem ben tercümânı neylerem

İsmâil'im Hak yoluna cânımı kurbân eylerem
Çünkü bu cân kurban olur ben koç kurbânı neylerem

Eyyup'leyin şo ma'şûkun cevrin tahammül eylerem
Circis’leyin Hak yoluna çıkmayan cânı neylerem 

Îsâ gibi dünya koyup gökleri seyrân eylerem
Mûsâ-yı dîdâr olmuşum ben "len terânî" neylerem

Miskin Yûnus ma'şûkuna vuslat bulunca mest olur
Ben şîşeyi çaldım taşa nâmûs u ârı neylerem

-Evet, böyle bir nutk-u şerîf.  Yine bu hazretin bize lûtfettiği nutuktan bazı noktalar dilimize gönlümüze nüfûz etti. Onlar üzerinde konuşalım isterseniz. ‘milk-i bekâ’ birincisi, ‘fânî cihân’ ikincisi, ‘dost cemâli’ üçüncüsü. Bir takım kavramlar. Biz varlık olarak yaşadığımız şu maddi dünyanın ötesinde bir başka âlemin var olduğunu seziyoruz, hissediyoruz. Bu soruları soruyoruz kendimize ‘nerden geldik, nereye gidiyoruz?’. Akıl, bize bu noktada bir şey söylemiyor, tabi aklın ürünü olan bilim de bize bir şey söylemiyor. Söylemiyor, daha doğrusu söyleyemiyor. Eğer sadece bu rehbere, akıl rehberine mahkûm olsak çok sert çok rijit ve çok matematik kesinlikli bir dünyada yaşarız gibi geliyor ama öyle olmuyor. Onu da bu modernist zihniyet tesadüfle izah ediyor, acaba hakikaten öyle mi? bizim bir tabirimiz var ‘tevafuk’ diyoruz. Tevafuk, tecelli diyoruz, lûtf-u ihsan diyoruz, nasip diyoruz, kısmet diyoruz. Bunlardan hiç birisi tesadüf değil. Zaten İslami tasavvura göre hayatta tesadüf diye bir şey yok. Milk-i bekâ dediğimiz işte bizim görmediğimiz ama var olduğunu hissettiğimiz. İslami olarak düşündüğümüz zaman, bize öğretilenleri hatırladığımız zaman biz bir âlemden bu dünyaya geldik. 

Bunu kısmet olur bu programlarda devam edersek Hz. Niyâzî Mısrî de söylüyor:  “Ey garip bülbül diyârın kândedir” diyor. Garip bülbül kendisi, burada yaşıyor.  “Gökte uçarken yere indirdiler” diyor aynı şey işte, milk-i bekâdan gelmişem. Çünkü bizdeki, mesela ölüm karşısında insanlar niye kabullenemezler?  çünkü onlarda bekâ sıfatından bir nebze var, ölüm onu bitiriyor.  Ama düşünürseniz ki, bu vücut fâni ama sizdeki ruh bâkî devam edecek. O zaman Abdulbâkî isminin sırrına vakıf oluyorsunuz. Milk-i bekâyı inanarak gösterirlerse, görerek müşahede ediyorsunuz. O öyle bir âlem ki orada eksik gedik yok, bu âlem-i fenada eksikler var, zıtlıklar var, orada öyle bir şey yok, her şey mükemmel. Yaradılışımız o mükemmeliyet üzere ama bu dünyayı da algılıyoruz dolayısı ile bu eksik dünya bizi sıkıntıya sokuyor.  Bu eksik dünya, zıtlıklar âlemi esasında burada bir imtihan var her şey mükemmel olsa, imtihan mümkün değil. Her şey mükemmel eksik yok,  siz o eksiklikleri çözmek mecburiyetindesiniz. Eksik gibi görünenlerin içindeki gizli güzelliği bulmak mecburiyetindesiniz.  Bu dünyadayken sanki bir bekâ ikliminin huzur ve sükûnuna erişmek mecburiyetindesiniz.  “Hayat -ı cavidanı” diyor “bir şeyh-i kâmilden sual ettim / Oğul, ölmekten evvel öl deyince intikal ettim”  diyor yâni. 

‘Mûtu kable en temûtu ’nun sırrına mazhar olan’ diyor şair. ‘Haşr-ü neşri bunda gördü nefha-i sûr olmadan’, Şemseddin-i Sivâsî. Yâni nefsinden üryan olduğun zaman milk-i bekâyı hissetmeye başlıyorsunuz, içinde yaşıyorsunuz. ‘Yahu bu adama bu dünya hiç tesir etmiyor mu? etmiyor, eder gibi görünüyor etmiyor. Niye? o başka bir âlemde yaşıyor. Peki, o nasıl yaşıyor? hafaza melekleri var onu koruyorlar.  Onlar görünmüyor, o görüyor onları hissediyor. Yunus da bunu söylüyor. Peki, fâni cihanı neylerem,  neden neyliyorsun, milk-i bekâ’dan gelmişem, orada ne yaptın milk-i bekâ’da? ’Dost cemâli gördüm’ diyor.  Yâni güzel bir cennet bahçesinden bu dünyaya savruldum geldim. Orası çok güzeldi, onu hatırlıyorum her zaman için. Peki, bu dünyada dost cemâli yok mu? var, olmaz olur mu? dost hiçbir zaman kulunu yalnız ve mahkûm bırakmaz.  Galip söylüyor, “Sen yârini bi haber mi sandın / Yoksa seni terk eder mi sandın” diyor. Ha biz yok gibi görürüz. Niye? çünkü ayna islenmiş -ah o ayna- ayna islenmeyecek. Ayna ne? kalp. Kalp kirlenmeyecek, tecelliyat her zaman oraya aksediyor, oraya aksettiği zaman kul Abdülgani olur, Gani’nin kulu olur, onu hisseder. Hiçbir zaman gani olmaz Gani’nin kulu olur ama o kulluk ona dünyada gına vasfını kazandırır.  Hiçbir şeye muhtaç olmaz dünyada. Muhtaç olur gibi görünür ama olmaz. Evet, yâni dost cemâli böyle bir hadise.  

Devam ediyor, şerh ediyor ne olmuş? “Vahdet meyinin cür'asın ma'şûk elinden içmişem” diyor.  Ha burada ne o. Ben dost kokusunu almışım filan devam ediyor.  Vahdet meyinin cür'asın mâşuk elinden içmişem. Cür’a; kadeh ve şarap. Şarap ne yapar? sarhoş eder. Vahdet, peki sarhoş olunca ne olur? akıl kaybolur. Bizim bir büyüğümüz derdi ki; “Evlâdım akıl üzerine yemek yerken yemek dökmemek içindir”, hatta biraz daha ileri giderdi derdi ki; affedersiniz “bevlederken tahareti nefyetmemek içindir akıl” bu kadar. Bütün ilmimiz, -bak irfan demiyorum- bilimimiz budur bizim. Bu bize lâzım mı? lâzım. Üzerine dökmeyeceksin, üzerine bevletmeyeceksin, taharet bozulur namaz kılamazsın tâhir olmak lâzım, bundan geçemeyiz. 

Bunun ötesinde bir başka âlem var; her şeyi bir görme âlemi, her şeyi ondan bilme âlemi. O da o aklın ötesine geçiriyor sizi, akıl bir yerde duruyor kaybolmuyor o akıl, şarap içmiş gibi zâhir mânada kaybolmuyor. O akıl bir yerde duruyor ama onun ötesine geçiriyor sizi. İşte miraç o hadise. Cibri’l Emin, ‘Ben bundan öteye geçemem’ diyor. Çünkü o orada, o resimde aklı temsil ediyor.  Gerçek öyle mi? onu biz bilmiyoruz ama Vesîletü’n Necât’ta Hz. Süleyman Çelebi onu -burak zannederim aklı temsil eden unuttum şimdi- neyse merak edenler bakarlar, öğrenirler. Vahdet meyinin cür'asın mâşuk elinden içmişem. Mâşuk, sevilen demek. Sevilen yâni sen seviyorsun o da seni seviyor ve sana mâşuk sunuyor. Şimdi burada, bu tabi çok romantik ve çok mücerred bir hikâye. Her insanın bir mâşuku vardır. İnsan âşık olur, sevdiği birisi, ona mâşuk derler. Bu fiziksel mânada da vardır efendim, manevi mânada da vardır ve size o manevi hazzı bir cür’a içinde o ikram eder. Ona ‘sâki’  tabir ederler. Böyle bir hadise. 

Bir yola intisab ettiğiniz zaman, ikrar verdiğiniz zaman, İkrar verdik iman ettik bir Pir’e diyor, nefeste, ‘inandık o pir’e’ diyor. Yâni bu adam beni hakikat yolundan götürür, irşad eder. O da sana “Sen böyle bana inandın ikrar mı ettin?” “eyvallah ettim” dediğiniz zaman kalben bu da size bir cür’a ikram ediyor. O cür’anın içinde ne var? vahdet meyi var. Biraz daha açalım esmâ var.  Her esmânın bir şifası var, onu biz bilmiyoruz, onu mürşid biliyor. Şu kadar oku, bu kadar oku, şöyle oku, böyle oku, kalbi tedavi ediyor onun için bu zevata bu hazretlere tabîbe'l-kulûb diyorlar, tabîbe'l-kulûb. Kalp doktoru, kardiyolog değil ha.  Tabîbe'l-kulûb  o da lâzım, kardiyolog da  lâzım. Aman Eyvallah hiç itirazımız yok buna, kalp hastalığı. 

Diyelim ki, -adam pinti, adam hasud, adam kıskanç- tedavi ediyor. Adam mütecessis her şeyini merak ediyor. ‘Dur bakalım sen bir otur’, adam çok konuşuyor geveze. ‘Sus evlâdım sen’ diyor. Adam duramıyor, ona bir ilaç veriyor esmâ veriyor, sohbet ediyor. Haa şunu da söyleyelim, düz esmâ ile olmaz, nasıl ilacı alıyorsun üzerine eczacı yazıyor tok karnına sabah bir, akşam bir.  Bu ne? Efendimin sohbeti. Erenlerin sohbeti ele giresi değil, diyor Yunus. Muhabbetle girenler -tam okuyamıyorum güfteyi ama- böyle yâni Aşk ile gelenler mahrum kalası değil, diyor. Erenlerin sohbeti ele giresi değil, muhabbet ile aşk ile gelenler mahrum kalası değil. Herkes bir şey alır oradan yâni. Niye?  çünkü o sohbeti adam kendisi nutk’undan söylemiyor, ona söylettiriyor. Allah böyle bir Allah. Hiç boş bırakmıyor âlemi de biz görmüyoruz. Neticede vahdet meyini size içiriyor. 

Siz yavaş yavaş eski tabirle ahlâk- ı rezileden, ahlâk-ı hamîdeye göç ediyorsunuz. Ahlâk-ı rezile güzel,  istersiniz, seversiniz nefs-i emmâreniz bayılır ahlâk-ı rezileye. Burada tâdad etmeyelim ayıp olur. Çünkü eskiler, “kötülüğü de tâdad etmeyin setredin” buyurmuşlardır Allah affetsin ahlâk-ı hamîdeye setrederseniz ve setrederken de ‘ah nerde kaldı benim eski şeylerim’ demezsiniz. Çünkü orada başka güzellikler görürsünüz adım adım yavaşça. Bu şeyh sohbeti ile olur, huzurda bulunursunuz, hem esmâyı alırsınız  -hap- hem de onun kullanma şeyi var, kulağınızda olur, böyle bir yürürsünüz.  

Şimdi burada tekrar bittikten sonra başlıyor Cenâb-ı Yunus.  İbrahim’im Cebrail’e, işte Hz. Musa, Hz. İsa, Circis filan böyle devam ediyor. Bunlar kısas-ı enbiya,  enbiya kıssaları çok mühim. Kur’an-ı Kerim’de Cenâb-ı Allah beyan buyurmuş, onların hepsinde bir ibret var.  Bunlar Cenâb-ı Yunus’ta çok geçer, söylüyorum.

Devriye geleneği mi deniliyor bunlara?

-Devriye başka bir şey, buna da benzetebiliriz yâni. O devriye işte, hilkatin başından sonuna, bunları hep söylerler. Nedir? hepsinden, çünkü şöyle bir hadise Cenâb-ı Allah yine Kur’an’da buyuruyor; ‘bunlar esâtirü’l evvelîn değil, yarattığım âlemin kaideleri bunlar, yarattığım âlemin itiyatı bu’ diyor Cenâb-ı Allah bize. Cenâb-ı peygamberlerin, peygamberi izam hazeratının şahsında hayatında bunlar kısas, peygamber kıssaları, maksimum yâni her türlü teferruattan soyunmuş özü anlatılır hadisenin.  O özü almak mühimdir.  

Bizim rahmetli Şakir vardı, -Kocabaş- Allah rahmet eylesin hoş bir hazretti o. Derdi ki “Nasreddin Hoca fıkraları özü söyler size”.  “Öz, teferruatı alınmıştır” derdi. Öz,  Allah u âlem Bektâşi fıkraları da öyledir, özü verir size yâni. Bunlar da öyle. Nasreddin hoca bunu kendisi uydurmadı,  gördü orada. Ne anlatılıyorsa o özdür o. Hz. Yusuf, işte Eyyup aleyhisselâm, İsa aleyhisselâm hepsinin kıssalarında. Mesela Miraç, Hz. İbrahim, Hz. İsmail bunların hepsinde öz vardır. Bir Müslüman bu öze bakacak ve bu özdeki hadiseyi anlayacak,       -yetmez- temellük edecek, idrak edecek ve kalbine yerleştirecek. Ha diyecek ki kıstas bu. Hadisat akıyor yüzlerce etrafımızda, bu hangisine benziyor diye bakacak, hikmet nazarı ile onu yakalayacak. ‘Acep ben bu peygamber gibi olabilir miyim, olamasam da minicik bir misali olabilir miyim’, ‘Aman Yarabbi’ diyecek yâni. Durup dururken Cenâb-ı Musa gibi ‘ben seni görmek istiyorum’ demeyecek yâni. Çarpılır. Bir ufak kıssa anlatayım mı efendim.

•Cenâb-ı Musa Tur’a giderken çölde bir ihtiyar görüyor. “Ya Musa, nereye gidiyorsun” diyor. Diyor ki “Cenâb-ı Allah’la görüşmeye, Tur’a gidiyorum”. “Yahu, söyle ona ben onu çok seviyorum” diyor. “O bana bir gelir mi acaba” diyor. “Gelir yahu, niye gelmesin”. Kıssa ya bu. Neyse gidiyor Cenâb-ı Allah’tan emirleri alıyor yâni işte malûm “-Git firavuna söyle”,  “ -Benim lisanımda rekâket var. Kardeşim Harun fasih konuşur.” sonra “-Peygamber yaptım onu da” diyor Cenâb-ı Allah. İşte elini yenine sok, çıkar beyza. Asâ aldı vs. Firavuna da ‘kavli leyyin üzerine söyle’ diyor ‘yumuşak söyle firavuna’, diyor.  

-Hepsinde ibret var. Çocuğuna söylerken yumuşak söyleyeceksin, talebene söylerken yumuşak söyleyeceksin,  kendine söylerken yumuşak söyleyeceksin yâni filan- 

Dönüyor, bir daha şey yaparken “geldi mi yahu” diyor. “Gelmedi Cenâb-ı Allah” diyor “E kim geldi?” diyor, “sofra kurdum, bir ihtiyar çölden çıktı geldi. Fakir, alil, aciz, açmış da” diyor, “ben ona pek bir şey veremedim” diyor. “Cenâb-ı Allah’ı bekliyorum ben” diyor. “Adam da yedi ama gayri memnun gitti” diyor.  Gene Hazrete Cenâb-ı Allah, “ Ya Musa, ben o kulumu gönderdim” diyor yâni. “Ben o kulumu vazifelendirdim” diyor yâni. 

Hani bizim argoda var, -Allah hangi kulunu bu işle vazifelendirdi?- diyor o mânaya gelen sözler var yâni.  Böyle bir hadise. Onun için bakacak kul, bir Müslüman,  bir derviş hikmet nazarı ile Aman Yarabbi deyip, ama bu kıssaları bilecek. 

-Bu ‘semme vechullâh’ dedikleri.

-Tabii, onları boşa anlatmıyor Cenâb-ı Allah, hepsinde ibret var.  Boş bir işaret yoktur.  Bir işaret hem de var, hem de yoktur yâni boş yoktur. Ondan sonra diyecek ki Aman Yarabbi ‘Ne yaptı o peygamber bakalım ben yapabilir miyim, ben edebilir miyim?’ Teslimiyet; İbrahim, İsmail. Cebrail mi? ihtiyaç yok yapabilir miyim, yapamasa da o ideal görünüyor. Kutup yıldızı gibidir onlar. Kutup yıldızı gibi bakacaksın ona, istikamet bulmak için. Biz kayarız ama kutup yıldızı orada durur.  Frenkler demir kazık diyorlar. Eski kadim gemiciler onla gidiyorlar okyanuslarda. Kadim gemicilere de Cenâb-ı Allah öğretti gemi yapmasını, pir’leri Hz. Nuh. Bizim İnşallah gemi fakülteleri o âyetleri kapılarına yazacaklar. Hulk yapmasını Cenâb-ı Allah öğretiyor insanlara. 

Efendim neyse şimdi bu uzun gidiyor hadise,  ben gene bildiğim kadarı ile söyleyeyim: Miskin Yunus maşukuna vuslat bulunca mest olur, eh anlaşıldı. Ben şişeyi çaldım taşa, namus-u arı n'eylerim. Gene burada bir lügaz atıyor ortaya ve bitti bu laf diyor, bu nutuk bitti diyor.  Lügaz bilmece demek, ama zor bilmece. Eskiden bir karikatür vardı böyle şeyler, insanlar bir şeyin etrafında dolaşıyorlar, bir kapalı sandık, içinde soru işareti var. Cemâl Nadir merhum yapmıştı. Halletmediler bu lügaz’ın sırrını kimse, diyor, altına. Bir divân şiirinden bir beyittir bu “çok kafile geçti ulemadan, fuzalâdan hayat sırrını kimse halletmedi. Lügaz. Ben şişeyi çaldım taşa, namus-u arı n'eylerim.  

Haa insanlar neye bakarlar? önce el gün ne der, çoluğum çocuğum ne der, hanım ne der, arkadaş ne der, komşu ne der, bilmem kim ne der, ne der, ne der? bu bitmez. İşte buradaki şişe, ‘el gün ne der’ sözüdür.  Buradaki namus-u ar o sözüdür. ‘El gün ne der’ e bakmadan sen istikametini bulacaksın. Çünkü el gün ekserennas; ya şuursuzdur, ya bilgisizdir, ya gafildir, ya şudur ya budur hepsini söylüyor. Kur’an da var ekserennas, ekserennas  ekserennas. La teşkûrûn, cahilun falan filan gidiyor yâni zalimdir, şedittir şudur budur gidiyor. Sadece Cenâb-ı Allah’a iltica ederek o ekserennas seni çeker.  Bir güzel hâl gördükleri zaman insan, onun güzel olduğunu bilirler ama kendilerinde yoktur. Kıskanırlar. 

Benim Osman dayım derdi ki; “Evlâdım evdeki mutluluğunu huzurunu dışarıya sakın yansıtma”. Bu çok mühim bir sözdür.  ‘Bizde öyle gördük’ derdi ‘neden Yahu dayı?’ ‘İnsanlar hasuddur’ derdi.  “Haset eder,  gıpta değil haset eder, benim yok da onun niye var. Evdeki huzurunu, sükûnunu, efendim refahını, mutluluğunu sakın ha anlatma, işine ciddi git ciddi gel, açma sırrı” derdi. Neden? haset eder insanlar. “Haset ettiği zaman kem göz Allah muhafaza her kötü hâlin sebebidir” derdi. Biz nazara inanırız. Dolayısı ile şişeyi kırdım taşa ele güne çok bakmayacak bir Müslüman. Hele bir derviş Aman Yarabbi. Ha ele güne zâhire eyvallah, riayet edecek bir yere kadar. Kendisi söylüyor. Sivâsî kendisi için söylüyor, 

Hakk’a Makbul Olmak İster / Halka Menfur Olmadan, 

diyor yâni. Böyle bir hadise Allah hepimizi hayırlı yollara isal buyursun üzerimizden hıfz-ı sıyanetini eksik eylemesin bizleri kendine kul, habibine ümmet eylesin. Güzel şeyler söylemeyi nasip, müyesser buyursun inşallah her birimize. 

Bir beste- Milk-i bekâdan gelmişim fânî cihânı neylerem

Diğer Kayıtlar
Başlık Eklenme Tarihi Paylaş Oku Ekle Süre Beğen
playlist play 01.Genel Giriş, Olanlar Şeyhi'nin Tasavvuf Manzumesi 27.05.2020 playlist oku playlist ekle 29 playlist like
playlist play 02.Olanlar Şeyhi'nin Tasavvuf Manzumesi 2 27.05.2020 playlist oku playlist ekle 27 playlist like
playlist play 03.Dede Ömer Ruşeni ve Eşrefoğlu Manzumeleri 27.05.2020 playlist oku playlist ekle 21 playlist like
playlist play 04.Peygamber Efendimiz ve O'na Yazılan Naat Örnekleri 27.05.2020 playlist oku playlist ekle 25 playlist like
playlist play 05.Peygamber Efendimize Dayanan Tasavvufi Neşve 1 28.05.2020 playlist oku playlist ekle 14 playlist like
playlist play 06.Peygamber Efendimize Dayanan Tasavvufi Neşve 2, İlk Mutasavvıflar 28.05.2020 playlist oku playlist ekle 18 playlist like
playlist play 07.Aktab-ı Erbaa, Abdülkadir Geylani 28.05.2020 playlist oku playlist ekle 17 playlist like
playlist play 08.Aktab-ı Erbaa, Abdülkadir Geylani 2, Ahmed el Rufai 28.05.2020 playlist oku playlist ekle 24 playlist like
playlist play 09.Aktab-ı Erbaa, Ahmed Bedevi, İbrahim Dussuki 01.06.2020 playlist oku playlist ekle 20 playlist like
playlist play 10.Evtad-ı Erbaa, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Hacı Bektaş Veli 01.06.2020 playlist oku playlist ekle 31 playlist like
playlist play 11.Evtad-ı Erbaa, Hacı Bayram-ı Veli, Şeyh Şaban-ı Veli 01.06.2020 playlist oku playlist ekle 28 playlist like
playlist play 12.Genel Olarak Mutasavvıf Şairler 01.06.2020 playlist oku playlist ekle 21 playlist like
playlist play 13.Ah Nice Bir Uyursun, Yunus Emre 01.06.2020 playlist oku playlist ekle 18 playlist like
playlist play 15.Dağlar İle Taşlar İle, Yunus Emre 01.06.2020 playlist oku playlist ekle 15 playlist like
playlist play 16.Mevlam Sana Ersem Diye, Yunus Emre 05.06.2020 playlist oku playlist ekle 23 playlist like
playlist play 17.Gelin Gidelim Efendim Allah Yoluna, Yunus Emre 05.06.2020 playlist oku playlist ekle 11 playlist like
playlist play 18.Milki Bekadan Gelmişem, Yunus Emre 05.06.2020 playlist oku playlist ekle 23 playlist like
playlist play 19.Gönül Hayran Olupdur Aşk Elinden, Yunus Emre 05.06.2020 playlist oku playlist ekle 16 playlist like
playlist play 20.Kabenin Yolları Bölük Bölüktür, Yunus Emre 05.06.2020 playlist oku playlist ekle 17 playlist like
playlist play 21.Gani Mevlam Nasib Etse Varsam Ağlayı Ağlayı, Yunus Emre 05.06.2020 playlist oku playlist ekle 14 playlist like
playlist play 22.Noldu Bu Gönlüm, Hacı Bayram Veli 06.10.2020 playlist oku playlist ekle 26 playlist like
playlist play 23.Çalabım Bir Şar Yaratmış, Hacı Bayram Veli 06.10.2020 playlist oku playlist ekle 21 playlist like
playlist play 24.Bağrımdaki Biten Başlar Muhammedin Aşkındandır, Seyyid Seyfullah 27.10.2020 playlist oku playlist ekle 21 playlist like
playlist play 25.Mevlam Ver Aşkını Bana, Seyyid Seyfullah 27.10.2020 playlist oku playlist ekle 23 playlist like
playlist play 26.Esma-i İlahiyede Bihad Hünerim Var, Niyazi Mısri 01.01.2021 playlist oku playlist ekle 22 playlist like
playlist play 27.Gir Semaya Zikrile Gel Yane Yane Hu Deyu, Niyazi Mısri 01.01.2021 playlist oku playlist ekle 14 playlist like
playlist play 28.Derman Arardım Derdime, Niyazi Mısri 01.01.2021 playlist oku playlist ekle 30 playlist like
playlist play 29.Çün Sana Gönlüm Mübtela Düştü, Niyazi Mısri 01.01.2021 playlist oku playlist ekle 21 playlist like
playlist play 30.Allah Emrin Tutalım, Yunus Emre 06.01.2021 playlist oku playlist ekle 20 playlist like
playlist play 31.Bu Aklu Fikrile Mevla Bulunmaz, Yunus Emre 06.01.2021 playlist oku playlist ekle 10 playlist like
playlist play 32.Aşk Bezirganı Sermaye Canı, Yunus Emre 06.01.2021 playlist oku playlist ekle 20 playlist like
playlist play 33.Dolap Niçin İnilersin, Yunus Emre 22.02.2021 playlist oku playlist ekle 25 playlist like
playlist play 34.Ben Dervişim Diyene Bir Ün Edesim Gelir, Yunus Emre 22.02.2021 playlist oku playlist ekle 16 playlist like
Kabe
Canlı Yayın
Şuan Canlı Yayın
Canlı Yayın
AKRA CANLI
 / 
player image icon close icon
AKRA CANLI
Canlı Yayın
Canlı Yayın Add Icon volume up
 / 
Canlı Yayın
fast rewind
fast forward
Playlist
Bu özelliği kullanabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir
  
Fikrini Paylaş
TAAHHÜTNAME

Hazırlamış olduğum ve sitenize gönderdiğim/ teslim ettiğim, tamamen orjinal ve bana ait olan, projemin/görüntü veya kaydımın, AKRA MEDİA tarafından kendisine ait kablolu/karasal/uydu, şifreli/şifresiz, free/paralı TV, video, DVD, VCD,VHS ,radyo, kaset, sinema ve sair mevcut yada ortaya çıkacak her türlü İşaret, ses ve /veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletim hakkı ve tüm internet siteleri ve sosyal medya platformlarında yayınlamasına, çoğaltma hakkı, yayma hakkı, işleme hakkı ve temsil hakkının kullanılmasına süresiz olarak müsaade ediyorum.

Projemin/görüntü veya kaydımın, bant, CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player, dijital kayıt vb. tüm yollarla kayıt, çoğaltma ve dağıtım haklarını, bilişim veya iletişim ortamında görüntülenmesini, iletilmesini, okunmasını, izlenmesini, dinlenmesini vb. interaktif veya normal CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player vb. şekilde basılarak veya ses kayıtlarının metin haline getirilip kitap olarak piyasaya sunulmasını sağlayacak her türlü materyal üzerine kaydı ile çoğaltılması, kullanılması, işlenmesi, yeniden ve genişletilmiş şekilde sesli, yazılı ya da görüntülü yayın haklarını, bu suretle de çoğaltılarak kullanılması, dağıtılması, pazarlanması vb. fikri, mali ve manevi haklarımın tamamını, programda gerekli görülen değişiklikleri yapma haklarımı bila bedel olacak şekilde, AKRA.MEDİA sitesine ve bu site'nin yetkilisi ve sahiplerine devir ve temlik ettiğimi, beyan, kabul ve taahhüt ederim.

Şehir Seçin
Close