Dağlar ile, taşlar ile
Çağırayım Mevlâm seni
Seherlerde kuşlar ile
Çağırayım Mevlâm seni
Su dibinde mâhî ile
Sahralarda ahû ile
Abdal olup yahu ile
Çağırayım Mevlâm seni
Gökyüzünde İsa ile
Tur dağında Musa ile
Elimdeki asâ ile
Çağırayım Mevlâm seni
Derdi aşkın Eyyup ile
Gözü yaşlı Yakup ile
Ol Muhammed mahbub ile
Çağırayım Mevlâm seni
Hamd ü şükrullah ile
Vasf-ı Kulhüvallah ile
Dâima Zikrullah ile
Çağırayım Mevlâm seni
Bilmişim dünya hâlini
Terk ettim kıyl-ü kâlini
Baş açık, ayak yalını
Çağırayım Mevlâm seni
Yunus okur diller ile
Ol kumru bülbüller ile
Hakk'ı seven kullar ile
Çağırayım Mevlâm seni
-Bakalım burada Cenâb-ı Yunus bize ne haberler veriyor. Yine fakirin dikkatine takılanlar, Dağlar ile, taşlar ile / Çağırayım Mevlâm seni / Seherlerde kuşlar ile / Çağırayım Mevlâm seni / Su dibinde mâhî ile / Sahralarda ahû ile. Şimdi biz bir insan olarak, bu kâinata baktığımızda, bu kâinatta bizim dışımızda nebatatı ve cemadatı görüyoruz. Nebatlar, taşlar ve hayvanatı da görüyoruz. Ve bunlardan bir miktar dikkatle bakıldığında, ibret nazarıyla bakıldığında, hatta isterseniz daha basit söyleyelim. Biraz merakla bakıldığında, gelişigüzel bir düzenin, bir nizamın olmadığını görmekteyiz. Bir intizam var. Dağda, taşta, kuşta -hususen-, balıkta ve ahûda. Yâni bir insan kendi dışındaki tabiata atf-ı nazar etse, üzerinde biraz da teemmül etse, tezekkür etse eski tabirle, fikir imal etse, burada bir büyük kâinat görür. Yunus da önce bizi zâhire baktırıyor. Ve diyor ki, buradaki mükevvenâtı müşâhede ettiğiniz zaman buradan Cenâb-ı Allah’a doğru bir yola çıkış imkânı ve ihtimali mevcuttur. Çağırayım Mevlâm seni, dediği işte o. Yâni buradaki çağırmak, zikretmek demek, -Aman Yarabbi- Bu hilkatin cazibesi, esrarı karşısında ben susmaktan lâl ü ebkem olmaktan başka bir şey yapamıyorum.
Fakat bundan sonra işte iş değişiyor. Abdal olup yahu ile, burada insan devreye giriyor. Abdal dediğimiz hadise, yâni bu insan bütün varlığını ve canını bedel vermiş. Abdal olmak o demek. Karşılığında ne almış? aldığı şey muhabbet. Ne ölçüye gelir, ne kantara gelir. Aldığı şey muhabbet. Peki, canını bedel verdiği zaman muhabbet alma garantisi var mı? şimdi ben dünya aklıyla konuşuyorum. Hayır yok. Meczup da olabilirsin.
Hünkârın Yunus’dan istediği himmet mi istersin buğday mı? Bu hikmetler işte.
-Tabi yok, öyle bir garanti yok. Nice insanlar yola çıkıyorlar. Yalnız yine bizim büyüklerimiz buyurmuşlardır ki; “Evlâdım, her ava giden avlanmadı. Ama avlanmak için mutlaka ava gitmek lâzım”. Peki, abdal oluyor, yahu ne? haa esmâ ile başlıyor hadise. Evet ‘Yahu’. Her yolun bir esmâsı var yâni. Esmâları var. Onlardan biri. Bu o demek “Yahu”. Ya, zaten hitaptır. Ey gibi bir şey yâni yahu. Yine büyüklerimizden menkul, buyurmuşlardır ki; “Her insan nefes alırken –Hu- der”. Bak nefes ver (Huu..) istemesen de söylersin, Allah kendini bilmesen de, istemesen de, onu tanımasan da kendini zikrettirir. Çünkü vücudun halîki odur.
Bu esmânın sırrı hikmeti.
-Hepsinin ayrıdır, kitaplarda yazılıdır. Herkese söylemezler. Ama sizin, her sâlike de ayrı bir renktir o yâni. Giydirilir, hil’at gibidir onun hâli. Bir de kabz ve bast hâlleri vardır. Bazen esmâ üzerinizde açılır, bazen esmâ kapanır üzerinizde. Ama o size aittir. Size verilmiş bir esmâdır. Allah mahrum etmesin.
“Lâ ilâhe illallah” birinci esmâdır, tevhid. O bütün Müslümanlarca bila adet ve her vakit çekilebilir, ama diğerleri tehlikelidir. Onu ancak bir kalp doktoru, tabîb el kulûb var ya o verecek, bu öyle.
Evet, biz gelelim Abdal meselesine, abdal olduğunuz anda yâni siz, dağlarla taşlarla çağırırsınız ama bunun bir ilerisinde insan olarak siz bir bedel ödersiniz. Ve ondan sonra da yahu demeye başlarsınız.
Şimdi bundan sonra burada kısas-ı enbiya yâni, Kur’an-ı Kerim’de Cenâb-ı Allah’ın beyan buyurduğu peygamber kıssalarına büyük atıflar var. Cenâb-ı Allah, Kur’an-ı Kerim’inde bildiğimiz anladığımız kadarıyla bu kıssaları birer eski esâtir diye anlatmıyor. Bu kıssaların her birisi birer misal olarak tâ be kıyamet cereyan etmektedir. Hz. İsa kıssası, Hz. Musa kıssası, Hz. Eyyup kıssası, alâ meratibin hepsi bu dünyada var. Yusuf kıssası, hele şu zamanda evleviyetle var. Hz. Yusuf kıssası, merak edenler açıp okusunlar. Kur’an’da da var, mealde de var. Bilenler okusunlar. Gözü yaşlı Eyyup işte, rüyalar, vs. hepsi var. Uzun uzun bunlardan bahseder. Ben burada bir kelime üzerine seçtim.
Diyor ki; Gökyüzünde İsa ile / Tur dağında Musa ile / Elimdeki asâ ile, Bu asâ nedir? hani biraz evvel dedik ya, -Abdal olup yahu ile- . O Esmâ işte o asâdır. Elimdeki asâ “yahu”. Diğer esmâdan sâdır yâni, asâ tek bir kelime değildir.
Dervişlerin asâsı, çünkü dervişler; malûmunuz, çobanlık peygamber mesleğidir. Hz. Peygamber de, Kur’an’da var “ çoban demeyiniz” (raina). Bakara’da var yâni. Neden? çünkü, biraz evvel kafile dedik ya, o kafileye yol gösteren birisi lâzım. Dervişlik de bir mânada koyun olmak, demektir. Yâni ne demek? eyvallah demek yâni. “Koyun olduk söz anladık” diyor, Pir Sultan “Sürüye saydılar bizi” diyor.
Tabi insan nefsi sürüye sayılmak istemez. ‘Ben’ der. Koyun olduk, söz anlayacaksın yâni. “Yolumuzu yol eğledik, hâlimizi hâl eyledik, her çiçekten bal eyledik, arıya saydılar bizi”. Pir Sultan başka mânada, eski zamanlarda bizim bazı siyasiler onu anlamadılar. Başka bir şey diyorlar. Öyle, böyle değil işin esası yâni.
Neyse, asâ böyle bir hadise yâni. Elinizde asâ var ve bu asâyı veliyullah hazeratı da çok kullanmıştır. Bu hem bir zâhir asâsıdır. Birçok şeyden korur insanı dünya hayatından, kurttan, kuştan, kediden, köpekten. Çünkü her insanın bir hayvanî vasfı vardır. Melek olmazlar, o asâ birçok işi görür. Cenâb-ı Musa’nın asâsı da böyledir ki, orada zirvede olan bir hadise. Hem maddi hem manevi yorumu var hadisenin. Maddi yorumu gözüküyor zaten yâni. Manevi yorumu ne ? o asâ işte; himmet ve esmâ. O esmâyla tutuyor hadiseyi. Sâbitkadem oluyor Din-i Mübin-i Ahmediye üzerinde. Sâbitkadem oluyor. Kalbi tedavi ediyor o esmâ. Ağır ağır veriyorlar esmâyı. Şöyle oku diyorlar, böyle oku diyorlar. Aman diyorlar, kesme, arayı bozma diyorlar. Mesela eskiden “Ev esmâsız kalmasın” derlerdi. “Ev hane dertsiz, esmâsız kalmasın”
“-Ne o şeyh baba?”, “-Evlâdım muhafaza eder. Füyuzat-ı İlâhiye gelir”. Çeker, paratoner gibi canım. Hani koyuyor ya paratoner, hop çekiyor, getiriyor, onun gibi. Şimdi uydu var, uydu-anten misal. Onun gibi çekiyor tabi böyle. Ha peki esmâ nasıl, bu asâ nasıl olacak? kuru kuruya olmuyor bu asâ da. Aşağıda söylüyor, Hamd ü şükrullah ile / Vasf-ı Kulhüvallah ile. Esmâ okuyor ama kalp, ’Yarabbi bana bu esmâyı nasip et’. Dilim söylediği için. Bak ne dedik biraz evvel. Dedik ki, nefes sayılı.
Ben böyle küçükken, çocukken şarkılar söylerdim radyodan dinlediğim. Annem “Evlâdım onları bırak da salâvat oku” derdi bana. Tabi, Allah rahmet eylesin. “Anne niye?” , “oğlum nefes sayılı” derdi. Çocuksunuz, küçüksünüz, o ne demek sayılı yâni.
Hamd ü şükür içinde olacaksınız. Esmâ, nefes sayılı, okuyorsunuz. Ha bir de İhlâs. Vasf-ı Kulhüvallah - Kul hüvellâhü ehad. Allâhüssamed- İhlâs içerisinde olacaksın ‘Bir’ tanıyacaksın onu. Ondan başka yok, hiçbir şey yok.
Peki, böyle olunca ne oluyor? haa diyor ki Yunus; Bilmişim dünya hâlini. E neyi bildin? Yunus ikincide söylüyor. Terk ettim kıyl-ü kâlini.
Bu dünyada ne varsa –dedi- ve –kodu- dur. ‘Dedi’ Türkçe, o onu dedi, bu bunu dedi. ‘Kodu’ da o onu yaptı, bu bunu yaptı. ‘Bunları bırak’ diyor yâni, bu bitmez. Sen bunu düzeltemezsin. Bununla uğraşma, dünya hâlini bildin. Ha zâhir itibariyle aynı o hayatın içindeyiz. Hiç ondan vazgeçmek yok. Ama bâtın itibariyle bir başka iklimdeyiz. Kıyl-ü kâl’i terk et.
Haa baş açık, ayak yalın bu ne demek? yâni sen tevazu içinde ol. Boynun bükük, gönlün kırık. ‘Aman Yarabbi’ esmâyı oku. Bir taraftan şükür hamd duyguları, bir taraftan halisane, iltica etmiş, bir taraftan da tevazu içinde, âciziyet içinde. ‘ Ben bir hiçim, ben bir yokum, sen varsın ‘. Aman Yarabbi. Bu böyle olduğu zaman; Yunus okur diller ile, buradaki dil iki mânaya da gelir. Hem bildiğimiz ağızdaki dil, hem gönül dili. Ol kumru bülbüller ile, bunlar da Yunus’un derviş arkadaşları, ihvanı. Hep birlikte zikrullah oluyor –cumhur-Lâ ilâhe İllâllah vs.
Süleyman kuş dilin bilir dediler, diyor tabi. Sonra da aşikâr ediyor, Hakk'ı seven kullar ile. Kumru, bülbül Hakk’ı seven kullar. Kimisi cehrî, kimisi hafî zikrullah ile meşgul olurlar. Ne zaman? her vakitte, her zamanda. İşte ona salât-ı dâimun diyoruz. Hem bu dil. Esas kalp. Bizim anladığımız da bu, Çağırayım Mevlâm seni, diyor Cenâb-ı Yunus. Böylece biz de bunu anlıyoruz bu şiirlerden.
Bir eser- Dağlar ile taşlar ile / Çağırayım Mevlâm seni