İlke ve Değerlerinden Ödün Vermeden
Özgür Yayın Platformu Olarak Kalsın Diye
Güneş06:08 İşrak06:53 Öğle13:08 İkindi16:54 Akşam19:58 Yatsı21:26 İmsak04:33
Hava - Hava durumuAçık 13°C Nem %71
Türkçe
24 Şevval 1446 22 Nisan 2025 Salı
24 Şevval 1446
İMSAK GÜNEŞ İŞRAK ÖĞLE İKİNDİ AKŞAM YATSI
04:33 06:08 06:53 13:08 16:54 19:58 21:26
Giriş Yap

09.Aktab-ı Erbaa, Ahmed Bedevi, İbrahim Dussuki

Sükunetin Sesi

Prof. Dr. Sadettin Ökten hocamızla beraber Aktab-ı Erbaa’dan dört büyükten bugün Ahmed Bedevî Hazretlerinin ve İbrahim Düssûkî Hazretlerinin hayatlarını konu edineceğiz.

-Ahmed El Bedevî-Seyyid Ahmed-i Bedevî. Evet tabi bu Aktab-ı Erbaa hazeratını biz burada üçüncü olarak zikrediyoruz ama aralarında takdim değeri olmaz bu Allah dostlarının. Onlar Allah boyasıyla boyanmışlardır. Bizim haddimiz de değildir, cüretimiz de olamaz. Burada öyle geldi sıra, öyle devam ettik. Zaten biz de bu sırayı kitaplarda bize öğretilenlerden devam ederek aldık size arz ediyoruz. Efendim Cenâb-ı Ahmed-i Bedevî her ne kadar Mısır evliyasından ise de kendisi Mağrip,1200 senesi, hicri 596’da Fas’ta dünyaya geliyor. Şimdi biraz daha yakın zamanlar aşağı yukarı bir elli- altmış sene fark var iki hazretle beraber. Şimdi bu çok bana şayan dikkat gelir. Cenâb-ı Allah dünyanın belli bir döneminde dört kutbunu yolluyor. Efendim dünyanın belli bir döneminde dört yârini yolluyor. Dört mezhep imamını yolluyor. Ve belli bir döneminde yine belli bir coğrafyaya, Anadolu’ya Evtad-ı Erbaa dediğimiz dört büyük velîyi yolluyor. Yâni adeta nereyi murad etmişse orayı o zevatla destekliyor. Şimdi Evtad-ı Erbaa bu hazretlerden daha sonra geliyorlar. Ama Anadolu’yu dönüştürüyorlar. İnşallah kısmet olursa, Anadolumuz ki, Osmanlı coğrafyasının nüvesi. Oradan Balkanlara, oradan Akdeniz’e, Orta Avrupa’ya, Irak’a, Mısır’a şimali Afrika’ya açılmış. Orayı önce bir tutuyor. Oradaki mayayı güçlendiriyor. Velud bir hâle getiriyor. Nasıl? Allah dostlarıyla. Allah’ı bilen, seven, yaşayan yaşatan zevatla. Ondan sonra, artık oradan ab-ı hayat fışkırıyor. 

Cenâb-ı Ahmed El Bedevî 1200 senesinde doğmuş. Küçük yaşındayken -Fas’ta yaşıyorlar bunlar- babası gece rüyada, şöyle bir tembihle uyarılıyor. Babasının adı Ali. ”Ya Ali bu beldeleri bırak hicret et” Nereye? diye sorduğunda “Mekke’ ye”. Rüyada ”Orada yaşa bunda bu hicrette senin şu anda bilemediğin birçok hikmetler var” diyor. Birçok rüya görürüz ve hiç aldırmayız. Bu rüya öyle bir rüya değilmiş. Cenâb-ı Bedevî’nin peder-i âlilerini çok etkilemiş, tesir altında bırakmış. Ve aile Marok’tan Fas’tan yola çıkıyorlar. O zamanki imkânlarla dört senede Mekke’ye geliyorlar. Şimdi haritaya bakalım şimali Afrika, Fas en uçtadır. Batıya en yakın Fas, Cezayir, Tunus, Libya, Mısır, Tih sahrasını geçiyor, oradan geliyor bugünkü Ürdün’e, oradan Cenup’a dönüyor. Önce Tebuk, sonra Medine-i Tâhire. Sonra da Mekke’ye geliyor dört senede –maaile- geliyorlar. Mekke’ye yerleştikten kısa bir müddet sonra pederin vazifesi bitiyor. Vazifesi bitenden Cenâb-ı Allah kulûbini alır. Baba göçüyor. Hz. Bedevî küçük yaşta Mekke’de kalıyor. İlim tahsili tabi o zaman yapılacak olan şey, Kur’an ezberi. Çok cesur ve atılgan bir mizaca sahip. Çok da iyi süvariymiş bu zat.   

Bu hâl üzere Mekke’de hayatını geçirirken delikanlılık yaşlarında, herhalde bir yaz günü belki. Belki bir öğle veya ikindi sonrası Kâbe-i Muazzama’nın gölgesine sığınmış. Orada bir uyku hâli gelmiş kendisine. Şöyle istirahat ederlerken yine bir gizli ses ”Uykudan uyan, Allahü Teâla’ nın bir olduğunu bil ve onu tevhid eyle” diye bir nidâ işitiyor uyurken. Kalkıp abdest alıyor. İki rekât namaz kılıyor. Allah’ı zikrediyor, sonra tekrar uyuyor. Fakat rüyadaki ses devam ediyor ”Kalk Allahü Teâla’yı tevhid et, artık yatıp uyuma” Ve bu ses üzerine–bakın burada üveysi bir meşrep hâkim- doğrudan doğruya demiş ki “Ben rızkı Rezzak’tan alıyorum Abdülrezzak’dan değil”. O kıssayı da daha sonra anlatırız. Anlatalım yahut şimdi, belki söylemişizdir. 

•Bağdat’da bir hoca efendi vaaz ediyormuş Abdülrezzak Sofinin biri de dayanmış, sıcak da hava, bir direğin dibine şöyle hafifçe bir -ona yakaza hâli derler- kestirirken birisi gelmiş, dürtmüş, -“Bak” demiş “Abdülrezzak efendi vaaz ediyor, sen uyuyorsun”. Sofi bakmış ki Hızır, dürten. –“Ee” demiş “ne olmuş uyuyorum”. –“Uyuma” demiş, “alsana rızkını”. Sofi biraz celâllenmiş demiş ki “Ben rızkı Abdülrezzak’tan değil Rezzak’ın kendisinden alıyorum. Şimdi senin Hızır olduğunu cemaate söylerim başını alamazsın bunlardan” demiş.

Şimdi demek ki bu zat da yâni Kâbe-i Muazzama’ nın gölgesine sığınmış ya. Bu ses üzerine ayağa kalkıyor ve ona deniyor ki “Sırrını gizli tut, söylenilenlere uygun yaşa”. Bunu insanlara ağabeyi söylüyor. Ağabeyine anlatıyor rüyasını böyle böyle oldu diye. “Kimseye fâş etme, herkes seni zâhirden olağan bir insan bilsin”. Burası çok mühim, bu tür terbiyelerde herkes zâhirde olağan bilsin. İşte gelir gider, memurdur tapuda çalışır, üniversitede hocadır, ev hanımıdır, işte çocuklarına pişirir kotarır, yedirir, içirir. Bâtınını kimse bilmesin. Çünkü Allah çok kıskançtır. Lûtuf verdiyse o lûtfun paylaşılmasını istemez. Cenâb-ı Peygamber  buyuruyor, ”Ben kıskancım, Allah benden daha kıskanç”. Böyle bir hadise. Ve kendisini ilme ve ibadete veriyor. İnsanlarla alâkasını azaltıyor. Konuşmayı terk ediyor. Ve bir noktaya geliyor ki, tekrar bir mâna zuhur ediyor. Ve ona diyorlar ki “Sen seyahat edeceksin”. Nereye? ”Irak’a”. “Peki orada ne yapacağım?”. ” Cenâb-ı Abdülkâdir Geylâni’yi, Ahmed er-Rufaî’yi, Hallâc-ı Mansûr’u, Serî es-Sakatî’yi, Ma’rûf-ı Kerhî’yi, Cüneyd-i Bağdadi gibi evliyaullah kabirlerini ziyaret edeceksin” diyorlar. Bu demek ki manevi eğitimin ikinci safhası. Artık arada hangi esrar geçiyor ne oluyor ne gidiyor onu bilemiyoruz. Bu ziyaretler tabi aylarca belki birkaç yıl devam ediyor. Tekrar 1236 senesinde yine rüyada kendisine bir emir tebliğ olunuyor ki ”Mısır’a git, orada Tanta diye bir şehir var, oraya yerleş orada mukîm ol”. Ve hazret, Tanta’ya doğru yola çıkıyor. 

O sırada Mısır’da Memlük sultanları var. Henüz daha Moğol istilası gelmemiş ama hissediliyor Harzemşahlar, ta İslam dünyasında olsun, Celâleddin Harzemşah Moğollara karşı, Necmettin Kübra. Haberler duyuluyor, ayak sesleri duyuluyor. İslam âleminde bir çalkantı olacak ama ne zaman. Bu haberler duyuluyor İslâm âleminde. Ama haçlı seferleri gelmiş, İslam âleminin böğrüne çökmüş. Büyük zayiat olmuş ama İslam âlemi biiznillâhi ve bihamdillâhi Teâla onları bir şekilde atlatmış. Ama artık eskisi gibi değil derken Cenâb-ı Allah –haçlı seferleri biliyorsunuz en son geldi Kudüs’te bir krallık kurdu, Gazze’yi işgal etti orada bir kontluk kurdu-. Tanta’ya bakarsan haritada hemen onun yanında. Şimdi ben biraz da politika yapayım yâni tarih felsefesi. Onun yanına “Gel bakalım sen buraya otur” diyorlar. Tanta’da büyük ulema var o sırada. Diyorlar ki onlar -“Hz. Bedevî’nin oraya geldiğini oraya teşrif ettiğini duyunca bize buradan gitmek göründü”  -“Yahu niye? sorunca diyorlar ki – “Biz onun yanında ancak talebe olabiliriz. Onu dahi beceremeyiz, kendisine itibarda hürmette ihtirâmda edepte kusur ederiz. Husûsen edepte bizim burada durmamız mümkün değildir”. deyu, o gelmeden ona hürmetlerini, ihtirâmlarını arz ederek oradan ayrılıyorlar.

Kıymetli dinleyenler Zekâi Dede’nin merhumun bir bestesi var, ilk dinleyeceğimiz eser. Ardından hicaz bir ilâhimiz var. Hicaz ilâhimizin güftesini arz edeceğim.  

Aşkın meyine kandın, n'oldun ah gönül n'oldun
Yaktın beni yandırdın, n'oldun ah gönül n'oldun

Uçtun ah gönül uçtun, deniz deryalar geçtin
Gurbet ellere düştün, n'oldun ah gönül n'oldun

Sordular pervaneye, niçin yanarsın böyle
Dosttan haber mi gele, n'oldun ah gönül n'oldun

Kalbini küşad eyle, hem Mevlâ'yı yâd eyle
Gamkin dili şad eyle, n'oldun ah gönül n'oldun

Bir yerde karar etmez, hiç kimseden ar etmez
Hekimler timar etmez, n'oldun ah gönül n'oldun

Gel imdi ey Aziz'im, sırrın deme ol ebsem
Esrara olup mahrem, n'oldun ah gönül n'oldun  

İlâhi- Ya Hu ya Bedevi  /  Aman ya Bedevi

İlâhi (Hicaz) - Aşkın meyine kandın ne oldun ah gönül ne oldun 

-Bir büyüğümüz buyurmuştu ki bize; ‘-Evlâdım Eyüp Sultan’da oturulmaz.’ -Yav niye oturulmasın, Eyüp de semt değil mi?’ ‘-Oturulmaz. Çünkü siz çocuksunuz. Oradaki hazretin usûlüne, âdâbına riayet edemezseniz edepsizlik edersiniz. Onun için ihtiyaten edeben orada oturmayın, orası seçkinlerin yeridir,  -eski zaman tabi olmuş hadise- Orada ancak Cenâb-ı Ebu Eyyüb’el Ensari’nin hatırasına, maneviyatına, ruhaniyetine saygıyla yaklaşan, muhabbetle yaklaşan, ihtirâmla yaklaşan, her an onunla orada hemhâl olan zevat oturabilir’. Öyle yâni.

Tabi öyle söylemediler ama öyle ıvır zıvır adam Eyüp’de oturamaz. “İstanbul ve İslam edebi budur” diye söylemişlerdi bize. Böyle bir hadise. İşte aynı hadise bakın burada da evveliyatı var hadisenin. Hadiseler hiçbir zaman tek olmaz. Bizde demişlerdir ki “Âdeti terk etme, yeni âdet icat etme” onu sen icat etmezsin. O tertib-i Hakk’tır bir yerde olur. Sen sonra o tertib-i Hakk’ın mânasına medlûlüne bakar, “Acaba ben ne kadarını yapabilirim?” dersin, şeklinde bir davranış biçimi. Medeniyet bu esasında yâni, işte muaşeret bu, nezaket bu. Ne kadarını ben yapabilirim, diye bakarsın. O zevat da ona karşı edepte, hürmette kusur etmekten dolayı oradan çekiliyorlar. Ve hazret Tanta’da mukîm oluyor. Ve huzur-u sohbetle şereflenmek üzere birçok zevat oraya geliyor. 

Ancak Cenâb-ı Ahmedî Bedevî çok mücerred bir zat, daima zikir ve murakabeyle meşgul. Nazarla tedavi ediyor bendegânını. Onlardaki ahvâl-i mezmumeyi, kötü huyları nazarıyla. Yine ben işitmişimdir ki; “Nazar-ı evliyâ’ya uğramak” Yine işitmişimdir ki; “-Ümmet kimdir ?”  “-Peygamberin mübarek nazarıyla nazar ettiği adama ümmet denir evlâdım”. Bunlar tarifler yâni, o nazarlar. Çünkü o nazarlar Hakk’ın nazarlarıdır. Ferasetinle, çünkü o Allah’ın nazarıyla nazar eder. Böyle bir ahvâl var. Ve hazret nikâb kullanıyor. Nazarlarından nas’ı korumak için nikâb kullanıyor. Hatta zaman zaman çifte nikâb kullandığı rivayet ediliyor. Şimdi tabi bu zevatın kendine has ahvâli var. Tefekkürle zamanını geçiriyor. Nevâfilin. Bir kısmı tefekkür. Cenâb-ı Bedevî de gözlerini semaya dikiyor. Gözleri siyah, bir ateş topu halinde gece gündüz semayı temaşa ediyor. 

•Bir vesile ile rahatsızlandığı zaman komşuya gidiyor. Komşunun çocuğundan diyor ki “-Bir yumurta verir misin?”. Çocuk da diyor ki “-Sen elindeki değneği bana verirsen sana bir yumurta veririm.” Cenâb-ı Bedevî “-Al evlâdım’” diyor. Çocuk da “-yumurtayı ver” diyor. Fakat çocuğa bir bakıyor, çocuk ona talebe oluyor, bende oluyor, yanından ayrılmıyor. İşte bu zat Hz. Abdulâl, yakın talebesi. Bu çocuk doğduğu zaman kundağına -tabi çiftlik, tarım memleketi- bir boğa geliyor kundağına boynuzunu takıyor. Çocuk boğanın boynuzunda sallanıyor kundağıyla. Boğa azgın, kimse boğayı zaptedemiyor. Anne feryat figan içerisinde. Komşular, diğer ahbap, tesiri yok. Çocuğun ölmesi an meselesi. Bir manevi el gelip çocuğu alıyor, annesine veriyor. Şimdi tabi aradan yıllar geçmiş. Çocuk Cenâb-ı Bedevî’ye bende olmuş. Onunla düşüp kalkıyor. Anne kızıyor, ”Ben senin annenim, neredesin” falan filan diye. O da diyor ki ”Git annene söyle–şikâyetler tabi hazretin kulağına geliyor-küçükken ben seni boğanın boynuzundan aldım. Sana dünya hayatının devamını ikram ettim. Annen sevindi. Şimdi annen gene sevinecek. Çünkü bu defa sana ahiret hayatının devamını ikram edeceğim inşallah “diyor. Bunun üzerine hanımanne sesini kesiyor. 

Efendim işte hazretimin en mühim vasfı talebelerini teveccühle terbiye ediyor. Yâni ruhunda bir kesafet var yahut bir sıkıntı. Ve her nazarda manevi olarak talebeleri ve ona bağlananlar bir mevki alıyorlar. Belli bir noktaya geldikleri zaman bu Abdulâl Efendi’ye söylüyor o halifesi. Diyor ki “filan zata söyle, filan beldeye gitsin orda bir hânikah açsın orada irşada devam etsin.” kendisi bizzat söylemiyor. Öyle bir yakınlık var. Bu Abdulâl Efendi’nin bir de şeriki var, o da halifesi, -”Efendim sizin cemâlinize ben müştakım, âşık oldum” diyor. -”Evlâdım bana bakamazsın”, -”Efendim bakayım”,  -”Hayatına mal olur”, -”Olsun” diyor. Nikabın birini açıp nazar ettiği zaman “Allah” diyor o zat, ruhunu teslim ediyor. Cenâb-ı Bedevî de böyle bir Hak dostu. O kudreti vermiş Cenâb-ı Allah. 

Efendim çok şeyleri var yâni. Yalnız bir tanesini size arz etmek isterim. Bu Mısır, hani Hz. Musa, Hz. Yusuf zamanında da oldu. Kıtlık oluyor, bolluk oluyor. İşte yedi zayıf öküz, yedi semiz öküzü yedi rüyası var Cenâb-ı Yusuf’un tabir ettiği bu rüyayı. Firavun rüyası var filan. Aynı şekilde bu zamanda da oluyor.

•O da diyor ki, -Rekin diye bir zat-, bir rüya görüyor. Cenâb-ı Bedevî’ye bunu arz ettiği zaman, diyor ki, ”Sen” diyor “zengin bir adamsın bol bol buğday al. Bu Tanta şehrinde bir kıtlık olacak. Onu bir kenara yığ, tedbirini al, sonra kıtlık olduğu zaman bu buğdayları ihvana, bu şehirde mukîm olanlara dağıt, sat. Ama sakın ha pahalı satma” diyor. Hazret de bunu yapıyor. O sırada o şehrin hâkimi geliyor buğday istiyor. Ama henüz daha kıtlık olmamış. Rekin’in buğdayları var. O zat onları alacak. Elinde yetki var çünkü. ”Hiç üzülme” diyor “Ambarları aç, ne kadar isterlerse alsınlar”. Askerler geliyor, vergi memurları filan. Ambarlar açılıyor ki hiç buğday yok ambarlarda. Sadece kırıntılar kalmış. Onları da fareler yiyor. “Yokmuş” diyorlar “biz yanlış duymuşuz”. Dönüp gidiyorlar. Sonra bakıyor ki Rekin, ambarlar ardına kadar buğday. -“Ne oldu?”,  -“ Onlar göremediler” diyor yâni. Buğdaylar ordaydı ama onları görmedik.

Böyle hadiseler olur. Bakarsınız görmezsiniz. Herkesin başına gelir. Bakarsınız ama görmezsiniz. Nasıl Ebu Cehil de Abdullah’ın yetimine baktı, göremediği gibi -Allah ondan muhafaza buyursun-.Bakarsın göremezsin. Sonra hakikaten kıtlık yılları geliyor. O Rekin denen zat, aynı Hazreti Kutb’un tavsiyesi üzere, emri üzere bol bol çok ucuz fiyatla…Ve Allah o zata hem dünyada hem ahirette büyük imkânlar büyük mutluluklar büyük zarafetler nasip ediyor. Böyle bir hazret. Evet, Hz. Bedevî ”İmdat ya seyyid “ dendiği zaman durmuyor. Onlara yardım ediyor. Bir küçük kıssa daha var. 

•Gönülden bağlı olup  “İmdat ya Seyyid” dediğin zaman yetişiyor. Bir bağlısı, bir bendesi bir beldede esir düşmüş, hapse koymuşlar. Fakat o hapishanenin gardiyanı da bu kerameti biliyor. - ”Aman -İmdat ya seyyid- deme, beni işimden edersin” diyor yâni. ”Gelir yetişir benden hesap sorarlar” diyor. Adam “peki” diyor, “Seni yakmam ben”. Fakat işkence o hâle geliyor ki iki dudağının arasında, ”İmdat ya Seyyid” diyor gece. Bir bakıyorlar ki kendileri bir başka şehirde Tunus’ta Kayravan şehrinde. Ama o muhafızla beraber, onu da almış getirmiş. 

Böyle bir hazret. Evet, tekra bu laflar bu uzun muhabbetler burada kalsın isterseniz. İstanbul’da Bedevi tekkeleri vardı. Hâlâ da vardır inşallah. Bedevî neş’esi bitmesin, bitmez. Bir yerden biter gibi görünür başka yerden sürer. Gene bir ilâhi ile devam edelim efendim. Tabi yine nut-u da var ilâhimizin.

Ateşi aşkınla yandır kalbimi subh u mesâ
Çünkü hayran olmuşum ben bezm-i elestte sana

Hubb-i dünyadan ayrıl al kalbimi senden yana
Ey habib-i kibriyâ ismi Muhammed Mustafa

Tutunur tevfik bu yola arzuhalimdir sana
Tut elimden aktab-ı ebrâr kurb-i ahyâr aşkına

Böylece gelsin hidayet bu yakışır şanına
Ey habib-i kibriyâ ismi Muhammed Mustafa

İlâhi -Ateşi aşkınla yandır kalbimi subh u mesa

-Efendim geldik Cenâb-ı Seyyid İbrahim Düssûkî hazretlerine. Aktab-ı Erbaa olması için dört olması lâzım. Seyyid Abdülkâdir Geylâni, Seyyid Ahmed er-Rufaî, Seyyid Ahmed El-Bedevî, Seyyid İbrahim Düssûkî. Hepsi ‘seyyid’ bu zevatın yâni, böyle geliyorlar. Cenâb-ı peygamberden Cenâb-ı Fatıma’dan Cenâb-ı Ali’den aşağı doğru geliyorlar. Allah şefaatlerine nail etsin cümlemizi. Yine kaynakların bize söylediğine göre İbrahim Düssûkî hazretleri hicri 633, miladi 1236. Gene dikkatinizi çekerim gene Mısır. Memlükler haçlı istilasına mahsur kalmışlar. Moğollar henüz daha gelmemiş. Zaten Moğol hadisesine baktığımız zaman fakire sorarsanız Moğol beliyyesi haçlılardan daha derin bir yara açmıştır İslam medeniyetinde. Daha şedîd vurmuştur yâni. Fakat Töremenler veya Memlükler çok şecî. Süvarileri özellikle çok şecî. Memlükler çölü aşıp Kahire’ye gelemiyorlar. İki defa deniyorlar ama her ikisinde de Memlük süvarisine mağlup oluyorlar. Bağdat’ı harap ediyorlar. O zaman tasavvur buyurun henüz daha Anadolu şehirleri, İstanbul İslam merkezi değil. Bir Bağdat var, bir de Kahire var, bir de Şam var. Şam zaten siyasi ahvâl olarak da çok muhataralı bir yer. Kahire sağlam duruyor. Kahire’yi Cenâb-ı Allah korumuş. Memlükler’in burada büyük hizmeti var. Tabi aynı zamanda şimdi 1236 olduğuna göre, 1258’dir Moğolların Bağdat’a gelişi. Demek ki yirmi iki sene evvel oraya Cenâb-ı Allah, sevdiği bir kulu gönderiyor. Bir azizi gönderiyor. Aktab-ı Erbaa’dan dördüncüsü. Şöyle bir menkıbe rivayet edilir. 

•Hz. Seyyid’in doğduğu gün belde halkı ‘Acaba Ramazan mıdır? Ramazan değil midir?’ diye ihtilâf ederler. Oruca kalkacaklar. Şimdiki gibi değil o zaman. Rüyet i kamer meselesi. Görmemişler filan. Sonra bir azize, içlerinden birine Allah’ın sevdiği kuluna malûm olur ki “Filan hanede bir bebek dünyaya geldi. Yeni bir çocuk zuhur etti. Gidin annesine sorun. Bugün süt emmiş mi ?”. Anneye giderler. Anne dedi ki “Bir gün evvel, dün doğdu. Süt emiyordu ama fecrden evvel emmeyi kesti. Emmedi. Şu anda ikindi vakti hâlâ emmiyor”. ”Bekleyelim” derler, bir akşam olsun. Gün batarken çocuk tekrar süt emmeye başlar. İşte bu zat İbrahim Düssûkî’ dir. 

Doğduğu köyün adı Düssuk köyü. Düssûkî oradan geliyor, zaten. Derler ki, bu aziz bir çocuktur, bu mükerrem bir insandır. Ve doğar doğmaz nas’ın hürmeti ihtirâmı riayeti başlar kendisine. Böyle bir oruç hadisesi. 

Evet, beşik evliyası. Bizim bazılarımızın hafif böyle istihza ile söylediği beşik evliyası burada karşımıza çıkıyor işte. Hani işte layık olmayanlar, efendim hafif böyle gülerek, bıyık altından tebessüm edilerek istihfafla anlatılan bununla alâkası yok. Ama o söyleniyor. Ama hakikati işin burada. Bu gibi zevat, taa başından itibaren Cenâb-ı Allah bunları kendi hıfz-ı emanına almıştır. Ve görene, üzerindeki tecelliyatını gösterir. En basiti Cenâb-ı İsa’ya bakın. Hz. Meryem‘e diyor ki “ sen “ diyor “odandan çık, bu sabîyi kucağına al sen konuşma” diyor. Âyetler var. “Bu konuşacak” diyor. Ve bunu batılı zihin kabul etmez Cenab-ı Meryem’in... Geçen gün kızımızla bakıyorduk. Azra kelimesine baktık. Ne mânaya geliyor? ayak basılmamış kum, delinmemiş inci diyor. Ve diyor ki “bu ‘azra’ kelimesi Cenâb-ı Meryem’in lakabıdır” diyor. Basılmamış kum, delinmemiş incidir diyor. Cenâb-ı Meryem böyle yâni. En mükerrem kadın dünya üzerinde. Sabî konuşuyor. İşte beşik evliyası buyurun. Bu da beşik peygamberi, hadi bakalım. Böyle bir zat Cenâb-ı Düssûkî. Ve tabi bir adı da Hz. İbrahim Burhaneddin Düssûkî. Ve hemen zaten doğar doğmaz işte malûm belli bir yaşa gelince hem manevi hem de zâhir ilimlerini başlıyorlar kendisine yüklemeye. 

Hz. Hasan-ı Şazeli’den, ondan sonra İbrahim Mesih hazretlerinden başlıyor. Lisan öğreniyor. Hazretin özelliği bu, Arapça, Farsça, Süryanice ve İbranice. O zamanın mühim lisanlarını alıyor. Ama esas itibariyle tasavvuf yolunda ağırlığı. Dört tarikten icâzeti var. Öyledir, mesela bir önceki zata baktık, o üveysi bir meşrep, rüyayla yönlendirilmiş. Bu öyle değil. Dört tarikten Şeyh Necmeddin Mahmud İsfahani, Şeyh Ebu Medyen Mağribi gibi isimler burada var. Ne alıyor? Rufaîye bir, Suhreverdiye iki, Şazeliye üç, Medyeviye dört. Bu dört tarikten bu hazretimin icâzeti var ama bunlarda kalmıyor. Kendisi kutupluk makamına ulaştıktan sonra kendi yolunu, kendi tarzını, kendi tavrını ortaya koyuyor. İstanbul’da şu anda var olan zâhirde ve bâtın ile mamur olan bir pîr var. Cenâb-ı Nureddin Cerrâhi. O zatın iki mürşidi var. Biri Ali Alâeddin Köstendili. O Ali Alaeddin Köstendili ile bizzat mürid-mürşid alâkaları var. Ru be ru görüşmüşler onlar ahz-ı feyiz etmiş Cenâb-ı Pîr. Ama manevi olarak irşadını aynı zamanda Cenâb-ı İbrahim Düssûkî’ den de almış. Zülcenaheyn geliyor. Yâni ben tabi zâhir ve kaba mânasıyla konuşayım. Efendim bir canlıdan bir de meyyitten ahz-ı feyzediyor. Bu tabi yanlış. Oradaki canlı oradaki meyyit. İkisi de onların canlı. Birbirini tamamlıyorlar. Çift taraftan ahz-ı feyiz. Kutupla doğrudan doğruya irtibat. Arada vasıta yok. Böyle bir şey. Bu zevatın bu tasarrufları hâlâ devam eder.  

Yine bir şey, söz söyleyelim.”Dü cihanda hem tasarruf ehlidir ruh-u velî” diyor şair. 

Dü cihanda hem tasarruf ehlidir ruh-u velî
Deme kim bu mürdedir, bunda nice derman ola

Bu ölmüştür bundan bir fayda gelmez deme. 

Ruh şimşir-i Hüdâdır ten gılaf olmuş ana. 
Dahi a’la kar eder, bir tığ ki, üryan ola

Atıf var telmih var. Ruh bedenden ayrıldığı zaman kılıç kından çekilmiştir. Dahi a’la kar eder, bir tığ ki, üryan ola. Çıplak kılıç kındaki kılıca göre çok daha etkilidir, keskindir. Onun hesabı sorulmaz, böyle bir hadise.

Düssûkî hazretleri diyor ki ”Mürid her konuda şeyhe bağlı olmalıdır”. Bunu daha sonrakiler şöyle ifade etmişlerdir; ”Mürid bir mevta gibidir” nasıl bir mevta? “gassalin elindeki mevta gibidir”. Hepimizi son günümüzde yatıracaklar, bizi güzel yıkayacaklar, paklayacaklar, kokulara sarıp sürecekler, efendim beze saracaklar, yollayacaklar bir yerlere, bu böyle. İradesi yok demek. Zaten mürid o demek, iradeyi teslim etmiş olan demek. Ama diyor ki şeyh de müridine kendi evlâdı gibi muamele etmelidir. Hadi bakalım. Mürid şeyhine her konuda hiçbir kayd ü şart komadan bağlı olmalıdır. Ama şeyh baba da müridine kendi evlâdı gibi bakmalıdır. 

Hani benim de hemen aklıma geldi. Efendimiz (sav), Cenâb-ı Fatıma’yı Hz. Ali’ye tezvic edeceği zaman, ‘-verir misin ?’, ‘-veririm’, diyor. “-Ama bir şartım var” diyor. Sen, diyor “-Cenâb-ı  Fatıma’nın kölesi olacaksın” diyor Cenâb-ı Ali’ye. – ‘-Eyvallah’ diyor o da, ‘-olurum’. “-Ama bir şey daha söyleyeceğim”. ‘-Buyur ya Resûlullah’ “- Cenâb-ı Fatıma da sana senin cariyen gibi muamele edecek” diyor. Bu ne demektir? ‘ben’ kalkıyor aradan. Bu ben var ya, hep araya girer, o kalkıyor aradan. Kölenin efendisine karşı bir iktidarı olur mu, bir iradesi olur mu, peki cariyenin hanımına karşı bir iradesi olur mu ? o da olmaz. Ne derse eyvallah. Eğer köle ve cariye böyleyse. Düşünün ki bir beyefendi bir hanımefendiyi efendim taht-ı nikâhına almış. Ama o ona cariyesi gibi bakıyor. O ona kölesi gibi bakıyor yâni, ben yok. İşte burada da aynı şeyi görüyoruz. Tek taraflı değil hadise. Yâni bir baba şefkatiyle yaklaşıyor, evlât gibi bakıyor. Tabi bu zevatın şefkati, rahmeti, hizmeti olağan insanların fevkalâde üstünde. Kim evlât olmak istemez böyle insanlara değil mi? hadise bu. 

Diyor ki “Efendi baba, bize nasihat et bir iki misalle bizi irşad et”. Geliyor tabi nas, hazretteki nuru görüyorlar, güzelliği görüyorlar. Arılar gibi geliyor nasıl geliyor çiçeğe şimdi ilkbahar. Diyor ki Türkçe’de güzel bir beyit var, 

Kendisi muhtac-ı himmet bir dede 
Nerde kaldı gayriye himmet ede

Bunu adam tevazuundan söylemiyor. Cenâb-ı Allah’ın o azametini kudretini temaşa ediyor. Allah ona gösteriyor. Ona bakıyor, bir de kendine bakıyor. Bakıyor ‘ben bir hiçim’ diyor. Esas işte o makamdır ki insanlara hizmet makamıdır. İnsanları aydınlatma, insanları bir irşad etme makamıdır. Allah’tan alıyor, hiçbir şey kalmıyor kendisinde, öbür tarafa geliyor. Ama kendi idrak ettiği, ‘kendisi muhtac-ı himmet bir dede, nerde kaldı gayriye himmet ede’ diyor. 

Sonra iki cümleyle nasihati tamamlıyor. Diyor ki “Nasıl kulluk yapılacağını öğreneceksiniz”. Kulluk nasıl olacak? ‘ben bilirim’ yok. Ha nasıl kulluk yapılacağı da ben bunu tabi biraz ukalalık edeyim. Kitaptan öğrenilmiyor, güzel kullardan öğreniliyor. Nasıl her sanatı kitaptan okursun, bir de gidersin bir üstadın yanına. 

Bir üstada olsam çırak / hep bir olsa yakın ırak. E sonra.

Kemiğimden yapsa tarak, yar zülfünün tellerine

Yâni bir üstada çırak olmak için kemiğinizin tarak yapılmasına razı olacaksınız. Öyle yakın, ırak. Bir üstada olsam çırak / hep bir olsa yakın ırak. E güzel, peki bedeli?

Yapsa kemiğimden tarak, yar zülfünün tellerine

Zülüf, ne mazmunlar var orada. Sonra diyor ki “Bu kulluğu öğrendin kulluğa müdavemet edeceksin, sana yakîn gelinceye kadar ibadete kulluğa müdavemet”. Ölüm gelinceye kadar. ‘Ben oldum’ değil, yok böyle bir şey. Sana yakîn gelinceye kadar öğrendiğin şekilde kulluğa müdavemet edeceksin. 

Bir başka hikmet daha söyleyelim ‘İlim amelin oğludur’ diyor. İlim niye öğrenilir? amel etmek için öğrenilir. Onun için faydasız ilimden Allah’a sığınıyoruz bizler. Eğer ilim öğrendin amel etmedinse o ilim senin üzerinde bir yüktür. İlim de bunun için öğrenilir. Ha burada hemen yine bir kapı açıyor. Müzemmil suresinde, ‘Kuran’dan kolayınıza geleni okuyunuzdan, amelden de kolayınıza geleni yapınız’ a çeviriyor işi. Ama ne ile? nasıl yapılacağını öğrenmekle ve müdavemet etmekle. 

Yine anlatmışlardır ki asr-ı saadette ashabdan bazıları nevâfil üzerinde çok duruyorlar. Ve Cenâb-ı Resûlullah’tan diyorlar ki ‘bize nevâfil -nafile tabir ettiğimiz-ibadetleri söyle biz yapalım’. Bazısına efendimiz beyan buyuruyorlar, bazısına buyurmuyorlar. Buyurmadıkları ‘Böyle kalsın, siz bu namaza müdavemet edin, bu oruca müdavemet edin, şu tesbihata gidin, şu sadakayı verin’. İstiyorlar onlar ibadette de ileri gidiyorlar. Efendimiz vermiyorlar. Bir daha, bir daha deyince. Çünkü efendimizin ağzından çıktığı anda ok yaydan çıkmıştır. -Peki, diyor. Gönlün olsun, şu namazı kıl, şu orucu tut. Hazret uzun yaşıyor. Kırk yaş, elli yaş, altmış yaş. Abdest ibriği ağır gelmeye başlıyor. Arabistan günleri uzun, havalar sıcak. Kırk yaşında orucu fışşt diye tutarken, altmış yaşında ahh, ohh diye yetmiş yaşında üff artmaya başlıyor. Diğer Ashab bakıyorlar, işin hikmetini anlıyorlar. Çünkü o Allah’ın nazarıyla bakıyor.  

Onun için bize buyurulmuştur ki ‘size verilenle iktifa edin, verileni doğru dürüst yapmaya bakın. Siz bilmezsiniz, bilenler bilir, kimin hayatı ne kadar, kimin istikbâli ne? siz anlamazsınız. Hırs sahibi olmayınız’. İşte hazretim de diyor ki, ‘Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyunuz’. Bu âyet-i kerîmeye istinaden herkese farklı dersler veriyor. Çünkü her çocuğun kaldıracağı yük aynı olmaz. Farklı yükleri kaldırabilir yahut kaldıramaz. İmam-ı Şarani kendisi hakkında uzun şeyler var işte. Büyük rütbeler, melekûti âlemde esrara vakıf idi, onları şöyle geçiyoruz. Efendim şöyle bir husûsîyeti var Cenâb-ı Düssûkî’ nin, gerek avâm gerek havas, herkese kendisini sevdirmiş. Neden? çünkü herkesi sevmiş. Hani var ya şarkıda ‘Sevmek mi güzel yoksa sevilmek mi, ne dersin? diyor.

Şimdi efendim sevmeden sevilmezsiniz. Bu insanlar çok acayip mahlûklardır. Sevildiğini gözünüzden anlar, sözünüzden değil jestten. Gözünüzden anlar gözünüzden. O muhabbet nazarıyla bakıyor musun, bakmıyor musun? nereye nasıl bakıyorsun gözler şıp diye anlar, hiç de renk vermez. Siz seviyor gibi yaparsınız, o da sizi seviyor gibi yapar. Gibi yapar. Ama ne zaman ki bir mesele ortaya çıkar ciddi problem, ‘efendim bana müsaade işim var’ öteki alır pabucu gider, beriki alır başörtüsünü gider, öteki alır şemsiyeyi gider. Yapayalnız kalırsın. O zaman anlarsın sevildin mi sevilmedin mi. Dizine vurup ah etme, çünkü sen insanları sevmemişindir. Ama bakarsın sen zannetmezsin onları sevdiğini, ama içinden muhabbet artmıştır. Çünkü o muhabbet sana ait bir şey değil. Onu verirler, sen de tutamazsın onu akıtırsın. Bir mesele çıkar, telefon açar, ’aa şöyle oldu, geliyorum ne istersin benden?’ gelme-gelir, getirme-getirir. Para, para getirir,  yemek,  yemek getirir. Kimi tebessüm getirir o zaman sevildiğini anlarsın. İşte bu hazretim de, bütün gözler ona bakıyor. Tasarrufu var, velayet sırrı verilmiş. Ama daha mühimi avâm - havas herkes kendisini seviyor. Herkesin kendisine muhabbeti var. 

Hayatının son günü, bir gün tekkede bulunurken biraderi Seyyid Musa Düssûkî o arada Ezher Camii’nde- o zaman medrese-ders veriyormuş. Bir nakîbine demiş ki; ‘Git biradere selamımı tebliğ et, zâhirinden önce bâtınını temizlesin’. Ve tabi nakîb hemen gidiyor efendinin emrini tebliğ ediyor. Birader Seyyid Musa’ya tebliğ ettiği anda Seyyid Musa dersi kesiyor, hemen kendi karyesi Düssûk’ a dönüyor. Görüyor ki ağabeyi Hazreti Şeyh, Hakk’ın rahmetine kavuşmuş. Sene 677 miladi 1277. Moğollar gelmişler Bağdat’ta İslam halifesini tard etmişler, katletmişler. İslam halifesi şu anda Kahire’de. İslam dünyasının boynu bükük. Hazret de bu resim içerisinde irtihâli dâr-ı beka ediyor, zâhiren. Ama manevi feyzi her birisinin üzerlerimizde olsun inşallah. Bu kadar. 

Gene bir ilâhiyle nutk-u şerîf ile bitirelim derim. Cümle dinleyenleri de Allah’ın rahmetine, azizlerin himmetine, Cenâb-ı peygamber efendimiz s.a.v. ‘in şefaatine emanet eylerim efendim.

Canım erenler yolu inceden ince imiş
Süleyman’a yol kesen şol bir karınca imiş

Aşığın gözü yaşı dünü gün durmaz akar
Aşığın ağladığı maşuk sorunca imiş

Dört kitabın manasın okudum hâsıl ettim
Aşka gelince gördüm bir uzun hece imiş

Ben dervişim diyenler, haramı yemeyenler
Haramın yenmediği ele girince imiş

İki kişi söyleşir Yunus’u görsem deyu
Biri der ki ben gördüm bir âşık koca imiş

Bir Eser- Canım erenler yolu inceden ince imiş /Süleyman’a yol kesen şol bir karınca imiş

Diğer Kayıtlar
Başlık Eklenme Tarihi Paylaş Oku Ekle Süre Beğen
playlist play 01.Genel Giriş, Olanlar Şeyhi'nin Tasavvuf Manzumesi 27.05.2020 playlist oku playlist ekle 29 playlist like
playlist play 02.Olanlar Şeyhi'nin Tasavvuf Manzumesi 2 27.05.2020 playlist oku playlist ekle 27 playlist like
playlist play 03.Dede Ömer Ruşeni ve Eşrefoğlu Manzumeleri 27.05.2020 playlist oku playlist ekle 21 playlist like
playlist play 04.Peygamber Efendimiz ve O'na Yazılan Naat Örnekleri 27.05.2020 playlist oku playlist ekle 25 playlist like
playlist play 05.Peygamber Efendimize Dayanan Tasavvufi Neşve 1 28.05.2020 playlist oku playlist ekle 14 playlist like
playlist play 06.Peygamber Efendimize Dayanan Tasavvufi Neşve 2, İlk Mutasavvıflar 28.05.2020 playlist oku playlist ekle 18 playlist like
playlist play 07.Aktab-ı Erbaa, Abdülkadir Geylani 28.05.2020 playlist oku playlist ekle 17 playlist like
playlist play 08.Aktab-ı Erbaa, Abdülkadir Geylani 2, Ahmed el Rufai 28.05.2020 playlist oku playlist ekle 24 playlist like
playlist play 10.Evtad-ı Erbaa, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Hacı Bektaş Veli 01.06.2020 playlist oku playlist ekle 31 playlist like
playlist play 11.Evtad-ı Erbaa, Hacı Bayram-ı Veli, Şeyh Şaban-ı Veli 01.06.2020 playlist oku playlist ekle 28 playlist like
playlist play 12.Genel Olarak Mutasavvıf Şairler 01.06.2020 playlist oku playlist ekle 21 playlist like
playlist play 13.Ah Nice Bir Uyursun, Yunus Emre 01.06.2020 playlist oku playlist ekle 18 playlist like
playlist play 14.Mail Oldum Bahçesinde Hurmaya, Yunus Emre 01.06.2020 playlist oku playlist ekle 14 playlist like
playlist play 15.Dağlar İle Taşlar İle, Yunus Emre 01.06.2020 playlist oku playlist ekle 15 playlist like
playlist play 16.Mevlam Sana Ersem Diye, Yunus Emre 05.06.2020 playlist oku playlist ekle 23 playlist like
playlist play 17.Gelin Gidelim Efendim Allah Yoluna, Yunus Emre 05.06.2020 playlist oku playlist ekle 11 playlist like
playlist play 18.Milki Bekadan Gelmişem, Yunus Emre 05.06.2020 playlist oku playlist ekle 23 playlist like
playlist play 19.Gönül Hayran Olupdur Aşk Elinden, Yunus Emre 05.06.2020 playlist oku playlist ekle 16 playlist like
playlist play 20.Kabenin Yolları Bölük Bölüktür, Yunus Emre 05.06.2020 playlist oku playlist ekle 17 playlist like
playlist play 21.Gani Mevlam Nasib Etse Varsam Ağlayı Ağlayı, Yunus Emre 05.06.2020 playlist oku playlist ekle 14 playlist like
playlist play 22.Noldu Bu Gönlüm, Hacı Bayram Veli 06.10.2020 playlist oku playlist ekle 26 playlist like
playlist play 23.Çalabım Bir Şar Yaratmış, Hacı Bayram Veli 06.10.2020 playlist oku playlist ekle 21 playlist like
playlist play 24.Bağrımdaki Biten Başlar Muhammedin Aşkındandır, Seyyid Seyfullah 27.10.2020 playlist oku playlist ekle 21 playlist like
playlist play 25.Mevlam Ver Aşkını Bana, Seyyid Seyfullah 27.10.2020 playlist oku playlist ekle 23 playlist like
playlist play 26.Esma-i İlahiyede Bihad Hünerim Var, Niyazi Mısri 01.01.2021 playlist oku playlist ekle 22 playlist like
playlist play 27.Gir Semaya Zikrile Gel Yane Yane Hu Deyu, Niyazi Mısri 01.01.2021 playlist oku playlist ekle 14 playlist like
playlist play 28.Derman Arardım Derdime, Niyazi Mısri 01.01.2021 playlist oku playlist ekle 30 playlist like
playlist play 29.Çün Sana Gönlüm Mübtela Düştü, Niyazi Mısri 01.01.2021 playlist oku playlist ekle 21 playlist like
playlist play 30.Allah Emrin Tutalım, Yunus Emre 06.01.2021 playlist oku playlist ekle 20 playlist like
playlist play 31.Bu Aklu Fikrile Mevla Bulunmaz, Yunus Emre 06.01.2021 playlist oku playlist ekle 10 playlist like
playlist play 32.Aşk Bezirganı Sermaye Canı, Yunus Emre 06.01.2021 playlist oku playlist ekle 20 playlist like
playlist play 33.Dolap Niçin İnilersin, Yunus Emre 22.02.2021 playlist oku playlist ekle 25 playlist like
playlist play 34.Ben Dervişim Diyene Bir Ün Edesim Gelir, Yunus Emre 22.02.2021 playlist oku playlist ekle 16 playlist like
Kabe
Canlı Yayın
Şuan Canlı Yayın
Cüz - Kur’an-ı Kerim Meali 2
AKRA CANLI
 / 
player image icon close icon
AKRA CANLI
Cüz - Kur’an-ı Kerim Meali 2
Cüz - Kur’an-ı Kerim Meali 2 Add Icon volume up
 / 
Canlı Yayın
fast rewind
fast forward
Playlist
Bu özelliği kullanabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir
  
Fikrini Paylaş
TAAHHÜTNAME

Hazırlamış olduğum ve sitenize gönderdiğim/ teslim ettiğim, tamamen orjinal ve bana ait olan, projemin/görüntü veya kaydımın, AKRA MEDİA tarafından kendisine ait kablolu/karasal/uydu, şifreli/şifresiz, free/paralı TV, video, DVD, VCD,VHS ,radyo, kaset, sinema ve sair mevcut yada ortaya çıkacak her türlü İşaret, ses ve /veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletim hakkı ve tüm internet siteleri ve sosyal medya platformlarında yayınlamasına, çoğaltma hakkı, yayma hakkı, işleme hakkı ve temsil hakkının kullanılmasına süresiz olarak müsaade ediyorum.

Projemin/görüntü veya kaydımın, bant, CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player, dijital kayıt vb. tüm yollarla kayıt, çoğaltma ve dağıtım haklarını, bilişim veya iletişim ortamında görüntülenmesini, iletilmesini, okunmasını, izlenmesini, dinlenmesini vb. interaktif veya normal CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player vb. şekilde basılarak veya ses kayıtlarının metin haline getirilip kitap olarak piyasaya sunulmasını sağlayacak her türlü materyal üzerine kaydı ile çoğaltılması, kullanılması, işlenmesi, yeniden ve genişletilmiş şekilde sesli, yazılı ya da görüntülü yayın haklarını, bu suretle de çoğaltılarak kullanılması, dağıtılması, pazarlanması vb. fikri, mali ve manevi haklarımın tamamını, programda gerekli görülen değişiklikleri yapma haklarımı bila bedel olacak şekilde, AKRA.MEDİA sitesine ve bu site'nin yetkilisi ve sahiplerine devir ve temlik ettiğimi, beyan, kabul ve taahhüt ederim.

Şehir Seçin
Close