İlke ve Değerlerinden Ödün Vermeden
Özgür Yayın Platformu Olarak Kalsın Diye
İmsak04:35 Güneş06:09 Öğle13:08 İkindi16:54 Akşam19:57 Yatsı21:24
Hava - Hava durumuAçık 14°C Nem %32
Türkçe
24 Şevval 1446 21 Nisan 2025 Pazartesi
24 Şevval 1446
İMSAK GÜNEŞ İŞRAK ÖĞLE İKİNDİ AKŞAM YATSI
04:35 06:09 06:54 13:08 16:54 19:57 21:24
Giriş Yap

11.Evtad-ı Erbaa, Hacı Bayram-ı Veli, Şeyh Şaban-ı Veli

Sükunetin Sesi

Bugün Horasan’dan yola çıkacağız Diyar-ı Rum’a doğru inşallah. Ağzınıza sağlık efendim. Gayet güzel öğreniyoruz bizi biz yapan değerleri, tasavvuf büyüklerini, o unutulmaz nutk-u şerîfleri, metinleri okuyoruz. Bugün bizi Horasan’dan alıp götüreceksiniz inşallah hocam. 

-Birileri götürmüş, biz de o kafileye inşallah iştirak edeceğiz. Kafilenin bir kenarında hep beraber Horasan’dan Anadolu’ya geleceğiz. Ama isterseniz Horasan’a nasıl gittik önce oradan başlayalım. Çok kısa hulâsa etmeye çalışacağım. Cenâb-ı Peygamber (s.a.v.) İslam’ı tebliğ ettikten sonra, tabi önce Mekke sonra Medine, ondan sonra Raşid Halifeler devrinde İslam dünyaya kendi haberini tebliğe başlıyor. Hz. Ömer devrinde bir kol İran’a, bir kol Bizans’a yürüyor. O zamanki İran ve Bizans iki büyük süper güç. İran fethediliyor ve tümüyle İslam mülküne iltihak ediyor. Ve onlar kitab ehli değil. Burası mühim. Bizans mağlup ediliyor ama Bizans’ın İslam mülküne ilhakı daha sonra gerçekleşiyor. Burada bir yan sokağa sapalım izin verirseniz. 

Bu ilhakın başlangıcı yâni Diyar-ı Rum’un İslam mülküne ilhakının başlangıcı 1071’dir, bitişi de 1453’dür. Ve bu da Alparslan ve Fatih. Bu Selçuklular ve Osmanlılar birbirinin devamı olan iki büyük siyasi güçtür. Sadece siyasi güç değil, bir büyük medeniyet gücü. O şekilde Diyar-ı Rum’un Osmanlı’ya ilhakı. Bu hâl devam ederken İslam orduları bir taraftan Endülüs tarafına, Şimali Afrika’ya. Bir taraftan da, İran üzerinden Horasan’a doğru ilerliyorlar ve Türkistan fethediliyor. Sekizinci yüzyılın başlarında yâni yedi yüz’lerin başlarında, yedi yüz elli’lerde de Türkler İslam ile müşerref, tanışıyorlar. Yâni İslam’la karşı karşıya geliyorlar. Bu tanışma, çok kısa bir zamanda İslam ile müşerref olmaya dayanıyor. Ve Horasan dediğimiz bölge Türkistan’ın güneyi, İran’ın kuzeyi; aradaki bölge çok kısa bir zaman içerisinde İslam medeniyetinin mühim merkezlerinden biri hâline geliyor.

Horasan önemli bir bölge. Şimdi şöyle söyleyelim. Eğer bir medeniyet diriyse, hayatiyeti varsa ve insanlara bir şey söyleyecek yeni bir sözü mevcutsa; o medeniyet uzun zamanlar, uzun asırlar beklemez. Söyleyecek sözünü söyler ve etki altına alır insanları. İşte Horasan’da da böyle olmuştur. Kadim bir topraktır ama orada İslam medeniyeti kendi özünü buluyor. Tabiatıyla bir medeniyet ailesi, bir medeniyet havzası adeta mıknatısın madenleri çektiği gibi kitleleri cezbeder. Bunun içinde maddi şartların mükemmeliyeti de vardır. Manevi derinliğin güzelliği, letafeti, lezzeti de vardır. Ve Orta Asya’dan Türk kitleleri akmaya başlıyorlar batıya doğru. İran’ın kuzeyinden geçiyorlar.  

Bu arada 1040’da Selçuklu Devleti kuruluyor ve sonra Batı’ya doğru akış devam ediyor. Çünkü Irak, İran, Suriye vesaire meskûn bölgeler. Orada yerleşik insanlar var ama Diyar-ı Rum cihat bölgesi. Ve 1071’de Anadolu’nun kapısı, kilidi açılıyor. Bu tarihi bir süreç ama hiç unutmaması gerekiyor ki insanların, her tarihi sürecin yahut her askeri sürecin ardında çok güçlü bir medeniyet desteği var, medeniyet telâkkisi var. Nereden anlıyoruz? çünkü bu tarihi süreç parlayıp sönmüyor. Hani bir şimşek gibi çaktı ve bitti. Hayır böyle değil. Çaktı ve aydınlığı, harareti devam ediyor. Ne zamana kadar? bugüne kadar. Anadolu 1071’de İslam’a açılıyor. Uzun bir hikâye. Aşağı yukarı yüz sene kadar devam ediyor, Anadolu’da Müslümanların kalıp kalmayacağı. Müslüman Türkler bunlar. Çünkü Bizans direniyor. Haçlı seferleri Bizans’a yardıma geliyor. Kudüs’ün geri alınması için büyük faaliyet var Avrupa’da. Bu işin kritik noktası, karar aşaması 1176 Miryokefalon Düzbel meydan muharebesi. 1071-1176 yüz beş sene. Bu savaşta Bizans mağlup olunca Denizli’nin batısı Bizans’a kalıyor. Denizli’nin doğusu ve doğu illeri Selçuklu’da kalıyor. Tabi çok karışık bir atmosfer. Ama tekrar bakınız medeniyetin maddi unsurları Kösedağ Savaşı’na kadar 1243, arada altmış yedi sene var, inşa ediliyor; refah geliyor ve bu refaha bir manevi destek de lâzım. Takdir-i Hüdâ bu manevi desteği Horasan’dan Anadolu’ya yolluyor.  

Subh u şam ey gönül çekelim gülbank
Hayırlar fetholsun şerler defolsun
Niyaz et muradın Mevlâ'dan iste
Hayırlar fetholsun şerler defolsun

Bin bir ismin biri Kadiyü'l-hacat
Ondan hâsıl olur her türlü necat
Yere yüzler sürün eyle münacaat
Hayırlar fetholsun şerler defolsun

Perişan fetheyle hayra dehanın
Daima zikretsin Hakk'ı zevâtı
Eşiğine baş koy Hacı Bektaş'ın
Hayırlar fetholsun şerler defolsun

Bir eser – Subh u şam ey gönül çekelim gülbang / Hayırlar feth olsun, şerler defolsun 

-Şimdi ne olmuş Horasan’da isterseniz biraz ona bakalım. Şimdi, her büyük medeniyet hamlesi kendini simge şehirlerde gösteriyor. İslam medeniyetinin üç tane temel şehri var. Bunlar kutsal şehirler; Mekke, Medine ve Kudüs-ü şerîf. Bunların dışında İslam medeniyetinin kendi kurduğu, kendini temsil ettiği, kendini arz ettiği, kendini yaşattığı şehirler var ki, bunların başında Bağdat gelir. Dokuzuncu asrın başında Bağdat şehrini kuruyor İslam medeniyeti. O Bağdat şehri küçük bir köy, Dicle kenarında müthiş bir şehir olarak ortaya çıkıyor. Planlanmış, hesaplanmış. Medeniyet kendini orada ifade ediyor. Önce kendi insanına, sonra bütün dünyaya ifade ediyor. Hem ticaretiyle, hem ilmi irfanıyla ifade ediyor. Bugün dahi Bağdat şehrinin dünya üzerindeki yerini herkes takdir etmiştir. Cehâlet sahibi olanlar hariç tabiatıyla. Oradan ilim, irfan, refah, teknoloji, servet bütün İslam âlemine yayılıyor. İşte Horasan, Bağdat şehrinden eski tabiriyle - nimetlenen bir bölge. Orada da büyük merkezler var. O merkezlerde hem ilim hem irfan hem de refah, saadet paylaşılıyor. Medeniyet bütün gücüyle yaşıyor.

İşte buralardan Anadolu’ya bir büyük manevi destek geliyor. Bu manevi desteğin bilinen iki tane mühim şahsiyeti var. Esasında Anadolu’yu dirilten dört büyük direk, biz bunlara Evtad-ı Erbaa diyoruz. Dört büyük direk mânasına. Diğer ikisi Anadolu kökenli ama ilk ikisi Horasan kökenli. Hz. Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî ve Hacı Hünkâr Bektaş-ı Velî. Bunlar geliyorlar buraya. Nasıl geliyorlar? orada bir ilim ve irfan terbiyesinden geçtikten sonra. Şimdi, bu zevatın ilim ve irfan noktasındaki nasiplerini biz takdir edemeyiz. Şöyle düşünebiliriz; ilim dediğimiz hadise bir takım tesbitler yapar. Çünkü ilmin müdellel olması lâzım, delillere dayanması lâzım. Ve bir sürecin sonucu olarak ilmî payeler elde ediliyor. Ama bir Müslüman olarak biz şunu biliyoruz ki; Cenâb-ı Allah ‘Ol’ dediği zaman oluyor. O zaman kendi ilmî ezelisinden herhangi bir kuluna ‘bil’ dediği zaman bilir. Yunus’un ilâhisinde var; “Âlimsin âlim” diyor “doğrudur yolum ağzımda dilim hu demek ister”. Âlimsin âlim. Esmâdan âlim ismi, o da esmâdan bildirir. Miktarı kâfi, ne kadar takdir etmişse. Dolayısıyla formel eğitim, tabi ki başımız üzerinde yeri var. Ama isterseniz buna Frenkçe bir ad koyalım; unformal eğitim. Bu eğitimi kimse bilmez. Dolayısıyla bu da vardır bizim itikadımızda. Hele irfan ehlinde bu çok daha ağır basar. Hiç mektep, medrese görmemiş bir irfan ehli görürsünüz, hayatın bütün problemlerini usûletle ve sühûletle hall ü fasl ediverir. Bin cilt kitap okusan onu sen halledemezsin, onun bir sözü halleder. Buna da birçok insan şahit olmuştur. Yahut da şahit olmuştur ama ehemmiyet vermemiştir. Sonra “ya veylena” der, ben ne yaptım der, böyle bir hadise. 

Bu gelenlerden ikisinden söz ettik. Nasıl geliyorlar bunlar? bir tanesinin gelişi çok açık. Uzun bir güzergâh takip ediyor. Biliyorsunuz bu manevi yolda bir halvet var bir de celvet var. Halvet, uzlet demek. Yâni insanlardan, nasdan, nasla olan ilişkilerden, daha doğrusu dünyevi gıll ü gışden kendinizi tecrit ediyorsunuz. Nasla uğraşmaktan kendinizi güft ü güdan, dedikodudan alıkoyuyorsunuz. Bu dedikodu çok tatlı bir şeydir. İnsanlarla ülfet etmek çok tatlı bir şeydir. Ondan alıkoyuyorsunuz kendinizi. Böylece tecrit başlıyor. Tecrit başladığı anda siz boş kalmazsınız. Mâsivallahdan uzaklaştığınız anda sizin kalbinizi Allah doldurmaya başlar. Huzurla. Önce bir sıkıntı olur. Sonra yavaş yavaş huzurla, muhabbetle, tefekkürle, teemmülle, yeni tabirle mutlulukla dolmaya başlarsınız. 

Diğeri de celvet. O da yol ihtiyar etmek. Yolculuk zordur. Bugün de zordur yolculuk. Bir defa insan bir mekâna bağlı yaşamak ister. Evim dersiniz, memleketim dersiniz, şehrim dersiniz, sılam dersiniz. Dersiniz de dersiniz. Ama “ey garip bülbül” diyor Hz. Niyâzî, “Senin yurdun kandedir” diyor. Neden? çünkü bu yurt, bu dünya bizim yurdumuz değil. Geldik, gideceğiz. Gelip gitmek hâlini hepimiz bildiğimiz halde pek inanmayız ona yâni. Ta gidene kadar. Ama biliyoruz ki gel dendiği zaman veya dön dendiği zaman “irciî” emri hitabı geldiği zaman dönmemek elde değil. Dolayısıyla böyle bir celvet hâli, yolculuk hâli. 

Yolculuk, işte o da mesela Hz. Mevlânâ’ya baktığımız zaman başlangıçta…Bunu kitaplar yazıyorlar da şöyle yâni aklımda kalanları, bende iz bırakanları, beni inşa edenleri belki aziz sâmiîn diyeyim isterseniz. Dinleyiciler, sâmiîn de müstefid olurlar diye aktarmaya çalışıyorum. Bir yolculuk hâli var. Belh’de bir ilim, irfan tedrisi var. Ama sonra uzun bir yolculuk var. Kitaplardan o yolculuğun teferruatını öğrenirsiniz. Yâni yolculuğun zirve noktası Hicaz, Mekke, Medine. Karar noktası Anadolu. Hz. Hünkâr da, buna benzer böyle bir yolculuğu var. Hz. Hünkâr’ın medrese tahsilinden söz etmiyorlar. İşte o ‘bil’ deyince bilenlerden. Cenâb-ı Mevlânâ da öyle ‘bil’ deyince bilenlerden. Okursunuz da bir kulağınızdan girer, hatta girmez bile. Ama bazı sözler bir kulağınızdan girer ve zihninize, daha önemlisi kalbinize çakılır, hakedilir. Onu unutmanız mümkün değil. Böyle insanlar bunlar. Geliyorlar burada ne yapıyorlar? burada dergâh açıyorlar.  

Şimdi, ilimden size biraz bahsedeyim. Ömer Faruk Barkan, merhum büyük âlim. Onun kırk’lı yıllarda neşrettiği bir makale var. Anadolu’daki Kolonizatör Türk Dervişleri. İlim cihetinden bakıyor Hazret, sosyoloji cihetinden bakıyor. Çünkü Anadolu bir dönüşmüş medeniyet arzı. Yâni daha önce putperest bir medeniyetten sonra Hıristiyanî bir medeniyete dönüşmüş. Onu Hıristiyan azizleri yapmışlar Hz. İsa’dan sonraki yıllarda. Sonra da onüçüncü asırda Hıristiyanî bir medeniyetten İslami –Sünni- bir medeniyete dönüşüyor. Diyor ki; bunlar geldiler, burada bir ribat açtılar. İlim söylüyor bunu şimdi. Ne o ribat? ekiyor, biçiyor, hizmet ediyor, yemek pişiriyor ve insanlara o yemeği ikram ediyor. Kime? herkese. Hiçbir şey sormadan hizmet ediyor insanlara. Bu kolonizatör dediği de, tabi şimdi bunun Batı’nın koloni fikriyle bağdaştırılması fevkalâde yanlış. Ama ilim olunca o tabiri kullanmak zorunda kalmış hoca, tahmin ediyorum. Hâlbuki bu böyle bir hadise değil. Anadolu’nun İslam ile müşerref olacağını bilmiyorlar. Ama onlara emrolunan, ‘git orada hizmet et’. Kime? ademoğluna. İnsanlara hizmet et.   

Yakın tarihten örnek vereyim; Amerika’da bir halveti cerrahi dervişi, şimdi Şeyhi. Efendisinden şöyle bir tâlimat alıyor. Ki, o hazret Amerika’da sanatkâr, sanat tarihi müderrisi üniversitede vs. Diyor ki efendisi; “Sen git ben sana vazife verdim, seni mezun kıldım. Git bir mutfak aç ve haftada bir gün, ramazanda mümkünse bütün ramazan yemek pişir ve kim gelirse hiçbir şey sormadan o yemeği ona ikram et”. Karşılıksız. Böyle başlıyor hadise ve tabi hadise böyle başlayınca arkasından devamı geliyor. Çünkü insanların müşkülleri bitmez. Karnı açtır, doyar. Doyunca evine götürmek ister. Onu da verirsin biraz. Problemi vardır ‘bu adam karnımı doyurdu belki hanımla aramızı da yapar’ der. Parası yoktur  ‘belki bana biraz çıkma yapar da şu işimi hallederim’ der. İnsanlar hep ister, problemleri bitmez. 

Gani olan Allah’tır. Eskiden ad koyarlardı çocuğa; Gani. Onun doğru şekli Abdülgani’dir yâni. Gına kelimesi oradan geliyor. Biz bıktık yerine ‘gına geldi’ diyoruz ya. Bu biz doyduk, zengin olduk artık hiçbir şeye ihtiyacımız yok demektir. Hani gına geldi, biraz kötü konuşulur Türkçede. Kötü manadır bıktık bu işten yâni, hep kabak ye, kabak ye artık gına geldi deriz. Hâlbuki o da bir rızık yâni. 

Mesela koyun niye, hep ot yedim ot yedim bıkmıyor. Biz insanoğlu böyle -zalûm ve cehûl- bıkar. İşte hizmet ediyor bu hazretler. Hizmet edince bir maya tutuyor etrafında. Bakıyorlar onun hâline imreniyorlar. O bir şey söylemiyor, neyine imreniyorlar? huzuruna imreniyorlar.

Bir arkadaşım yeni bir kitabını yollamış. ‘Gençlik yıllarımızda bir İngiliz’le geziyoruz. İkindi ezanı okundu. Demiş ki; ‘ben beş dakika ikindiyi bir farzlayayım şurada’. İngiliz diyor ki; ‘Ne güzel senin gidecek yerin var ama benim gidecek yerim yok’ diyor. Şimdi biz bu şey gibi yâni; “Ol mâhîler ki deryâ içredir, deryâyı bilmezler” gibi bu huzurun içinde yaşıyoruz. İngiliz’in bu huzuru yok. 

İşte o hazretler de ve onların etrafındaki ilk halka da, ilk halekada o huzuru görüyorlar. Bu çok mühim bir şey. Dünya ile barışık hâllerini görüyorlar. Dünyadan bir şey talep etmezseniz dünya ile barışık hâle gelirsiniz. Dünyadan talep ettiğiniz sürece, dünya sizi esareti altına alır. Çok talep ettiğiniz sürece ve talep ettiklerinizi elde ettiğiniz sürece esaretiniz artar, fark etmezsiniz. Dünyadan talep ettikçe dünya sizi esir alır, yakalar. Elinizi bağlar, ayağınızı bağlar, kolunuzu bağlar, gözünüzü bağlar, dilinizi bağlar, en kötüsü de kalbinizi bağlar. Bu hazretler, dünyadan minimal alıyorlar yâni. Minimal. Hep vermeye çalışıyorlar. Peki, bunlara verdiren kim? Rezzâk-ı Âlâ vesile kılıyor. Hiç başkasında aramayınız yâni. Vesile kılıyor. Dert dinleten kim? gene Cenâb-ı Allah vesile kılıyor. 

Öyle insanlar vardır ki fakir onlara erişsin. Problem dinlerler, ama o problem onları kesinlikle bir psikolojik travmaya sokmaz. İletken bakır tel gibi, dinlerler sonra şöyle bir sol tarafa göğsüne bakar yâni kalbine nazar eder ve aklına geleni söyler ve problem çözülür. Adam dert sahibi o problemi zâhir mânada çözemese bile çözdüğünü zanneder ve hisseder. 

Zaten bu dünyada her şey izafidir. Mutlak hiçbir şey yoktur bu dünyada. Siz nasıl hissediyorsanız öyledir hadise. Açsınız, size Allah tokluk hissettirir. O basit. Esas gözünüz açtır, en kötüsü o. Ama gözünüz tok olduğu zaman karnınız da toktur, kalbiniz de toktur. Tek eksiği insanın sonsuza olan iştiyakıdır. O ilâhi aşk. O insanın eksiğidir. O işte hadisenin temelinde o vardır. Ona yaklaştıkça erişmek mümkün olmadığını anlarsınız. Onun için Kur’anda buyuruyor; “Allah’tan gerçek mânada ulema havf eder, korkar” diyor yâni. Biliyor çünkü o. Cühela, ‘yaptım işi tamam’ der. 

Mahir hoca rahmetli söylerdi; “kıl beşi kurtar başı” derdi. O avâmın işi. Sonra baktı ki iş biraz karışıyor. Türkiye yetmişli yıllarda veya altmışların sonunda “Helal haram ver Allah, Ahmet kulun yer Allah”a döndü iş. “Kıl beşi, kurtar başı, ye helal aşı” ekledi onun sonuna bir de yâni. Ona ihtiyaç yoktu çünkü herkes helal aş peşindeydi. Gibi.

Neyse bu zevat buraya geliyorlar; ha bir de şunu söyleyelim; her insanın mizacı farklıdır. Şimdi Cenâb-ı Mevlânâ’nın temsil ettiği tevhid ve muhabbetullah, muhabbet-i Resûlullah, muhabbet-i Ehl-i Beyt aynı şey. Hacı Hünkar’da da öyle. Ama tarzları farklı. Niye? çünkü birisi farklı bir mizaca hitap ediyor, öteki farklı bir mizaca hitap ediyor. Ve Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda ve ilk ordunun tesisinde hem evlâd u Mevlânâ’dan hem Hacı Bektaş hanekâhından temsilci vardır. Kitaplar bunu yazıyorlar. Osmanlı Yeniçeri ordusu ki, devamlı ordu. Yâni mürettep ordu dedikleri eskilerin, tertip edilmiş ordu. Ondan evvel alpler var. Savaş olduğu zaman savaşıyorlar, normal işinde gücünde. Ama devlet kuruldu, mürettep ordu lâzım, hassa ordusu. Orada çifte dua ile bu ordu bir tarafta Hacı Hünkâr, bir tarafta Hz. Mevlânâ ahfâdından bir hazretin duasıyla kuruluyor. Bu iş böyle başlıyor. 

Efendim dinleyeceğimiz bir güzel eser daha. Mevlevi ayinlerinde  malûm farklı güftelerle bestelenmesine rağmen ayin-i şerîfler. Tüm ayinlerin yalnızca üçünün selamında mutlaka Eflâki Dede’nin, Mevlevi yolunun güzellerinden Eflâki Dede’nin şu dörtlüğü yürük semâi usûlünde besteye alınmış.

Ey ki hezâr âferin bu nice sultân olur
Kulu olan kişiler hüsrev ü hâkân olur

Her ki bugün Veled’e inanuben yüz süre
Yoksul ise bay olur bay ise sultân olur

Bir eser - Ey ki hezâr âferin bu nice sultân olur 

-Şimdi, Anadolu mühim bir şey, onun tekrar altını çizerek ifade edelim. Şimdi, İslam hadisesi, İslam olgusu; bir müsteşrik de baksa aynı şeyleri söyleyecektir. Çünkü somut bir hadise yâni olmuş, görünen bir hadise. Değerlendirme değil bu, tesbit. Mekke’de zuhur ediyor, Medine’de neşvünema buluyor, oradan eski kadim medeniyetlerin yer aldığı, yâni burası çok mühim. Suriye bir Hıristiyan ülkesi. İran Sasani, bir Mecusi, Zerdüşt ülkesi. Oraya gidiyor. Şimali Afrika hakeza İslam’la alâkası yok yâni bu yerlerin. Yâni Mısır’a geçiyor mesela. Cenâb-ı Musa meselesini hatırlayın yâni. Cenâb-ı Musa Firavun’a gittiği zaman Firavun mülhid. Kendini tanrı ilan etmiş. Hz. Musa ona hâkim olamıyor, oradan çıkıyor. İşte Kızıldeniz’den geçip Bahri Ahmer’den geçip Filistin’e geliyor yâni. İslam buralara gidiyor ve kendini ifade ediyor buralarda. Bu yâni yedinci asır - onbirinci asra kadar bu macera böyle devam ediyor. Anadolu henüz daha bir İslam memleketi değil. Anadolu siyasi olarak 1071’de İslam’a açılınca, bir-iki asır biraz evvel sözünü ettim mesela Cenâb-ı Mevlânâ’nın vefatı 1273. Yâni on üçüncü yüzyıl. Ailenin gelişi bin iki yüzlerin ortalarında geliyor. Alâeddin Keykubat zamanında geliyor Anadolu’ya. Yâni aşağı yukarı bir ikiyüz sene siyasi buhran var. Bunu şunun için söylemeye çalışıyorum. Bir medeniyet tekevvünü bugünden yarına olan bir hadise değil. Bir zaman alıyor, mayalanması gerekiyor. Toplumun, arzın, medeniyetin, düşüncenin ve duygunun belli bir kıvama erişmesi gerekiyor. Anadolu şunun için önemli, çünkü onüçüncü yüzyıl ve devamında medeniyet merkezi Avrupa yeni bir hamleye sahne oluyor. Bu da Rönesans. Rönesans ciddi bir medeniyet hamlesi. Ve devamı var rönesansın; aydınlanma geliyor, sanayi devrimi geliyor, modernite dediğimiz büyük hareket. Anadolu’daki İslam medeniyeti, moderniteye karşı İslam medeniyetinin gür sesidir. O bir merkez, bu merkezin beslendiği yer Horasan, Horasan’ın beslendiği yer Bağdat ve Hicaz. Bu zinciri iyi kurarsak ana hatlarıyla tekevvünü görürüz. Medeniyetin nasıl tekevvün ettiğini. 

Anadolu’daki bu büyük merkezileşme, bu büyük güç yâni Hz. Mevlânâ’yla başlayan. Tabi bunun bir de ilim ciheti var. O da ayrı bir hadise. Dâvûd-i Kayseri, Molla Fenâri vs. Onları daha tam bizim ilim dünyası tanımadı, yeni yeni fark etmeye başlıyoruz. Bu ikisiyle beraber tabiatıyla sadece irfan ve ilimle olmuyor, dünya hayatı lâzım kitleye. Bunu da Osmanlı devlet anlayışı, Osmanlı politikası gündeme getiriyor. Ama şunu da hiç unutmamak lâzım ki bir devlet politikasının arkasında ciddi bir medeniyet telâkkisi olmazsa o politika düz bir teknikten ibaret kalır. Ruh olmaz. İşte taa son zamanlara kadar yâni II. Abdülhamit’e kadar ki, o reel bir kırılıştı Abdülhamit’in tahttan indirilmesi. Oraya kadar İslam Medeniyet telâkkisi Osmanlı varlığında diriltici güç, bel kemiğiydi hadisenin. Ondan sonra iş değişti. Neticede rönesans karşısında yeni bir yorum geliyor İslam medeniyetine ve Anadolu’da kalmıyor bu hadise. Rumeli’ye geçiyor, Balkanlar çok önemli bir yer. Bosna ve Orta Avrupa. Diğer taraftan Akdeniz’e iniyor hadise. Akdeniz adaları. Akdeniz şimdiki Akdeniz değil. O zaman dünyanın merkezi niteliğinde ve bütün dünya ticareti ana eksen Akdeniz’den geçiyor. Orada kendini var ediyor ve ondan sonra da şimali Afrika’da kendini var ediyor. Bunu bir bütün olarak görüyoruz. Bu büyük varlığın arkasında işte dört direk var ikisi bunlardan biraz evvel sözünü ettim. Hz.Mevlânâ, birisi de Hacı Hünkâr-ı Velî. Hz. Mevlânâ, daha elit bir kitleye hitap ediyor. Zaten tarikatta örgütlenmesini ifade etmedik henüz daha, belki ona hiç gerek yok. Hacı Hünkâr ise halka hitap ediyor ama İslam nokta-i nazarından baktığınız zaman elitle halkın hiçbir farkı yoktur. Şüphesiz dünyevi fark çok aralarında. Ama İslam diyor ki ‘ben insanları sadece ve sadece indi ilâhideki takva dediğimiz özelliğe göre değerlendiririm’. Renk, dil, mezhep, zenginlik bunlar söz konusu değil soy sop bunlar söz konusu değil. Dolayısıyla şu noktanın altını çok kalın çizelim; dünyada, dünya hayatında herkese bir kader nasip olmuştur. Önemli olan o kadere eyvallah deyip o kaderin size takdir ettiği vazifeyi en iyi yapmaktır.

•Küçük bir fıkra ile isterseniz bitirelim veya devam edelim. Eski zamanda hekim elinde çanta, kılığı kıyafeti belli. Fatih tarafında işte bir eve çağırıyorlar. Hastayı muayene ediyor çıkıyor. Sokak o zaman -Arnavut kaldırımı-. Bir usta da taşları diziyor toprak dolduruyor alttan alttan,  işte artık Arnavut kaldırımı yok. Yâni toprağın üzerine taş diziyorsunuz. Altı toprak. Yağmur yağınca çamur olur. Ama tamiri de çok kolaydır, bakımı da kolaydır. Doktor bakıyor ki ustanın yaptığı iş iyi değil. Diyor ki “ Bak taşı yanlış koydun altına toprağı şöyle koy böyle koy” deyince. Bakıyor usta anlıyor kıyafetinden doktor olduğunu, “Çok söylenme” diyor “İkimizin de yanlışını toprak örter” diyor. 

Mühim olan hekimin hekimliğini iyi yapması, yol ustasının da yol işini iyi yapmasıdır. Bu kadar basit hadise. Modern insanın bunu kabulü fevkalâde zordur onun da altını çizelim. Ama biraz evvel sözünü ettiğimiz bu iki büyük hazretin indinde her insan aynıdır. Çakıl taşı ile elmasın aynı olduğu gibi. Kapitalist zihniyetin bunu kabul etmesi mümkün değil. Çünkü temel kabulüne aykırı. Ama bir Allah dostu, bunlar büyük Allah dostları, nerden anlıyoruz? himmetleri ve hizmetleri halen devam ediyor, halen devam ediyor. Sırf Türkiye’de değil, posmodernist çağda bütün dünyada devam ediyor. Dünya daha Cenâb-ı Mevlânâ’yı yeni tanıdı. Şimdi İbn’ül Arabi’yi tanımaya çalışıyor. Daha Yunus’u tanımadı. Hacı Hünkâr’ı tanımadı, bunları bilmiyor daha dünya. Erzurumlu İbrahim Hakkı’yı tanımadı. Bunları bilse bitecek, işte tanıtmıyorlar. Tabi şeytan da giriyor araya, bir de o mesele var. İyi yapmasıdır hadise. Allah ona onu nasip etti, buna bunu nasip etti.

Biliyorsunuz, Sultan Fatih İstanbul’un fethinden sonra bu manevi hazzı hissediyor, yâni görüyor Hz. Akşemseddin’deki letafeti, kendi dünya işindeki kesafeti. Diyor ki “Ben geleyim sana mürid olayım”. “Yok” diyor “senin vazifen o tahtta oturmak. Git onu yap”. Müsaade yok. Hz. İbrahim Ethem’e müsaade var. ‘Tacı, tahtı terk et gel’ diyorlar yâni. Dünya böyle bir dünya.

Horasan erenlerine ve Evtad-ı Erbaa’ya inşallah destur da olursa devam edeceğiz.

-İnşallah. Allah lûtfetsin, kerem etsin. 

Bir niyaz ilâhisi dinleyeceğiz. Segâh.

Şem'i ruhuna cismimi pervâne düşürdüm
Evrâk-ı dili âteş-i sûzâna düşürdüm
Hayfa yolumu vadihi hicran, hicrana düşürdüm
Bir katre iken kendimi ummâne düşürdüm
Takrîr edemem derd-i derûnum elemim var
Mevlâ’yı seversen beni söyletme gamım var

***

Ve ardından yine segâh niyaz. 

Dinle sözümü sana direm özge edadır 
Derviş olana lâzım olan aşk-ı Hüdâ’dır 
Aşıkın nesi var ise maşuka fedadır
Sema safa cana şifa ruha gıdadır

Aşk ile gelin eyleyelim zevk u safayı 
Göklere değin ir görelim hûy ile hây’ı 
Mestâne olup debredelim çeng ile nâyı 
Sema safa cana şifa ruha gıdadır

Ey sufi bizim sohbetimiz cana safâdır 
Bir cür’amızı nûş idegör derde devadır 
Hak ile ezel ettiğimiz ahde vefadır 
Sema safa cana şifa ruha gıdadır

Aşk ile gelin tâlib-i cüyende olalım 
Şevk ile safalar sürelim zinde olalım 
Hazreti Mevlânâ’ya gelin bende olalım 
Sema safa cana şifa ruha gıdadır

Bir eser-(segâh niyaz)    Şem’-i ruhuna cismimi pervâne düşürdüm

Bir eser- (segâh niyaz)      Sema Safa Cana Şifa Ruha Gıdadır 

 

Diğer Kayıtlar
Başlık Eklenme Tarihi Paylaş Oku Ekle Süre Beğen
playlist play 01.Genel Giriş, Olanlar Şeyhi'nin Tasavvuf Manzumesi 27.05.2020 playlist oku playlist ekle 29 playlist like
playlist play 02.Olanlar Şeyhi'nin Tasavvuf Manzumesi 2 27.05.2020 playlist oku playlist ekle 27 playlist like
playlist play 03.Dede Ömer Ruşeni ve Eşrefoğlu Manzumeleri 27.05.2020 playlist oku playlist ekle 21 playlist like
playlist play 04.Peygamber Efendimiz ve O'na Yazılan Naat Örnekleri 27.05.2020 playlist oku playlist ekle 25 playlist like
playlist play 05.Peygamber Efendimize Dayanan Tasavvufi Neşve 1 28.05.2020 playlist oku playlist ekle 14 playlist like
playlist play 06.Peygamber Efendimize Dayanan Tasavvufi Neşve 2, İlk Mutasavvıflar 28.05.2020 playlist oku playlist ekle 18 playlist like
playlist play 07.Aktab-ı Erbaa, Abdülkadir Geylani 28.05.2020 playlist oku playlist ekle 17 playlist like
playlist play 08.Aktab-ı Erbaa, Abdülkadir Geylani 2, Ahmed el Rufai 28.05.2020 playlist oku playlist ekle 24 playlist like
playlist play 09.Aktab-ı Erbaa, Ahmed Bedevi, İbrahim Dussuki 01.06.2020 playlist oku playlist ekle 20 playlist like
playlist play 10.Evtad-ı Erbaa, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Hacı Bektaş Veli 01.06.2020 playlist oku playlist ekle 31 playlist like
playlist play 12.Genel Olarak Mutasavvıf Şairler 01.06.2020 playlist oku playlist ekle 21 playlist like
playlist play 13.Ah Nice Bir Uyursun, Yunus Emre 01.06.2020 playlist oku playlist ekle 18 playlist like
playlist play 14.Mail Oldum Bahçesinde Hurmaya, Yunus Emre 01.06.2020 playlist oku playlist ekle 14 playlist like
playlist play 15.Dağlar İle Taşlar İle, Yunus Emre 01.06.2020 playlist oku playlist ekle 15 playlist like
playlist play 16.Mevlam Sana Ersem Diye, Yunus Emre 05.06.2020 playlist oku playlist ekle 23 playlist like
playlist play 17.Gelin Gidelim Efendim Allah Yoluna, Yunus Emre 05.06.2020 playlist oku playlist ekle 11 playlist like
playlist play 18.Milki Bekadan Gelmişem, Yunus Emre 05.06.2020 playlist oku playlist ekle 23 playlist like
playlist play 19.Gönül Hayran Olupdur Aşk Elinden, Yunus Emre 05.06.2020 playlist oku playlist ekle 16 playlist like
playlist play 20.Kabenin Yolları Bölük Bölüktür, Yunus Emre 05.06.2020 playlist oku playlist ekle 17 playlist like
playlist play 21.Gani Mevlam Nasib Etse Varsam Ağlayı Ağlayı, Yunus Emre 05.06.2020 playlist oku playlist ekle 14 playlist like
playlist play 22.Noldu Bu Gönlüm, Hacı Bayram Veli 06.10.2020 playlist oku playlist ekle 26 playlist like
playlist play 23.Çalabım Bir Şar Yaratmış, Hacı Bayram Veli 06.10.2020 playlist oku playlist ekle 21 playlist like
playlist play 24.Bağrımdaki Biten Başlar Muhammedin Aşkındandır, Seyyid Seyfullah 27.10.2020 playlist oku playlist ekle 21 playlist like
playlist play 25.Mevlam Ver Aşkını Bana, Seyyid Seyfullah 27.10.2020 playlist oku playlist ekle 23 playlist like
playlist play 26.Esma-i İlahiyede Bihad Hünerim Var, Niyazi Mısri 01.01.2021 playlist oku playlist ekle 22 playlist like
playlist play 27.Gir Semaya Zikrile Gel Yane Yane Hu Deyu, Niyazi Mısri 01.01.2021 playlist oku playlist ekle 14 playlist like
playlist play 28.Derman Arardım Derdime, Niyazi Mısri 01.01.2021 playlist oku playlist ekle 30 playlist like
playlist play 29.Çün Sana Gönlüm Mübtela Düştü, Niyazi Mısri 01.01.2021 playlist oku playlist ekle 21 playlist like
playlist play 30.Allah Emrin Tutalım, Yunus Emre 06.01.2021 playlist oku playlist ekle 20 playlist like
playlist play 31.Bu Aklu Fikrile Mevla Bulunmaz, Yunus Emre 06.01.2021 playlist oku playlist ekle 10 playlist like
playlist play 32.Aşk Bezirganı Sermaye Canı, Yunus Emre 06.01.2021 playlist oku playlist ekle 20 playlist like
playlist play 33.Dolap Niçin İnilersin, Yunus Emre 22.02.2021 playlist oku playlist ekle 25 playlist like
playlist play 34.Ben Dervişim Diyene Bir Ün Edesim Gelir, Yunus Emre 22.02.2021 playlist oku playlist ekle 16 playlist like
Kabe
Canlı Yayın
Şuan Canlı Yayın
Sükunetin Sesi
AKRA CANLI
 / 
player image icon close icon
AKRA CANLI
Sükunetin Sesi
Sükunetin Sesi Add Icon volume up
 / 
Canlı Yayın
fast rewind
fast forward
Playlist
Bu özelliği kullanabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir
  
Fikrini Paylaş
TAAHHÜTNAME

Hazırlamış olduğum ve sitenize gönderdiğim/ teslim ettiğim, tamamen orjinal ve bana ait olan, projemin/görüntü veya kaydımın, AKRA MEDİA tarafından kendisine ait kablolu/karasal/uydu, şifreli/şifresiz, free/paralı TV, video, DVD, VCD,VHS ,radyo, kaset, sinema ve sair mevcut yada ortaya çıkacak her türlü İşaret, ses ve /veya görüntü nakline yarayan araçlarla umuma iletim hakkı ve tüm internet siteleri ve sosyal medya platformlarında yayınlamasına, çoğaltma hakkı, yayma hakkı, işleme hakkı ve temsil hakkının kullanılmasına süresiz olarak müsaade ediyorum.

Projemin/görüntü veya kaydımın, bant, CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player, dijital kayıt vb. tüm yollarla kayıt, çoğaltma ve dağıtım haklarını, bilişim veya iletişim ortamında görüntülenmesini, iletilmesini, okunmasını, izlenmesini, dinlenmesini vb. interaktif veya normal CD, VCD, DVD, GSM, MP3 Player vb. şekilde basılarak veya ses kayıtlarının metin haline getirilip kitap olarak piyasaya sunulmasını sağlayacak her türlü materyal üzerine kaydı ile çoğaltılması, kullanılması, işlenmesi, yeniden ve genişletilmiş şekilde sesli, yazılı ya da görüntülü yayın haklarını, bu suretle de çoğaltılarak kullanılması, dağıtılması, pazarlanması vb. fikri, mali ve manevi haklarımın tamamını, programda gerekli görülen değişiklikleri yapma haklarımı bila bedel olacak şekilde, AKRA.MEDİA sitesine ve bu site'nin yetkilisi ve sahiplerine devir ve temlik ettiğimi, beyan, kabul ve taahhüt ederim.

Şehir Seçin
Close