Ebû Saîd-i Harrâz Hazretleri nasihat isteyen birine şunları söylemiştir:
"Aziz ve kıymetli olan vaktini, en aziz ve en değerli olan şeyden başkası ile meşgul etme. Kulun en kıymetli şeyi, geçmiş ile gelecek arasında bulunan haldeki meşguliyettir. Yani vakti ve hâli muhâfazadır. Çünkü Peygamber Efendimiz (SAS): "Benim Allah ile öyle bir vaktim vardır ki, ne mukarreb bir melek, ne de mürsel bir peygamber benimle birlikte o vaktin içine sığmaz." (Allah-u Teâlâ'nın en kıymetli varlıklarını dahi vakit içinde iken düşünemem. O vakit içine sadece bir ben, bir de Hak sığar; başkası sığmaz)."
Ebû Saîd-i Harrâz Hazretleri fenâ ve bekâ hakkında şöyle söylemiştir:
"Fenâ; Hak ile yok olmak, bekâ; Hak'la hazır olmaktır."
"Allah'a hakikaten yakın olmak, kalbi her şeyden arındırıp Hak Teâlâ ile huzur bulmasını temin etmektir."
Ebû Saîd-i Harrâz Hazretleri tevhid hakkında şunları söylemiştir:
"Tevhîdin ilk basamağını çıkamayanın öbürlerini geçmesi mümkün değildir. Böyle kimseler ilâhî hazrete erişemez. Tevhîdin ilk basamağı, bütün eşyâyı kalpten silmektir ve kalbi tamamen zât-ı ilâhîye verip, teslim olmaktır."
"İlim seni amele götürür, yakîn ise seni taşır."
"Hakk'ın kulları içinde öyle bir zümre vardır ki, onları yüce Allah'ın korkusu susturmuştur. Yoksa onun hakkında gâyet fasîh ve belîğ konuşmayı da bilirler."
"Kalbinde (ilâhî) mârifetin yer tuttuğu bir kimseye, iki cihanda ancak O'nu görmek, O'ndan duymak ve O'nunla meşgul olmak yaraşır."
"Firâsetin nûru ile bakan, Hakk'ın nûru ile bakmıştır. Firâset sâhibinin ilminin aslı ve menbaı, sehiv (yanılma) ve gaflet bahis konusu olmaksızın Hak'tır. Daha doğrusu firâset, kulun dili ile söylenen Hakk'ın hükmüdür.""
Ebû Saîd-i Harrâz (kuddise sırruhu) Hazretleri evliyalığın hallerinden bahsettiği bir sohbetinde şunları söylemiştir:
"Cenâb-ı Hak kullarından birinin başına vilâyet tâcını giydireceği zaman, önce ona zikir kapısını açar. Kalbine zikretme tadını verir. O kul bu tadı tattıktan sonra, zâtına yakınlık kapısını açar. Ünsiyet, yakınlık ve ülfet (berâberlik) çadırına oturur. Bundan sonra tevhîd kürsüsüne çıkarır. İşte asıl olacaklar bundan sonra görülmeye başlar.
"Hak Teâlâ, hakîkî varlığı ona kapayan perdeleri bir bir açar. O, azamet ve celâl sıfatlarıyla tecelli eder. Bu azamet ve celâl sıfatının tecellîsinden bir kıvılcımına gözü ilişir ilişmez, o kul benliğini kaybeder. O anda fena hâline erer. Bize göre yokluk olan tam varlık âlemine kavuşur. Artık o kulun hiç bir varlığı yoktur. Kendisini koruyacak güce de sâhip değildir. Allah-u Teâlâ, onu nefis tarafından gelebilecek saldırılardan korur."