Gelin gidelim efendim Allah yoluna
Feryad edelim efendim Allah yoluna
Bir yılı bir gün efendim gelecek o gün
Süregel yüzün efendim Allah yoluna
Derdine düşme efendim yolundan şaşma
Hiç şerik koşma efendim Allah yoluna
Yunus’un sözü efendim kül olmuş özü
Kan ağlar gözü efendim Allah yoluna
-Evet, gelelim, gidelim efendim Allah yoluna. Tabi sırat-ı müstakim, tarik-i müstakim belli. Efendimizin tebliği, ashabının ve efendimizle beraber ashabı ile paylaşılan hayat, efendimizin sünneti ondan sonraki İslam âlimleri hem maddi ve manevi istikamette fıkhı vs. Bir büyük yol belli bir medeniyet tasavvuru diyelim. Bir de birey, insan var. Vazifesi, bu tebliğe kulak veriyor. Anlıyor, duyuyor, biliyor, anlıyor ne olduğunu ‘Allah yoluna gidelim’ diyor ama görüyor ki; Allah yoluna gitmek Bağdat Caddesi’nde yürümek kadar kolay değil. Orada da yürümek zor ya, bu çok zor daha zor. Ama içinden bir ses her ne kadar nefs-i emmârene hoş gelmiyorsa da ‘sen buraya gitmek mecburiyetindesin’ diyor. İşte bu hasretle beraber kul, bir büyük ikilem karşısında. Bu ikilem bir bütünlüğe dönüşebilir mi? tabi ki dönüşür. Ama başlangıçta ikilem var. Dünya ve ahiret, dünya ve o, dünya ve din. Hele modern hayatta, malûmunuz modernite dünya üzerine kurulmuş bir medeniyet tasavvuru. Yâni varlık zaman ve mekân bu dünya ile sınırlı, öte hakkında bir şey söylemez. Öteye ait düşünceler bilgiler, hassasiyetler, duygusallıklar yine modernitenin akıl süzgecinden geçirilerek ne kadar gerekirse o kadar ortaya konulur. Böyle bir hayat yaşıyoruz. Daha eski zamanlarda gelmiş olsaydık bu ikilem mevzu bahis olmayacaktı. Mesela ikiyüz sene evvel gelmiş olsaydık, dünyayı bu kadar hissetmeyecektik. Neticede bizim bir feryadımız var ama bu feryat her zaman söylemeye çalışıyorum; bugün anladığımız mânada insanları rahatsız eden, bağırıp çağıran, huzursuz eden, kendi iç dünyamızın sıkıntılarını insanlara deklare eden bir feryat değil. Bu feryat, içsel bir feryat olmak mecburiyetinde. Çünkü feryat kalbî bir hadisedir.
Şeyhülislam Yahya diyor ki;
Neler çeker bu gönül / Söylesem şikâyet olur.
Dünyada rahat yok. Neler çeker bu gönül söylesem şikâyet olur. Şikâyete dahi izin yok. Onu söylüyor size, onu söylemek mecburiyetindeyim.
Süregel yüzün efendim Allah yoluna, evet bu feryatla başlıyor hadise ama buradaki süregel kelimesi - yüz sür, ayrıl- mânasına değil. Yüz sürmek demek ne demek? eşiğini öpmek, yüz sürmek. Yâni ‘ben bütün varlığımla sana teslim oldum’ demek. ‘Sana bağlıyım, senin emrine ittiba ediyorum, itaat ediyorum ve bunu yaparken büyük bir gönül hoşnutluğu içerisindeyim’. Feryat böyle bir hadise. İnsan dediğimiz varlık bu dünyada ezelde verdiği sözün ve ahd’in hazzı ve hasreti içerisinde. Hepimizde bu feryat var. Bazen bastırırız, bazen bastıramayız. Hayatın gergin olduğu zamanlarda bastıramayız, bu feryat bütün insanlarda vardır. Çünkü onlar ruhlar yaratıldığı zaman, onlar da ‘evet’ demişlerdir. Batılı insan, modern insan, -bu feryadın en fazla gerildiği zamanlar, ne zaman? akşam saatleri- bu feryadı duymazdan gelmek için kulağına bir tıkaç tıkar, yâni alkolle ferah bulur, bulmaya çalışır. Unutmak ister ama unutamaz.
Evet diyor ki Cenâb-ı Yunus, Derdine düşme efendim, neyin? dünyanın. Bu çok güzel bir şey. Dünya derdi bitmez arkadaş. Doğduğumuz zaman başlar, niye? süt isteriz anne memesi, basarız feryadı ciyak ciyak. Dünyada dert bitmez, ölene kadar da bitmez. Allah muhafaza, ezandan rahatsız oluyorlar, havaya ihtiyaç var nefes alamıyor, oksijene ihtiyaç var tüp getiriyorlar o da yetmiyor vs. Diyor ki, ‘dünya ile dertlenme, dünya ile dertlenmeyin’.
Yine fakirin başından geçen bir hadise size de defaatle söylemişimdir, trafik çok şey, ben dedim ‘bu tarafta oturan insanların hiç aklı yok mu? bu trafiğe katlanıyorlar, beri tarafta otursunlar’ biraz kapalı anlatmaya çalışıyorum. Sonra sen öyle mi dersin, ‘hadi bu tarafta otur’ bakalım dediler bana. Tabi ki trafik meselesi bu hadise olalı yirmi sene oldu. Sonra arz ettim huzurda, bir dua etti. Bir kelime ‘Allah sana o trafiği hissettirmesin’ dedi, bitti. Aynı trafiği gene çekiyorsun ama hissetmiyorsun.
‘Dertlenme’ diyor, -dünya derdi yok- demiyor bak. Medrese-i Yusufiye gibi. Mahpus düşüyorsun Mısır’da ama o seni irşad ediyor, o mahbes. Dünya derdi bitmez, öyle yüklenir ki bazen seni yolundan saptırır, ‘amaaan be’ dersin, ‘aman be deme’ diyor, yolundan şaşma, istikamet, istikamet, istikamet.
“Müstakim ol Hazreti Allah utandırmasın seni” diyor Diyarbakırlı Saîd Paşa, Müstakim ol Hazreti Allah utandırmaz seni. “Sen usandırmazsan eli el de usandırmaz seni”. Hepsi aklımda değil, “Müstakim ol Hazreti Allah utandırmaz seni” diyor. Ha müstakim olmak için, biz kendi başımıza kalsak müstakim olamayız. Eskilerin dualarından gene ‘Yarabbi bizi bize bırakma’.
Şer isteriz, halk etmezse şer’i yapamayız, -ona bir şey yok-. Hayır isteriz halk etmez hayrı yapamayız, -ona sevap var-, müjde. Niyete göre diyor, hayır yaparsak, hayrı halk ederse on sevap var. Şerri de halk ediyor istediğini yap verdim sana diyor. Ona bir günah var mücâzat var. Ama istikamet, dünya hâli öyle ki ‘öfff be’ dedirtir adama. O hâle düşürmesin Cenâb-ı Allah inşallah yâni. O hâle düşürmesin. Çünkü dünya hâli öyle bir hâl, hele bu zamanda.
Yunus ‘un sözü efendim Kül olmuş özü / Kan ağlar gözü efendim Allah yolunda. Yunus’un özü yâni kalbi malûm kâbetullah, kalp kül olmuş. Tabi burada yeni yazıyla yazıldığı için bu kül, hangi kül bunu bilemedim. Eski harfle yazılmış olsa, ‘kef, vav, elif ‘ soba külü yâni ateşin külü anlaşılacak. Gene bir mâna var, yanmış, yanmak bitmiş, kül hâline gelmişsin, varlık yok olmuş. İkincisi -cüz’ün küll’ü- küllî cüz’i var, orada da ‘ kef, lam‘ iki mâna da güzel. Yunus’un sözü efendim, kül olmuş özü, yâni Yunus kendi hâlini artık deklare ediyor. Öyle oldu, böyle oldu, şöyle gitti, gittim, geldim, odun getirdim, şunu yaptım, bunu yaptım… özüm, diyor bunu söylerler.
“Bugün Nuri imam oldu uyan gelsin bu meydane” diyor. Çünkü ona söyle diyorlar. İnsanlar baksınlar, ibret alsınlar. ‘Bu anlattığım şeyler hikâye değil, esâtir değil bak oluyor’ diyorlar yâni. Ha nasıl anlayacağız? hep söylemeye çalışıyorum, baktığınız zaman ‘ya bu nasıl bir adam’ dersiniz hiç bir şey bilmiyorsunuz, adama bakıyorsun onun vechinden bir güzellik neşroluyor. İhtiyar birisi kara kuru bir şey yâni ama bakıyorsun tebessüm ediyor. Etmiyor. Hâlinden, tavrından Cenâb-ı Allah bir güzellik neşrediyor onu bütün insanlar algılar. Yunus da diyor ki; Yunus’un özü kül olmuş, yanmış, yok olmuş bitmiş yahut da küll’le birleşmiş, küllî ile birleşmiş vâhidle birleşmiş ama gözü hâlâ kan ağlıyor. Niye, tabi içten birleşmiş ama niye kan ağlıyor? çünkü ya tekrar ayırırsa. Garanti yok. Ya tekrar ayırırsa -Aman Yarabbi-, yâni gözü kan ağlıyor ‘Aman Yarabbi’ diyor yâni, ‘beni ayırma’. Böyle nutukları da var Cenâb-ı Yunus‘un. ‘Ayırma beni senden’ diyor yâni. Bu hayat boyunca böyle bir hadise, gider ve gelir, gider ve gelir. Bilmiyoruz nasip bu diyoruz. Evet efendim, bu nutk-u şerîfi de isterseniz burada bağlayalım.
Bir eser- Gelin gidelim efendim Allah yoluna / Feryad edelim efendim Allah yoluna