Hz. Yunus nutuklarından, nutk-u şerîflerinden devam ediyoruz bestelenmiş, güfteleşmiş olan eserlerinden. Hocam Hikmet torbamıza programlarımızı hep yapıp yapıp bırakıp tekrarlarını da dinliyoruz. Bu programda yine Hz Yunus'dan devam edeceğiz. Üç güfte üzerinde duracağız. Güfteleri alırken okunan, bilindik eserlerden alıyoruz hocam, belki metinlerde ufak şeyler olabilir, çok divân karşılaştırması… farklılıklar oluyor.
-Artık zuhurat, bir de kısmet nasılsa öyle oluyor yâni. Bir hayat yaşanıyor hay huy devam ediyor, onun içinden bize nasip olan vakitte ne çıkarsa bahtımıza diyoruz. Onun için başta eskiler “Sürç-i lisan ettiysek kusurlarımız affola” derler; biz onu peşinen söyleyelim. Sürç-i lisan mutlaka ediyoruz. Kusurlarımız hem muhterem dinleyicilerimiz tarafından affolunsun hem de vaktin sahibi tarafından affolunsun inşallah efendim, cümlemizinki de affolsun beşer olmak hasebiyle. Kusur bize râcîdir. Buyurun efendim güfteyi alalım şimdi, nutk-u şerîfi.
Gönül hayran olupdur aşk elinden
Ciğer büryan olupdur aşk elinden
Niceler tac-u tahtı, mal-ü mülkü
Koyup üryan olupdur aşk elinden
Özümün kalmadı sabr-u kararı
Gözüm giryan olupdur aşk elinden
Eridi karlı dağlar zerre zerre
Deniz umman olupdur aşk elinden
Koyup ibrahim Edhem tac-u tahtı
Yeri külhan olupdur aşk elinden
Zehi, Mansûr ki maşukun yolunda
Başı berdar olupdur aşk elinden
Ne gördü Leylâ'nın yüzünde Mecnun
Ki sergerdan olupdur aşk elinden
Ne gördü Zeliha Yusuf yüzünden
İşi efgan olupdur aşk elinden
Muhabbet derdine düşeli bülbül
Dili handan olupdur aşk elinden
Yunus Emre de bu hasretle zârî
Acep mihman olupdur aşk elinden
-Evet, aşk üzerine yazılmış bir nutk-u şerîf. İsterseniz biraz aşk üzerinde duralım. Esasında aşkı söz anlatmaz, kelâm aşkı anlatmaz, aşkın alâmetlerini anlatır. Aşk deyince, çağımızın insanı başka bir şey anlıyor. O bir meyildir. Cenâb-ı Allah'ın insanlara lûtfettiği hem bir imtihan hem bir lûtuf olan bir meyildir. Buradaki aşk, o aşk değil. Çünkü o meylin tatmini halinde, meyil bir süre sonra zâyi olur, tekrar oluncaya kadar. Ama buradaki aşk öyle bir şey değil, buradaki aşk hiç bir zaman tatmin olmayan bir aşk. Bu aşkı eskilerin söylediği gibi ''Diyen bilmez, bilen demez''. Diyen bilmez, bilen demez. Çünkü bunun lisanen tarifi yoktur. Bu bir ruhî ahvâldir. Buna modern bilim dilinde, psikolojik hâl diyorlar. Bu kalbin bir hâlidir, bizim dilimizde, bizim gönlümüzde kalp hâlden hâle girer. O hâllerden birisidir aşk hâli ve erişilmez olana, beşer olarak erişemeyeceğimiz olana olan büyük meyli, büyük emeli, büyük tasavvuru ve büyük ubudiyeti ihtiva eder. ''Aşk esasında büyük bir ubudiyettir.''
Aşk büyük bir ubudiyettir. Kulluğun hası.
-Ubudiyetin bütün zâhir şartlarını yerine getirmekle beraber; kalbinde, gönlünde masivallahdan bir zerre dahi bulundurmamaktır. Böyle bir şey aşk. Bunu şöyle, tabi bizim büyüklerimiz demişlerdir ki; “Evlâdım sen baklavayı hiç tatmayan bir insana tarif etsen, işte şöyle yapılır, böyle yapılır o baklavanın nasıl yapıldığını öğrenir”. Resmini de gösterirsin. Şimdi televizyonlarda var tatlı yapılıyor, güllaç yapılıyor. Bu Ramazanlarda özellikle. Adam anlatıyor herkes de imreniyor. O da ayrı bir mesele. İnsanlar imreniyorlar ama alamıyorlar. Aman Ya Rabbi. Aman Ya Rabbi o da ayrı bir mesele. Eskiler derlerdi ki -küçük bir yan sokağa sapıyorum burada- ''Zembil, içindekini sen bil.''
Hocam çok güzel.
-Zembil, içindekini sen bil.
Zembil kap değil mi?
-Zembil kapalı bir şey içinde ne alırsan, niye? “göz olur evlâdım” derlerdi. “heves eder alamaz, göz olur o yediğin şey sana da yaramaz” derlerdi. Yahut da “görene vereceksin”. Böyleydi; şimdi tersi var, demek ki değişmiş ahvâl. Bizim miyarımıza vurursanız; biz, göz hakkını önemseyen bir medeniyete mensubuz. Göz hakkı çok mühim, vs. Şimdi bu bir yan sokak yâni.
Şimdi aşk da böyle bir şey. Tatmayan bilmez, anlatılır ne olduğu ama tatmak lâzım. Nasıl güllacı anladık ne olduğunu ama tatmadık bilmiyoruz tadını. Tattığımız zaman işte o bizde tam bir bilgi oluşuyor güllaç hakkında veya baklava hakkında. Aşk da böyle bir şey. Yunus bize burada aşkı anlatıyor. Alâmetlerini anlatıyor. Yâni âşık adama baktığın zaman ne olur? Yine bizim büyüklerimizden bir zat derdi ki fakire; “Benim aklım gelir gider, ben aklı geldi gitti adamım”. Peki, akıl gittiği zaman ne oluyor? insan deli olmuyor, aşk geliyor. Davranışlara aşk hâkim oluyor. Akıl menfaatini gözetir. Bu illa maddi menfaat değil manevi menfaat de olur yâni, bir şey karşılığı falan değil. Ama aşk geldiği zaman ne maddi ne manevi menfaat bahis mevzu olmaz, uçar gider.
Yunus’un yine bir başka nutkunda var: ''Aşk gelecek, cümle eksikler biter'' diyor Yunus. Hayatta eksik bitmez. Kim ki ‘hayatta hiç eksiğim kalmadı’ der o müthiş bir yanılgı içerisindedir. Yanılıyor. Hayatta eksik bitmez ama o eksik sizin gözünüze eksik olarak görünmez. İşin şey tarafı, acayip tarafı burada. Eksik olarak görünmez, evet aşk böyle bir hadise.
Ne diyor, Gönül hayran olupdur aşk elinden, Gönül, kalp, aşkla temasa geldiği zaman öyle bir hissiyat ki o. O aşkla temasa geldiği zaman yâni Cenâb-ı Allah’ın en büyük lûtfu olan insana o aşkla kendisini bilmek noktasında, beşer ne kadar bilebilirse o kadar bilebilmek noktasında bütün nurunu, hidayetini sizin üzerinize tevcih ettiği zaman, kapıları araladığı zaman, perdeleri kaldırdığı zaman hayranlık başlıyor. O makamdan sıyrılmak mümkün değil. Zaten o makamın sonunda siz artık yoksunuz hiçbir şey yapmaya cesaretiniz kalmaz.
Ciğer büryan olupdur aşktan, Yanıyorsunuz yâni, bir iştiyakınız var, hayransınız ama gidemiyorsunuz. Bu bir ömür devam eder. İşte o adam, o insan, o beyefendi, o hanımefendi bu bir ömür devam eden bu hâl üzerine görürseniz ondan bir muhabbetin bir güzelliğin bir letafetin zâhir olduğunu görürsünüz. Kime karşı? bütün varlığa karşı. Önce kullara sonra nebatata, hayvanata ve cemadata. O zulüm yapamaz. Aşkla zulüm, aşkla gaflet aynı anda, aynı kalpte cem olmaz. Aşk böyle bir hadise. Geldiği zaman doldurduğu zaman bütün varlığınız onun emrine girer. O bir sultandır. O gittiği zaman akıl hâkim olur, o da bir lûtuf. Zaman zaman da nefs hâkim olur. Orada biz Allah'a sığınıyoruz. ‘Hafazanallah’ diyoruz, Allah bizi muhafaza etsin. Nefs hâkim oluyor, insan varlığı böyle bir şey. Nutk-u şerîfte devam ediyor. Tabi birçok var da hepsini benim yapacak hâlim yok.
Ne oldu? diyor gene aşk geldiği zaman, Niceler tac-ü tahtı, mal-ü mülkü / Koyup üryan olupdur aşk elinden, Hz. Hüdâyi’nin bir nutk-u var. Şu anda son beyti aklımda, ''Üryan gelip yine üryan giderler'', diyor yâni. Bu dünyaya konup göçenler üryan gelip, yine üryan giderler.
Nasreddin Hoca'nın bir fıkrası var çok mühimdir bu fıkralar. Bir iftara çağırıyorlar Nasreddin Hoca'yı, normal elbisesiyle gidiyor pek itibar görmüyor, ertesi hafta bir daha çağırdıkları zaman kürk giyiyor, ''Oo hoca efendi buyurun'' diyorlar. Hoca da iftar açılınca kürkün uzun yenleri… yemeğe onları sokarmış. Demişler ‘niye yapıyorsun’. Demiş ki “Ye kürküm ye.” İtibar kürkeymiş ‘bari onu besleyeyim’ diyor hoca yâni. Şimdi dünya böyle bir şey yâni adam ne giydi, ne yedi, ne içti, nerede oturuyor, şimdi yeni moda ne arabasına biniyor vs. uzatmaya hacet yok bunları yâni, filan gibi.
Fakat aşk öyle bir şey ki, bütün bunlar bu bir mânada klasik bütün eserlerde var olan bir hâl. İnsan varlığı tatmin arar dâima. İlk görünen tatmin dünyevi tatmindir, kolaydır. Ama manevi tatmin... Dünyevi tatmin oldukça tatminsizlik artar. Boşluk artar işte karşımızda batı medeniyeti, görüyoruz bunu biraz incelediğiniz zaman, bu boşluğu görmek mümkün. Manevi tatmin geldiği zaman, dünyevi tatmine artık yer kalmaz.''
Niceler mal-ü mülkü tac-ü tahtı / koyup üryan olupdur aşk elinden, Ne demek o? gitmeye hazır. Gel dedikleri zaman emre amâde, lebbeyk, giderler. Bazısı gelmem der, mümkün değil. Geçende böyle çok dünya malına gark olmuş bir zata bir kimseye gel dediler çok zor, gitti yâni. Mümkün değil. İşte böyle. Aşk böyle bir şey. İnsan dediğimiz varlık dâima bir şeylerin eksikliğini hisseder. Muhtaçtır çünkü kendisi.
'Eridi karlı dağlar zerre zerre, Aşk bir ışık gibi gönle tulû edince oradaki buzları, karları eritiyor ve eriyen karlar nereye karışır? dağdan aşağı iner çay olur, nehir olur, dere olur, ummana karışır. Umman vahdettir. Her damla ummandır ama kendisi değildir. Peki, böyle olmadığı zaman malûm Hz. İbrahim Edhem herkes bilir kıssayı onu geçeceğim.
Yeli külhan olupdur aşk elinden, Aşka düşen bir gönül yanar. Yukarda büryan olur, aşağıda külhan olur. Neden yanar? çünkü maşukuna kavuşmak iştiyakındadır ama bu kolay bir iş değil. Mühim olan bu yanışın dışarıya aksettirilmemesidir. Aksettiğiniz anda bütün neş’e, bütün esrar kaybolur gider. Kuru bir kömür parçası kalır elinizde. O kor hâlindeki gizli gizli yanan güzellik, sizi ısıtan, hayat veren… Malûm ateş hayatın bir unsurudur; çok mühim bir unsuru. Vücudumuzda da görünmez ateşler yanıyor. Öldüğümüz zaman soğuyoruz. Niye? ateş söndü çünkü. Hekimler metabolizma diyorlar, tabi saygımız var. Onların da bir ilmi var. Oksijen yanıyor, karbon yanıyor, protein yanıyor vs. yanıyor enerji çıkıyor yâni. Ateşsiz olmaz. Külhan da böyle bir şey, kalpten bir ateş yanıyor ve o son nefese kadar devam ediyor.
Ne gördü Leylâ'nın yüzünde Mecnun, işte güzellik burada. Ki sergerdan olupdur aşk elinden. Dağlara çıkıyor. Her tür dünyevi kayıptan âzade hissediyor kendisini. Ne gördü? bir şey gördü ki Leylâ'yı da bıraktı. Neyi bırakmadı? Leylâ'nın aşkını bırakmadı. Devam ediyor. Hadi bu bir kıssa diyelim şimdi geldik Kur'ani hükme;
''Ne gördü Zeliha Yusuf yüzünde'' diyor. Yusuf ve Züleyha, Cenâb-ı Yusuf'un yüzünde ne gördü diyor yâni. İşi efgan olupdur aşk elinden. Sonra cevabı Muhabbet derdine düşeli bülbül / Dili handan olupdur aşk elinden.
Yunus Emre bu hasretle de zârî / Acep mihman olupdur aşk elinden. Aşk sanki bir ülke. Yunus Emre o ülkede misafir olmayı arzu ediyor ve bunu yaparken de adeta bir aşk macerasını ama biraz evvel de söylemeye çalıştığımız gibi beşeri bir meyil olmayan; ilâhi bir lûtuf olan aşk macerasını baştan sona tafsil ediyor. Külhanla, büryanla, hayranla; tabii nutk-u şerîf -mukaffa- akıyor yâni. Vezinli, kafiyeli sözler... İbrahim Edhem’le, bir büyük kültürel mirastan adeta inciler devşirerek bir güzel kolye yapıyor diyelim veya bir güzel broş yapıyor, bir güzel estetik, bir mozaik ortaya koyuyor Yunus Emre. Bülbülüyle, gülüyle, Yusuf'uyla, Zeliha'sıyla aşk böyle bir hadise. Son söz yine başındakini söyleyelim: ''Diyen bilmez, bilen demez.'' Biz sadece onun alâmetlerini görürüz.
Bir beste- Gönül hayran olupdur aşk elinden / Ciğer büryan olupdur aşk elinden.